Merhaba yol arkadaşlarım,
Bu kadar kısa sürede kitabıma olan sevginiz ve ilginiz için çok ama çok teşekkür ederim. Güzel yorumlarınız motivasyonumu ve kurguya olan inancımı öyle arttırdı ki... İkinci bölüm için sabrımıza da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Sizleri çok seviyorum🤍
Bu bölüm diğer bölüme ve kendi ortalamama oranla biraz daha kısa oldu fakat sizi daha fazla bekletmek istemedim...
Bölümü okumaya başlamadan yıldıza basmayı unutmayın. Satır arasında yorumlarınızı görmeye ihtiyacım var, yorumlarda buluşalım.
Twitter'da #RuhuRevan etiketiyle paylaşımlarınızı bekliyor olacağım. Ayrıca bölüm günlerinden, alıntılardan ve daha fazlasından haberdar olmak için:
İnstagram: ruhurevanofficial_
Twitter: nerodinottee
Keyifli okumalar⚖️
2. Riyakar Maskelerin Ardındakiler
Hissetmek...
Hissetmek, daha önceden hiç duymadığın bir şeyi, kalbinin senin kulağına fısıldaması gibidir. Kalp fark eder, hisseder. Bu yüzden en güvenilir hazinemiz kalbimizdir aslında.
Mesela çok ama çok önemli bir karar verme aşamasındayken çıkmaza düştüğümüzde, diğer bütün seslere kulağımızı tıkayıp yalnızca kalbimizin sesine kulak veririz, çünkü kalbimiz her zaman doğrusunu hisseder, biliriz.
Benim kalbim fark etmişti, hissetmişti sanki, ilk defa meyhanede gördüğüm bir adamın bundan sonra nefes aldığım her saniye benim zihnimde, benimle var olacağını. Yalnızca, şimdilik benim kulağıma fısıldamamıştı o kadar.
Elleri ceplerinde, geniş ve dik omuzlarıyla tıpkı bir heykel gibi dikilen adam, sorgu dolu gözlerle beni izlerken fazlasıyla kendinden emin ve dalgasız bir deniz kadar sakin duruyordu. Tek elini cebinden çıkartıp, başparmağını çenesinin altına sürttü. "Odamda ne işiniz var?" diye sordu, haklı bir merakla. Sesi öyle donuk, öyle ifadesizdi ki, Benan'ın dün akşam hakkında söylediği nazik, kibar ifadeleri insana hiç inandırıcı gelmiyordu.
Odasına gizli kapaklı bir iş ya da hırsızlık gibi şeyler yapmak için girmediğimden ona doğru bir iki adım atıp, sorusuna sakince, "Telefonum çalmıştı, dışarısı fazla gürültülü olduğundan içeri geçtim ve gördüğüm ilk odaya girdim. Kusura bakmayın," cevabını verdim, elimdeki telefonu yukarı doğru sallayarak.
Gözleri doğru söylediğimden emin olmak istercesine şüpheyle kısıldı. Damarlı elleri bu defa kapının pervazını buldu.
Allah aşkına neden bu kadar gerilmişti ki? Bütün servetini bu odada saklıyor da, çalınmasından falan mı korkuyordu? Alt tarafı telefonla konuşmak için şans eseri odasına girmiştim.
Yanına doğru birkaç adım atıp, upuzun bedeninin önünde durdum. İnce bedenim, onun koca cüssesinin heybetinden fazlasıyla küçük ve kısa kaldığından başımı yüzüne doğru kaldırıp bitter çikolata gözlerinin en içine baktım. İçinin rahatlaması için, "Cumhuriyet savcısı Dilşah Sancak," dedim, kendimi tanıtarak. Elimi eline uzattığımda birkaç saniye yalnızca gözlerimi izledi. Yüzünde herhangi bir ifade değişimi olmazken koca avuçlarıyla ince ellerimi sardı, uzattığım ele karşılık verdi.
"Memnun oldum, Savcı Hanım."
Tokalaştıktan sonra elini geri çekip, "Dağhan Demirci," dedi, boğazını temizleyerek. "Dün gece Benan kim olduğumdan bahsetmiştir diye tahmin ediyorum."
Dün gece karşılaştıktan sonra, kendisinin konusunun geçmesinden öylesine emin oluşu, beni bir anlığına afallattı fakat bunu ustaca gizleyerek söylediğini başımla onayladım.
"Evet, bahsetti. Gıyaben yani," dedim, önüme gelen saç tutamlarını ikide bir geriye atmaya uğraşırken.
Sakin ve dingin duruşu derinleşen bakılarıyla birleştiğinde cevap verme gereksiniminde bulunmadan yalnızca beni izledi. Bu kadar dikkatli bakmasının bir sebebi var mıydı, yoksa her zaman mı bu kadar derin bakıyordu merak etmiştim doğrusu.
Bana bir adım yaklaşıp biraz daha yakınıma geldi. Daha da yaklaşmasıyla başım biraz daha yukarı kalktı. Boynundan yayılan odunsuyu andıran ferah koku burnumun ucunu sızlatırken, gözlerimin en içine bakarak elini arkaya atarak kapının kolunu aşağıya indirip kapıyı açtı. Bir adım geriledim.
Bitter çikolata siyahındaki gözlerini gözlerimden çekmeden elini centilmence önüne uzatarak çıkışı gösterdi. "Size dışarı kadar eşlik edeyim."
