Benim için çok değerli olan oylarınızı vermeyi unutmayın. 🥰 iyi okumalaaar❣️
''Bu ne anlama geliyor?'' Başım göğsüne gömüldüğü için sesim boğuk çıkmıştı. Yüzüne bakmak için kafamı kaldırdığım esnada kalp atışları giderek uzaklaştı. Tıpkı sırların aramıza ördüğü camdan duvar gibi. Bu duvar varken yalnızca acı çekişimizi izleyebilirdik. Gerçekten birbirimize dokunamaz, düştüğümüz yerden kaldıramazdık. Ne kadar ilerleme kaydedersek edelim kendimizi yine bu kanlı bok çukurunda buluyorduk. Sırlar. Onun bildikleri ve benim bilmediklerim. Yüzümün halini görünce dudakları dümdüz oldu. Fısıldayarak ''Bu ne anlama geliyor?'' diye tekrarladım.
Aslında içimden, ''Bana ne yaptın!'' çığlıkları atmak geliyordu.
''Şşşt,'' dedi başparmağı dudağımı okşarken. ''Bir daha göz yaşlarının aktığını görmektense bir canavara dönüşmeyi tercih ederim.'' Hala ağlıyor muydum? Tırnaklarımı omuzlarına bastırdığım esnada çenemi tuttu. ''Bir daha ağlamayacaksın. Öfkenden kurtulmak için bana bağır, vur, hatta yarala. Gerekirse beni canımdan et. Ama bir daha asla...asla ağlama. ''
Sözlerini kelimenin tam anlamıyla beni savunmasız bırakmıştı. Hızlıca gözyaşlarımı sildim. ''Neden...ne diye buraya getirdin beni?''
Hayali kum saatini çevirdim. Vereceği cevabın doğruluğu akan kumların ne kadar büyük bir tepecik oluşturacağıyla doğru orantılıydı. Aksi takdirde beni beklettiği esnada yalanlar ürettiğinden başka bir şey düşünemezdim. Doğrular bekletilmeye değmezdi. Yine de haddin fazla gömülü kaldıklarını görebiliyordum. ''Anılarına yeniden sahip olduğunda her şeyi öğreneceksin, Alessia.''
Eldivenli eliyle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. O sırada çıplak bileğine dokunmak için elimi kaldırmıştım gibi tıpkı bir ateşmişim gibi sıcaklığımdan kaçındı. ''Sana dokunarak onları geri kazanabilecekken buna neden izin vermiyorsun?'' Parçaları bana batan kırık kalbimi işaret ederek, ''Bunu yapan sensin.'' diyerek gözlerine bakmaya devam ettim.
''Doğru, kim olduğunu hatırlamak için tenime ihtiyacın var,'' Parmakları çenemi sıyırdı. ''Tenime ihtiyacın var...'' Her şeyin farkındalığıyla beni kıvrandırıyordu. Bunu kendi ağzından duymak olduğumuz duruma tiksinti duymamı sağlamıştı.
''Öyleyse neden yapmama izin vermiyorsun?''
Beni kucağına çekti. Tutuşu sertti. Hatta parmaklarının ucunu canımı yakıyor bile denebilirdi. Elleri önce gözyaşlarımı sildi sonra saçlarıma tırmandı. Ne yaptığına anlam veremediğim süre boyunca saçlarımı topladı ve nihayetinde yumruğuna doladı. Kucağındayken belim bir yay gibi gerilmişti. Beni kendine yaklaştırdı. ''Çünkü o küçük ellerin bana değer değmez ödünün kopacağı bir şeye dönüşmeye başlıyorum ve bu değişim kontrol edebildiğim bir şey değil. Bana ne olduğumu, kim olduğumu ve amaçlarımı unutturabilir. '' Elinin tersi yanağımı okşadı. Bu hareket sesi ve kelimeleriyle senkronize olduğunda tüylerimi diken diken etmişti. Ona kafa karışıklığıyla baktım. ''Bir gün sana dokunma arzuma yenik düşersem tamamen o şeye dönüşüp tüm kurtuluş planını çökertebilirim. ''
Ondan uzaklaşmaya çalıştığım esnada yumruğundaki saçları daha fazla sıktı. Gözyaşlarım artık akmayı bırakmıştı. Bu gerçekle yüzleşme evresi falan mıydı? ''Ya sana zorla dokunmaya kalkarsam?''diye sormuş bulundum.
''O zaman bunu engellemem gerekir.''
Omuzlarımın arasına bir çamaşır ipi gerilmiş gibi dikleştim. ''Benden kurtularak mı?''
Alnını alnıma dayadı. ''Belki de gereklidir.'' Teni tenime değerken beni öldürebileceğini mi kast ediyordu? Uyuşarak gözlerimi kapattım. Kafamın içinde zaten bildiğim görüntüler dönüyordu. Canlılığın ötesindeki orman, onu o ormanda gördüğüm ilk an. Kalbime dokunuyor, etrafımda dönüyor tekrar tekrar benimle olduğunu söylüyordu. Göz kapaklarımın altındaki karanlık aydınlığa dönmezsem benden bir ısırık alacakmış gibi gözlerimi açtım. ''Rüya değildi.'' dedim
''Asla değildi.'' dedi.
''Nasıl yaptın? Henüz Birox'tan bile ayrılmamıştım. Bana dokunmadan nasıl başardın?''
''Bu sandığından da uzun zaman önceydi, Alessia. Seni gücüne çekmenin tek yolunun o dal parçası olduğunu biliyordum. Onu, boyutlar arası esnekliğin tünellerinde kaybolmadan kendi yaşamına taşıyabileceğin tek yöntem bedenine yerleştirmekti.''
Kalbime dokunduğu sırada...bunu yapmıştı.
