Yeni bölüm geldi keyifli okumalar 🤗🤗
Multimedya: Hatıralar
★★★Bölüm 31: Anıların peşinde ★★★
2016 Temmuz. Bakü. Ulduz
Artık hareket edecek gücüm kalmamıştı, sağ tarafımda müthiş bir ağrı vardı.
Dudaklarım titredi, sözler boğazımda düğüm düğüm oldu, "Hayır... Hayır... Böyle olmamalı. Hayır şimdi değil...Daha çok erken..." Diye mırıldandım. Ben belki de yaşayacağı son günlerini mutlu geçirsin istemiştim, ama şimdi o gözlerimin önünde ölüme koşuyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum, çaresizdim... Çaresizlikten nefret ediyordum. O gün babam gözlerimin önünde öldürüldüğünde de, Kemal'in naaşını teşhis ederken de elimden hiçbir şey gelmemişti. O zamanda böyle çaresizce izlemiştim.
Araba tam çarpacakken nefesimi tuttum, sanki o an ağır çekimde hareket ediyor gibiydi. Araba son sürat gelirken bir anda yavaşladı, kadının eli havada asılı kaldı, yerde parlayan şeyi almadı. Her şey bir anda bulanıklaştı, başım dönmeye başladı. Sanki bu ana şahitlik etmek istemiyormuş gibi gözlerim kendiliğinden kapandı. Çığlık atan bir kaç kadının sesi kulaklarımda yankılanıyor, kalbim korkuyla çarpıyordu. Arabanın onun üzerinden geçecek olduğunu düşünmek bile beni ürküttü. Çok fazla kişi öldürmüş, bir o kadarına da şahit olmuştum, ancak deli kadının öleceğini düşünmek bile beni yerle bir etmişti. Onunla farkında olmadan bir bağ kurmuş olmalıydım. Ona arabanın çarpma anını düşünmemeye çalıştım, ancak beynim durmadan bu anı hayal ediyordu.
İnsana araba çarptığında ilk önce hiçbir şey hissetmez, çarpmanın etkisiyle kuş gibi hafif olan bedeni havalanır, ayakları yerden kesilip çok hızlı bir şekilde betona çarpar, o kadar kötü çarpar ki kemikleri kırılır ve iç organlarına batmaya başlar. Sonrasındaysa organlar parçalanır ve iç kanama başlar. Ve insan yavaş yavaş... Başımı sağa sola salladım, "hayır..."
Bir anda her yerden alkış sesleri gelmeye başladı. İnsanların "Helal olsun adama kadını kurtardı" diye bağırmasıyla bir süredir tuttuğum nefesi yavaşça bırakıp gözlerimi korkarak araladım. Araba çoktan geçip gitmişti. Kadın bir adamın üstündeydi. Sanırım onu kurtaran adamdı, adamın yüzünü görmeye çalışsam da kadının bedeni buna izin vermiyordu. Ayağa kalkıp yanlarına gitmeye çalıştım, ancak başım döndü, kalkamadım. Canım ilk vurulduğum andakı kadar çok yanıyordu. Omzumda hissettiğim elle irkildim. Aniden arkaya dönmeye çalıştığımda boynum acıdı, o an bir süredür hareketsiz halde durduğumu farkettim, tüm vücudum yaşadığım korkunun etkisiyle kaskatı kesilmişti.
"Ulduz" dedi Artur, sesindeki endişe beni korkutmuştu. Cevap vermek istedim ama boğazım susuzluktan kuruduğu için konuşmadım.
"Ulduz neden buradasın? Birşey mi oldu? Yaran mı açıldı? Canın yanıyor mu? Bir şey söyle lütfen." Diye durmadan sorular sormaya başladı, ancak ona durumu anlatacak halim yoktu.
Boğazımı temizleyerek, "İyiyim." Dedim, aslında hiç iyi değildim. Canım çok yanıyordu, kendimi sıktığım için kemiklerim de sızlamaya başlamıştı.
Daha fazla bir şey sormadı, sadece elini uzattı, "Kalkmana yardım edeyim."
