Aklına gidecek bir yer gelmeyince başta saatlerce yürüdüyse de sonunda kendini annesinin oturduğu apartmanın karşı kaldırımında buldu. Saat kaçtı bilmiyordu ama gecenin bir yarısı olduğuna emindi ve buna rağmen gözyaşları durmuyordu. Artık sesi kısılmıştı, neyse ki kimseyle konuşacağını sanmıyordu. Sesine ihtiyacı olmazdı. Yüzü kim bilir ne hâldeydi ama onu kimse görmeyecekti, yüzüne ihtiyacı olacağını da sanmıyordu. Bir sokak lambasının altında turuncunun kırmızıya çalan bir tonuna dönen saçlarını görmüştü ve bu renk yüzüne gidiyor muydu bunu da bilmiyordu ama gitmese de kimse nasılsa görmeyecekti.
Hakkını Özgür için, Derin için harcamasaydı annesini görebilirdi. Annesi de onu görebilirdi; kalbi kırık da olsa en azından ait olduğu bir yer olurdu. Ama Zambak hiçbir zaman bir yere ait olamamıştı. Bir kere olsun artık dönecek bir yeri olduğunu zannetmişti ama bu konuda da yanılmıştı. Şimdi ne yapacaktı?
Saatler sonra, sızdığını fark ederek uyandığı kaldırımda doğrulurken ağlamanın verdiği o berbat hisle ayağa kalktı. Annesini göreceğini hissetmiş gibi uyanmıştı, annesi apartmandan çıkıyordu. Hiç düşünmeden onunla birlikte sokağı adımlamaya başladı, en azından evde değilken annesiyle olabilirdi. Acaba periler insan olduktan sonra bambaşka biri hâline mi geliyordu? Peri oldukları günleri unutuyor olmalıydılar. Unutmasalardı, insanların çoğu periler hakkında bir şeyler biliyor olurdu ki bu çok kötü sonuçlar doğurabilirdi. Peki, kim olduklarını unutunca değişiyorlar mıydı?
Annesi aynı görünüyordu. İşe gidiyor olmalıydı. Deniz, annesi her zaman çalışmayı seven biri olmuştu. Yani ilham vermesi gerekirken de. En çok şarkıları seviyordu ama şiirler de iyi olduğu bir alandı.
Böylece, dakikalarca annesiyle yürüdü, onunla otobüse bindi, trafikte öylece oturdu. Sonunda annesi ayaklandığında heyecanla o da ayaklandı, ne iş yaptığını merak ediyordu.
Sıradan bir işi olduğunu fark ettiğinde, hatta ofisteki işinin ne olduğunu bile tam olarak anlayamadığında biraz hayal kırıklığına uğradı. Şiirlerle, şarkılarla alakası yoktu. Daha çok bir sürü evrakla ve bilgisayarla alakası vardı. Annesini hiç böyle bir işte çalışırken hayal etmemişti.
Yine de, annesinin işe getirdiği üç yaşındaki bir kız çocuğu gibi, yaramazlık yapmayıp uslu durması gerekirmiş gibi sessizce pencerenin önündeki geniş dolapların üzerinde oturup saatlerce dışarıyı, annesini, çalışan diğer insanları izledi. Zaten kolunu bile kıpırdatası yoktu, yalnızca annesinin yakınında olmak istiyordu. Hiçbir şeyi düşünmek de istemiyordu.
Annesi gibi insan olmak zorunda mı kalacaktı? Buradan kilometrelerce uzakta yepyeni biri olabilirdi. Anıları veya annesi olmadan... Belki de kendisi bile olmadan. Bunu düşünmek dahi istemiyordu. Şimdi kayıp bir ruh muydu? Kayıp bir ruh olduğunu da sanmıyordu. Nerede olduğunu biliyordu. Yalnızca ne yapacağını bilmiyordu, bu kaybolmak sayılır mıydı?
"Keşke bana yaşadıklarını anlatabilseydin anne. Keşke ne yapmam gerektiğini söyleyebilseydin. O zaman her şey çok kolay olurdu."
Annesi ayağa kalkınca Zambak saate baktı. Muhtemelen öğle arası olmuştu. Böylece onunla birlikte ofisten çıkıp annesinin adımlarını takip etti. Yakınlarda bir yerde minik bir restorana girince ise tam karşısına oturup gülümsedi. "En azından şimdilik senin yanındayım. Güzel, değil mi?"