''Beni bulduğunda sahiden de beni tanımadığını sanıyordum.'' Boştaki elinin parmaklarını bel çukurumdan kaydırdı.
''Tanımıyordum. Temasımız milyonlarca karenin zihnimdeki eski yerini almasını sağlıyordu. Kim olduğunu, ne olduğunu, seni nasıl ve neden buraya getirmem gerektiğini...'' Bunları söylerken her birini tekrar yaşıyor gibi bakışları boşluğa daldı.
''Ama benim hatırlamamı istemiyorsun?''
Başını arkaya yatırdı. ''Senin için ne anlama geldiğimi öğrenmeye katlanabileceğini düşünmüyorum.''
''Katlanabilirim.'' dedim zorlukla. Ben bile bundan emin değildim. '' Olan biteni dilinden zorla almaktansa güzellikle almayı tercih ederim.'' Ben tatlı dilsem sen de yılansın. Sanki böyle bir konumdaymış gibi dev bir özgüvenle konuşmuştum -sanki saçları yumruğuma dolanmış ve kucağımda oturan o'ymuş gibi. ''Birlikte bir hayat geçirdik ve tıpkı bir eş gibi benimle yaşadın. Birbirimize tutkunduk. Savaştık ve seviştik. Peki ya...sonra? Birbirimize dair her anıyı nasıl kaybettik?'' Yanaklarıma malum pembeliği sağlayacak sıcaklığın bedenimden yukarı izlediği yolu hissediyordum.
Seğiren çene kasları sıktığı dişlerini ele verdi. ''Hanzeb öğrendi ve bundan hoşlanmadı. Seni bir şekilde Araf'ın kurtuluşuna çekeceğimi biliyordu ve bizi ayırmaya kalktığında ona karşı çıkıp bunu kanıtladım. Ne kadar ileri gidebileceğini yeniden görmüştüm. Tüm bunlardan sonra senden ve sana dair her şeyden mahrum kalmıştım. Bu en kötüsü değildi, en kötüsü birbirimizden mahrum kaldığımızdan haberimiz dahi olmamasıydı. Seni bulana dek o dalı sana ulaştırabildiğimin farkında bile değildim. Bana yeniden dokunana dek öfkemin sebebinin farkında bile değildim.''
Hanzeb bizi neyle cezalandırmıştı? Gerçek hayatımın bir şekilde elimden alındığını hissediyorsam...bu benim lanetim miydi? Hatamın bedeli mi? Başım dönüyordu. ''Kimin hayatını yaşadığımdan emin değilim.''
Karmaşık olay örgüsü içinde kurduğum ufacık bir bağlantıyla gözlerim sonuna dek açıldı. ''Müphem...'' Sağ göz, sol göz, dudaklar...Ah işte onlar yok mu- Sorun da bu ya. Son derece varlar.
Beklentiyle kaşlarını çattı. Kısık gözlerim cümlemin sonundaki soru işaretini temsilen oradaydı. ''Sen Sosha'yı tanımıyorsun?'' Başını iki yana salladı. Hadi be! Oysa ikisinin de hayatımda olduğu dönemin aynı yaşlarıma denk geldiğine emindim. Açıklık getirmeye çalıştıklarım beni bir bütün olarak yutmadan önce derin bir nefes aldım. Şimdi anılarımı yokladığımda bilip yaşadığım evle geldiğim ev tamamen farklıydı. ''Ben bunca zaman kimin evinde yaşadım?''
Topal şeytanın kırık bastonu...öldürdüğüm kişi gerçekten en yakın dostum muydu?
Şeytanım kara mizahıyla çenesini araladı. Gülümse kızım, en azından artık öyle olamayacak kadar ölü olduğunu biliyoruz.
Ilık bir esintinin saçlarımın altından enseme sızmasıyla düşünce balonum dağıldı. Başta tenimdeki hissin gerçekliğini sorgularken hemen sonrasında esintinin tüm odayı gezdiğine ve şiddetinin kademeli olarak yükseldiğine anbean şahit oluyordum. Evet kızım. Bu gerçek. Çok değil üç veya dört saniye içinde dört duvar arasında öylece beliren esinti fırtınaya dönüşüvermişti.
İkimizde ayaklandık.
Eşyalar kızgın hayaletler gibi sağa sola savruluyor, ara sıra yüzümüze yapışıyordu. ''Bu ne böyle?'' diye bağıdım sesimi duyurmak için. Sebebini endişeden uzak bakışlarının altında sakladığını görebiliyordum. Onu hedeflemiş yastığı havada yakaladı. Gözleri epeyce üzerimde kaldı, bu karmaşanın sebebinin ben olduğumu anlamam için gereken tek cevabın bu bakışlar olduğunu kimsenin söylemesine gerek yoktu. ''Yüceler...''
Önce bitkiler, sonra su, şimdi rüzgar. Ben doğanın tüm parçalarını bir arada tutan bir kalptim. ''Bu benim büyüm,'' dedim. Aynı anda içimde bunu durduracak olan o düğmeyi arıyordum. Suçlulukla ona baktım. ''Yine yerinizi belli ediyorum.''
Başını iki yana sallarken yüzünde benim için üzüldüğünü gözler önüne seren o acıma ifadesi vardı. Oysa istediğim bu değildi. Uçuşan kağıtlar serapmış gibi her dönüşü izledi. ''Bu senin büyün değil, Alessia. Bu senin duyguların.'' Mantıklı diye düşündüm. Dağınık olduğu kadar dağıtan, ve önüne geleni şiddetine katıp götüren. Her an can yakacak türden. Dediği doğru olabilirdi.
