BEYAZ FREZYA

By bulaoviolet

2.6K 189 1.8K

Ama söyle, daha kaç kış yaşatabilirim frezyaları? Daha kaç kış canlı tutabilirim umutları? Gün gelecek, sol... More

🍀
BEYAZ FREZYA
GİRİŞ
01 - SOKAĞIN DİLİ
02- SERÇE
03 - GEÇMİŞTEN GELEN YABANCI
04 - HİÇ OLMADIĞI KADAR YAKIN
05 - ÇIKMAZ YOL
06 - YARGISIZ İNFAZ
07 - GÜVENME DUYGUSU
08 - GERÇEĞİN DİĞER YÜZÜ
09 - ÖLÜMLE YAŞAM ARASINDA
10 - ÇARESİZLİK HİSSİ
11 - YARINI OLMAYAN BUGÜNLER
12 - KALBİN KAPALI KAPISI
14 - KOREL
15 - CİCİ KIZ VE YAKIŞIKLI
16 - GEÇ KALAN GERÇEK
17 - BİR PARÇA UMUT, BİR AVUÇ PİŞMANLIK
18 - VAVEYLA
19 - ON İKİ MEKTUP
20 - İÇİ BOŞ MEZARLAR
21 - BAHARI KATLEDEN FIRTINA
22 - DAVETSİZ MİSAFİR
23 - ZEHİRLİ DUDAKLARIN TADI
BABALAR GÜNÜ ÖZEL BÖLÜM
24 - KIRIK RUH PARÇALARI
BEYAZ FREZYA 2: FREZYA'NIN ÖLÜMÜ
25 - BİR KURŞUN BİR ÖLÜM
ÖZEL BÖLÜM: ÇOCUKLUK SANCISI
26 - YANGIN
27 - GERİYE KALAN KÜLLER
28 - BOYNUNDAKİ İZ
29 - SEÇİM

13 - SAVAŞ ALANI

46 5 97
By bulaoviolet

Hoşgeldiniz bi tanelerim 💜

İyi okumalar. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın 💙


"Sende olmazsan eğer, batar artık bu gemi."

Sezen Aksu - Unuttun mu beni?

Amerika'ya ilk geldiğim sene fazlasıyla içime kapanık bir çocuktum. Annem ve kardeşimin acısını henüz tam anlamıyla atlatamamışken bir de babam vurulmuştu, felçti ve artık bana kızım demekten bile acizdi. Bütün bunlar yetmezmiş gibi doğup büyüdüğüm ülkeden de gönderilmiştim ve ne bedenim ne de ruhum bütün bunları kaldıracak kadar güçlü değildi.


O zamanlar okuduğum okulda bir Türk hoca vardı, adı Orhan'dı. Hayata bakış açısı farklı, iyimser, en kötü olaylara bile iyi yönünden bakmayı başarabilen bir insandı. Her derste olduğu gibi onun dersinde de pek konuşmuyordum. Fakat ders aralarında anlattığı şeyler öylesine etkiliyorduki beni... Hayatımda hayran olduğum nadir insanlardan biriydi.

Bir gün Orhan Hoca'yı okuldaki dinlenme odasına çağırıp her şeyi anlattım. Çünkü çaresizdim. Çaresizdim ve henüz 13 yaşındaydım. Çaresizdim ve bu koca ülkede kimsem yoktu. Çaresizdim ve birilerine bir şey anlatmaya ihtiyacım vardı. Çaresizdim ve bir çocuğun hissetmesi gereken en son duygu çaresizlikti.

Orhan Hoca her lafımı büyük bir dikkatle dinlemiş, anlatırken geçirdiğim ufak krizlerde uzanıp gözyaşlarımı silmişti.

"Keşke büyüsem," demiştim Orhan Hoca'ya, ağlarken. "Büyüyünce unuturum, geçer. Keşke büyüsem."

Büyüyünce geçmez, Efil.

Büyümek yarayı sarmaz, yaraya tuz basar.

Bir saatin sonunda, "güzel kızım," dedi babam gibi. "Dünyaya bu kadar küçük yaşta göğüs germek zorunda kaldığın için çok üzgünüm. Fakat öğreneceksin. Öğreneceksin, kızım; güçlü kalmayı değil, güçsüzlüğü öğreneceksin; ayağa kalkmayı değil, düştüğün yerden devam etmeyi öğreneceksin; yaralarını sarmayı değil, o yaralarla yaşamayı öğreneceksin. Çünkü öğrenmek zorundasın. Neden biliyor musun? Çünkü yaşamak zorundasın. Peki neden yaşamak zorundasın, biliyor musun?"

O an susmuştum çünkü 13 yaşında ki bir çocuğun yaşamasını sağlayacak hiçbir şey yoktu.

"Çünkü yaşamazsan senin için yaşayanlarıda öldürürsün," diye devam etmişti Orhan Hoca.

O zaman ne demek istediğini anlamamıştım. Hala da anlamıyordum.

Enes Yalçın.

Benim anne tarafından kuzenimdi, dayımın oğlu. Dayımlar İzmir'de yaşıyordu ama Enes burada, dedemlerle kalmak istemişti.
Fakat Enes'le aramız çok kötüydü çünkü dayımlar annemle senelerdir küstü. Bizde o günden beri görüşmemiştik.

Dönem başında Arel'e iftara atan çocuğun aslında kuzenim olduğunu anladığımda sürekli ondan kaçıyor, onunla karşılaşmamak için sınıftan bile çıkmıyordum fakat şimdi anlıyordum ki Enes beni görmüştü. Kahretsin ki görmüştü.

"Kuzen mi?"

Arel birkaç saniye boyunca öylece yüzüme bakakaldı. Çatık kaşlarının altından bakan ela gözlerinde öfke yoktu. Hiçbir şey yoktu.

"Evet," dedi Enes alaylı bir ifadeyle. Gözleri hala üstümdeydi. Benimse gözlerim Arel'in ela gözlerinden ayrılmıyordu. "Sana söylemedi mi yoksa?"

PİÇ.

"Hayır," dedi Arel düz bir sesle. Bunları söylerken bakışları hala benim üzerindeydi. "Bilmiyordum."

İşte şimdi fena çuvallamıştım.

Enes omuzlarını silkti. "Yazık oldu," diye mırıldandı.

Daha sonra gözlerimi Arel'den ayırıp kaşlarımı çatarak Enes'e baktım. "Ne istiyorsun sen?"

"Seni görmeye geldim dedim ya," dedi kaşlarını kaldırarak. "İki kuzen oturup adam gibi sohbet edemeyecek miyiz yani?"

Enes'in üzerine yürüdüğüm sırada Arel kolumdan tutup beni engelledi fakat yüzüme bakmadı, bakışlarını direk Enes'e odakladı. "Şizofren orusbu çocuğu," dedi sert bir sesle. "O gece beni öldürmeye çalışan sendin değil mi?"

Enes umursamaz bir şekilde omuz silkti. "Neyden bahsettiğini anlamadım."

"Salağa yatma şerefsiz herif!" diyerek üzerine yürüdü Arel. "O gece arabayla beni öldürmeye çalışan sendin."

"Neyden bahsettiğini hiç anlamadım," dedi Enes. Gerçekten de salağa yatıyordu. "Ama anladığım kadarıyla akli dengen yerinde değil. Bir doktora görünsen iyi olacak."

Enes bu okula ne zaman, neden kaydolmuştu? Arel'le derdi neydi, ne istiyordu?

O sırada telefonumu gelen mesaj bildirimle titrediğinde telefonu cebimden çıkardım ve ekrana göz gezdirdim. Mesaj Yasin abidendi.