Sanki bir hipnozdan çıkmışım gibi silkelenerek önünden geçip koridora adımımı attım. Dağhan Demirci de direkt olarak odasının kapısını kapatıp ardımdan geldi. Hemen arkamda ilerleyen cüssesinin koca gölgesi, yansıyan ışıktan dolayı benim bedenimin gölgesini kapattığında başımı yerden kaldırıp ileriye baktım. Dışarıda ne kadar gürültü varsa burası da bir o kadar sessizdi. Nefes alış verişlerini duyabiliyordum hatta.
Ardımdan gelirken beni de göz hapsinde tuttuğunu bilmeme rağmen hızlı hareket etmedim. Sanki burası benim konağımmış da misafir olarak gelen oymuş gibi bir halim vardı fakat bunu umursamadan çevrede oyalandı gözlerim. Lebi derya büyüklükteki salona geldiğimizde durdum. Ardımdaki bedenin adımları da benimkilerle beraber durdu. Tam arkamda. Neden durdun demedi. Ya da neye bu kadar bakıyorsun, hayatında ilk defa mı konak gördün, diye sormadı. Ben olsam sorardım ama o yalnızca bekledi. Bunu fırsat bilen irislerim, görkemli salonun her santimetresinde turlar attı. Şüphesiz en göz alıcı şeyler, yüksek tavanın en ortasından sarkan kocaman avize ve binlerce lira değerinde olduğunu dokusundan belli eden kaşmir halılardı.
Bordo tonlarında olan eski tip oturma grubu kesinlikle bu kocaman taş konağın yöreselliğine ve görkemine yakışıyordu. On kişilik dikdörtgen yemek masasının sandalyeleri kahverengi ahşaptandı. Bu masada kahkahalarla yemek yiyen Demirci ailesini hayal ettim. Kalabalık ailelere hep çok özenirdim. Hafif tebessüm ederek masada gezen mavilerimi geri çekerek Dağhan Demirci'ye döndüm. Elleri siyah kumaş pantolonunun cebinde, öylece benim konağı incelememi izliyordu.
Bu kadar incelemenin üzerine, "Konağınız fazlasıyla güzelmiş." dedim, kendimi açıklama ihtiyacı hissederek.
Fakat o, bu dediğimi asla önemsemeden dudaklarını araladı. Gözlerim dudaklarına, bembeyaz, inci gibi olan dişlerine kaydı. "Sizi buralarda daha önce hiç görmedim, Savcı Hanım?" diye sordu, usanmadan, dikkatle bana bakmayı sürdürerek.
Görmesi mi gerekiyordu?
O muhtemelen şuan Benanların yanında hiç görmediğinden bahsediyordu.
Başımı aşağı yukarı salladım. "Buraya yeni atandım. Fakat yabancısı değilim, buralıyım."
Yutkunduğunda hareket eden adem elmasını izledim. Onu izlediğimin bilincinde olarak mimiksizce beni izliyor oluşu ve fazlasıyla dikkatli ve derin bakışları, rahatsız edici değildi fakat tenime sivri bıçaklar batırılıyormuş gibi hissettiriyordu.
"Hayırlı olsun o zaman, dedi pürüzsüz bir sesle. "Umarım çok başarılı olursunuz."
"Olacağım." dedim tereddütsüzce. "Hep oldum." Sonrasında biraz katı bir çıkış yaptığımı düşünüp, "Teşekkür ederim." Diye ekledim. Dışarıdan, aniden havai fişek sesleri duyulduğunda pencereden baktım. "Ben artık çıkayım, size iyi akşamlar Dağhan bey," dedim omuzlarımı dikleştirip.
Cevabını beklemeye gerek bile duymadan kapıya yöneldim. Tam çıkacaktım ki çok yüksek olmayan bir sesle, "Tanıştığıma memnun oldum, Savcı Hanım," diye seslendi. Sesi... Nasıl desem, manidar gibi ama oldukça kendinden emin ve ciddiydi.
Duraksamadan taş yolda ilerlemeye devam ettim. Dekore edilen sahnenin tepesindeki renkli, fon ışıklar yüzümü arşınlayıp geçerken, pistte eğlenirken kendinden geçen insanların bağırış sesleri bahçeden taşıyordu. Nişan havasından çıkılıp parti havasına geçilmişti bile. Şimdiden bu gürültü başımı ağrıtmaya başladığı için, masaya dönünce Benan'ı geç saatlere kadar kalmamız için uyaracaktım.
Mavilerim oturduğumuz masanın nerede olduğunu ararken, Benan'ın yan sandalyesinde oturan Gülay'ın turuncu saçlarını seçmesiyle, adımlarım o tarafa yöneldi. Kızların arkasından dolaşıp az önce kalktığım beyaz sandalyeye geri oturdum. Gökben'in sandalyesinin boş olmasıyla kaşlarım çatıldı. Benan'a doğru eğilip, "Gökben nerede?" diye sordum. "Sahnede falan da değil."
"Bi' on dakika önce falan lavaboya gidiyorum deyip kalktı. Birazdan Demet hanım ve Parskan bey ile göbek atarken görürsen şaşırma." Dedi gülerek.
Göz devirdim. "Şaşırmam."
Gökben'in sağı solu asla belli olmuyordu. Hiperaktif bir kadındı, durduğu yerde durmazdı. Kendimi çok iyi hissediyorum der, beş dakika sonra dünyanın en mutsuz insanı olurdu. İkizler burcu olmanın özelliklerini sonuna kadar yaşıyordu. Her zaman, aramızdaki en enerjisi yüksek kişi olmayı başarırdı.