Bir anda başımızın üstünde onlarca kağıt uçuşmaya başladı. Sanki tavan bir ağaca dönüşmüştü ve yaprak döküyordu. Göz hizamdan geçen tüm kağıtların üzerinde farklı çizimler olduğunu gördüm. Tabii ya! Ophelia'nın sandığı açılmıştı. Çok geçmeden onları birer ganimet gibi toplayan Müphem'e eşlik etmeye başladım.
O an ben değil büyüm konuşuyordu, gizemlerin kestiği yerden, kendimden taşıyordum. Şiddetlendi, şiddetlendi ve şiddetlendi.
''Alessia!'' diye bağırdı Müphem. Topladığı kağıtları serbest bırakıp önce omuzlarımı sonra yanaklarımı kavradı. ''Sakin olursan bunu daha kolay çözebiliriz.''
Bunu denedim. Hala da deniyordum.
Askerini hizaya getiren bir komutan gibi sertleşti. Şu anda gerekli tavrın bu olduğuna karar vermiş olmalıydı. ''En başta sana yardım edeceğime söz verdim. Aramızdaki güven her ne kadar örselenmiş olsa da sözümün arkasında duracağım. İzin ver soru işaretlerinin altında seni yalnız olmaktan kurtaran kişi olayım. Sonumuz nasıl biterse bitsin.'' İşaret parmağı bedenlerimizin arasında gidip geldi. ''Biz ne olursak olalım.''
''Yanında değil, karşında dursam bile mi?'' Gözerinde uçuşan kağıtların yansımalarını görüyordum.
''Kurduğumuz dostluk köprüleri, süslü rüyan bedenimde yeni delikler açmak olacak kadar kopup yıkılsa bile...'' Çevremize baktı. Eşyalar yavaş yavaş yere düşmeye başlamıştı. Esinti sanki kaçacak bir delik bulmuş gibi şiddetini kaybediyordu. İki mavisi yeniden beni bulurken elini kalbime koydu. ''fırtınalarını dindirmek için hep burada olacağım.'' Bunun yepyeni bir lanetle yitip gidecek başka bir anı olmaması için dua ettim. Bu defa ben de elimi onun kalbinin üzerine koydum. Nihayetinde birbirimize sonsuz sadakat ve sevgi vaat etmiyorduk. Aramızda yaşanan daha değerli bir mücevherdi. Onu takıp, en değerli varlığımmış gibi gözümü almasına izin verebilirdim.
Yüceler beni korusun ki bu cümlelerin gerçekliği ödümü koparıyordu.
Odayı daha geniş bir açıyla görebilmek için birbirimizden uzaklaşmadan önce kalplerimiz parmaklarımızın altında son kez çarptı. Aramıza adımlar girmişken bile avucumdaki ritmin atışını hala taptaze hissedebiliyordum.
Kağıtlar bir örtü gibi yere serilmişti. Ayağımın üstüne konan birini aldım ve usta elinden çıkmış o çizgelere baktım. Beynimin çizime şekil vermesi hiçte zor olmamıştı çünkü zaten her şey göz önünde ve son derece belirgindi.
''Baksana,'' dedim. İçimde kopan fırtınaya rağmen ılık bir ses tonuyla. Bu defa fırtınanın bedenimden taşmasını istemiyordum. Elindeki kağıt destesini dizine vurup düzleştirdikten sonra yanımda dikilip benim gibi incelediğim kağıda bakmaya başladı. Muhtemelen benimle aynı şeyi görmeye çalışıyordu.
Parmağıyla çizimdeki kızlardan birini gösterdi. ''Bu Ophelia.'' Kesinlikle öyleydi fakat ben...hemen yanındakine bakıyordum. Parmağının yanına benimkini koydum ''Bu da Sosha, benim dünyamda ev arkadaşımdı.'' Aynı anda birbirimize baktık. Elindeki kağıtları kaldırdığında artık Sosha'nın yüzünden daha fazla görüyorduk. Hepsini yere serdik ve hepsini çizimleri bize bakacak şekilde çevirdik.
Ophelia'nın en iyi olduğu konuya bakıyor olduğuma emindim. Çizimler kompozisyon olarak işlenmiş olduğundan birbiriyle uyum içerisinde olanlar hemen ayırt ediliyordu. Kağıtların üzerinde ortalanmış beş kadın vardı. Hepsinin ortak özelliği bedenlerine şekil veren şeyin su olmasıydı. Durdukları yerde beden bütünlükleri bozulmadan ve şekilleri değişmeden aktıklarını görebiliyordum. Ağlıyor, can çekişiyor, alev almış kalbini söndürmeye çalışıyor, öfkeyle etrafını saran hiçliğe tırnaklarını geçiriyor bir diğeri ise...sadece düşünüyordu.
Bunlar öylesine çizimler olamazdı. Günün birinde tüm bunların açıklamasını Ophelia'ya bizzat sorabilmeyi diliyordum. Bunlar hemen çözülmesi gereken, hayat vaat eden şifrelerdi. Müphem çizimleri süzerken iç çekti. ''Eğer engin zekamız elimizde patlarsa daha açıklayıcı bir mektup beklemekten başka çaremiz kalmayacak.''
İşin o boyuta varmaması için dua ediyordum. Bir sonraki mektupta Sosha'dan da bahseder miydi? ''Yeterince zeki olsak iyi olur.'' İki çizim ötede duran bahar tanrısı Zefir'e baktım. Bu benim dünyamda mitolojinin başka bir parçasıydı. Sanırım... Ophelia'nın sandığımızdan fazlası olduğunu kanıtlayacak delillere sahiptik.
***
Kütüphanenin kapısını kapatmadan önce elimi duraksatan üç ayrı kafanın kıpırtısız kalışıydı. Yer de oturuyor, konuşmuyor ya da birbirlerine bakmıyorlardı. Onlara tıpkı tesadüfen keşfedilmiş insana benzeyen taş parçalarıymışlar gibi baktım.