Annesi bunu duymuş gibi gülümseyerek gelen garsona siparişini verdi, her gün aynı şeyi söylüyormuş gibi bir hâli vardı. Her gün aynı şeyleri söyleyip, tek başına mı yiyordu? Yoksa yapayalnız mı yaşıyordu? "Neden yalnızsın? Arkadaşlarını çağırsana."
Deniz'in söylediği yemekler geldikten bir iki dakika sonra masanın üzerinde duran telefon çaldı. Zambak kim olduğuna bakmak istediyse de o daha okuyamadan Deniz aramayı cevapladı. "Alo?"
Annesi, arayan yakın bir arkadaşıymış gibi konuşuyordu. Zambak rahatlayarak daha çok gülümsedi. Demek ki yalnız değildi, güvendiği ve sevdiği birileri vardı. Havadan sudan, gerekli gereksiz, Zambak'ın anlamadığı bir sürü şeyden konuşmalarını mutlulukla dinledi.
"Evet," dediğinde annesi derin bir iç çekişle kızının dikkatini çekti, Zambak dışarıyı izlemeyi kesip annesine döndü.
Yüzünde buruk bir tebessüm vardı. "Hayat böyle. Bazen kötü şeyler oluyor. Ama sonra hayat devam ediyor."
Annesi dinliyor, telefondaki konuşuyordu.
"Yoluna girer umarım her şey. Hiçbir şey sonsuza dek kötü gitmez."
Annesinin sözleri kendisine hitap ediyordu sanki. Zambak'ın kendini iyi hissetmesi için bir bakışa, bir söze ihtiyacı vardı. Belki böyle hissetmesinin sebebi bu ihtiyaçtı.
Neden Zambak'a hitap ediyor gibiydi? Oysa onu harekete geçirebilecek hiçbir şeyin olmadığını düşünmüştü, günlerini başıboş yaşayabileceğini.
Ama annesi onu yakalayıp uçurumdan yukarı çekme konusunda kararlı görünüyordu. Gülüşü genişledi kadının, gözleri hâlâ hüzünlü olsa da daha çok gülüyordu şimdi."Elbette işe geldim. Evde oturmamı beklemiyordun ya? Başımıza her kötü bir şey geldiğinde evde otursaydık dünyada çalışan insan kalmazdı."
Turuncunun kendisine gidip gitmediğinden emin değildi, belki de bu rengi severdi.
Üzülmüştü, kalbi kırıktı. Kızgındı, içinde garip bir öfke ateşi yanıyordu. Tüm bunları aynı anda hissetmek onu yoruyordu.
Ama ayağa kalkmak zorundaydı, yarım kalmış bir işi vardı. Özgür'ün ona hâlâ ihtiyacı vardı.
Annesi ona ayağa kalkmasını söylüyorsa elbette kalkacaktı. Her şeye rağmen o uslu bir kızdı.
*
Özgür'ün yanına gitmesi gerektiğini biliyordu ama bunu elinden geldiğince geciktirdi. Derin'le ilgilenirken Özgür'ün vakit kaybetmesine neden olduğu için suçlu hissediyordu. O çocuğu hiç tanımıyordu ama sonuçta, görevi oydu. Bunu neden daha önce fark edememişti? Bu suçluluk duygusuyla akşam çökene dek sokaklarda dolandı.
Yürümek iyi gelince kolayca uçmak yerine adımlarını Özgür'ün evine çevirdi. Derin'e göründüğü gibi Özgür'e de görünecek miydi? Nasılsa hakkını bir kere Özgür ve Derin için kullanmıştı, bunu değiştiremezdi artık. En azından Özgür'e görünürse belki onu tanıması ve ilham vermesi daha kolay olurdu da bu suçluluk duygusundan kurtulurdu.
Evin sokağına döndüğü zaman birkaç adım ötesinde çocuğu görüp ona yetişti.
Özgür'le birlikte eve girdi, onun üstünü değiştirmesini salonda bekleyip mutfakta hızlıca yemek yemesine eşlik etti. Onun yanında nasıl yeniden ortaya çıkacaktı? Kendini başka biri sanıyordu, her kimse artık.