Uzattığı eli tutup kalkmaya çalıştım, kalkmaya çalıştıkça canım daha çok yandı, ancak onu üzmemek için belli etmedim.
Nazikçe elimi boyuna götürüp yürümem için bana yardım etti, "Hastaneye gidelim yarana pansuman yapsınlar."
Kadının olduğu tarafa dönerek, "Önce kadına bakayım." Dedim. Kadın bir adamın kucağında baygın haldeydi, gözlerimi kadından ayırıp adama baktım. Bu adam Cevat amcamdı... Demek ki kadını kurtaran oydu. Peki neden gözleri kıpkırmızıydı?
Artur, "Hangi kadın?" Diye sordu.
Yüzümü ona dönmeden kısaca "Bizimle birlikte sınırı geçen kadın." Diye cevapladım.
Gözlerimi amcamdan ayırmıyordum. Hali, tavrı çok garipti, kendinde değil gibiydi, "Amca! amca!" Diye seslendim, ancak beni duymadı, yanımdan öylece geçip gitti, arkasından öylece baka kaldım.
Amcam deli gibi koşuyor, kadına "Hurşit, güzel gözlüm seni bir daha kaybedemem" Diye bir şeyler söylüyordu. Hurşit adını duyduğum an beynim dondu. 23 yıl... Şuşa... Esir olmamak için kendini vurmuş bir kadın... Ailesini kaybetmiş bir adam... Teyzem, annemin ikizi... Deniz'in, Kartalımın annesi... Çocukluğum...
Artur'un "Ulduz.. Ulduz..." Diye koluma dokunmasıyla kıpırdadım, yolun kenarında heykel gibi durmuş boş boş baktığımı farkettim. Artur beni hastaneye doğru yönlendirdiğinde ayaklarım benden bağımsız olarak onu takip etti. Bir süredir acıyan yaram sanki ağrı kesici almışım gibi hissizdi, sadece o değil bedenim de uyuşmuştu. Artur kolumdan tutmuş olmasa çoktan düşüp bayılmıştım.
"Ulduz iyi misin sen? Yüzün bembeyaz, ellerin de buz gibi olmuş."
"Ben... Ben bilmiyorum." Diye mırıldandım, şu anda nasıl olduğumu tarif edecek doğru kelimeleri seçemiyordum. Aklım sorularla dolu, bedenim ise yorgundu. Nasıl hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Küçük adımlarla zorda olsa hastanenin aciline gelmeyi başarmıştım. Amcam bir köşe de yere çökmüş, sırtını duvara yaslayıp eliyle yüzünü kapatmıştı. Ağlıyordu... Amcam uzun zaman sonra ağlıyordu... Onu böyle görmek içimi parçalamıştı. Kendi yaramı unutup yanına çöktüm, sıkı sıkı sarıldım ona. Sanki bunu bekliyormuş gibi ağlaması şiddetlendi. Bir yandan gözlerimden yaşlar akarken, bir yandan amcam için güçlü durmaya çalışıyordum.
"Yaşıyor... Hurşit Yaşıyor... Biliyordum... Ölmediğini biliyordum..." Diye sayıkladı boğuk bir sesle. Hiçbir şey söylemedim, ne söylesem yalnış olacak, kendimi anlatamayacaktım. Ben de sessizliği seçtim, bazen sessizlik çok şey anlatırdı. Seni anlamasam da yanındayım merak etme derdi, mesela. Seni hiç bırakmayacağım...