"Kesin bozulmayan makyajını tazeliyordur. Gelir birazdan," dedim, ben telefonla konuşmak için kalktığımda bırakıldığını tahmin ettiğim şampanyamdan ilk yudumumu alarak.
Benan kafasını onaylar gibi sallayarak pastasını yemeye devam etti.
Gelin ve damat sırayla masaları gezmeye başlamışlardı. Bana kalırsa bu kadar büyük yapılan nişan organizasyonları yalnızca gösterişten ibaretti. Ne gerek vardı tıpkı düğün gibi nişan yapmaya?
Yanımdaki boş sandalye çekilince sağ tarafa doğru döndüm. Gökben pişmiş kelle gibi sırıtarak yanıma oturunca omzundan tuttum. "Niye sırıtıyorsun sen?" Yüz ifadesine bakıp bakışlarımı şüpheyle kıstım. "Allah aşkına ne halt yedin sen?"
Gözlerime bakmadı başını öne doğru eğdi. "Hiç." Dudaklarını yaladı. "Bir şey yok." Öyle bir ifadesi vardı ki, gözleri resmen neler oldu neler diye bağırıyordu.
"Neyse," dedim şimdilik uzatmayarak. "Alırım ben senin ifadeni."
"Alırsın," dedi alaya vurarak. "Senin uzmanlık alanın."
Dakikalar önce benim çıktığım kapıdan, beyaz gömleğinin kollarını yukarı doğru sıvayarak çıkan Dağhan Demirci'yle duraksadım. Benimle karşılaştığında özenle taranmış olan saçları, dağınıktı şimdi. Ağır adımlarla ilerleyerek, onlar için ayrılan aile masasının sandalyesini çekerek erkek kardeşinin yanına oturdu ve kulağına eğilerek bir şeyler fısıldadı. Ona söylediği şey erkek kardeşini hiç de memnun etmemiş olmalı ki, Arhan Demirci'nin kaşları hoşnutsuzca havalandı fakat bu çok uzun sürmedi. Dağhan Demirci dudaklarını oynatarak bir şey söyledikten sonra boğazını temizledi ve ardından iki eliyle gömleğinin yakasını düzelterek sırtını dikleştirdi. Keskin gözlerle çevreyi taramaya başladı. Gergin gözüküyordu. Böylesine bir gecede onu huzursuz eden şey neydi acaba?
Hiç tanımadığım bir adam hakkındaki düşüncelerim beni irkiltti. Bana neydi Dağhan Demirci'yi huzursuz eden şeyden. İç sesimin haklı olduğuna kanaat getirdikten sonra Benan'a baktım.
"Fazla geçe kalmayalım, yarın erkenden anneme gideceğim. Güzel bir uyku çekmem lazım. Biraz daha kalalım diye diretme Benan," dedim yorgunluğumu belirtmek ister gibi bir ses tonuyla.
Benan gözlerini belerterek bana döndü. "Nasıl yani, after partiye kalmayacak mıyız?" diye sordu.
Sabır dilenerek başımı gökyüzüne kaldırdım. "Benan, after partiye niye kalalım? Sende iyice havaya girdin. Hayır, öyle bir tepki veriyorsun ki, sanki birinci dereceden akrabalarısın insanların." Diye söylendim. Daha doğrusu birazcık azarlamış bulundum. "Hadi sen neyse, bizim Gökbenle ne işimiz var insanların eğlencesinde, kırk kat yabancıyız. Biz gidelim sen kal diyoruz, onu da kabul etmiyorsun."
"Cidden ya," diye destek çıktı Gökben bana. "Yani ben böyle şeyleri pek umursamam ama böyle cümbür cemaat geldik buraya sen istedin diye, ayıp olmuş olabilir sonuçta." Birkaç saniye düşündü. "Gerçi bana pek hayırlı oldu da, neyse," dedi, daha çok kendi kendine.
Benanla ikimiz de aynı anda, "O ne demek?" diye sorduk.
Gökben'in dudakları yana doğru kıvrılır gibi oldu. "Evde anlatacağım."
Sert bir nefes aldım. Yine birini ağına takmıştı kesin. Gökben hızlı yaşama taraftarıydı. Karşı cinsle flört edip edip asla sevgili olmaz, sıkılınca tekmeyi basardı. Güzeldi ve bunu gayet farkındaydı. Erkeklerle arası iyiydi. Cazibeli ve flörtöz olduğundan insanları peşinden koştururdu, buna rağmen kendini asla kullandırtmaz ve sınırlarını kimsenin geçmesine izin vermezdi. Benan'ın tam tersiydi. Arkadaşlarımın ikisi de tutarsızdı.
Benan ona aldırmayıp, "İyi be, kalmayacağım after partiye falan. Bütün hevesimi kaçırdınız." Deyince rahatlamış gibi arkama yaslandım.
"Heves kaçırmak bizim işimiz, hayatım," dedi Gökben şeytanice sırıtarak.
Bahçenin yarısı, saatin etkisiyle boşalmaya başlarken kızları dürttüm. "Hadi, biz de kalkalım. Belli ki konuşmamız gereken meseleler var." Ben kesin bir dille konuşup ayaklanınca kızlar da kalktılar. Oturduğumuz masada olan, Benan'ın tüm mesai arkadaşlarıyla vedalaşıp çıkışa yöneldiğimiz zaman, Benan sahnede dans eden çifti yanımıza çağırdığında kendilerine tekrardan mutluluklar dileyip otoparka girmiştik. Çıkmadan önce Gökben'in birini ararmış gibi etrafı süzmesini de görmemiş değildim.