"Okuldasın, değil mi?"

Cevap yazacağım sırada durdum. Eğer Enes ona iftira atıyorsa ve bunu itiraf ederse, bunu kanıtlamak için elimde bir delil olacaktı.

Ve Enes'in yalanını ortaya çıkarırsam Arel'in bana güvenmekten başka şansı kalmayacaktı.

Hemen mesaj kısmından çıktım, ses kaydediciye girip bir kayıt başlattım ve telefonu kapatıp cebime attım.

Arel Enes'in üzerine doğru yürüdüğünde onu kolundan tutup geriye doğru çekmeye çalışırken Alaz sınıftan çıktı. Gözleri direk olarak Enes'e kaydığında hızlı adımlarla yanımıza geldi.

Alaz gözlerini Enes'e dikti. "Ne işi var bunun burada?"

Enes hafifçe sırıttı. "Ne o?" dedi küçümser bir ifadeyle. Rahatsız mı oldunuz Bay Korel?"

Alaz alayla sırıttı. "Aksine sevindim. Uzun zamandır birini yumruklamak istiyordum, seni gördüğüm iyi oldu."

Alaz Korel.

Kesinlikle hafife alınmayacak biriydi. Geçmişi ile ilgili bildiğim tek şey, 13 yaşındayken Fatih abinin onu yanına alıp büyüttüğüydü. Onun hakkında kesinlikle daha çok şey bilmeliydim.

"Enes," dedim gözlerimi Arel'den ayrıp. Alaz'ın bakışları ise benim üzerimdeydi. "Sen gelsene benimle, kuzen." dedim kuzen kelimesine vurgu yaparak.

Tam zamanı.

Enes'i kolundan tutup onu sürükleyerek koridorun sonuna götürdüm. Sertçe kolunu bırakıp karşısına dikildiğimde gözlerimi gözlerine diktim. "Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

Enes kaşlarını kaldırdı ve alayla sırıttı. "Ne yapıyormuşum?"

"Benimle derdin ne senin?" diye sordum. "Arel'in yanında kuzenim olduğunu söyledin de ne oldu? Kıçın göğe mi erdi?!"

"Asıl senin derdin ne?" diye sordu Enes sert bir sesle. "Asıl senin bu çocukla işin ne? Neden onun yanındasın?"

"Sanane be!" diyerek diklendim ona. "Benim kimin yanında olduğum seni ilgilendirmez."

"Seni aptal," dedi Enes, gözlerindeki küçümser ifadeyle. "O çocuğun ne mal olduğundan haberin bile yok. Gerçekten arkadaş olacak başka birini bulamadın mı?"

"O benim arkadaşım falan değil."

"O halde neden onun yanındasın?"

Bunu bilmek istediğini hiç sanmıyorum.

"Neyse ne," dedim sert bir şekilde. "Konumuz bu değil."

Başını öne eğip sinirle güldü. "Demek öyle." Kafasını kaldırdı ve yeniden yüzüme baktı. "Peki söyle bakalım sevgili kuzenim, konumuz tam olarak ne?"

Omuzlarımı dikleştirdim. "Arel'in dedikleri doğru mu? O gece onu öldürmeye çalışan sen miydim?"

Enes bir an bile düşünmedi ve, "bendim," dedi sanki harika bir şey yapmış gibi, gururla.

O sırada ciğerlerime dolan öfkeyle, "gerizekalı herif!" diye bağırdım onu ittirerek. "O arabada bende vardım ve ölebilirdim! Hasta mısın sen?"

Enes'in gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Ne?"

"Bana bak," dedim gözlerinin içine bakarak. "Arel'den uzak dur, beni anladın mı? Uğraşma onunla."

Çünkü onunla uğraşması gereken kişi sen değilsin.

Enes çenesini dikleştirdi. "Ne o?" dedi ciddi bir sesle. Daha sonra Arellerin olduğu tarafa baktığında bende gözlerimi oraya çevirdim. Alaz Arel'e bir şeyler söylüyordu, sinirliydi. Arel'in gözleri ise bizden ayrılmıyordu. "Ona çok mu değer veriyorsun?"

Enes'in sorusuyla gözlerimi tekrar ona çevirdiğimde sinirli bir nefes aldım. Ona değer verdiğim falan yoktu.

"Hayır," dedim hızlıca. "Onu adam gibi tanımıyorum bile."

"Öyleyse neden onu bana karşı savunuyorsun?"

Aptal herif. Onu değer verdiğim için değil, değer verdiği her şeyi elinden almak için savunuyorum.

"Çünkü haksızsın," dedim düşünmeden.

"Hiçte bile."

"Onun sana bir şey yapmadığını ikimizde biliyoruz." Bunu neye dayanarak söylediğimi bilmiyordum. "Neden böyle bir şey yaptın?"

"Evet, Arel bana hiçbir şey yapmadı. Ben kendimi dövdürdüm." Sinsi bir şekilde güldü. "İstersen git söyle. Hiç bir şey ispatlayamazsın."

İşte, duymak istediğim şey buydu.

İspatlayamam sanıyordu ama ben istediğimi çoktan almıştım.

"Sen aklını kaçırmışsın!" Kafamı öfkeyle iki yana salladım. "Neden böyle bir şey yaptın?"

Enes sinirli bir nefes verip bana bir adam yaklaştığında bende bir adım geriledim. "Babam ve Arel'in babası Oğuz Sayman, uzun zamandır ortak."

Kaşlarımı çattım. Dayım, Sergen Yalçın ve Oğuz Sayman ortak mıydı?

Bu bir şaka falan mıydı?

"Eee yani?" dedim şaşkınlığımı gizlemeye çalışarak. "Sırf bunun için mi iftira attın yani?"

"Hiçbir şey bildiğin yok."

"Anlatta bileyim o zaman!" Dayanamayıp bağırdığımda gözlerim yeniden Arel'e kaydı. Kollarını göğsünde bağlamış, duvara yaslanmış bir şekilde bana bakıyordu. Bakışlarını kırgınlık kontrol ediyordu. Öfke yoktu.

"Efil," dedi Enes. Bakışlarımı ona çevirmedim. Gözlerim, Arel'in kırgın bakışlarında tutsak kalmıştı. Bakışlarımı kaçırmaya cesaretim yoktu. "Efil, dedim."

Enes ikinci kez bana seslendiğinde gözlerim tekrar ona çevrildi. "Arel babasından babamla olan ortaklığını bitirmesini istemiş."

Dudaklarım şaşkınlıkla araladığında, "Nasıl yani, neden?" diye sordum.

Omuz silkti. "Bilmiyorum. Oğuz Sayman'da bir anda ortaklığı bitirmiş, sırf biricik oğlu istedi diye. Senelerce ilerleyen sözleşme bir anda bitince olan babama oldu tabi." Öfkeyle Arel'e doğru baktı. "Bu piç ve ailesine hiç bir şey olmadı Efil, hiç bir şey. Fakat babamın tüm işleri bir anda altüst oldu. Neredeyse batıyorduk."

Siktir.

Saymanlar neden ailemdeki herkese zarar vermek zorundaydı? Benim sınavım neden onlardı?

"Oğuz Sayman sırf Arel istedi diye ortaklığı bitirmez," dedim hızlıca. O kadar salak bir adam değildi. "Arel Oğuz Sayman'ın umurunda bile değil."

"Sadece o da değil," dedi Enes. "O piç kurusu yüzünden ben babamdan saatlerce dayak yedim, Efil. O aptal yüzünden babam benden nefret ediyor."

Dudaklarım şaşkınlıkla aralarındığında, "bu da ne demek?" diye sordum kısık bir sesle. Alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum.

