Ertesi gün, Kiyoomi'nin ilk işi sabahın köründe evini talan edebilmeleri için bütün iş arkadaşlarına ön kapıyı açmak oldu.
Bu iş kendisinden çıkmıştı. Atsumu'nun şirketleri ve Patron hakkında bilgi toplamak olan bir ajan olduğu teorisi herkesi ayağa kaldırmıştı. Miya Atsumu'nun kim olduğunu, ne kadar bildiğini, nerede çalıştığını bulabilmek için harekete geçmişlerdi.
Bu duvarlar arasında kurduğu hayatın bu şekilde yıkılmasını izlemek... tuhaftı.
Kiyoomi gizliliğine önem verirdi. İş arkadaşlarının özel hayatı hakkında çok az şey bilmelerinin bir sebebi vardı. Şimdi ise aynı kişiler odalar arasında tereddüt etmeden dolaşıyor, Kiyoomi'nin evinin altını üstüne getiriyorlardı.
Kiyoomi, fotoğraf albümünü karıştıran bir gruba denk gelene kadar patlamamayı başardı.
"Tamam, bunu bana bırakın. Yeter."
Hepsinin iş amaçlı, profesyonel çalıştıklarını biliyordu ama rahatsız olmaması mümkün değildi. Yeterince tanımadığı kişilerin düğün fotoğraflarına bakıp Atsumu'nun ne kadar iyi rol yaptığını falan yorumlamalarını istemiyordu.
(Atsumu rol yapmıyordu. Fotoğraflarda pek mutlu gözüküyordu, beyaz içinde yüzü parlıyordu, Kiyoomi'ye çok güzel bakıyordu–)
Kiyoomi kendine engel olamadan albümü çantasına tıkmıştı bile. İş umurunda değildi, bazı şeyler bu savaştan daha önemliydi. Kiyoomi'nin fotoğraf albümü gibi.
Bir grubun Atsumu'nun festivalde hediye ettiği ayıcığı parçaladığını gördüğünde içi acıdı. Neyse ki kimse bakmadan peluş tilkiyi de kaçırmayı başarabildi.
Evet, alışıldığın dışında hareket ediyor olabilirdi ama kim onu suçlayabilirdi? Evliliği birkaç günde tamamen parçalanmış, kocasının zannettiğinden çok farklı biri olduğunu öğrenmişti. Birkaç parçayı kendisine saklamak istemesi oldukça normaldi.
Kiyoomi'nin bu nostaljik ve kırılgan ruh hali, arka bahçedeki barakanın altında bir silah zulası keşfedilene kadardı.
Merdivenlerden inerken Kiyoomi'nin gözleri kocamandı. Yıllar boyu şu silah deposunun üstünde yaşamıştı– içerisi çeşit çeşit aletlerle doluydu.
Atsumu bunca yıl bunları evlerinde tutmuştu. İnanılmazdı.
Ama işin en can alıcı kısmı bu değildi. Gözleri yıllarca aradığı şeyi bulunca Kiyoomi şokla iç çekti.
"Biliyordum..!"
Hemen raflara koştu– koca tüfeklerin ve bir roketatarın yanından geçti. Dikkatini çeken şey devasa silahlar değil, avuç genişliğindeki küçük cam kavanozdu.
Kırmızı biber. Biliyordu işte! Atsumu bilerek yemekleri acı yapıyordu.
Üstelik o kadar inatçıydı ki bu şeyi normal insanlar gibi mutfağa saklamak yerine asla bulunmasın diye her türlü ölümcül silahı tuttuğu barakaya saklamıştı.
Bu keşfi birkaç gün önce yapsaydı Kiyoomi sinirden köpürürdü ama... şimdi gülümsemeden edemedi. Tanıdığı Atsumu buydu işte. (Silah zulası hariç. O konu hakkında düşünmek istemiyordu.)
Tanıdığı Atsumu anlamsız bir savaşı kazanmak için bir kavanoz baharat alıp onu da en alakasız yere saklardı.
Aptal bir baharat kavanozuna gülümsediği için iş arkadaşlarından tuhaf bakışlar yediğini biliyordu ama umurunda değildi. İki gündür ilk defa kendini biraz rahatlamış hissediyordu.
Bu çok sürmedi çünkü 48 saatten az bir süre sonra Atsumu'yu öldürmezse Patron ve bugün kendisine yardımcı olan ekibi tarafından hedef olacağı bilgisini hatırladı.
Ya Atsumu, ya Kiyoomi'ydi.
Kiyoomi, Atsumu'nun hayatını kendisininki yerine seçecek kadar cömert değildi.
-
Ana merkeze geri döndüklerinde bütün ekip sanki Kiyoomi orada değilmiş gibi topladıkları özel eşyalarını incelemeye koyuldular. Barakadan getirilmiş silah zulası başka bir odada parçalanıyordu.
Atsumu'ya dair bir şeyler öğrenmek için Kiyoomi'nin onunla paylaştığı hayatı şirkete getirmişler, gözleri önünde hepsini yıkıyorlardı.
Kiyoomi onlara katılmadı çünkü hem bunu yapacak cesareti yoktu hem de aklında daha önemli bir şey vardı şimdi. l
"Atsumu'nun restoranla hiçbir alakası olmadığına inanmıyorum." dedi Ushijima'ya. "Oranın üstündeki firmayı araştırmanı istiyorum. İyi bir ipucu olabilir."
Ushijima hemen işe koyuldu ama kaşlarını çatmıştı.
"İpucuyla ne yapacaksın? Zamanın çok az."
Kiyoomi ellerini cebine etti. "Atsumu'yu ziyarete gideceğim."
Ekibin yanına döndüğünde hala Atsumu'nun laptopunu inceliyorlardı. Kiyoomi'yi gördüğü gibi Bokuto ona seslendi.
"Bir hesaptan çok mail gelmiş, onu takip etmeye çalışıyoruz. Boşuna da olabilir, şüpheli bir konuşma yok ama–"
Kiyoomi yanlarına ilerledi. "Önemli değil. Ne var ne yoksa arayın. Eğer Atsumu'yu bulmamıza yarayacaksa–"
"Süremiz kısıtlı. Zamanımızı ucu boş bir şeye harcamayalım."
Kiyoomi duraksadı, gözlerini kapattı. Delirmek üzereydi.
Berbat bir gün– berbat bir hafta geçiriyordu. 48 saati biter bitmez iyi bir tatile çıkacak, hayatını yeniden düzene sokabilmek için zaman alması gerekecekti.
(Planları arasında Atsumu yoktu çünkü onun 48 saat sonunda var olmayacağını varsaymak zorundaydı.)
Sinirle bir nefes verdikten sonra konuştu.
"Bulun işte."
Odanın diğer ucundan Akaashi'nin sesini duydu.
"Ee... Sakusa?"
Kiyoomi dişlerini sıktı. "Ne var?"
"Sanırım onu buldum."
Ne?
Kiyoomi hızla arkasını döndü, bilgisayar başında oturan Akaashi'ye baktı.
"Nerede?"
Akaashi ekrandan başını çevirdi, Kiyoomi'ye döndü.
"Burada."