Akşama kadar süren karasızlığının ardından annesi, Özgür ve babası salonda sakince otururken -ne kadar da mutlu bir aile tablosuydu- şimdi yüzüğü takarsa onu ikna etmenin epey kolay olacağını düşündü. Kimse onu göremeyecekti. Özgür görecekti. Bu kez hedefinin çıldırmayacağını umdu, Derin'in sokağın ortasında onu hasta zannedişini hatırlayınca kalbinde filizlenen sızıyı görmezden gelmeye çalışarak yüzüğü parmağına yerleştirdi.
"Sakin ol!" dedi hızlıca, Özgür'ün gözlerini pörtletmesiyle aynı anda. "Sakin ol! Bence çıldırdığını düşünmeleri hiç iyi olmaz. Şimdi, öncelikle ışınlanmadım, sadece az önce görünmezdim." Özgür'ün yüzünün iyice kasıldığını görünce "Ay! Hiç iyi gitmiyor!" diye hayıflandı kendi kendine. "Şu an önemli olan anne ve babanın beni göremiyor olması! Bak!"
Koltukların ortasında duran sehpanın tepesine çıkıp el salladı ikisine de. Ne saçlarına birkaç tane ak düşmüş esmer adam, ne de kocasından daha genç görünen kadın gözlerini televizyondan ayırıp ona baktı. "Şimdi. Bence odana geçelim çünkü salonun ortasında çığlığı basmandan korkmaya başladım. Özgür, yürüsene! Hadi! Kalk!"
Neler oluyordu? Rüya mı görüyordu? Elbette rüyasında onu görmeye alışıktı ama hiç böyle deli saçması bir rüya gördüğünü hatırlamıyordu. Hem rüya olsaydı rüya olduğunu düşünemezdi herhâlde, değil mi? Ne yapması gerektiğinden emin olamadan, yalnızca en iyi seçenekmiş gibi göründüğü için ayaklandı. "Ben... Biraz ödevim var da, biraz da gitar çalarım."
Annesiyle babası bir ağızdan "Kolay gelsin." deyince başını eğerek odasına gitti. Elbette odasında onu bulamayacaktı, değil mi? Hayır. Saçmalıyordu, düş görmeye başlamıştı herhâlde. O kadar umutsuz bir romantik olduğunu düşünmüyordu ama iş buralara kadar varmıştı demek.
Tüm bu, elbette delirmiyorum, düşünceleri yüzünden odaya girince Zambak'ı yeniden görmesiyle eli kapıda kaldı.
"Kapatsana kapıyı. Kapat, anlatacağım. Baştaki şoku atlatmak zor oluyor, evet. Biliyorum. Otur şuraya Özgür!"
Özgür kapıyı kapatıp sanki oda Zambak'ınmış gibi onun gösterdiği yere oturunca Zambak bu durumdan bıkmış bir sesle ona, Derin'e iki hafta önce söylediklerini tekrarladı. Periler, ilham, şarkı... Tekrar tekrar anlattı, onu yalnızca kendisinin görebildiğini vurguladı, delirmediğini anlatmaya çalıştı. Neyse ki periler herkese görünemiyorlardı, bu kendini açıklamaya çalışma kısmı Zambak'ı daha ikinci seferde yormuştu.
"Beni nasıl gördüğünü bilmiyorum." diye ekledi sonunda, biraz isteksizce. Bir başkası olarak görünme fikri hiç hoşuna gitmiyordu ama başından beri Özgür'de bir tuhaflık vardı. "Her kime benziyorsam, o değilim. Biraz karışık, biliyorum ama..." Nasıl devam edeceğini bilemeyip Özgür'ün konuşmasını bekledi ama uzun bir süre Özgür'ün sesi çıkmadı. Zambak da biraz süre tanırsa her şeyin daha iyi olabileceğini düşündü.
Sonunda evdeki tüm sesler kesildikten sonra Özgür yatağına uzanmış, elini başının altına almıştı. Epey kısık bir sesle tekrar etti. "Sen ilham perisisin. Adın Zambak. İhtiyacım olan birinin şekline büründüğün için seni oymuşsun gibi görüyorum, sen aslında gördüğüm gibi görünmüyorsun. Bana ilham vermeye geldin çünkü şarkıyı yazmak için kendime inanıyorum. Eğer aynı şeyleri hissedersek ikimizin hissettiklerini aynı anda hissedeceğim ve bunun verdiği güçle şarkı söyleyebileceğim?"
İhtiyacım olan biri. Sesinde garip bir vurgu vardı, kim hakkında bahsettiğini biliyor gibiydi.
"Evet. Onun gibi bir şey."