"Ne olduğunu seni ilgilendirmez," dedi başını sallayarak. "Bu onunla benim aramda. Sen karışma."

Gözlerimi Enes'ten ayırıp bakışlarımı yere sabitledğimde gözümün önüne gelen saçlarımı umursamadım. Dayımdan iğrensemde, o benim dayımdı. Ailem, annemden kalan tek şey.

Ama Arel Sayman, benim hiç bir şeyim değildi. Benim hayatımı kurtarmış olması benim öfkemi dindirmemiş, kinimi söküp almamıştı. Olmuyordu. Babamın o hali gözümün önüne her geldiğinde, Arel'in benim için kanlar içinde yatan bedeni ruhum için hiç bir şey ifade etmiyordu.

Ama şimdi olmazdı. Onun güveni, onun merhameti, bana lazımdı.

Önce güvenini alacaktım ondan. Sonra merhametini, sonra ruhunu... Ondan geriye hiç bir şey kalmayacaktı. Ben tükenmiştim, o da tükenecekti.

"Senin yüzünden az kalsın okuldan alınacaktı," diyerek Arel'i savundum. "Senin attığın iftira yüzünden babası onun hayatını cehenneme çevirecekti! Neden yaptığın beni ilgilendirmez, bu yaptığın iğrenç bir şey!"

Enes bu sahte savunmaya inanmış olacak ki, "yani onun yanındasın," dedi dişlerini sıkarak. "Öyle mi?"

Eğer şimdi Enes'in yanında olursam, Arel'in güvenini kazanmadan kaybederdim. Bu yüzden şimdi başka bir role girmem gerekiyordu: Yeni sınıf arkadaşının yanında olan iyi arkadaş rolleri.

"Ben Arel'in yanındayım," dedim. "Ne dersen de."

"Beni karşına alıyorsun yani," dediğinde bir adım daha yaklaştı, alev alan bakışları artık yangına dönüşmüştü. "Öyle mi?"

"Öyle." dedim sert bir sesle. "Defol git şimdi."

"Pişman olacaksın," dedi öfkeli nefesini verirken. "Hemde çok."

Daha sonra göz temasını kesip yanımdan geçip gittiğinde telefonumu çıkardım ve ses kaydını kaydettim. Enes uzaklaşırken, bakışlarım karşımdaki duvara, ardından Arel'e döndü. Adımlarım ona doğru ilerleyemedi. Öylece kaldım orada. Ben bir şey yapmadan, Alaz hızlı adımlarla yanıma geldi. Karşıma dikildiğinde öfkeli bakışlarına üzerime dikti.

"Bana bak, sen ne ayaksın?" dedi öfkeyle. "Derdin ne senin, ha?"

Arel, yavaş adımlarla bize doğru yaklaşırken bakışlarım Alaz'daydı. Kahverengi gözleri, alışkın olduğum bir öfkeyle değil, daha önce hiç hissetmediğim bir ifadeyle bakıyordu.

"Sana diyorum, Efil! Konuşsana."

"Alaz," dedi Arel, düz bir sesle. Alaz'ı kolundan tutup hafifçe geriye doğru çekti. Gözleri ise benden ayrılmıyordu. "Yapma."

"Neyi yapma?" dedi Alaz Arel'e dönerek. "Sana iftira atan çocuk, bu kızın kuzeni ulan! Ve bunu bizden sakladı. Ne yapma?"

"Size söyleyecektim!" diye bağırdım Alaz'a doğru, yine yalan söyledim. "Söyleyecektim ama..."

"Hala ama diyor anasını satayım ya!" Alaz öfkeyle Arel'e döndü. "Sana bu kıza güvenmememiz gerektiğini söylemiştim!"

Alaz'ı umursamadan, "aramız çok bozuktu," dedim Arel'e. "Uzun süredir konuşmuyorduk ve..."

"Açıklama yapmak zorunda değilsin."

"Yani, bana kızgın değil misin?"

Bu cümleden bunu mu çıkardın? Gerçekten mi Efil?

Dudaklarını aralayıp bir şey söylecek oldu fakat çalan ders ziliyle dudaklarını kapattı ve yeniden araladığında, "sonra konuşuruz," dedi durgun bir sesle.

O sırada ses kaydını hatırladığımda "Benim sana bir şey göstermem gerek," dedim.

"Sonra," dedi ve başka hiçbir şey söylemeden sınıfa doğru ilerlemeye başladı.

O sırada Alaz'ın, "Efil," diyen öfke dolu sesini duyduğumda stresli bir nefes verip gözlerimi ona çevirdim. "Ne var?"

Alaz üzerime yürüdü ve, "bir daha," dedi dişlerini sıkarak. "Sakın kardeşimin güvenini boşa çıkaracak bir şey yapma. Yoksa seni mahvederim."

Onu umursamadım. Cevap bile vermeden hızlı adımlarla sınıfa doğru ilerledim. Alaz bana güvenmiyordu, haklıydı. Bu hikayenin polyanası Arel'di. Beni asıl ilgilendiren de oydu.

Sınıfa girdiğimde gözlerim direk olarak Arel'i buldu. Sırasına yaslanmış ve kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde Emre'yle konuşuyordu.

Ona bakmadan ilerlemeye devam edip sırama ulaştığımda bir an durup okula geldiğim günü anımsadım.

"Ne bakıyorsun öyle? İlk defa mı çantasını sırasına yerleştiren bir kız görüyorsun?"

"Hayır ama ilk defa çantasını benim sırama yerleştiren bir kız görüyorum."

Kahretsin ki şu kısacık zamanda bir sürü şey birikmişti ona dair kafamda. Söyledikleri kafamın içinde yankılanıyordu. Kafamı iki yana sallayarak düşüncelerden kurtulmak istedim.

Yerime otururken "Öğle arası bir maça var mısın?" diye sorduğunu duydum Emre'nin.

Arel ellerini cebine attı ve alayla sırıttı. "Karşımda oynayacaksın ama."

Emre onun omuzuna vurdu. "Yenileyim diye yapıyorsun değil mi?"

Arel kahkaha attığında Emre de güldü ve Arel'omuzunu sıktıktan sonra sırasına doğru yürüdü.

Arel de yerine, çaprazıma oturduğunda görüş açıma sarı saçları girdi; hafif dalgalı, koyu renkte ve oldukça parlak görünüyordu.

Kafamı başka bir yöne çevirmeye niyetlendiğim sırada erkek bir hoca, elinde çayı ve siyah dosyasıyla sınıfa girdi. Üzerinde kareli bir gömlek ve kot bir pantolon vardı.

Fer Koleji'nde böyle sade öğretmenler bulmak zordu. Çünkü genellikle hepsi takım elbiseli, sanki okula değilde şirkete geliyormuş gibi giyinen tiplerdi. Gerçi buranın dünyaca ünlü bir okul olduğunu düşünürsek bu çokta garip değildi.

Hoca yoklama almaya başladığında kafamı duvara yaslayıp perdenin arkasından dışarıyı izledim.

Arel'in bana karşı olan güvenini inşa edemeden yıkmıştım ve bana güvenmesini sağlayamazsam hayatına tam anlamıyla girmek için bir şansım olmayacaktı.

O ses kaydını dinlerek kuzenime ihanet edecek ve güvenini kazanacaktım. Bunu yapmak zorundaydım ve yapacaktımda.

"934, Mavi Delier?"

Mavi'nin ince sesi kulaklarıma doldu. "Burada hocam."

Yüzümü buruşturdum.

"781, Ozan Derman?"

"Burada."

"824, Emre Dizçökmez?"

