Ama affedin beni: Siz neyseniz osunuz, Benim kuşkularım sizi değiştirmez. Meleklerin en parlağı gökten düşmüş Ama melekler pırıl pırıldır yine de. Bütün kötüler iyi suretine de girseler İyilik yine de iyilik olarak kalır.
-Macbeth, William Shakespeare
"Günahkar ressam."
"Şeytan.."
"Fransa laik ama kültür ve geleneği itibarıyla Katolik bir ülkedir. Çok sayıda romen veya gotik katedraller, en ücra yerlerde bile bulunan kilise ve şapeller bunun göstergeleridir. Dini inançların yerine getirilmesi serbest ve dini aidiyet veya dini inançlara dayalı ayrımcılıklar yasaktır..?"
"Yasaktır?"
Sırf savunduğum şey ve resmim yüzünden dinden çıkartıldım. Ama gel gelelim dini ayrımcılık bu ülkede yasak.
Tüm hayatım, itibarım, geleceğim...
Hepsi o aptallar yüzünden çöpe gitti!
Beni olduğum gibi kabul etmeyip, dini düşünceme saygısızlık etmelerinin nedeni ise sadece ırkıçılık. Buna yemin edebilirim dostlarım!
Büyük ihtimalle şu an dediklerimi anlamıyorsunuz, değil mi?
İzin verin baştan başlayayım.
İsmim Osamu Dazai. Fransa da yaşıyor olabilirim ama aslen Japonum.
Annem güzeller güzeli bir fransız kadınıydı babam ise Japondu. Bir nevi Fransızda sayılırım yani.
Neyse, konumuz bu değil.
Güzeller güzeli bir kadın olan annemin bir hayali vardı.
Ressamlık.
Çok güzel çizerdi ama asla içindeki cevher fark edilmedi.
Onun hayalini ben gerçekleştirmek istedim. Yıllarca çaba sarf ettim ve en sonunda başardım.
Adım dünya geneline ün saldığında Fransa'ya yerleşme kararı aldım.
Daha doğrusu önümdeki büyük bir fırsat buna vesile oldu.
Şöyle söyleyeyim sevgili dostlarım.
académie des beaux arts isimli bir sanat akademisinden teklif aldım.
Bu teklifi geri çevirmem imkansızdı. Tabii ki de kabul edecektim.
Akademiye girmek için bir test gerekliydi ancak gelen teklif katılmam içindi.
İşte o test tüm kederimin başlangıç noktasıydı.
Artık yavaştan ana hikayeye giriyorum. Fakat sizden bir ricam var. Bu mektubu basına yayın ve onların gerçek yüzlerini ortaya çıkartın sevgili dostlarım!
Bendeniz, Osamu Dazai yada diğer adımla, "kovulmuş ressam".
Hikayeme hoş geldiniz.
Tarih 19 kasım 2007
Akademiye giriş için sunacağım resmi çoktan bulmuş araştırma yapıyordum fakat olayın detayları kanımı dondurmuştu.
"Nakahara Chuuya"
"Düşmüş Melek.."
Pek çok miteolojik ansiklopedi de adı geçiyordu bu ismin. Yazılanlara göre yüce Tanrı'ya ihanet eden bir melek.
Düşmüş melek. Halkın ağzından da bakacak olursak, bu meleğimizi şeytan baştan çıkartmış.
Hatta bu kitapta yazan bir sayfada; Şeytan, Nakahara'ya şöyle demiş; "Tanrıyı gerçekten tanısaydın, sen de ihanet ederdin..."
Ve meleğimiz aklı çelişkiler içinde sürünerek bu haline gelmiş.
Birkaç satır okuduğumda yapacağım şeyler aklımda canlanmaya başlıyor.
Fransız Akademik sanatını temel alan eserlerinde Neoklasisizmin klasik formları kullanışını ve kompozisyon tasarımını konu alacak. Yeni sentezler yaratacak resmim. Diğer taraftan da Romantik sanatta olduğu gibi hayal gücüme dayalı güçlü duyguları ön plana çıkartacağım.
Ve insanlara sunduğum resmin kattığı duygu, onlara Lucifer ile empati yapma şansını sunması ve bunu büyüleyici bir görsellik eşliğinde başarmasıyla sanat tarihinin en ikonik eserlerinden birini oluşturacak.