Topuklu ayakkabılarım, çakıl taşlı yolda ilerlememi zorlaştırsa da, sonunda arabaya varabildiğimizde şükür nefesi verdim. Fazla gürültü ve kalabalık başımı ağrıtmıştı.
Bu defa Gökben şoför koltuğuna oturmuş, ben sağ tarafa oturmuştum çünkü ayaklarım feci şekilde acıdığından ayakkabılarımın bantlarını çözüp ayağımı serbest bırakma kararı almıştım. Benan ise arka tarafa iki seksen yayılmıştı.
"Hadi anlat bakalım Gökben hanımcığım, kimi düşürdü peşine?" diye sordum, asıl merak ettiğimiz konuya giriş yaparak.
"Şimdi anlatmam," dedi son kelimeyi uzatarak. "Eve gidince eni konu dedikodu yaparak anlatacağım. Biraz daha merak edin," dedi cins cins.
"Tanıyor muyuz bari?" diye sordu Benan.
Gökben tek elini direksiyondan ayırıp ağzına götürerek fermuar işareti yaptı.
Elimi torpidoya vurdum. "Böyle yaptığına göre yüzde yüz tanıyoruz, geçmiş olsun Benancığım," dedim aynadan Benanla göz göze gelerek.
Gökben, "Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete," deyince, bu arabadan inmeden öne konuştuğumuz son şey oldu.
Anahtarı deliğine sokarak kapıyı açtığımda üçümüz de aynı anda içeri daldık. Topuklu ayakkabılarımı portmantonun köşesine fırlattığım gibi odama doğru koştum. Sanki sözleşmişiz gibi kızlar da odalarına yöneldiklerinde; konseyin, hepimiz pijamalarımızı giyindikten sonra başlayacağını anladım.
Ardımdan kapıyı kapatıp çantamı tuvalet aynasının önüne bıraktım. Hafiften dağılmış saçlarımı ensemdeki terden dolayı kıskaçlı tokayla yukardan topladıktan sonra mini elbisemin fermuarını açıp elbisenin parkeyle buluşmasını sağladıktan sonra bedenime gelen rahatlamayla, birkaç saniyelik gözlerimi kapatıp açtım. Yerdeki elbisemi eğilip alarak yatağın üzerinde duran askıya asıp dolaba yerleştirdim. Gece yatarken giymek için penye, mini bir şort ve askılı bir cropu üzerime geçirdikten sonra makyaj masama oturup, yüzümü havasız bırakan makyajdan arındırınca her gece düzenli olarak yaptığım cilt bakımımı da yaptıktan sonra aynadaki Dilşah ile göz göze gelip, memnun bir şekilde gülümsedim. Kendime bakmayı seviyordum.
İçerden gelen seslerden anladığım kadarıyla kızlar çoktan üzerlerini değişmiş ve beni bekliyorlardı.
Oturduğum küçük sandalyeden kalkıp salona doğru geçtim. Kızlar köşe koltuğa yayılmış oturuyorlardı, önlerinde çekirdek ve cipsler duruyordu. Girişten girince, tıpkı sorguya girer gibi ellerimi birbirine sürterek, "Evveeett," diye bağırdım. "Olay anında neler olduğunu eksiksiz bir biçimde anlatın bakalım, avukat hanım," dedim, duruşmadaymışız gibi,
Gökben boğazını temizledi ve yerinde dikleşti. "Öncelikle sayın savcım ve hakime hanım," dedi bir bana, bir Benan'a bakarak. "Bu durumda hakime hanım sen oluyorsun Benancığım," diye ekledi Benan'ı göstererek. Durumu hukuksal boyuta uyarladığımız için güldüm. "Sanığı, yani müvekkilimi, neticesinde yeni flörtümü, hakime hanım siz çok iyi tanıyorsunuz; savcı hanım siz de ilk defa dün gece gördünüz." Dediğinde kaşlarım merakla havalandı. Dün gece dediğine göre Dağhan Demirci, Arhan Demirci, ya da arkadaşları Candaş denen adam olmalıydı.
Benan gözlerini pörtlettiğinde, "Ay Dağhan bey de de düşüp bayılayım şurada," dedi, elini alnına koyarak.
"Ay yok canım, ne Dağhan'ı? Tövbe tövbe. Gerçi o da yunan tanrısı gibi maşallah ama o değil tabii ki," deyince refleks olarak sırtımı koltuğa yasladım. Dağhan Demirci hakkındaki tabiri kesinlikle doğruydu. Adam inkar edemeyeceğim derecede yakışıklıydı gerçekten. Allah sahibine bağışlasın.
"E kim o zaman?" diye sordu Benan hafif çekingen, hafif tedirgin bir ifadeyle. "Arhan Bey mi yoksa?"
"Hayır," diyerek müdahale ettim. "Candaş. Candaş değil mi?"
Gökben ufak bir kahkaha attı. "Tebrikler sayın savcım, yine doğru tespit," dedi. "Nereden anladın?"
"Dün gece, meyhanede karşılaştığımızda adamı bir güzel süzdün de ondan," dedim rahat bir tavırla.
"Bir şey de gözünden kaçsın be," dedi Gökben abartılı bir ifadeyle. Ama içten içe algıları bu kadar açık biri olmamın hoşuna gittiğini de biliyordum.
"Tamam daha fazla gizem yaratma, anlat. Neler oldu? Savcıların emri ikilettirilmez," dedim hava yaparak.