Müphem kağıtları masaya bıraktı. Konuşmadan önce bıkkın bir nefes aldı ve parmağıyla yüzlerini işaret etti. ''Bu defa ne tür bir lanetin ağına düştük? Hera, sen buraya nasıl girdin? '' Üç dudak aynı anda oynamaya başlamıştı, yüzümü buruşturup aralarından anlamlı bir çift cümle çıkarmaya çalıştım.
''Onu buraya Murphy sokmuş,''
''Hanzeb, Ophelia için açık infaz düzenliyormuş,''
''Onları yiyişirken yakaladım.''
Tamam...bu biraz garip.
Müphem elini önündeki sert yüzeye vurdu. ''Kaç yaşındasınız böyle?'' Masanın ardından onlara doğru eğilmişti. ''İlgilenmemiz gereken tek konu görüyorum.'' Az kalsın Gaya ve Ares'in kısacık bakışmalarını kaçırıyordum. Bir elini az önce getirdiği çizimlerin diğerini kitapların üzerine koydu. ''Artık bunlarla vakit kaybedemeyiz. Bize kanlı bir plan gerekecek.'' Hera bakışlarını yerden kaldırmadan yanaklarını şişirdi. ''Biliyorsunuz...açık infazlar'a öyle denmesinin sebebi herkesin davetli olmasıdır. ''
Kanlı plan. işte yükleniyordu.
***
Sessizlik, herkes gittiğinde benimle kalandı. Bense hala kitapların gölgesinde sadece yirmi dört saat sonra işleyişe sokacağımız planın adımlarını kafamın içinde belki bininci kez yürüyordum.
''Hala buradasın.''
Bedeninin ardındaki güçten devleşmiş ruhuna baktım. Neredeyse...nerdeyse onu görüyordum. ''Giderken kapıyı kilitlememiş gibi davranmana lüzum var mı gerçekten?''
Elini turuncu saçlarından geçirdi. '' Senin can güvenliğin içindi.''
Masanın üzerinde sallanan ayaklarım işleyen saati hatırlatıyordu. Burun kıvırdım. ''Hep aynı palavra. Artık huzur timsali evime gidebilir miyim?'' Cevabını beklemeden kapıya yürüdüm. Beklentim benimle birlikte hareketlenmesi ve kapıyı açması yönündeydi.
''Hayır.''
Yasadışı bir küfür duymuşum gibi ona döndüm. ''Hayır?''
''Kalıyorsun. Benimle, odamda, yatağımda. Tabii ben olmadan...en azından yatağımda.''
Farkındalıkla olduğum yere çakılı kaldım. Sinirden kahkahalara boğulmak üzereydim. ''Kaçacağımı düşünüyorsun.''
Dudağının bir köşesi yukarı kıvrıldı. ''Bana bunun yersiz bir paranoya olduğunu söyle.'' Haklılık payı beni sessizce çıldırtırken sözlerini benliğime indirilmiş bir darbe olarak algıladım. Sessiz duruşumuz ve ''oyunu kim bozacak'' tavrımız bir maske gibi suratımıza asılmıştı. Burnumun üstünün seğirdiğini hissettim. ''Öyleyse önden yaşam kanı.''
Sahiden de boş koridorda ben önden giderken o bir aylak gibi beni metrelerce geriden takip ediyordu. Tıpkı gecenin ayazında öylesine bir kızın adımlarını kollayan katil gibi. Koridordan sağa döndüm. Bir erkeğin odasının yolunu ondan iyi bilmenin ahlak sınırları mateminde nasıl yorumlanacağını merak ediyordum.
Saniyeler sonra içeri gireceğini bilememe rağmen odaya girip kapıyı kapattım. Sadece çok geç olmadan o kilidi çevirecek cesaretim yoktu- o niyeyse. Yatağına oturdum ve keyifle içeri girişini seyrettim. Islık çalıyor, eldivenlerini çekiştiriyordu. Kabusun elleri. Onun laneti kendi lanetim kadar hatırımdaydı. Ben burada yokmuşum gibi düğmelerini açmaya başladı. Hiç utanması yok muydu?
''Dilersen duşa girebilirsin.''
Ellerimi arkaya yasladım. ''Dilersem birçok şeyi yaparım ve inan hiçbir engel tanımam.'' İğnelememi hissetti ve gülümsedi. Hırçın tavrımdan haz duyduğunu alenen belli ediyordu.
''İyi.'' dedi. Sadece İyi mi?
Gömleğinin baştan sona açık düğmelerinin gözler önüne serdiği diyardan başka bir yere odaklandım. Yaklaşıyordu. Elindekileri elime bırakabileceği mesafeye gelene dek yaklaştı. ''Yatağıma günlük kıyafetlerinle giremezsin demek yerine bunu yaptığım için alınmadın umarım.''
Katlanmış kıyafeti kucağıma koydum. Aklımdaki kötü bir fikirmiş gibi yüzümü buruşturdum. ''Ben olsam derinden kurtulsan dahi seni yatağa almazdım.'' Bir kahkaha patlattı. Oturduğum için onu alçaktan izliyordum.
Yüz hizama eğildi ve parmağını göğsüme düşmüş buklemden geçirdi. ''Evet bahse girerim almazdın.'' Saçımı elinden kurtarıp ayağa kalktım. Bir beyefendi gibi doğrulup yakasını düzeltti. Yarı çıplakken ancak bir tanrı- aman...sokak serserisi gibi görünüyordu. ''Kimse ilgilenmiyorsa duşu ben kullanabilirim.'' Evet, git ve beni daha ilgi çekici bir köşe aramaktan azat et.