Yani umarım.
Hepimiz ihanet ederiz, ihanete uğrarız, hayal kırıklığı yaşarız, öfkeleniriz, kalp kırarız, şehvete kapılırız ya da günahın sonsuz örnekleri içinde kendimize bir yer bulabiliriz.
Bana göre bu meleğin de kendince haklı sebepleri vardı. Biri neden Tanrı'ya durduk yere ihanet eder ki?
Söyleyin bana sevgili dostlarım!
Neden?!
Kitapta yazan bir kısım daha çok ilgimi çekiyor nedensizce.
''Sen güzeller ve bilgeler içinde en mükemmeldin. Tanrı'nın bahçesinde, Eden'deydin. Elbiselerin işlemeli taşlarla ve altınlarla süslüydü.
Bunlar sana yaratıldığında verildi. Gücünden ve kudretinden dolayı seni bekçim yaptım. Tanrının kutsal dağına ve ateş tarlalarına girebiliyordun. Yaptığın hiçbir şeyden sorumlu tutulmuyordun. Sonunda için kötülükle doldu. Şiddeti yarattın ve günahkar oldun. Bu yüzden seni tanrı dağından men ettim. Seni ateş tarlalarının bekçiliğinden men ettim. Güzelliğinden dolayı için kibirle doldu. Bilgeliğini ise kibrin ve ünün için kullandın.
İçindeki ateşle birlikte seni dünyaya hapsettim. Senin peşinden gelenlerle birlikte sonsuz ateşler içinde yanacak, küllere dönüşeceksin. Bu senin için feci sondur.''
Yani sevgili dostlarım; Lucifer kibrinden dolayı insana boyun eğmeyi reddetmiş, hırsının kurbanı olmuş ve cennetten henüz sürülmüştür.
Günahkâr meleğin cennetten sürülmesi gayet doğal geliyor değil mi?
Fakat kendi hayatımın sonlarında anladım ki; Lucifer herkesin içini bildiği için kendi hisslerini dinlemiş. İnsanlar sadece içindeki şeye inanırlar sevgili dostlarım.
Fransız halkı Tanrılarına tapıyor. Nakahara adındaki meleğe değil. Eğer bu meleğe tapsalardı kitaplarda böyle anılmazdı.
Edindiğim bilgiler ışığında çizeceğim şey yavaş yavaş gözümün önüne geliyor.
Michelangelo'nun Musa heykeli ne kadar erdemli bir öfkeyi, hiddeti ve iradeyi temsil ediyorsa benim tablom, şeytanı da o kadar sonsuz öfke, kin ve günahkarlığı temsil edecek.
Kitapta biraz daha göz gezdiriyorum.
Meleğin bir betimlemesi var.
"Bembeyaz eşsiz bir teni vardı. Kızıl uzun saçları kapatırdı ensesini. Kan kırmızısı büyük kanatları oldukça görkemli ve bir o kadarda ürkünçtü günahkar meleğin. Yanarken çekeceği acıyı bildiğinden olacak ki inci taneleri ile süslenmişti safir gözleri. Fakat o çoktan yanıp tutuşuyordu intikam hırsının verdiği ateşle."
Eğer bu satırlar doğruysa, fazla görkemli birisiymiş.
Şöyle bir düşünüyorum da..
Tevazu sahibi olmaması mıydı onu ölüme götüren, yoksa yersiz cesareti mi? Cesaret bir şeyleri başlatmak için gereklidir ancak devamında hazin sonlar yaşanmaması için kontrollü olmak gerekir.
Chuuya oldukça cesur ve tutkulu bir karakterdir. O büyük kanatları ile uçmaya başlaması bile büyük bir cesaret gerektirir. Uçmaya başladıktan sonra ise ona söylendiği gibi dengeli olabilseydi, belki de cennetteki yaşamı devam edecekti.
Fakat o uçmanın ve başarmanın verdiği coşkuyla Tanrıya ihanetinden sonra özgür olduğunu düşünerek, biraz da merakın vermiş olduğu etkiyle daha da yükselmek istedi. Güneşi görmek, doğayı keşfetmek ve hayatında belki de ilk ve son kez edineceği bu deneyimi sonuna kadar yaşamak istedi.