Gökben ellerini çırparak, "Nereden, nasıl başlasam bilemedi-"
Sözünü kesip, "Baştan başla bebeğim," dedim sabırsızca. İnsanı deli gibi merak ettiriyordu.
"Ay tamam. Şimdi ben lavaboya gitmek için masadan kalktım ya." İkimiz de evet anlamında başımızı salladık. "Heh işte girdim ben lavaboya, çıkınca bir baktım Candaş. Duvara yaslanmış böyle, heykel gibi dikiliyor. Bir de simsiyah takım elbisesi vardı, bir görseniz zehir gibi yakışıklıydı." Dudağını dişlemesiyle gülmemi tutamayıp, hafifçe kıkırdadım. "Ben tabii başta şaşırdım, ama sonra hemen toparladım kendimi. O da beni görünce başta bir afalladı, böyle baştan aşağı süzdü beni. Sonra ben merhaba, dedim ayıp olmasın diye. Tanımış beni. Siz Benan'ın arkadaşıydınız değil mi diye sordu, baya ilgili bir biçimde. Bende evet, unutmamışsınız dedim. O ne dedi peki?" diye sordu heyecanla. "Sizi bir görenin, bir daha unutması mümkün değil, dedi."
"Oha, yok artık!"
"Adam yürümemiş, koşmuş resmen."
"Neyse ben böyle bir anda heyecanlandım, salak gibi kaldım ama sonra teşekkür ederim falan dedim." Gökben yirmi sekiz yaşında, olgun bir kadındı fakat konu gönül işlerine geldiğinde liseli bir ergen gibi olabiliyordu. Onda en sevdiğim özelliklerden biri de hayatı olduğu gibi yaşaması, heyecanını ve çocukluğunu asla kaybetmemesiydi. "Neyse işte tanıştık, ayak üstü konuştuk. En son benden numaramı istedi. Eğer sende kabul edersen dışarıda da görüşelim dedi. Bende verdim çünkü niye vermiyeyim? İşinde gücünde, kibar, yakışıklı, e Benan'da tanıyor. Daha iyisini mi bulacağım sonuçta?" diyerek konuşmasının sonunu getirdi.
"Öyle tabii," dedim. "Çok istiyorsan bir görüş, baktın olmadı bir daha görüşmezsin. Sen ne diyorsun Benan?" diye sordum. "Sonuçta sen tanıyorsun adamı, yamuk yapar mı bizim kıza?" diye devam ettim bir anne edasıyla.
"Yani Candaş bey çok iyidir, naziktir, esprilidir; adam gibi adamdır. Zaten o üçlünün hepsi öyle ama Candaş bey fazla çapkındır."
Güldüm. "Tencere kapak."
"Aman Benan sende yani, sanki adamla evleneceğim dedim. İki takılırız işte, çalışmaktan nefes alamıyorum kafam dağılsın biraz," diye açıkladı kendini. Gökben klasik Gökbendi işte. Ciddi bir ilişki zaten ona göre değildi.
Eğilip sehpanın üzerinde öylece duran cips kasesinden, avucuma sığacak kadar cips aldım ve bacaklarımı kendime çekip, koltuğa iyice gömülerek cipsimi yemeye başladım. Gönül işleri çok sıkıntılıydı ve insanı yoruyordu. Ben Gökben gibi insanlarla takılıp takılıp sonra sıkılınca o kişiyi göz ardı da edemezdim, yapım değildi. Benan gibi kalbim kırılsın da istemiyordum bu yüzden uzun bir süre aşk bana uzak olursa iyi olurdu çünkü ben işimle yaşadığım aşktan ziyadesiyle memnundum.
O an, alakasızca gözlerimin önüne bitter çikolata irislerin sahibi geldiğinde duraksadım. O adamda diğerlerinden farklı olarak bir şeyler vardı. Daha derin, nasıl desem ya da şüpheci mi karar veremediğim bir şeyler... Gözlerim sehpadan ayrılmadan dalgınca konuştum. "Ben bugün Dağhan Demirciyle karşılaştım." İki çift göz de bana döndü. "Daha doğrusu tanıştık." dedim.
"Ne zaman?" diye sordu Benan anında, ağzındaki cipsi yutmaya çalışırken.
"Ne ara kızım, bütün gece masada değil miydin sen?" Benan'a dönüp beni işaret etti. "Bu da az anasının gözü değil he."
"Saçma sapan yorumlama olayları Gökben ya," diye sitem ettim ellerimi iki yana açarak. Yavaşça yutkundum. "Başsavcı aradı, bende çok gürültü var diye kalktım masadan konağa girdim. Kendime konuşmak için sakin bir yer bulayım diye gözüme kestirdiğim ilk odaya girdim. Oda da adamın çalışma odasıymış, başsavcıyla konuşmayı bitirdikten sonra arkamı bir döndüm, Dağhan Demirci. E haliyle odasında davetsiz misafir bulunca pek memnun olmadı adam. Kişisel alanı sonuçta," dedim, cıkcıklayarak. "Ben olsam sinirlenirdim hatta." diye de ekledim.
"Dağhan Bey sinirli bir insan değildir ama," dedi Benan.
"Garip biri," diye mırıldandım düşünceli bir şekilde. Adam hem sert, hem sakindi. Fırtına öncesi sessizlik gibi. Ürpertici ama sakin... Farklı bir duruşu, farklı bir enerjisi vardı.
Benan başını inkar eder gibi, iki yana salladı. "Ya herkes öyle diyor, kibirli diyor, egolu diyor ama aslında yüreği en yufka insandır Dağhan Bey," diye savunmaya geçti Benan.