Uzaklaşan adımlar ve kapanan kapının sesiyle birlikte kabuklarımı dökmek için önümde bir engel kalmamıştı. Nihayet, beni ikiye bölen o ipli şeyden ayrılabilirdim. Katlanmış kumaşı açıp yatağa serdim. Bana keten bir gömlek vermişti. Uzun kolları olan, ancak kalçalarımı örtebilecek keten bir gömlek. Bir dakikadan daha kısa bir süre içinde dolabını karıştırıyordum, onunla böyle cesur uyuyabileceğimi sanıyorsa avucunu yalardı. Bunun nedeni ''Münasip biri'' perileri olabilirdi. Ya da kısaca öfke.
Bir pijama altını ve sabahlık ipini kaptığım gibi üzerimdekilerden kurtulmaya başladım. Su sesi geldiği sürece bunu yapmayı rahatlıkla sürdürebilirdim. Yere düşen ipli korsemi tekmeledim. İpli lanet korse. Bir kopyası hala tenimin üzerinde duruyordu. Son olarak sütyenimden de kurtulduğumda zihnimin duvarlarında ''Özgürüm'' kelimesi yanıp sönüyordu. İşte böyle...sütyen ve korseden arınmak hiç farkına varılmayan bir esaretten kurtarabiliyordu.
Ansızın kapı açılınca keten gömleği çıplaklığıma siper ettim. Açılan banyo kapısı değildi. Odanın eşiğinde tüm arsızlığıyla dikilirken çıkmak yerine içeri bir adım daha attı. Gülerken dişlerini haddinden fazla gösteriyordu. ''Burada olmaman gerektiğine eminim.'' Görünürde tek bir kiri ve lekesi olmamasına rağmen bir pisliğe bakıyordum.
''Tamda aynı şeyi senin için söyleyecektim.'' Gömleği biraz daha kendime bastırdım. ''Çık dışarı.'' Karşımdaki beni baltasını çalmakla suçlayan o adamdan başkası değildi. İçeriyi tamamen görebileceği kadar yaklaştı ve böylelikle benden başka kimsenin olmadığından emin oldu. Durup suyun sesine kulak verdi. Parmağıyla banyoyu işaret ediyordu. ''Her şeyin tadına ilk o varıyor.''
Büyümü kullanmazdım. İçimde bir yerde kapılarını zorlasa da olabildiğince baskıladım. Bir kez daha Nanta'yi tehlikenin ağına atmayacak, Hanzeb'i buraya çekmeyecektim. Adımları bana doğru gelirken ellerini açtı. ''Birinin ona söylemesi gerekiyordu, ''Daha paylaşımcı olmalısın bencil herif'' gibi. Anlıyorsun değil mi?''
Sırtım tamamen duvarla buluşana dek geriledim. Kaskatı kesilmiştim. Gözlerim silah olarak kullanabileceğim herhangi bir şey aradı. Kahretsin. Ellerim korumak için gururum ve canım arasında seçim yapmak zorundaydı. Yaralı ve kanlı bir kahretsin. Elini hemen yamacımdaki masaya koydu. ''Balta mevzuundan sonra birbirimizin kırık kalplerini telafi edebiliriz. Hoşnutsuz bir durumdu, artık o taraklarda bezin olmadığını varsayıyorum.'' Zararsız olduğumdan şüphe duymadığı bir anında dizini tekmeledim. Acılı bir tıslamadan sonra yatak başlığına tutunup düşmekten kıl payı kurtuldu. Açılan mesafeyi kapatırken artık öncekinden daha sabırsız görünüyordu.
''Kırık kalbinden çok şikayetçiysen onu yerinden sökebilirim.'' Cümlemin sonuna nokta olarak yüzüne tükürmüştüm.
Hepsi birkaç saniye içinde oldu.
Öfkeyle gömleği kavradı ve elim bomboş kalana dek çekti. Bir anlığına kendimi örtecek hiçbir şey bulamadım. Bana asırlar gibi gelen o saniyelerde onun için bir düzine son biçmiştim. Kokuşmuş lağım faresi. Bu anlarından pişmanlık duyacaktı. En çokta hayatının son dakikalarında. Yatak çarşafını çekip alana kadar kısacık bir andı. Tekrar önüme döndüğümde havluyu pis suratından çekmeye çalışıyordu.
Islaklıkla koyulaşmış turuncu saçların altında bir yüz saldırganlıkla gölgelenmişti.
Müphem silah olarak kullandığı havluyu biraz daha sıktı. Hızlı ve sinsice arkasından yaklaşmış, havluyla tüm yüzünü örterek onu oksijenden mahrum bırakmıştı. Bakışları beni buldu. Daha önce baktıklarımdan daha karanlık daha tehditkardı. Hayır, tam anlamıyla son nefesinin yaklaştığını önceden bildiren cinstendi.
Pislik kıvranıyor ve anlamsız homurtular çıkarıyordu. Havasızlık yavaş yavaş uzuvlarını titretmeye başlamıştı. Bu haline acımak yerine bir tekmede ben vurmak istedim. ''Ne kadarını gördü?'' Sesi demir gibiydi. Ne bir lidere ne de bir beyefendiye benziyordu. Olabileceği tek bir şey vardı. Sadece bir cellat.
Benden mi bahsediyordu?
''Aslında fark etmez,'' Havluyu ne denli sıktığını burnuna denk geldiğini düşündüğüm kısımda giderek büyüyen kan lekesinden anlayabiliyordum. Dudaklarını adamın kulağına yaklaştırdığı yerden fısıldadı. ''Her şekilde bu odadan çıkmadan önce hafızan tazelenmiş olacak.'' Havluya dolanmış kafayı duvara çarptı. Kırılan kemik sesi hem burnundan hem de kafa tasından gelmiş olabilirdi. Kanla lekelenmiş duvar bunu hak eden birinin izi olarak kalacaktı. Elimi dudaklarıma kapattım.