"Buradayım."

"909, Arel Sayman?"

Arel sol elini kaldırdı. "Burada hocam."

"718, Alaz Korel?"

Alaz sıkıntılı bir nefes verip, "Buradayım," dedi.

Hoca yoklamayı sürdürerken bende dışarıyı izlemeye devam ettim.

"464, Efil Soytürk?"

Hocanın sesiyle yerimden sıçradığımda birkaç saniye öylece sınıfa baktım. Fakat çabuk toparladım. "Buradayım hocam."

"181, Irmak Çağlayan?"

Ses çıkmadı.

"Mücahit Hocam, Irmak'ı yok yazmayın," dedi Mavi arka sıradan. "Eczaneden ilaç alıp gelecekti."

Arel hareketlendiğinde arka sıralardan Emre'nin sesini duydum. "Ne ilacı ya? Nesi var?"

Mavi omuz silkti. "Ne bileyim ben."

Birkaç dakika sonra sınıfın kapısı çaldığında Mücahit hocanın, "Gel," diyen sesiyle Irmak içeri girdi. Elinde küçük bir ilaç poşedi vardı. "Özür dilerim hocam," dedi nefes nefese kalmış bir şekilde. "Geciktim."

"Geç otur kızım."

Irmak, siyah, uzun saçlarını arkasına atarak sırasına doğru yaklaştığında beni görüp gülümsedi. Bende dudaklarıma sahte bir tebessüm yerleştirerek ona karşılık verdim.

Irmak yanıma otur oturmaz Arel arkasını dönüp, "düşündüğüm şey mi?" diye sordu, sesinde endişe sezdim.

Irmak ağır ağır başını salladı, "endişelenmeni gerektirecek bir durum yok," dedi gülümseyerek. "Bu genetik bir şey, biliyorsun." Birden gülümsemesi soldu. "Sen nasıl oldun?"

"Ne?"

"Baban hasta olduğun için okula gelemediğim söyledi," diye açıklama yaptı Irmak. "Şimdi nasılsın?"

Arel bir an, "şey," diyerek bocalasada çabuk toparladı. "Daha iyiyim, merak etme."

Irmak yüzündeki samimi gülümsemeyle başını salladığında Arel bana bakmadan önünde döndü.

Bir Arel'e, bir Irmak'a bakarken, "çok yakınsınız galiba," diye sordum Irmak'a dayanamayarak.

Irmak şaşkın bakışlarını bana çevirirken bu soruyu hiç beklemediğini anlamıştım. Kaşlarını kaldırarak, "Anlamadım?" dedi.

Arkamdaki kalorifere yaslandım ve kollarımı göğsümde bağladım. Göz ucuyla Arel'e baktığımda önündeki kitaplarla ilgileniyor ve hocayı dinliyor gibi görünüyordu fakat kulağının bizde olduğunu biliyordum.

"Arelle diyorum," dedim bakışlarımı Irmak'a çevirirken. "Çok yakınsınız galiba."

"Haaa," dedi Irmak gözlerini kaçırarak. Saçlarını kulağının arkasına götürdü. "Sayılır." Daha sonra hafifçe tebessüm ederek gözlerini Arel'e çevirdi. "Çocukluktan beri arkadaşız."

"Aman ne güzel," dedim ve bakışlarımı Irmak'dan çekip dışarıyı seyretmeye devam ettim.

"Ya sen?" dedi birden Irmak.

Kaşlarımı çatarak, "Ne ben?" diye sordum.

"Bu okula daha yeni geldin fakat sanki Arelle yıllardır tanışıyormuş gibisin. Sürekli beraber takılıyorsunuz."

Keyfimden takılıyorum sanki.

"Sayılmaz," dedim omuzlarımı indirip kaldırırken. "Normal arkadaşlarız işte." Bakışlarım onda değildi, fakat beni dinlediğini biliyordum.

Dersi bitiren zil çaldığında sıradan kalktım ve Arel daha kitaplarını bile toplamadan karşısına dikildim. Beni fark edince kitaplarını toplamayı bırakıp, "Ne oldu?" diye sordu.

"Bana kızgın mısın?" diye sordum bir anda.

Kafasını iki yana salladı. "Hayır."

"O halde neden böyle davranıyorsun?"

"Nasıl davrandığımı düşünüyorsun bilmiyorum ama gayet normal davranıyorum."

Ellerimi sıranın üstüne koydum. "Kızgınsın Arel, bunu göremeyecek kadar aptal değilim."

"Efil," dedi nefesini vererek ve gözlerini kapattı. Tekrar açtığındaysa, "kızgınlığım geçer, kırgınlığım kalır benim," dedi. "Bu okula ilk geldiğin günden beri sana güvenmemi istedin ama o güveni inşa etmeden yıktın. Böyle bir durumda sana güvenmemi bekleme."

"O güveni inşa edeceğim," dedim kendimden emin bir sesle. "Benimle gel, sana göstereceğim."

Arel duraksadı ve yeniden nefesini verdi. "Pekala, sakin bir yere geçelim o halde."

"Nereye?" diye soran Alaz'a doğru baktığımda Arel adımlarımı durdurup Alaz'a döndü. "Efil'in bana göstermesi gereken önemli bir şey varmış."

"İkinizin de görmesi gereken bir şey aslında," dedim gözlerimi Alaz'dan ayırıp Arel'e çevirirken. Alaz'ın da bilmesi gerekiyordu. Bana güvenmesini beklemiyordum ama en azından nefretini kazananmamaya dikkat etmeliydim.

"İyi," dedi Alaz. "Gidelim o zaman."

Arel sıradan yavaşça doğruluğunda Alaz'da ona yardım etti. Adımlarımızı kapıya doğru çevirip koridora çıktığımızda Arel, "Ne göstereceksin?" diye sordu merakla.

"Burada değil," diye mırıldandım. "Bahçeye çıkalım, arka bahçeye."

Arka bahçeye ulaştığımızda hiç kimsenin bizi görmediğinden ve dinlemediğinden emin olduktan sonra cebimden telefonumu çıkardım ve kaydettiğim ses kaydını açtım.

"İkimizde sana bir şey yapmadığını bal gibi biliyoruz."

Sesimi duyan Alaz," Ne bu?" diye sordu meraklı bir tavırla.

"Bekleyin," dedim fısıldayarak. "Sadece dinleyin."

"Evet, Arel bana hiç bir şey yapmadı."

Arel ve Alaz, Enes'in sesini duyduklarında gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Fakat sustular ve sadece dinlediler.

"Ben kendimi dövdürdüm."

Enes'in itirafıyla beraber Arel yumruklarını sıktı. "Biliyordum."

"Sen aklını kaçırmışsın! Neden böyle bir şey yaptın?"

"Babam ve Arel'in babası Oğuz Sayman, senelerdir ortak."

"Ne?!"

Arel'in yüksek çıkan sesiyle ses kaydını durdurup bakışlarımı ona çevirdim.

"Bir dakika ya," dedi bocalamış bir şekilde, bakışlarını bana çevirdi. "Enes'in babası senin neyin oluyor?"

"Dayım."

Şaşkınlığı daha da arttı. "Yani sen..."

"Evet, Arel," dedim derin bir nefes vererek. "Sergen Yalçın, benim dayım."

Arel'in şaşkınlığı gittikçe artarken, "Dahası var," diye mırıldandım.

"Arel babasından babamla olan ortaklığını bitirmesini istemiş."

"Nasıl yani, neden?"