Gökben araya girdi. "Ay sen de ne çok seviyorsun patronunu. Avukatı gibisin maşallah," dedi.
Ben herhangi bir yorumda bulunmadığım için Benan devam etti. "Ne alakası var kızım? Yiğidi öldür hakkını yeme. Şirkette çalışanların sorunlarını bir tek o dikkate alır. İşi konusunda acayip titiz, hırslı ve stratejiktir. Bir keresinde telefon konuşmasına şahit olmuştum, her yıl yüz öğrenciye burs imkanı sağlıyormuş. Üstelik bunu asla magazine yansıtmıyor. Ya da esnafa maddi manevi destekte bulunduğunu söylemişti asistanı. Adam zengin ama hakkını da veriyor. Soğuk durur ama özinde çok iyi bir insandır Dağhan Bey." Dedi tek nefeste.
Koca bir bardak suyu başıma diktim. "İyiyse cennete gitsin," dedim umursamazca. Ama gayet de umursamıştım, adama bakış açım yumuşamıştı.
Bir ara kalkmış camı açmış, içeri hava girmesini sağlamıştım. Yoksa havasızlıktan ölebilirdik. Benan sıkıntılı bir biçimde kolasını yudumladı. Eve geldiğinden beri yüzü bir düşüktü. Benan'a dönüp göz kırptım. "Hayırdır? Ne sıktı senin canını?
Omuz silkti. "Yok bir şey." İkna olmadığımdan, kendime doğru topladığım bacaklarımı serbest bırakıp koltukta Benan'a doğru kayıp kolumu omzuna attım. "Söyle işte. Ne oldu benim güzeller güzeli arkadaşıma?"
"Ya," diye söylendi isyan eder gibi. "Az önce bir baktım, Faruk yine bir sürü mesaj atmış. Ben anlamıyorum ne kadar zaman oldu, hala inanıyor ona döneceğime." Dedi elleriyle yüzünü kaparken. Sinirden gözleri dolmuştu. Sert bir nefes verip omzunu sıvazladım. Bu sırada Gökben de Benan'a sıkı sıkı sarılmıştı. İşte biz her zaman böyleydik. Ne olursa olsun hep yan yan, sırt sırta...
"Müdahale etmemize de izin vermiyorsun, sonra kendin üzülüyorsun." Dedi Gökben. Çok ama çok haklıydı fakat Benan istemediği sürece de üzerine gitmezdim.
Kendimi geri çekip kısık bir kahkaha attım. "Eee, gönül davasını yanlış mahkemede açarsan, görevsizlik kararı verilir," dedim.
"İşte," dedi Gökben coşkuyla. "Savcı hanım yine son noktayı koydu." Benan da gülmüştü ve bende derin bir nefes vererek, "Hukuk kitaplarında bulamazsınız ama bu da böyle bir gerçek." Dedim. Ardından ikisinin de başına birer öpücük kondurdum. "Sizi çok seviyorum."
"Bende."
"Ben daha çok."
İkisinden de aynı anda gelen seslerle gülümsedim. Saat neredeyse gece yarısı ikiye gelirken, esneyerek konuştum. "Ben yatıyorum. Malum yarın erken kalkıp anneme gideceğim. Son tatil günümün keyfini çıkarmam gerek. Biliyorsunuz ki, savcınız pazartesiden sonra uyku uyumaya vakit bulamayacak."
"Cumhuriyet savcısı olmak kolay değil Dilşah Hanım, çalışacaksın tabii." Gökben'in dediğine göz devirdim ve arkamı dönüp odama ilerledim.
Gece lambasından yayılan loş ışığı çok sevmeme rağmen, en ufak bir ışıkta bile uyuyamadığım için abajuru söndürdüm. Pikemi çekip yumuşacık yatağıma sığındım, her zaman yaptığım gibi. Her daim bana yoldaşlık yapan düşüncelerim; upuzun bir sarmaşığın, yıkık dökük bir duvarı özenle sarması gibi zihnimi sardı.
Ve ben o sarmaşıkların arasında sıkışarak uykuya daldım.
⚖️
02.38
Saat gece yarısını çoktan geçmiş, sabaha varırken; Demirci ailesi tüm aleme ibret olabilecek nişan törenini sonlandırmış, kıymetli misafirlerini özenle uğurlamıştı.
Herkesin dilinde olan bu köklü ailenin kadınları çoktan odalarına çekilmişken, beyleri, yani varisleri, taş konağın en geniş odasında, Dağhan Demirci'nin devasa büyüklükteki çalışma odasında; kapalı kapılar ardına çekilerek toplanmışlardı.
Odadaki büyük, ahşap masanın başındaki kişi Dağhan Demirci iken, Arhan Demirci, amcaları Kenan Demirci ile beraber, masanın hemen önündeki kahverengi deri koltukta karşılıklı oturuyordu. Ailenin sağ kolu, diğer gözü olan, aynı zamanda Dağhan Demirci'nin bu hayattaki en büyük sırdaşı Candaş Yükselen, masaya doğru eğilmiş ve iki elini yüzeye yaslamıştı. Sessizce Dağhan'ın konuşmasını bekliyordu. Az önce ailenin tek kızı, Kenan Demirci'nin biriciği olan Demet ile nişanlanarak aileye dahil olan fakat uzun yıllardır aileye hakim olan avukat, Parskan Soyhan; sırtını duvara yaslamış, ellerini kumaş pantolonunun ceplerine yerleştirmişti.