Amcamı anlamaya çalışıyordum, ancak bu tam olarak mümkün değildi. Bir yerden sonra kopuyordum, kendimi onun yerine koymaya çalışıyor ancak bunu beceremiyordum. Herkesin acıyı taşıma şekli farklıdır. Kimi susarak taşır, kimi bağırıp çağırarak, yıkarak... Ben susarak, içine atarak taşıyanlardan olmadım hiçbir zaman. Ben bağırdım, çağırdım, isyan ettim sonunda yüzleştim. Ancak amcam sustu, konuşacak bir sürü insan varken o susmayı seçti. Tüm acıyı, sevgiyi içine attı. Teyzemin yokluğunda kalbine binlerce şeyi sığdırdı, fakat teyzem o binlerle şeyden katbekat üstün oldu hep... Hasret yakıp kül etti amcamı. Küçük bir umuda tutundu, ölmedi dedi, ölse ben hissederdim. Gözleriyle bile aldatmadı teyzemi, bir kadının yüzüne bir kaç saniyeden fazla baktığına şahit olmadım hiç.
Yaram tekrar sızlamaya başladı, amcama sarılmayı bırakıp elimi yarama götürdüm. Elim kan olmuştu, amcama belli etmeden kalktım yanından, zaten beni görecek halde değildi. Her adımda canım daha çok yanıyordu, ağrı kesicinin etkisi geçmiş gibi şiddetli bir ağrı vardı karnımda. Artur'un yavaşça koluma girmesiyle bir süredir sıktığım dişimi gevşetip kendimi onun kollarına bıraktım. Artık yürüyecek halde olmadığım için beni kucağına alıp tekrar acile taşıdı. Yorgun ve bitkin bedenim artık tükenmek üzereydi, göz kapaklarım ağırlaşmaya başladı, daha fazla direnmeden kendimi uykunun büyülü kollarına bıraktım.
Bir hafta sonra
Tam olarak bir hafta geçip gitmişti. Ancak bu bir hafta bizi çok değiştirmişti. Amcam teyzemi eve götürmek için doktordan zorla izin almış, annem kardeşiyle ilgilenmek için amcama yerleştirmişti. Amcamın evi o kadar büyük olmadığı için ben kendi evimde kalmayı tercih etmiştim, Polat daha küçüktü ve anaokulu evime çok yakındı, aynı zamanda oğlumun düzenini de bozmak istemiyordum. Artur devletin ayarladığı sığınma evinde kalıyordu, arada bir bize gelip Polat'la birlikte oyunlar oynuyordu. Polat onu sevmişe benziyordu, Artur amca diye peşinden ayrılmıyordu. Ben ne kadar rahatsız etme desem de, o kadar tatlı bakıyordu ki kıyamıyordum.
Artur'un tedavisi iyi gidiyordu, birkaç küçük şey dışında hiçbir şey hatırlamasa da psikologu bir kaç aya çoğu şeyi hatırlayacağını söylemişti. Çocukluğunu hatırlamasını çok istiyordum. Çocukluğunu hatırladıkça anne babasını anımsar, o zamanlar ne kadar mutlu olduğunu düşünüp kendini iyi hissederdi belki.
Odamı toplayıp salona geçtiğimde kapı çaldı. Artur gelecekti, doktoru çocukluğunu hatırlatacak bir şeyler yapmasını istemişti, oyun parkına gitmek, çocuklukla ilgili anıları dinlenmek, çocukluğunu anımsatacak her hangi bir resim çekmek gibi. Ben de onu sahildeki lunaparka götürecektim, çocukların cıvıl cıvıl gülüşleri, gelecek kaygısı olmadan, sanki yarın yokmuş gibi sadece oyuna dalıp dünyayı unutmaları ona bir anısını hatırlatabilirdi.
Kapıyı açtığımda karşımda heyecanlı, yerinde duramayan bir çocuk vardı. Gülüşünü bastırmaya çalıştıkça komik bir yüz ifadesi alıyordu. Üzerinde kot pantolon, gri bir tişört vardı.
"Merhaba" dedi neşeli bir sesle.
"Merhaba" dedim. Gözlüğümü başımın üstüne takıp, beyaz spor ayakkabılarımı giydim.
"Nasıl hissediyorsun?"
"Komik gelecek ama kendimi aynı Polat gibi beş yaşında hissediyorum."
Yüzünden anlaşılıyordu zaten. O parlayan gözleri, kıvrılmak için direnen dudakları, yerinde duramayan elleri ve konuşurken ses tonunun yükselmesi...