Bedeni bir ceket gibi sürükleyerek kapıya kadar taşıdı ve koridora yuvarladı. Tüm bunları yaparken elindeki adamın hiçbir ağırlığı yokmuş gibi rahat görünüyordu. Kapattığı kapının önünde dikildi, az önceki vahşet hiç yaşanmamış gibi telaşsızdı. İnip kalkan göğsü sadece ve sadece bastırmaya çalıştığı öfkeden kaynaklanıyordu.
''Zaten casus olduğundan şüpheleniyordum.'' Onunla bağdaşmış naif tavrını yeniden takınarak gömleği ve diğer parçaları bana uzattı. ''Banyoda giyinebilirsin.'' Dolabına gitmek için bana sırtını döndü. Bu dönüş, omuzunda beyaz tenini lekeleyen anlamsız ''2'' den başka bir şeyi gözler önüne sermiyordu.
***
Saatler sonra aynı lekeye bakarken yatakta yan döndüm. ''Korkuyor musun?'' Uyumadığını biliyordum. Kimse böyle bir yarının öncesinde uyuyamazdı. En cesurumuz bile. Koltukta kıpırdandığını belli eden sese kulak verdim.
''Hayır.''
Yalandan bir hayranlıkla, ''Ne kadar da gözü pek biri,'' diye mırıldandım. Burnundan güldü. Onu göremiyordum ama bunu tek mimiği oynamadan yaptığına emindim.
''Peki sen korkuyor musun?''
Hiç düşünmedim. Bazen zafere giden yolda tek ihtiyacımız gerçekler değil, bizi yapabileceğimize inandırabilecek yalanlardı. Kemirmekten şişen dudağımı yaladım. ''Asla.'' Ödüm patlıyor. Onun yaptığı da bu muydu? İkimizi de kandırmak. Yarının son derece gerçek dehşetinin kelimelerimizi sınırladığını görebiliyordum. Sessiz kaldık. Ve bu sessizlik beni hiç imkan vermediğim o yere sürükledi.
Uykuya.
***
Ayaklarım artık can ve ruhla işi bitmiş bir bedene takıldı. Boşlukta tutunacak bir yer arayan ellerimin yeni kırmızı derisi ıslaklıkla parlıyordu. Yeni bir adım, yeni bir beden. Sağımda, solumda, önümde ve arkamda...her yerdelerdi. Burası cesetten bir çöldü. Burada beni güneş değil ancak günahlarım yakabilirdi.
Bileklerim ve kollarımdan uzanan dalların sonunda bir balta beni şereflendirir gibi dimdik duruyordu. Ellerimin renginde, dallarımdan bir balta. Ara ara kıvranıyor onu ellerimde tutup yeni etler parçalamak için bestelediği şarkıyı fısıldıyordu. Ben yaşam kanı, ben can veren...tüm bu hayatları ben sonlandırmıştım.
Derhal büyümden arınmak için silkelendim. Bunun için kıpırdandıkça dallarım etrafıma dolanıyor, hareketimi kısıtlıyordu. İçimde gittikçe büyüyen panik dalgası mantığımı alıp götürmek üzereydi. Ne zaman böyle bir canavara dönüşmüştüm?
Dallarım bir anda sıkılaşınca olduğum yere saplandım. Büyüm tamamen kendi bilinciyle bana saldırıyordu. Çığlığım serbest kalacağı sırada kaygan bir el dudaklarımın üzerine kapandı. Dört bir yanımı sarıyorlardı. Önce bacaklarıma, ellerime ve nihayetinde boynuma kadar etten birer sarmaşık gibi beni aşağıya çeken ceset elleriyle örtünmüştüm. Onlarcası hatta yüzlercesi beni altlarında kalan kan bataklığına çekiyordu. Çırpındım, debelendim fakat bu çoktan ölmüş biri için tamamen yersiz bir çabaydı.
Yer gök sarsılırken bir ışık nihayet göz kapaklarımın arasından sızdı. ''Alessia?'' Sağlık durumumdan şüpheci bir soru tarzıydı. Şakağımdan süzülen sıvının kan değil ter olduğunu biliyordum. Görüş açımda bir tavan ve turuncu bir kafadan başkası yoktu. İki kaşı birbirine yaklaştı. Yüzümü, yeterince fazla bakarsa az önceki felaketi görebilirmiş gibi süzdü. ''Kabuslar mı?''
Dilim ve dudaklarım kuruduğu için acıyla yutkundum. ''Bir rüya,'' dedim. Hislerini maskeleyen bir ifadeyle başını salladı. Gözlerinde yeni uyanmışlığın çekikliğini taşıyordu. Ellerini saçlarından geçirdi. Onda gördüğüm ölümcül bir zarafetti. Bu zarafete rağmen ona dair kırılacak herhangi bir parça bulamıyordum. Biraz öylece bekledi. Yatakta dizlerinin üzerine oturmuş öylece bana bakarken annesini uyandırmaya çalışan küçük bir çocuğa benziyordu.
''Neden kulağa söylediğin kadar basit gelmiyor?''
''Neden sadece uyumuyorsun?'' Terden alnıma yapışan saç telini çektim. Burada yokmuş gibi arkamı dönüp yeniden dalmaya çalıştım. Bu defa bilinç altımın daha izlenesi bir rüya tasarlayacağını umut ediyordum. Şöyle çiçek, böcek...deniz, kum, güneş.
Yatağın benim yatmadığım kısmı gıcırdayarak çöktü.
''Ne yapıyorsun? Koltuğuna dön.'' Ellerini başının altına gerince üst kollarında pekte küçük sayılmayacak şişlikler oluştu. Salaş pijama takımının üzerinden sergilediği buz dağının görünen kısmı olmalıydı.