"Sahnedeyken ne hissedeceğimi nereden bilebilirsin?"
"O yüzden insanlara sahnede ilham vermek işin en zoru olarak görülür. Mesela tiyatro da çok zordur. Bana hiç denk gelmedi gerçi. Ama elimizden geleni yapacağız. Belki bir öngörün vardır?" diye bir umut sordu.
Pencere kenarından itinayla uzak durmuştu, bunun yerine duvar kenarına bir yere kıvrılmış, yan dönmüş yatıyordu.
"Birilerine âşık olmayı dene." dedi Özgür alaycı bir sesle. Sesi alaycı olsa da hâlâ şaşkın olduğu belliydi. "Çünkü şarkıyı..."
Zambak huysuz bir sesle "Biliyorum." diye mırıldandı. "Ezgi için söyleyeceksin. Evet. O konu hakkında da konuşmamız gerek ama bugün çok yoruldum. Yarın konuşuruz."
Güldü Özgür, bu yanlış anlaşılmayı hiçbir zaman düzeltmediği gibi bugün de düzeltmedi. İnsanların, Özgür'ün âşık olduğu kişinin Ezgi olduğunu sanmasını seviyordu çünkü Ezgi ilgi odağı olmaktan asla rahatsız olmuyordu, zaten her daim ilgi odağıydı. Ama bunu onun için söyleyemezdi. Onu böyle kalabalıklardan ve bakışlardan koruyabiliyor olmak Özgür'e garip bir tatmin hissi veriyordu.
"Peki. Sabah uyandığımda muhtemelen kaybolmuş olacaksın ve tüm bunlar da bir rüyadan ibaret olacak. Ve ben ne konuşacağımızı bilmeden uyanmış olacağım. Yazık."
O gece Özgür, Zambak'ın düzenli nefes alış verişlerini dinleyerek uykuya daldı. Bir rüyanın nefes alıp vermesi ve bunun kulağa hoş bir melodi gibi gelmesi garipti ama elbette bu pekâlâ, Zambak'ın, Özgür'ün ihtiyacı olan şekle büründüğünün bir ispatı da olabilirdi.
*
Özgür, uyandığı zaman bir an için odasında bir perinin değil de hoşlandığı kızın uyuduğunu zannetti. Fakat görünüşe göre ne yazık ki odasında bir perinin uyuma ihtimali bile onun uyuma ihtimalinden daha yüksekti. Doğrulup kafasını toplamaya çalıştı.
En azından artık o yeşil elbisesinin ve çıplak ayaklarının bir açıklaması vardı.
Mutfağa geçip annesinin masada bıraktığı kahvaltılıklardan ağzına bir şeyler atıp üstünü değiştirdikten sonra kızın yanına çöktü. Uykucu biri miydi? Periler neden uyuyordu ki?
Bir an tereddüt ettikten sonra onu korkutmamak için fısıldadı. "Zambak. Uyanır mısın?"
"Ne?"
"Zambak, okula gitmem gerek." Bir an ne diyeceğini bilemese de sormasının daha iyi olacağına karar verdi. "Gelmek ister misin?"
Bu soru, Özgür'ün hiç anlamadığı bir şekilde Zambak'ın aniden ayılıp doğrulmasına yetti. "Hayır. Okulda çok sıkılırım zaten."
"Peki. Evde mi kalacaksın? İstersen dışarı çık."
"Bilmem ki."
"Hım. Acaba eşyalara istediğin zaman dokunup kullanabiliyor musun?"
Gözlerini kısıp başını yana eğdi Zambak. Şu insanlar da hiç kimseye güvenemiyordu. "Ne o, hırsızlık yaparım diye mi korkuyorsun?"
Özgür ayağa kalkıp sağ elini saçında gezdirirken içten bir kahkaha attı. "Hayır. Aslında seni bilgisayara ve televizyona emanet etmeyi düşünüyordum."
"Ah." Zambak da onun gibi ayağa kalkıp cılız bir sesle yanıtladı. "Dokunabilirim."
Onun çekingen yanıtı Özgür'ü daha çok güldürürken bilgisayarını Zambak'a göstererek yatağın üzerine yerleştirdi, şifresini de bir kâğıda yazıp komodinin üzerine koydu. "Televizyonun fişi arkada, önce onu takıp sonra televizyonu açarsın. Buzdolabını da dilediğin gibi kullan çünkü zaten epey obur olduğum için annem aradaki farkı anlamaz. Yalnız bir şeyler pişirmezsen iyi olur."