Gülümsedim, "O zaman güzel ve yorucu bir gün geçirmeye hazır ol bakalım. Polat akşama kadar koşup yorulmadığı halde sen iki saat bile dayanamayacaksın."
Güldü, "İlk defa lunaparka gidiyorum, bence hemen yorulmam."
"Bunu akşam sana hatırlatacağım haberin olsun."
Evden çıkıp Polat'ın okuluna kadar yürüdük. Çocukların çıkış saati olduğu için okulun bahçesi ebeveynlerle doluydu. Polat öğrenmeniyle okul kapısında göründüğünde beni görmesi için el salladım. Bizi gördüğünde koşarak yanımıza geldi.
"Anne gidiyoruz değil mi?" Diye sordu, selamsız, sabahsız. Tek düşüncesi oynamaktı.
Başımı sağa sola hafifçe sallayarak "Önce bir selam, bir seni çok özledim, küçük bir öpücük yok mu?" Dedim.
Yanağıma öpücük bırakıp "Seni çok ama çok özledim anneciğim." Dedi tatlı tatlı gülümseyerek. Sonra da Artur'un kucağına atlayıp sakallarından öptü.
"Artur amca bu sakallarını ne zaman keseceksin, dudaklarıma batıyor böyle."
Artur güldü, "Sen istersen hemen yarın keserim."
"Artur amca sen dünyanın en iyi amcasın, hem de en iyi."
Bu söz beni çocukluğuma götürdü, ben de aynı Polat gibi Cevat amcama böyle söylerdim. O benim için dünyanın en iyi amcasıydı. Belki gerçek bir kan bağımız yoktu ancak bana gerçek bir amca olmuştu. Babamın kardeşi yoktu, tek çocuktu. Babaannemi ve dedemi uzun zaman önce kaybetmiştim. Çoğu akrabamızı Şuşa da kaybetmiştik, bazıları da bize sahip çıkmak istemedi. Ancak amcam bizi yanlız bırakmadı, annem çalışıp kendi ayakları üzerinde durana kadar bize destek oldu, beni okuttu. Ben ona çok şey borçluyum, ne yapsam hakkını ödeyemem.
Polat elimi tutup, "Hadi gidelim." Dedi.
Gülümseyerek elini tutup, "Hadi." Dedim.
Metroya binip "içerişeher" istasyonunda indik. Metrodan çıkıp sahil boyunca yürümeye devam ettik. Lunaparka vardığımızda Polat çarpışan arabalara binelim diye tutturdu. Çarpışan arabalara ben Polat'la birlikte, Artur ise yalnız bindi. Artur arabayı idare edemediği için duvarlara çarpıp duruyordu, bu hali çok komikdi, ona gülmekten karnıma ağrılar girmişti. Belki de uzun zamandır böyle gülmemiştim.
Doktor korkularının üzerine gidin demişti, bu yüzden yükseklik korkusunun üzerine gitmeye karar verdik. Oyuncak tam tepeye çıktığında Artur'a baktım. Titriyordu, elini tuttum, "korkma ben yanındayım." Dedim, ancak beni duymuyor gibiydi. Gözlerini sıkı sıkı kapatmıştı, tüm şehir ayaklarınızın altındaydı, fakat o bu manzarayı kaçırıyordu. Oyuncak aşağıya doğru hızla inip tekrar yukarıya çıktığında Artur'un çığlığı diğer insanların çığlığına karışmıştı.
Oyuncaktan indiğimizde Artur kendinde değildi, midesi bulandığı için lavaboya gitti. Polat'la birlikte onu beklerken gözlerinde simsiyah gözlük, elinde körler için olan bir çubukla önümüzden on yaşlarında bir çocuk geçti. Gözlerimle onu takip ettim, sanki her an yere düşecekmiş gibi bir hali vardı, üzgündü, aynı zamanda yorgun ve bitkin görünüyordu.
Onu izlemekten Artur'un yanıma ne zaman geldiğini bile fark etmemiştim.