Başının altından yastığı, kıçının altından yorganı çektim. ''Hayalet köşküme dönene dek burası benim yatağım.'' Omuzundan iterek yataktan atmaya çalıştım. Faydasızdı. Bir milim kıpırdadığını görmemiştim. ''Ve seni yatağımda istemiyorum. Bünyesinde mantık barındıran kişiler bu yaptığını yapmaz. Beynin ''Bu eylemine son ver'' sinyallerini çakmadan kalkıp gitsen iyi olur,'' Onu kendi silahıyla vurmuştum ve iyisinden bir yara almış olmasını diliyordum.
Gönül çelen bakışlarını karanlıkken görmek...hayır kesinlikle sağlıklı değildi. Ve odada yalnızca o ve ben varken, ve aynı yataktayken. Ve, ve, ve...nefes almak gibi basit fiziksek fonksiyonlar bile bu durumu zorlaştırıyordu. Bocalamamı sesimi düzeltmekle maskeledim. Az önce ona hayalet şatoma döneceğimi mi söylemiştim? Hem de hayaletlerle dolu bir binada.
''Acımadı. Ucuz iğnelemelerin üzerinde durmak yerine uyuya kalıp dalgınlıkla bana sarılmanı bekleyeceğim.'' Bu söylediğinin hiçbir çarpıcı yanı yokmuş gibi dümdüz bakmaya devam etti. Dumur olmuştum. Evet! Yüceler...evet. Bu benim de istediğimdi. Sessizlik. Aramızda oluşan küçük boşluk büyüdükçe utancım katlanıyordu. Sesli bir nefesi dışarı verirken dudakları gerildi. ''Şakaydı. Bundan ne kadar hoşlanacağını bir kere daha gözler önüne seren küçük bir şaka... İyi misin? Çünkü kötü kalpli bir şeytanın sevgisini kazanmış kadar solgun görünüyorsun.''
Gözlerimi kırpıştırdım. Bunu gerçekten söylemiş miydi? Belki de ben satır aralarını okumakta son derece yeteneksiz biriydim. Öyle olmalıydı, kimse- o bile sandığım şeyi kast edecek kadar cesaretli olamazdı. Hem de çekimimiz bu toprakların kaderini etkileyebilecek kuvvette bir değişkenken. Sözlerin ağırlığı, verebileceğim üzerinde düşünülmüş her cevabı yetersiz kılıyordu. Kötü kalpli bir şeytanın kalbine musallat olmuş olabilir miydim? Sözleri kayıtsızlığımla havada ağırlaştı da ağırlaştı...Verebileceğim cevabı düşünürken zamanı ne kadar iyi kullanmış olmamın hiçbir önemi yoktu.
İçimde yaşatmanın bedeli yüksek olan yanım konuyu değiştirmem için yaygara koparıyordu. Düşün, söyle, değiştir. Hemen. Düşünürken ona gereğinden fazla bakmış olmalıydım ki ifadesi günlüğümün arsız sayfalarını okumuşçasına hınzırdı. ''Solgun görünüyorum çünkü yatağımda gitmemekte ısrarlı bir erkek var.''
Bakışlarım yorgunlukla kucağıma düştü. Boynuna sarılmak ve dallarımla uzanıp derin bir kesik atmak gibi çelişen fikirlerim ikisine yapamıyor oluşumdan kaynaklanıyordu. İşte beni yoran buydu. ''Alessia.'' Dikkatleri yeniden yüzüne çekecek bir tondu. Ya da ismimin diline ne kadar yakıştığını tekrar duymamı istiyordu. ''Kötü bir rüya gördüm. Korktum ve yanında uyuyacağım.'' Üzerine fazla soru istemiyordu. Asla söyleyemeyeceğim kelimeleri benim yerime dillendiriyordu. Bir süre bakakaldım. İsteği gerçekten birbirimizden uzak durmamız yönündeyse tamamen yanlış yoldaydı.
''Öyleyse yastıksız yatacaksın çünkü onları aramıza koyacağım.'' Dudaklarımı birbirine bastırdım.
Minik kabusçuk.
''Neden içinden benimle alay ettiğini hissediyorum? Kabus dağıtıyor olabilirim. Bu rüyalarıma konu olacak korkularımın olmadığı anlamına gelmez.''
Ellerimi çenemin altına koyup sevimli bir gülümseme takındım. ''Sevimli mi sevimli kabus perisi. Onun mor kanatları ve simli omuzları var. Dikkat et çünkü kafatasını pürüzlü duvarında çatlatabilir.'' Tabii eğer görmemesi geren bir şey görmüşse... Saçımı omuzumdan savururken beni izledi. Bedenimi tarayan bakışlarının hareketi çok yavaştı. Alaycı tavrımı bozmadım ve gülümsemeye devam ettim. Aynen böyle kızım, kalbin titremiyormuş gibi.
Gözlerini benden çekip tavana dikti. ''Ne kadar sevimli olabileceğimi görmek istiyorsan yaptığına devam et.'' Uyarısıyla yastığı olması gereken yere- aramıza koyup yorganı başıma çektim. Dilerse bana ne kadar sevimli olabileceğini göstermesinde en ufak bir sakınca bile görmüyordum.
''Hayır, son saatler içerisinde yeterince gördüm.''
Yeniden dalmadan önce yastığı son kez yokladım. Sınırlar belliydi.
Sabahın mor ışıkları falan yoktu. Burası camları dışarıyı göremeyen, yere batmış bir binanın karanlık odasıydı. Yalnız mumun alevi titredi. Tıpkı Kordiseps'in her metrekaresinde olduğu gibi bu odaya da güneş doğmuyordu. ''Belki de aramıza sur örmeliydin.''