Fakat bedeli ağır oldu, güneşe fazla yakındı uçarken. Yanarak acı içinde öldü.
Altın göz yaşları kurudu, safir gözleri yandı. Soluk beyaz cildi karardı ve küle dönüştü, saçlarının her bir teli alev aldı; en acı verici olanı ise kanatlarının yanmasıydı.
17 aralık 2007
Nihayetinde tablom bitmişti fakat görenlerin yüzü düşüyordu.
Bembeyaz soluk teni, kan kırmızısı kanatları; etrafı ateşler içinde gözleri yaşlı altın ağlıyor altları kızarık olarak tasvir etmiştim.
Kızıl saçları dağnıktı ve sürdüğüm vernikle parlıyordu altın gibi.
Resmi sunarken biraz da bilgilendirmiştim resim hakkında herkesi.
" Şeytan, Nakahara'ya şöyle dedi; Tanrıyı gerçekten tanısaydın, sen de ihanet ederdin... yani burada taptığımız kişinin gerçek yüzü ele alınıyor."
"Üstelik ormanda bulunan bir parşomene göre bu melek haklıdır, parşomende yazanlar insanların kanını dondurmaya yetiyor."
"Size bulduğum kadarını okuyayayım."
"Ben gölgeyi getiren ışıktım, karanlık gecelerin ardındaki şafağın oğluydum.
Gizemlerin bekçisi, Sabah yıldızıydım. Ben Lucifer'ım.. kim düşünebilirdi ki; şeytanın kederi.. hayır ben sana inandırılan o iblis değilim. Ben luciferim. Ben sanat ve bilgiyim, ben gündüz ve geceyim, kalbinin atmasını sağlayan kişiyim.
Size aşktan bahsettim ve siz sadece baştan çıkarma olarak gördünüz. Size güzelliği gösterdim ve güzellik tek takıntınız oldu. Sadece hayatınızı güzelleştirmek istedim.
Ve ceza olarak; şeytan.. şeytan! Beni böyle çağırdınız."
"Sevgili dostlarım! Bu sözler düşen meleğin söylediği sözler!"
"O melek acı içinde tutuştu!"
"İnandığınız tanrı yüzünden!"
Konuşmam bu kadardı. Kısa bir sessizlik oldu ve hemen ardından insanların nefret dolu bağrışları kulaklarıma dolmaya başladı. Şaşırmıştım.
İki güvenlik koluma girip beni binadan çıkardı.
Hüzün ve keder dolu bir biçimde evime gitmiştim.
Ertesi günü haberlerde ve gazetelerde, her yerde ben vardım.
"Şeytan ressam.."
Dinden çıkartıldım, akademiden kovuldum. Herkes beni terorist olarak görüyordu.
Resimlerimi dünya çapındaki çoğu galeri, sergi, müze gibi yerler sunmayı red etti. Beni görenler yüzüme tükürüyor, hakaret ediyor, hatta bazen vuruyorlardı.
Tıpkı o meleğin cenetten kovulması gibi bende dünyadan men edilmiştim.
İnsanlara katlanamıyordum.
O tabloyu ağaçlık bir yere gömdüm. Bu mektubu da hemen yanına. Ve oradaki ağaçlardan birine kendimi astım.
Ben Osamu dazai. Namı diğer "şeytan ressam."
Bu da benim hikayemdi.
N'olursa olsun doğrulardan kaçmayın.
İnsanlar sizi anlamasa bile.
**********
• Tevazu: alçak gönüllülük
• Neoklasisizm: Antik Yunan ve Antik Roma dönemine ait tarzların yeniden canlandırılmasıyla ortaya çıkan bir akımdır. Bu akımın en önemli özelliklerinden biri önceki dönemlerdeki Barok ve Rokoko Sanatı'ndaki aşırı süslemeciliğe duyulan tepkinin ortaya konulmasıdır
•lucifer: İsminin anlamı "Işık getiren" olan Lucifer, en iyi bilinen ve en korkutucu iblistir. İncil'de Lucifer, Tanrı'ya karşı isyan eden ve cennetten kovulmuş olan en yüce meleklerden biriydi. Bazı kültürlerde, Lucifer ile şeytan ile aynı değildir. Tam aksine Lucifer, şeytanı yönetir.
•kataolik: roma kilisesinin kendine verdiği ad.