Az önce insanların karşısındakine güvenemediğini mi düşünmüştü? Pekâlâ, belki de yanılıyordu. Ne diyeceğini bilemediğinden kuru bir teşekkürle yetindi, sanki kardeşlermiş gibi onu kapıya dek geçirip ardından kapıyı kapattı. Bu neydi şimdi böyle?
Başını iki yana sallayarak televizyonun karşısına geçip ayaklarını uzattı. Annesinin iş yerine gidebilirdi ama kendisini çok yorgun hissediyordu.
Bugünlük bir şeyler düşünmesini gerektirmeyecek şeyler yapmaya karar verip televizyondaki deli saçması diziyi izlemeye başladı. Her kim yazmış, çekmiş ve oynamışsa ilham perilerinin yanında olmadığı belliydi.
*
"Bilgisayarı açmamışsın bile."
"Teknolojiyle aram iyi değil." derken Özgür'ün mutfaktan getirdiği ekmek arasını yiyordu. Yine duvarın önüne oturmuştu, Özgür de yatağına oturmuş bilgisayarın açılmasını bekliyordu. Kafası hâlâ karman çormandı ama her şey o kadar garipti ki ne sorması gerektiğinden bile emin değildi.
"Dün Ezgi hakkında ne diyecektin?" En sıradanından başlamak en iyisiydi.
"O kız arıza. Gerçekten âşık mısın ona? Eğer öyleyse yazık. Öyle biri için şarkı söylerken sana ilham verebilir miyim bilmiyorum."
"Nesi varmış?" diye sorarken korumacı bir ses tonu takınmaya çalıştı. Gerçi Zambak gerçeği bilse dahi kimseye söyleyemezdi, belki de ona doğruyu söylese daha iyi olurdu. Belki sonra, diye düşündü. Daha sonra söyleyecekti.
"Gerçekten âşıksın! Hah. Kız uyuzun teki. Her neyse, seni seçimlerine bakarak yargılamamaya çalışırım." Elindeki ekmek arası bitince elini tepsiye silkeleyip devam etti. "Kendini beğenmiş, bencil biri. Arkadaşın olarak sana bunları söylemek görevim. Ama yok, ben çok aşığım diyorsan... Sen bilirsin. Elimizden geleni yaparız. Bu arada merakımı mazur gör ama beni Ezgi gibi mi görüyorsun? Hayır, öyleyse sen cidden fena hâlde..." Yazık, dercesine başını iki yana salladı.
Özgür, ona yalan söylememek için "Hoşlandığım kızla tıpa tıp aynısın, evet." diye yanıtladı. "Bu ona gerçekten âşık olduğumu mu gösterir?"
"Sanmıyorum. Ama ona ihtiyacın var belli ki. İkisi farklı şeyler. Senin ne hissettiğini ben nereden bileyim. Şu kesin, yanında olmasını istediğin kişiye ihtiyacın var. Ama belki de olay bundan ibarettir. Yalnız," diye devam etti Zambak hiç ara vermeden. "Şu an Ezgi gibi göründüğümü düşününce içim bir kötü oldu."
Özgür konudan uzaklaşmak için bambaşka bir soru sormayı denedi. "Derin seni neden görebiliyordu?"
"Evet, o konu." Derin'in adını duymanın getirdiği sızıyı görmezden gelmeye çalışsa da bu, saniyelerce duraksayıp gözlerini halıya dikmesine engel olamadı. "Periler iki kişiye görünebilirler, yalnızca iki. Birincisi ilham vermeleri gereken kişi. İkincisiyse istedikleri biri. Düne kadar ilham vermem gereken kişinin Derin, istediğim kişinin sen olduğunu zannetmiştim. Gerçi senden önce görünmeye çalıştığım insanlar beni göremeyince bir terslik olduğunu sezmeliydim ya, neyse. Derin bana inanmıyordu, peri olduğuma yani. Sana bu yüzden göründüm, Derin beni birinin daha gördüğüne inansın diye. Biliyorum, biraz karışık. Boş ver. Acaba birkaç hafta önce öğle arasında okul bahçesinde göremeyeceğim bir yerde yarışmaya katılmaya karar vermiş olabilir misin?"