Sesiyle gözlerimi sonuna dek açtım ve neyden bahsettiğini anladım. Bu birçok müstehcen durumdan daha mahrem gelmişti. Bedenlerimizi birbirimize teslim etmenin ötesindeydi, sadece ikimizin anladığı o dilde ''Seninim.'' demek gibiydi. Üstelik beni ne zamandır izlediğini bilmediğim kadar öncesine dayanan bir seyircilik söz konusuydu. Şimdi aramızda bizden başka kimsenin görmediği o soyut mesafeyi kısaltan yeni yakınlık vardı. Bambaşka bir dinamik.
Birbirine dolanan serçe parmaklarımızı bir süre bozmadan öylece durduk.
***
Kuru bir yaprağı ezdim. Haykıracağım kelimeleri özenle seçip tekrar ederken yüzümde gezen gözleri hissediyordum. Kıpırdanınca silahları birbirine sürttü. ''Sana bir şey olmasına müsaade etmeyeceğim, söz verdiğim gibi.'' Şayet söz vermemiş olsa bu zorunluluğu hissetmeyecekmiş gibi...
Hayalet köşkümüm yaslandığım duvarından doğrulup ona doğru yürüdüm. ''Kendini de beni koruduğun kadar iyi koruyacak mısın? Peki ya ekip?''
Çantasını sırtındaki yerine yerleştirmeden önce oklarını sayıp yayını denedi. ''Ekip kendini koruyabilir. Ben de öyle.''
''Sandığımız gibi kolay olmaz ve plan yürümezse? Kalabalığın ardından nasıl çıkacaksın?'' Terli avuçlarımı eteğime sildim. Sorunun yalnızca bugünün ne kadar ölümcül olabileceği değildi. Benimle aynı fikirde olacak ki bağcıklarını bırakıp benime yüz yüze geldi.
''Ben Araf'ın kurtuluşuna varacak o yolda sadece bir oyuncuyum, Alessia. Bir noktada hiç birimiz bir diğerinden özel değiliz. Ama senin için durum öyle değil. Sen topraksın, havasın, su ve yaşamsın. Zafer için gerekli olan tek şeysin. Bu yüzden beni ardında bırakma fikri sana korkunç gelmemeli.'' Dudaklarım konuşmak için aralandı fakat yeniden kapatmadan ancak bir nefesi dışarı verebildim. Eğilip bağcıklarına geri döndü. ''Bunu bir defa yapmış birine göre fazla büyütüyorsun.''
Ayakkabısının ucuna tekme savurdum. ''Gizemli bir geçmişi olmayan sıradan iki kişiymişiz gibi davranmayı kes. Bunun ne kadar zor olduğu hakkında bir fikrin olur sanıyordum fakat görünen o ki eskiden kalbinin olduğu o boşlukta kurulu bir askerden fazlası kalmamış.'' İpleri bırakmış beni izliyordu. Umarım yanlışlıkla iki botunu birbirine bağlardı.
''Fikrimi mi soruyorsun?'' Hiddetlenmişti. Söylediklerimden biri veya ikisi derinlere dokunmuş olmalıydı ki omuzlarımı sıkıca kavradı. Beni sarsıyordu. ''Senden fazlasını hatırlıyorum Alessia. Hatırladıklarım, öğrendiğinde ne halde olduğum umurunda olmayacak kadar çirkin gerçekler. Bana verdiğin sevgiden bir kere daha pişman olduğunu görerek...bırak yaşamayı bununla ölmek bile istemem.''
Bir kere daha? ''Neyden bahsediyorsun-''
Dudakları tiksintiyle kıvrıldı. ''Sakın sorma. Bu nefreti sana ellerimle vermemi isteme benden.'' Her zaman yüzünden yansıyan ifadesizlik ve sakinlik yok olmuştu. Gözlerinin içi mavi alevlerle cayır cayır yanıyordu Son zamanlarda eskisine oranla çok fazla gördüğüm bu yüzü bahsettiği canavar mıydı? Bunu ona ben mi yapıyordum?
Bu hali midemin çalkalanmasına sebep oluyordu. Bu yüzden merakımdan kavrulurken yalnızca başımı olumlu anlamda salladım. Ne yani şimdi durup ondan nefret edeceğin anın gelip beni bulmasını mı bekleyecektim?
Bir adım uzaklaştı. Ona söylemek istediğim kelimeler solarak eriyip gitti. Benden uzağa attığı o koca adıma baktım. O adımdan önce gerçek korkularımı duymayı hak edeceğini düşünmüştüm. Zaten ekip gelmeden evvel ne kadar vaktimiz kalmıştı ki?
Yüreğim en acılı biçimde burkuldu. ''Öyleyse bugün ölürsen muhtemelen aynı yası ikinci defa tutuyor olacağım. Eğer çok yakında senden nefret edeceğim konusunda ısrarcıysan şu an senin için duyduğum endişenin hiçbir önemi yok.'' İşte söylemiştim. ''Bak, şu an bile eskisi kadar önemli değilsin.'' Bana doğru atılıp kolumu tuttu ve aramızdaki adımı beni kendine çekerek kapatmıştı. Parmakları derime battı
Gözlerinde büsbütün karanlık bir ışıltı parlıyordu. Onları dikip bana baktı. Aynı zaman da içleri her zamankinden fazla arzu doluydu.
Odaklandı ve dudakları aralandı. Bakışlarından sonra dudaklarının dudaklarımı bulması yalnızca bir nefes süresi kadar zaman almıştı.
⚠️BÖLÜM SONU DEDİKODUSU! DÖKÜLÜN.?!⚠️
OPHELİA HAKKINDA ŞÜPHELERİNİZ VAR MI?!
Minik yıldıza dokunmak vereceğiniz en faydalı destek olacaktır. Burada olduğunuz için teşekkürler ♥️♥️♥️