"Bilmiyorum. Oğuz Sayman'da bir anda ortaklığı bitirmiş, sırf biricik oğlu istedi diye. Senelerce ilerleyen sözleşme bir anda bitince olan babama oldu tabi. Bu piç ve ailesine hiç bir şey olmadı Efil, hiç bir şey."

Arel sinirle ellerini saçlarına geçirdi. "Piç kurusu!" dedi öfkeyle. "Geberteceğim seni!"

Alaz ellerini beline koydu ve, "Sen bu ses kaydını nasıl aldın?" diye sordu.

"Onunla konuşamadan önce kaydediciyi açmıştım zaten," dedim tek nefeste. Daha sonra gözlerimi sinirle bahçede gezinen Arel'e çevirdim. "Babandan neden böyle bir şey istedin?"

"Babam ortaklığı ben istedim diye bitirmedi," dedi Arel kafasını sallayarak. Tahmin etmiştim.

"Öyleyse neden bitirdi?" diye sordum üzerine yürüyerek.

Arel sorduğum soruyla duraksayıp bakışlarını bana çevirdi. "Sen," dedi sesinin yükselmemesi için çaba gösterirken. "O adamın ne yaptığını biliyor musun?"

Bir anda yeşil gözlerime yerleşen öfkeli ifadeyle ona baktım. "Ne olursa olsun, o benim dayım." Sesim sakindi. "Ailem."

Arel dişlerini sıktı ve, "O dayım, dediğin adam," dedi kaşlarını kaldırarak. Sesinden bile anlaşılıyordu dayımdan nasıl nefret ettiği. "Beni daha küçücük bir çocukken babamdan para karşılığı satın almak istedi."

Gözlerim şaşkınlıkla büyürken, dudaklarım aralandı fakat diyecek bir şey bulamadım. Bir insanı mal gibi satın almak nasıl bir iğrençlikti böyle!

Bir şey söylemek istedim fakat ne söyleyeceğimi bilemediğimden dudaklarımı geri kapattım. "Ama..."

Devamını getiremeden Arel alayla sözümü kesti. "Ama o senin dayın ve böyle bir şey yapmaz, değil mi?"

Kafamı iki yana salladım. "Hayır," dedim yutkunarak. "Onun nasıl bir herif olduğunu biliyorum." Aklıma bize ve anneme yaptığı şeyler gelince durdum ve derin bir nefes aldım. Daha sonra konuyu dağıtmak için, "fakat, neden seni satın almak istedi?" diye sordum.

Arel ve Alaz birbirine baktı. Arel, daha sonra omuzlarını dikleştirerek, "sadece bu olsaydı keşke," dedi. "Ne kadar pis iş varsa, babamı da alet etti hepsine. Ailemizi mahvetti. Babamı dolandırdı, neredeyse her şeyimiz elimizden gidiyordu. Babam bu yüzden ortaklığı bitirmek istedi."

Sustum. Oğuz Sayman ne kadar iğrenç bir adamsa, dayımda o kadar iğrenç bir adamdı.

Ben gözlerimi Arel'in gözlerinden ayıramazken, bahçede ölüm sessizliği vardı. Ona ne tepki vereceğimi bilemediğimden dudaklarım birbirine kilitlenmişti. Haklı mıydı? Benim ailem onun ailesini, onun ailesini benim ailemi mahvetmişti.

Neydi bu? Neyin savaşıydı? Belki bu savaşın sebebi, Oğuz Sayman'ın babamı vurması değildi.

Belki de bu savaş, daha önceden başlamıştı.

Belki bu savaşı başlatan ben değildim ama, bitiren ben olacaktım.

"Bu ses kaydını WhatsApp üzerinden sana atacağım," dedim Arel'e dönerek. "Sen de babanı dinlet, böylece masumluğun kanıtlanır."

Arel başını salladı. "Pekala."

Fakat bu mevzunun burada kapanmayacağına emindim. Olanlar Sergen Yalçın'ın, yani dayımın kulağına gittiğinde neler olacağını tahmin dahi etmek istemiyordum.

Okul çıkışında, okulun otoparkında öğrencilerin arabasının dışında bir araba daha vardı: Yasin abinin arabası.

Otoparka geldiğimde gözüme ilk çarpan şey arabanın önünde kollarını bağlamış bir şekilde beni izleyen Yasin abi oldu. Arel ve Alaz kendi arabalarına doğru ilerlerken bende adımlarımı Yasin abiye çevirdim.

"Günün nasıl geçti?" diye sordu Yasin abi, yaslandığı arabadan doğrulurken.

"İyi sayılır."

Gözlerimi Arel'den tarafa çevirdiğimde bir anlığına göz göze geldik. Ardından Arel'in gözleri Yasin abiye döndüğünde bakışları aynı hastanede olduğu gibi buz kesti, ardından daha fazla bakmadan başını çevirdi.

"Bir şey mi oldu?"

Bakışlarımı tekrardan Yasin abiye çevirdim. "Sonra anlatırım."

"Sonra anlatırım, dedim ya." Sebepsiz yere iç çektim. "Arelle gideceğim ben."

Kaşlarını çattı. "Nereye?"

"Bir mekana. Şarkı söyleyecek, onunla gelmemi istedi."

Yasin abi kafasını aşağı yukarı sallayıp cebinden bir sigara paketi çıkardı. "Müziğe ilgisi var mıymış?" diye sordu sigarasını yakmadan önce.

Omuz silktim. "Ne bileyim ben. Varmış demek ki."

"Pekala, git," dedi Yasin abi düz bir sesle. Sigarasını ağzına koyup içine çekti. "Geç kalma yeter."

Başımı sallayıp adımlarımı Arel'in arabasına çevirdim. Onların yanında durduğumda her ne konuşuyorlarsa sustular.

"Mekana mı geçeceksiniz?" diye sordum Arel'e dönük bakışlarımla.

"Evet," dedi Arel. Daha sonra bakışlarını Alaz'a çevirdi. "Alaz da gelecek."

"Ama senin dikişlerin yok mu?" diye sordum umursuyormuş gibi görünmeye çalışarak. "Yani bu kadar süre ayakta durman..."

"İyiyim ben," dedi nazikçe sözümü keserek. "Merak etme."

Ya, bir merak ediyorum ki sorma.

"Peki," dedim gözlerimi ondan ayırmazken. "Bende geliyorum."

Arel'in elalarının parladığını gördüm. "Sahi mi?"

"Evet." Gözlerimi Alaz'a çevirdim. "Rahatsız olacaksan eğer..."

"Umurumda bile değil," diyerek sertçe sözümü kesti Alaz. Daha sonra kendi arabasına doğru ilerlediğinde Arel'e çaktırmadan ona göz devirdim. Alaz Korelle başa çıkmak fazlasıyla zordu.

"Ona aldırma sen," dedi Arel, kendi arabasına doğru ilerlerken. "O sadece..."

"Bana güvenemediğini biliyorum," diyerek sözünü kestiğimde, "Alaz kolay kolay insalara ısınan ya da güvenen biri değil," dedi hazırcevap bir şekilde. "Senlik bir şey değil bu."

Arel sürücü koltuğunun kapısını açtı ve, "bin hadi," dedi, ardından arabaya bindi. Ardından bende -hiç istemesemde- arabaya binerek yan koltuğa yerleştim ve saniyeler sonra okuldan ayrıldık.

Alaz hemen önümüzde ilerlerken Arel de normal bir hızla onu takip ediyordu. Yola çıktığımızdan beri sessizliğini koruyor, gözlerini yoldan ayırmıyordu.

Kafama cama yaslayıp gözlerimi gökyüzüne çevirdiğim anda, "korkma," dedi Arel sessizliği bozarak.

Gözlerimi yeniden ona doğru çevirdim. "Ne?"