Onun bu art arda verdiği onlarca bilgi Özgür'de her şeyi bir kâğıda yazıp kafasında toparlama isteği uyandırıyordu. Bunun yerine kaşlarını çatıp zihnini toparlamaya çalıştı, yeniden düşündü. Daha odasında bir peri olduğunu bile sindirememişti ki...
"O kadar iyi bir hafızam yok ama okul bahçesinde çok sık oturduğum bir köşe var. İki duvarın arasındaki girintide kalıyor, duvarlardan birinin diğer yanında olunca o girinti kör noktada kalıyor. Belki ben orada otururken..."
"Belki de. Çünkü eminim, gözlerimi açtığımda bir tek Derin vardı, bir de futbol oynayan çocuklar ve birkaç çift. O kadar. Yoksa şüphelenirdim zaten, o kadar acemi değilim ki."
"Gözlerini açtığında mı?"
"Yani yanlış anlama, saçma sapan süper yeteneklerim falan yok. Kimsenin zihnini okuyamıyorum, eşyaları zihin gücümle hareket ettiremiyorum. Ama biri beni çağırdığında uzaktaysam anında oraya düşerim. Kolayca seyahat edebilirim. Derin beni çağırdığında... Yani sen demek istedim, sen beni çağırdığında bir dağın başında gökyüzünü izlemekteydim."
"Demek ben bir periyi çağırdım, ha? Vay be."
Özgür ellerini başının arkasına alarak yatağının başındaki duvara yaslanmış, ayaklarını boylu boyunca uzatmıştı. Derin'den çok farklıydı, daha cana yakındı.
Oysa Derin Zambak'ın ilk arkadaşıydı. Kendisini ilk kez bir yerlere ait hissetmesini sağlayan ilk kişiydi.
"Yarışma," diye mırıldandı düşüncelerinde kaybolup gitmemek için yeni bir konuya geçerek. "Ne zaman?"
"Daha var. Ocak'ta. O zamana dek ne yapacaksın yanımda?"
"Sanırım seni tanımam gerek. Seni anlarsam her şey daha kolay olur." Kararsızca ekledi sonra. "Bir süre etrafta olmamın bir sakıncası olur mu?"
Ne de olsa Derin onun sürekli konuştuğunu, ayak bağı olduğunu söylemişti. Belki de sahiden görünmez olması daha iyiydi. Perilerin görünmez olmasının nedeni en başından beri bu olabilirdi.
Ama Özgür, Zambak'ın sandığının aksine hiç düşünmeden "Yoo," diye yanıtladı kaygısızca. "Evde bir ses olması iyi olur. Hep bir kardeş istemişimdir. Ama annemler yanaşmadılar."
Sonra bunu söylemesinin garip olacağını bilse de eklemeden edemedi. "Ama benimle burada uyumasan olur mu? Yanlış anlama, normalde gayet centilmenimdir ve sana odamı seve seve verirdim ama salonda yatmam annemler için epey garip olur. Çünkü... Yani takdir edersin ki hoşlandığım kızın odamda olması biraz garip oluyor. Ya da ona benzeyen birinin."
"Aslında biliyor musun, gerçekten denersen beni olduğum gibi görebilirsin. Ama yapabileceğini sanmıyorum çünkü aklın fikrin Ezgi olmuş."
Belki de ona mevzunun Ezgi olmadığını söylemeliydi. Ezgi'ye olan bu önyargısıyla kendisine ilham verememe ihtimali var mıydı acaba? Durum ne kadar garip olsa da Özgür o sahnede o şarkıyı onun gözlerinin içine bakarak harika bir şekilde söylemek, sonra da...
"Ben Ezgi'den hoşlanmıyorum." dedi, birden. Zambak kalakalınca gülerek devam etti. "Sadece okulda dolaşan dedikodu böyle. Bir keresinde kantinde oturuyorduk, çocuklar ondan yana baktığımı zannederek böyle bir dedikodu çıkardılar. İkimiz de çok popüler olduğumuz için uygun görmüşlerdi herhâlde."
Zambak şaşkınlık dolu bir sesle, "Madem öyle, neden öyle bir şey yok demedin?" diye isyan etti.
"Çünkü... Ezgi rahatsız olmuyordu. Durumu düzeltmek için o kılını bile kıpırdatmayınca ben de rahatsız olmadığım için hiçbir şey söylemedim. Onun boş kalabalıkları sevdiğini sanmıyorum. Boş ilgiyi de. O yüzden insanların bakışlarının odağı olsun istemedim."
"O derken? Kim?"