Gökyüzünün karanlığını gölgede bırakmak ister gibi parlayan dolunayın ışığı, konağın çerçevelerinden içeri sızarak, odadaki beş adamın yüzlerini azıcık da olsa aydınlatmaya yeterken; Dağhan Demirci, uzun ve kemikli parmaklarını, masanın üzerinde duran yeşil, eski tip lambaderin açma kapama tuşuna bastırarak, etrafı turuncu loş ışığın sarmasını sağladı. Katran karası kadar koyu, değerli bir taş kadar parlak olan gözlerini, keskin bir bıçak gibi herkesin üzerinde gezdirirken, bir avucunun arasında da kristal bir viski kadehini tutuyordu.
Akşam ayazı pencerenin bembeyaz tüllerini havalandırırken, saçlarına akların karıştığı; ellilerinin sonlarında olan Kenan Demirci, donuk ve gergin sesiyle, sessizliği böldü. "Neymiş bu çok önemli olan mesele Dağhan? Söyle de, biz de çözüm bulup odalarımıza çekilelim. Yorgunluktan başım çatlıyor." Alışılmış aksi ses... Her zamanki soğuk ve mesafeli ifade... Kenan Demirci hep böyleydi.
Dağhan Demirci sert bir soluk aldı, ardından yavaşça boğazını temizledi. İfadesi ne olursa olsun sakindi, her zaman olduğu gibi. Onun bu sakinliği ve kendine güveni herkesi delirtirdi. En çok da amcasını... Uzatmadan konuya girdi. "Bu gece çalışma odamda bir cumhuriyet savcısı vardı," dedi, pürüzlerin bulaştığı bir ses tonuyla.
Avukat Parskan, tedirginlikle kaşlarını çattı. Candaş Yükselen ve Arhan Demirci'nin tepkisiz kalma sebepleri konuya hakim olmalarıyken, Kenan Demirci hiddetle öne atıldı. "Ne! Sen ne dediğini farkında mısın Dağhan? Odamda savcı vardı diyorsun, ne bu rahatlık?" diyerek yükseltti sesini.
Dağhan, amcasının söylediklerinin aksine arkasına daha da yaslandı. "Gayet farkındayım."
"Abi, sen doğru düzgün anlatsana şu meseleyi bir." Dedi Parskan, doğrudan masanın başındaki kişiye bakarak. Sırtını, yasladığı duvardan ayırarak gerginlikle masanın etrafına geldi.
Dağhan, gözlerini teker teker herkese değdirdi, ifadelerini ölçtü. "Kasadan Demet'e takacağım bilekliği almak için içeri girdim." Cebinden zipposunu çıkartıp, tek eliyle yakarak sigarasını ateşledi. Çıkan duman yüzünü kapattı fakat hemen sonra havada dağıldı. "Odama gireceğim zaman kapının aralık olduğunu fark ettim, duraksadım. Sonra içerden gelen sesi fark ettim. İnce bir ses, bir kadının sesi..." Dudaklarını aralayıp dumanı dışarı verdi. "Telefonla konuşuyordu. Tabii ben konuşmanın sonuna gelmişim yalnızca, Pazartesi sabahı erkenden orda olacağım dediğini duydum."
Gözlerinin önüne o anı tekrardan getirdi Dağhan Demirci. Kadının ona dönüşünde savrulan parlak saçlarını, cam gibi olan gökyüzü mavisi gözlerini, dimdik, özgüvenli duruşunu... Nereden bilebilirdi, ileride bu kadının her bir zerresine öleceğini?
"Yalnızca telefonla konuşmak için odama girdiğini söyledi," diye devam etti. "Tanıştık. Savcı olduğunu kendisi söyledi hatta. Yeni atanmış, buralıymış. Odama da gördüğü ilk kapı burası olduğu için girmiş." Sonlara doğru, kalın sesi kısıldı adamın. "Öyle söyledi yani. Pek yalan söylüyor gibi değildi zaten."
"Emin olamayız," dedi amcası, sıkıntıyla çenesini sıvazlarken. "Belki de bir şeyler bulabilmek için girdi. Nasıl olsa herkes dışarda, tam da vakti böyle bir şeyin." Kenan Demirci'nin aklında bin türlü ihtimal dönüyordu.
"Bu da bir ihtimal," diye cevap verdi Dağhan. Masanın köşesinde durak Jack Daniel's şişesine uzandı, boşalan kadehini yeniledi. Alkol her daim onun kurtarıcısı olmuştu.
Arhan düşünceli bir sesle konuştu. "Hiç açık vermedik."
"Biz öyle düşünüyoruz. Vermiş de olabiliriz elbette ama ben vermediğimize eminim. Bence tamamen tesadüf," dedi Dağhan. O her ihtimali değerlendirir, çift yönlü düşünürdü. Mantığını hiçbir zaman geri plana koymazdı.
Arhan abisinin fikrini onayladı. "Eğer bilgi toplamak için girmiş olsaydı, savcı olduğunu söyler miydi ki?"
"Belki de amacı zaten bizi huzursuz etmekti. Ki başardı da. Kendini tanıttı çünkü bizden şüphelendiklerini anlamamızı istedi. Böylece panikleyip hata yapmamızı sağlayacaklar," diye bir iddia sundu ortaya Parskan. Avukat olduğundan her olasılığı göz önünde tutmak istiyordu.