"Yola çıktığımızdan beri çizelgeye bakıp duruyorsun." Gözlerini yoldan ayırıp bana baktı. "O gece hız yaparak seni korktuğum için özür dilerim fakat merak etme, bu sefer ne olursa olsun saçma sapan şeyler yapıp hayatını tehlikeye atmayacağım."

"Benim hayatımı tehlikeye atan sen değildin," dedim geriye doğru yaslanırken. "Bir şeyler için kendini suçlamayı bırak."

Dudakları alayla kıvrıldığında kaşları havaya kalktı. "Bunu sen mi söylüyorsun?"

Gözlerimi devirdiğimde Arel sesli bir şekilde güldü. Ardından iç çekerek, "teşekkür ederim," dedi.

Hiç beklemediğim bu cümleyle kaşlarımı çattım. "Neden?"

"O ses kaydı için," dedi sanki bir sır söylüyormuşçasına sesini alçaltarak. "Bilmeden de olsa beni boktan bir hayata sürüklenmekten kurtardın. Çok teşekkür ederim."

Dudaklarım kurudu. "Buna gerek yok. Teşekkür için falan yapmadım. Fakat kuzenimde olsa yaptığı şey iğrençti." Yüzümü buruşturdum. "Üstelik bizi öldürmeye çalıştı. Gerçek anlamda doktora görünmesi gereken bir ruh hastası. Başına gelen her şeyi hak ediyor."

Arel iç çekerek gözlerini yeniden yola çevirdiğinde ışıklara geldik. Kırmızı ışığın yanmasıyla beraber Arel frene bastı. "Sergen denen o herifle..." Boğazını temizledi. "Yani, dayınla. Dayınla nasıl bir ilişkin vardı?"

Rolleri mi değiştik Sayman? Şimdi sen mi beni tanımaya çalışıyorsun?

Bu zor bir soruydu. Bu yüzden sorusuna aldırmadan, "bana hala kızgın mısın?" diye sordum. "Ya da kırgın."

"Lütfen sadece soruma cevap ver."

Sesi ne tehtitkar, ne emir verir gibiydi. Daha çok nazik ve rica eder gibi çıkmıştı.

Dudaklarımı ıslatarak "Dedim ya," dediğimde gözlerimi kaçırdım. "Annem ve dayım çocukluğumdan beri küsler. Bu yüzden dayımla ve ailesiyle de uzun zamandır ne görüşüyor ne konuşuyorum."

Ağır ağır başını salladı. "Anladım."

Kafamda hala türlü türlü şey dönüyordu. Dayım nasıl oluyordu da el kadar çocuğu satın almaya kalkıyordu? Neden yapmıştı bunu? Oğuz Sayman'la aralarında ne vardı?

Acaba Yasin abiye mi sormalıydım? İçimden bir kes onun bu konu hakkında bir şeyler bildiğini söylüyordu.

Yeşil ışık yandığında Arel gaza bastı ve az sonra "Bu arada," dedi bir şeyi hatırlamış gibi. "Artık bana borçlu hissetmene gerek yok."

Gerildiğimde ellerim terledi. "Sana borçlu hissettiğim falan..."

"Senin önüne atlayıp hayatını kurtardığım için bana borçlu hissettiğini biliyorum," dedi aklımı okumuşçasına. "Hissetme, Efil." Bana baktı, sonra gözlerini yeniden yola çevirdi. "Çünkü bir borcun yok. Ama illa da var diyorsan eğer, artık yok. Çünkü sen yaptığın şeyle o borcu ödedin." Direksiyonu sola kırdı, mekanın olduğu sokağa girdi. "Asıl ben sana olan borcumu nasıl ödeyeceğim, bilmiyorum."

Ellerim daha çok terlediğinde araba fazlasıyla sıcak olmasına rağmen ellerimi cebime soktum. Gerildiğimi anlamasını istemiyordum. "Kimsenin kimseye bir borcu yok," dedim sakin görünmeye çalışarak. "Kapatalım artık bu konuyu."

Arel gülümsedi, gamzelerini gördüm. "Nasıl istersen." Mekanın önüne geldiğimizde Alaz çoktan arabasını park edip içeriye girmişti bile.

"Senden son bir şey isteyeceğim," dedi Arel arabadan inmeden hemen önce.

Bıkkın bir nefes verdim. "İste."

Gözlerimin içine baktı. "Az sonra söyleyeceğim şarkıyı sen seçer misin?"

Cebimdeki ellerimin daha çok terlediğini hissettim. Bunu beklemiyordum. "Neden benden böyle bir şey istiyorsun?"

"Aklımda pek şarkı yok," diyerek omuzlarını indirip kaldırarak. "İçimden bir ses senin şarkı zevkinin güzel olduğunu söylüyor. Bence bana şarkı önerebilirsin."

Gözlerimi devirdim. "İçindeki seste ne gevezeymiş."

O da gözlerini devirdi fakat benim aksime baya keyfili görünüyordu. "Huyu kurusun, öyledir."

"Benim de aklımda hiç şarkı yok," diye homurdandım. "Şansına küs."

Arel inatlaşmaya devam etti. "Eğer bana hemen bir şarkı söylemezsen sahneye çıkmam."

"Çıkmazsan çıkma," diyerek umursamaz bir şekilde omuz silktim. "Çokta umurumda."

"Peki." Hala inatlaşıyordu. "O halde sahneye çıkmam ve müşterilere çok ayıp olur çünkü benim sesimi çok seviyorlar. Eh, ben olmadığım için haliyle keyif almazlar ve müşteriler keyif almazsa mekan sahibi çok bozulur. Sonra da beni arayıp bir güzel azarlar. Bende sırf beni azarladığı için bu mekana bir daha gelmem ve böylece müşterisi de azalmaya başlar. Müşterisi azalınca mekan sahibi kısa sürede iflas eder ve mekanı kapatmak zorunda kalır. Geçimini bu mekandan sağladığı için mekan kapandıktan sonra beş parasız ortada kalır ve... "

"Yeter!" diye bağırdım dayanamayarak. Bu çocuk delirmiş olmalıydı. "Resmen felaket senaryosu yazdın iki dakikada. Ağzından hiç adam akıllı bir şey çıkmaz mı senin?"

"Ben olacakları söylüyorum," dedi sırıtarak.

"İnadım inat diyorsun yani."

"Bana bir şarkı söyle de gidelim diyorum." Başıyla önünde durduğumuz mekanı işaret etti. "İnsanları bekletmek istemem."

Pes edercesine bir nefes verdim. Bu çocuk gerçekten beni delirtecekti. "Dört Yüz - Yalvartma."

🎶

"Hoşgeldiniz efendim, ne alırdınız?"

Alaz başını kaldırıp garsona baktı. "Rakı."

Garson başını hafifçe sallayıp bana döndüğünde, "su," dedim sadece.

İçki içmek benlik değildi. Hele gündüz vakti içmek, hiç sevdiğim bir şey değildi.

Garson yanımızdan ayrıldığında Alaz elini cebine uzattı ve bir sigara paketi çıkardı. içinden bir tane sigara alarak dudaklarının arasına yerleştirildi.

Alaz'la aynı masada oturmamıza rağmen benden uzaktaydı ve dakikalardır ağzını açmamıştı. Bense onu umursamak yerine Arel'in sahneye çıkmasını bekliyor, bir yandan da etrafı izliyordum.

Arel'i ilk defa şarkı söylerken gördüğüm yerdi burası. Yine aynı masada oturuyordum ve o gün hissettiğim duygularla bugün hissettiğim duygular arasında hiçbir fark yoktu. Kafamda Ah Canım Sevgilim çalarken gerçek anlamda bir dejavu yaşadığımı fark ettim.