Zambak'ın bu soruyu okuldaki herkesi tanıyormuş gibi soruşuna gülerken "Adı Defne." dedi. "Herhâlde şimdiye dek bir tek sana söylemişimdir. Ezgi'ye baktığımı sandıkları o gün, Ezgi'nin arkasında Defne'nin olduğunu kimse fark etmedi."
Demek ki yalan söylememişti. Sahiden centilmendi.
"Kıskandım."
"Kimi?"
Alayla, "Defne'yi." dedi. "İlhamı ben vereceğim, seni o kapacak. Hoş mu bu şimdi?" Boğazını temizleyip ciddileşti. "Sen bana bir sır verdiğin için benim de sana bir sır vermem gerekiyor mu?"
"Dilersen. Bence eşitiz. Sen benim sana söylediklerimi kimseye söyleyemezsin. Ben de senin bana söylediklerini kimseye söyleyemem. Hoş bir peri bana derin sırlarını söyledi desem bana kim inanır ki zaten? Yine de sen bilirsin."
Cümlenin içinde kayıtsızca geçen derin sözcüğünden ötürü gelen ağlama isteğini bastırıp gülümsemeye çalıştı. "Derin'le aramız kötü bozuldu. Arkadaş olduğumuzu sanmıştım ama değilmişiz. Bir ilham perisinin kalbi kırılırsa bir daha ilham veremez çünkü kendisinden başkasını düşünemez diye bir efsane var. O yüzden aslında sana yardımım dokunur mu bilmiyorum. Kendimi suçlu hissediyorum; başından beri senin yanında olmayıp kime ilham vermem gerektiğini yanlış anladığım için. Özür dilerim. O yüzden belki de... Bilmiyorum, belki de başından vazgeçersek ikimiz de yorulmayız."
Bu kez Özgür bir süre Zambak'ı sessizliğe mahkûm etti. Yine bir anda çok fazla bilgi vermişti. Bir süre düşünüp duyduklarını değerlendirdi. Zambak'ın cevabını az çok tahmin edebiliyordu ama yinede sormadan edemedi.
"Bir daha ilham veremezsen ne olur?"
"Bu konu hakkında da efsaneler var. Genel olarak kaybolan ruhlardan bahsediliyor. Ama o ne demek onu bile tam bilmiyorum. Yaşamadan bilemezsin. Belki şimdi de kayıp bir ruhumdur aslında."
"Deneyelim. Denemekten zarar gelmez. Hem belki seni de kurtarırız. İyileşirsen anlayabilir misin?"
"Özgür, herkes iyileşip iyileşmediğini anlayabilir. Soruların saçmalaştı." dedi Zambak rahatlayarak. Özgür onu istemeseydi nereye gidebilirdi, bilmiyordu.
"Evet ama bilmiyorum... Belki böyle aniden elbisen ışıldıyordur falan? Yok mu öyle sihirli bir şeyler?"
"Peki, itiraf ediyorum. Aslında var. Ama bunu görebileceğini sanmıyorum çünkü Defne gibi görünüyorumdur."
"Mantıklı. Benim biraz ders çalışmam lazım. Perileri bağladığını sanmıyorum ama malum; okul, üniversite sınavı..."
Zambak, gülerek "Tamam, tamam." dedi. "Sessiz olurum."
Böylece Özgür masasının başına geçince Zambak da onun minik kitaplığına bakınıp bir kitap seçti ve okumaya başladı. Kendine güzel bir yer yapmıştı; kitaplığın hemen yanındaki duvar dibinde minderlerin üzerinde otururken epey rahattı.
Kendini hayal kırıklığına uğratılmış hissediyordu. Derin'i düşünmeden edemiyordu, şaşırtıcı bir şekilde onu özlüyordu ve bunu ona kalbindeki garip sızı söylüyordu. Onu hem seviyor hem de ondan nefret ediyordu. Kaybolmak böyle bir şey miydi? Öyleyse Zambak bitmişti.
En azından bir süre Özgür yanında olacaktı, çabalayacak bir şeyleri vardı. Annesi ne demişti? Hayattı bu, böyle şeyler oluyordu. Ayağa kalkması gerekiyordu.
Aradaki ufak detayı düşünmemek için kafasını kitaba vermeye çalıştı.
Annesi bir insandı. Bir hayatı vardı.
Zambak'sa bir periydi. Onun için yalnızca ilham vermesi gereken insanlar vardı.
*