"Bingo!," dedi Candaş, ilk defa yorumda bulunarak. "Benim de aklıma ilk bu geldi." Baş parmağıyla yeni çıkmaya başlayan sakallarını kaşıyordu genç adam. Fazlasıyla yakışıklı ve albenisi olan bir adamdı. Kadınların ilgisini çekmek uzmanlık alanıydı. Fakat hiç kimseyi de işinin önüne koymaz, gönül işlerini mantığıyla karıştırmaz, kurnazlığını bırakmazdı. Bu yüzden Dağhan Demirci'nin bu hayattaki en yakınıydı. Kardeşinden bile yakını...
Arhan Demirci'nin aksine, Candaş, Dağhan'ın her daim yanında durur ve o ne yaparsa yapsın destek çıkardı. Candaş ve Dağhan hayat ortağıydı. Arkadaşlıklarından ayrı olarak da Candaş; Dağhan'ın sağ kolu, diğer gözü, öteki ayağı, en yakın adamıydı.
"Kim abi bu kadın? Delireceğim ya." Diye söylendi Arhan, sıkıntıyla ellerini saçlarından geçirip.
Candaş ela gözlerini, tek saydığı adamda oyaladıktan sonra, konuşmak için beklediği izni o kişinin zifiri siyah gözlerinde görmüş olacak ki, dudaklarını araladı. "Her iki ihtimal de yüzde elli olduğu için, Dağhan bana haber verdikten sonra biraz araştırma yaptım." Dedi. O da üzerinden ceketini çıkarmış, yalnızca gömleğiyle kalıp birkaç düğmesini de açmıştı. "Kadının adı Dilşah Sancak. Cumhuriyet Savcısı. 26 Kasım 1994, Muğla Doğumlu. Ankara üniversitesinden mezun. Savcılıkta beşinci yılına girecek, ve evet buraya yeni atanmış. Göreve pazartesi başlayacak yani. Edindiğim bilgilere göre de, kadın gerçekten işinde çok iyi. Bu güne kadar başarısız olduğu bir dava bile yok. İnanılmaz inatçı ve hırslıymış. Daha önce pek çok katili yakalamış, bir organize suç örgütü liderini çökertmiş, bu olayı hatırlarsınız hatta," diye parantez açtı, Dağhan'a bakarak. Dağhan Demirci başıyla onayladı. "Ve inanamayacaksınız, çok ünlü bir siyasetçinin genç bir kadına tecavüzünü ortaya çıkarmış, adama müebbet verdirtmiş. Bunun gibi daha nicesi var. Anlayacağınız kadın tam bir savcı. Yalnızca doğrular için çalışıyor. Eğer gerçekten bir sonraki hedefi bizsek, çok dikkatli ilerlemeliyiz. Çünkü maşallah kadının elinden bir uçan, bir kaçan. Tabi kadın üst makamlı olduğu için hakkında edinebildiğim bilgiler yalnızca bunlar. Kişisel olarak hiçbir bilgisine erişim yok," diyerek bitirdi sözlerini genç adam.
Odadaki herkes, duyduklarıyla tedirgin olurken, yalnızca bir kişinin gözleri hayranlıkla parlamıştı. Dağhan Demirci'nin. Dağhan değer yargılarına ve ahlakına önem veren bir adamdı. Yüreğini temiz tutmak için büyük savaşlar vermiş, büyük kavgalara tutuşmuştu. Ama hayat işte, seni tuzağına düşürdüğü zaman elden bir şey gelmezdi. O yüzden, bir anlığına kendi çıkarlarını görmezden gelerek, adalet için savaşan bu genç kadını takdir etmişti içten içe. Güçlü karakterine hayran kalmıştı.
Düşünceli bir şekilde dudaklarını araladı Kenan Demirci. "Henüz daha işe başlamamışken bizim peşimize düşmüş olması düşündürücü. Üstelik polis bizden şüphelenseydi eğer, içerdeki memurdan haber gelmez miydi?" diye sordu, direkt olarak Dağhan'a bakarak.
Dağhan dudaklarını bilmiyorum dercesine büktü. "Eğer son derece gizli bir harekatsa, bizim adamımızın bilmesi mümkün olmaz. Zamanla işin aslını anlarız," dedi. Başını arkaya atıp sandalyeye yasladı. Ortaya çıkan ademelması karizmasına karizma katıyordu.
Kenan Demirci, sinirle dişlerini birbirine bastırdı. "Bu kadın bizim başımızı ağrıtacak." Şimdiden hiç tanımadığı kadına kin beslemeye başlamıştı bile yaşlı adam. "Bu kadını takipte ol Dağhan," diye buyurdu. "Vereceğimiz tek bir açık felaketimiz olur, en başta da senin..."
O gece, amcası bir yük daha bindirmişti Dağhan Demirci'nin omuzlarına. Tıpkı önceden de yaptığı gibi. Aslında o yükler daha doğmadan bindirilmişti onun omuzlarına ailesi tarafından. Ailenin başında o vardı, şirketin başında da, diğer işlerin başında da... Henüz otuzlarının en başında olmasına rağmen yorgundu adam, çok yorgundu...
Kenan demirci odadan çıkmadan evvel, masaya Riyakar Maskesini de bıraktı, diğerleri taksın diye...
BÖLÜM SONU
Bölümü nasıl buldunuz canlarım?
Tekrar belirteyim normaline göre daha kısa bir bölümdü, sonraki bölümler daha uzun olacak. Yalnızca daha fazla bekletmek istemedim sizleri.
İleriye dönük tahminlerinizi eleştirilerinizi buraya bırakabilirsiniz.
Ruh-u Revan için birer terazi bırakabiliriniz ⚖️
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! Sevgiler🤍
-İpek