O sırada Arel sahneye çıktığında gözlerim direk olarak ona kitlendi. Alaz da sigarasını söndürüp küllüğün üzerine bırakmış gülümseyerek onu izliyordu.

Onu burada ilk gördüğüm gün üzerinde beyaz bir gömlek vardı, şimdiyse baştan aşağı siyah giyinmişti. Sarı ve dağınık saçları özenle taranmıştı.

Alkış sesleri bir anda mekanın içini doldurduğunda, "Heyt be!" diye bağırarak ıslık çaldı. "Fişek gibi olmuşsun fişek!"

Bense susup gözlerimi kaçırdım.

Sahneye çıktığında yankılanan alkış sesleriyle beraber etrafta başka seslerde duyuluyordu. Bu seslerden biri de, yan masadaki kızların konuşmasıydı.

"Ya bu Oğuz Sayman'ın oğlu değil mi? Ne işi var bunun burada?"

"Ne bileyim kızım, gözünü para hırsı bürümüş demek. Baksana, hayvan kadar zengin babası var, hala daha fazla para kazanmak için götünü yırtıyor."

"Görgüsüz, nankör ne olucak!"

"Ay, ama çok yakışıklı!"

"Hmm, öyle."

Alaz konuşmaları duyduğunda ıslak çalmayı bıraktı ve kafasını başka yöne doğru çevirerek ağzının içinde bir şeyler homurdandı. Derken az sonra masaya gelen rakısını kafasına dikti. Sinirli nefes alışlarını duyabiliyordum.

Sahi, Oğuz Sayman'ın haberi yok muydu bundan? Tahminime göre yoktu. Eğer olsaydı Arel'in şarkı söylemesine müsade etmezdi. İyi de şimdiye kadar nasıl duymamıştı bunu? Kafamda o kadar soru vardı ki bunlardan nasıl kurtulacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Arel mikrofonu hafifçe kavradığında orkestra ekibi de şarkıyı çalmaya başladılar. Şarkının melodisi kulaklarıma dolduğunda kalbim göğüs kafesimi delecek gibi atmaya başladı.

Arel şarkıya başlamadan önce gözlerini etrafta gezdirdiğinde gözleri direk beni buldu. Beni görür görmez dudaklarına yerleştirdiği hafif tebessümle şarkıyı mırıldanmaya başladı.

"Gel, yeniden başlayalım. Bir şans daha ver, aşka. Söz, yalanlar olmayacak; artık aramızda, asla."

Şarkının duyduğum son sözleri kalbime bir hançer gibi saplanırken, ne kadar büyük bir yalanın ortasında olduğumu bir kez daha fark edip gerçekle sarsıldım.

Arel şarkıyı söylemeye devam ederken mikrofonu daha sıkı kavradı ve gözlerini kapattı. "İsmin dudağımda, çıkmıyorsun aklımdan. Bu nasıl ceza? Silmeye çalıştıkça kazınıyorsun alnıma." Gözlerini açtığında bana baktı ve ses tonunu kıstı. "Sinmiyor içime, bu zamansız veda."

Gözlerimi kaçırdım, yüzüne bakmadım. Şarkı bitene kadar bir daha gözleri gözlerimle buluşmadı.

Şarkı bitiminde yeniden büyük bir alkış tufanı koptuğunda hafifçe başıyla mekandakileri selamladı. Daha sonra sahnenin arka tarafına geçerken Alaz yerinden kalkıp peşinden gitti. Bende mecburen ayaklanıp onu takip ettim.

Kulise geçtiğimizde Arel'i aynanın önünde durmuş gömleğinin yakalarını düzeltirken buldum. Yakası düzgün olmasına rağmen birkaç dakika boyunca uğraştı ve ardından ellerini saçlarına geçirerek dağıttı. Anlaşılan saçlarının doğal hali daha çok hoşuna gidiyordu.

Alaz kollarını göğsünde bağlayarak "Oğlum sen tam bir piçsin," dediğinde Arel kulise girdiğimizi yeni fark etti.

Kaşlarını çatarak Alaz'a döndü. "Ne alaka oğlum şimdi?"

"E bal gibi sesin var niye arada bir bir tane Müslüm Gürses patlatıp kulağımızın pasını silmiyorsun?" Alaz Arel'e ters ters baktı. "Ayıptır ulan!"

Arel gülerek başını aşağı yukarı salladı. "Aman be oğlum, istediğin şarkı olsun." Ardından bakışları bana döndü, gözlerimi kaçırdım. "Beğendin mi?"

Neyi kastettiğini anladığım halde sordum. "Neyi?"

"Şarkıyı," dedi ve ardından yanlış bir şey söylemiş gibi, "ah, pardon," dedi. "Şarkıyı zaten sen seçmiştin." Gözlerini kıstı. "Sesimi. Sesimi beğendin mi?"

Bu soruyu öyle bir ses tonuyla sormuştu ki sanki beğenmedim desem çocuk gibi oturup ağlayacaktı. Ne diyeceğimi bilemediğimden, "yani," diyerek bocaladım. "Evet, iyiydi."

Arel'in gülümsesi derinleşti, gamzeleri ortaya çıktı. Bana doğru birkaç adım attığında refleks olarak geriledim. "Az önce bana o günkü gibi bakıyordun. Beni burada ilk dinlediğin günkü gibi." Başını sağa doğru yatırdı. "Ben her şarkı söylediğimde sen bana öyle mi bakacaksın?"

"Ne?" dedim yutkunarak. "Nasıl baktım ki ben sana?"

"Bilmiyorum," dedi hiç beklemediğim bir şekilde. "Bilmiyorum, Efil. Çözemiyorum. Sadece şarkı söylerken değil, bana hep böyle bakıyorsun. Karşılaştığımız ilk günden beri böyle bakıyorsun. O bakışlarının ne anlattığını bilmiyorum fakat bilmeyi çok isterdim."

Yüzüme buz gibi bir tebessüm yerleştiğinde kalbim sıkıştı. "Emin ol bilmek istemezsin."

Benim bildiklerimi bilsen yaşayamazsın, Arel Sayman.

Ve bir gün öğrendiğinde yaşamayacaksın. Seni yaşatmayacağım.

Aramızda kısa bir sessizlik oldu ve saniyeler sonra bu sessizliği Arel'in çalan telefonu bozdu.

Arel telefonu aldı ve ekranın üstündeki ismi okur okumaz gözlerini devirerek aramayı reddetti.

"Kim o?" diye sordu Alaz kaşlarını çatarak. "Niye açmadın?"

Aramayı reddettiğine göre arayan kişi Oğuz Sayman'dı.

Arel omuz silkti. "Boşver."

Derken telefon yeniden çaldı.

Arel öfkeli bir nefes verdi ve telefonu açarak kulağına götürdü. "Ne var abi? Ne istiyorsun?"

Arel'in öfkeli çıkan sesiyle kaşlarımı çattım.

"Bok gelirim," diye çıkıştı Arel öfkeyle Selim Sayman'a. "Siksen ayak basmam o eve!"

Arel bir anda telefonu kapattığında, "ne oldu?" diye sordu Alaz hızlıca.

Arel saçlarını karıştırdı ve başını sola doğru çevirdi. "Bir şey olduğu yok."

"Nasıl yok?" diye homurdandı Alaz. "Oğlum telefonu adamın yüzüne kapattın. Nasıl bir şey yok? Aranız mı bozuldu, ne oldu?"

Arel iç çekti. "Bu gece, hatta bir süre sizdeyim kardeşim. Olan şey bu."