Yüzümü ona dönüp "İyi misin?" Diye sordum.
Elindeki su şişesini kafasına diktikten sonra "Kötünün bir tık iyisi, diyelim" Dedi.
"İlk deneyimindi, bence ikincisi çok daha iyi olacak."
Yüzünü buruşturdu, "Bir daha olacağını sanmıyorum."
Korkularının üzerine gidersen onları yenersin, korkarsan onlara esir olursun. Ancak bunu ona söylemedim, belki daha sonra söylerdim. Onun yerine "Sen bilirsin, ancak müthiş bir manzarayı kaçırdın." Dedim tebessüm ederek.
Bakışlarını yere indirip, şakağını kaşıdı, "Ordayken tek dilediğim şey hemen bitmesiydi."
Tam birşeyler söyleyecekken bağırış sesleri konuşmama engel oldu. İki çocuğun kavga sesleri ta uzaktan duyuluyordu. Etrafa göz attıp seslerin nereden geldiğine baktım. Bizden bir haliyle ileride, az önce önümüzden geçen kör çocuk kendini denize atmak istiyor, diğer çocuk ise kolundan tutup çekerek ona engel olmaya çalışıyordu.
Tüm gücümle koştum, çocuğu belinden yakalayıp denizin aksi istikametine doğru sürükledim.
"Ölmek bu kadar basit değildir küçük adam." Dedim kollarımdan çıkmak için çırpınan küçük çocuğa.
"Bırak beni. Bırak."
"Sakın bırakma teyze. Yoksa kendini denize atacak." Dedi diğer çocuk korkuyla.
"Bırakmam, sen merak etme. Sizin anne babanız nerede?"
"Dilara teyze bizi arıyor olmalı." Dedi kendi kendine konuşuyormuş gibi.
"Kapa çenenini Asif." Diye çemkirdi kollarımın arasında duran çocuk.
"Oğlum..." Diye arkadan gelen kadın sesiyle çocuğun çırpınışları durdu, kollarımı yavaşça gevşettim. Çocuk benden kurtulup sarışın, beyaz tenli, üzerinde çiçekli uzun bir elbise olan kadına sarıldı.
"Çok korktum." Dedi kadın titrek sesle.
Adının Asif olduğunu öğrendiğim çocuk buruk bir şekilde onları izliyordu. Sebebini anlamıştım, ona sarılıp saçlarının arasına öpücük bıraktım.
"Aferin sana."
Başını kaldırıp yüzüme baktı, buruk bir tebessümle başını salladı.
"Kerem bir daha yapma oğlum, sana bir şey olursa ben yaşayamam. " yüzünü bana döndü, "size de teşekkür ederim hanımefendi oğlumun hayatını kurtardınız."
"Teşekküre gerek yok, yerimde kim olsa aynısı yapardı."
"Yine de sağolun."
Tebessüm edip onlardan uzaklaştım. Artur ve Polat'ın yanına gittim. Artur iyi görünmüyordu, sanki her an bayılacakmış gibi hali vardı.
Koluna girdim, "iyi misin?" Diye sordum gözlerini diktiği noktaya bakarak. Gözlerini bile kırpmadan çocuk ve annesini izliyordu, yüzü bembeyazdı, kollarıysa buz gibiydi. Bu hali beni korkutmuştu.
"İyi misin?" Dedim tekrar. Cevap vermedi. Sorduğum hiçbir soruya tepki vermiyordu, sanki beni duymuyordu.
"De...De...Deniz..." Diye bir şeyler kekeledi. Ancak hiçbir anlamadım.
Bölüm sonu.
Sevgili okuyucularım, sizi beklettiğim için çok çok özür dilerim. Hikâye sona doğru yaklaşıyor ve kafam çok karışık bu yüzden silip silip tekrar yazdım, ancak bu sefer içime sinen bir bölüm oldu, umarım sizde beğenmişsinizdir.
Bölümle ilgili fikirlerinizi yazmayı ve küçük yıldıza basmayı unutmayın. Hepinizi kocaman öpüyorum 💙💙.