🥂

Saat çoktan gece yarısına gelmek üzereydi fakat ben eve gitmek yerine Arel'le beraber Fatih Karaca'nın evine gelmeyi tercih etmiştim.

Arel'e yakın olmaktan nefret ediyordum fakat başka çarem yoktu. Ona ne kadar yakın olursam vurduğum darbelerde o kadar yaralayıcı olurdu çünkü yakından sıkılan kurşun her zaman daha öldürücüydü.

Fatih Karaca.

O gece, beş yaşında evden kaçan Arel'i bulup eve getiren, Alaz Korel'in hayatını kurtarıp onu büyüten, sokakta mendil satan ve şuanda Alaz'ın odasında mışıl mışıl uyuyan küçük bir kız çocuğuna kucak açan, kullandığı arabanın yaptığı kaza yüzünden oğlu ve eşini kaybeden o adam.

Arel'in uyuduğu o on günde hastaneye her gidip geldiğimde nasıl olduğumu sormuş ve kendimi suçlamamam gerektiğini belkide bin defa uygun bir dille söylemişti. Ve bunları söylerken şefkatli görünüyordu.

Geldiğimizden beri herkesin bana sorduğu soruları tekrarlamış, bende herkese söylediğim yalanları sıralamıştım.

Dakikalar sonra içimin daraldığını hissettiğimde su almak için mutfağa yöneldim. Mutfağa girdiğimde ocağın üstündeki mutfak dolabından bardak çıkardım ve sürahiyi alıp su doldurdum. Suyu ağır ağır yudumlarken omzuma dokunan elle irkilip arkamı döndüğümde Arel'in elalarıyla karşılaştım. Yüzü yüzüme çok yakındı.

"Korkuttum mu?" dedi fısıldayarak.

Kendime geldiğimde, "Hayır," dedim onun gibi fısıldayarak. "Şaşırdım sadece."

Arel yakınlığımızı fark edip bir adım geri çekildiğinde saçlarını karıştırdı.

Mutfakta bizden başka kimse olmadığını fırsat bilerek o soruyu sordum. "Ne biçim zenginsin sen?"

Arel sorduğum sorunun saçmalığıyla kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?"

Sorduğum sorunun ne kadar saçma olduğunun farkında olsamda bozuntuya vermedim. "Sen zenginsin," dedim düz bir sesle. "Ama hiç zengin gibi davranmıyorsun."

Arel kafasını iki yana salladı ve, "Efil," dedi dudaklarını içe doğru kıvırarak. "İnan bana söylediklerinden hiçbir şey anlamıyorum."

Omuz silktim. "Tanıdığım tüm zenginler egoist, paragöz, burnu havada, çekilmez, dünyayı yönettiği sanan işe yaramaz tiplerdi."

Babam Soytürk Holding'in başındayken tanıştığım insanların nasıl iğrenç bir kişiliği olduğunu hatırladıkça midem bulanıyordu.

"Ama sen öyle değilsin," dedim omuz silkerek. "Yani, öyle davranmıyorsun." Kafamı iki yana salladım. "Ayrıca şu şarkı söylediğin mekana niye bu kadar bağlısın hiç anlamadım. Hem baban bile bilmiyor. Sahi, nasıl öğrenmedi bu zamana kadar?"

Hiç bir şey söylemedi, sadece dinledi. "O mekanda para için çalışmıyorum," dedi sessizliğin ardından. "Babam çok otoriter, sert bir adamdır. Hayatımın anında karışabileceğini sanıyor ve zevklerimede karışıyor." Sıkıntılı bir nefes aldı. "Daha doğrusu, karışabileceğini sanıyor ama kusura bakmasın, babam da olsa ben onun kurallarına göre oynatacağı kuklası değilim. Zevk için söylüyorum, çünkü müzik hoşuma gidiyor. Bana zevk veren sayılı şeylerden biri. Anlayacağın, her şeye rağmen canımın istediğini yapmak çok hoşuma gidiyor. " Sırıttı." Kuralları yıkmak eğlenceli. "

Kollarını göğsünde bağladı ve bir süre beni izledi. "Okulda ya da girdiğim bir mekanda babam yüzünden ilgi görmeyi sevmiyorum, sana söylemiştim. Bu yüzden gittiğim her yerde oradaki insalardan beni gördükleri zaman doğal davranmalarını istiyorum."

"Doğal derken?"

Omuz silkti. "Ben etrafımda "
Oğuz Sayman'ın oğlu" algısı istemiyorum. " dedi. "Benimle konuşurken benden çekiniyorlar, gereğinden fazla saygı gösteriyorlar ve bu beni rahatsız ediyor. Çok itici ve samimiyetsiz." Yüzünü buruşturdu. "Sahte insanlardan nefret ediyorum."

Arel Sayman'ı tanımıyordum. Hemde hiç tanımıyordum.

Her gün yeni bir özelliğini keşfediyordum. Kendisini tanımama izin veriyordu.

"Mekan konusuna gelirsek," dedi, dudaklarını içe doğru kıvırdı. "O mekanın sahibi, babamın çok yakın bir arkadaşı. Çocukluğumdan beri sürekli bize gelir giderdi. Şarkı söylemeye başladığımda babamın haberi olmamasını rica ettim." Derin bir nefes aldı ve devam etti. "Basına bu haberin yansımasını engelledim." Sesli bir şekilde güldü. "Tek sözüme baktı. Soyadım bazen gerçekten işe yarıyor."

Arel Sayman zengindi. Fakat benim tanıdığım hiç bir zengine benzemiyordu.

O an bir kez daha anlamıştım ki Arel Sayman tanıdığım kimseye benzemiyordu.

"Anladım."

Anlattığı o kadar şeye karşılık, sadece anladım, dedim. Ondan kaçmak ister gibi mutfaktan çıkmak için bir adım attığında Arel kolumu hafifçe kavradı.

Ben ona "ne oldu" der gibi bir bakış atarken, Arel hiç bir şey söylemedi; elini cebine attı ve bir künye çıkardı. "Senin mi bu?"

Künyeyi dikkatli bir şekilde incelediğimde gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Benim künyemdi, birkaç hafta önce kaybetmiştim.

Künyenin üzerinde zümrüt yeşili bir kelebek vardı, annemin hediyesiydi. Pahabiçilmezdi.

"Evet," dedim heyecanla künyeyi alırken. "Nerede buldun?"

"Hastanede," dedi. "Taburcu olduğum gün buldum."

Ah, tabi ya! Muhtemelen oraya gittiğim günlerden birinde düşürmüştüm. Nasıl bu kadar aptal olabilmiştim?

"Sağol," diye mırıldandığımda istemsizce gözlerimi kaçırdım. Saniyeler sonra bakışlarımı tekrardan gözlerine çevirdiğimde ise merhamet kokan eleları bana gülümsüyordu.

O an çalan kapıyla ikimizin de dikkati dağıldığında adımlarımızı salona yönelttik.

Salona ulaştığımızda duyduğumuz tek ses Fatin Karaca'nın kapıyı açış sesiydi. Daha sonrası ise sessizlikti.

Ne Fatih Karaca'dan ne de gelen kişiden ses çıkmamıştı.

"Fatih abi," dedi Alaz salondan seslenirken. "Ne oldu, kim gelen?"

Fatih Karaca'danses çıkmayınca bu sessizlikten şüphelenip salondan çıkıp kapıya yöneldik.

Salondan ilk çıkan Arel'di, onun arkasında ki giden bendim; en sonumuzda ise Alaz vardı.

Kapının önüne geldiğimde gördüğüm manzarayla kaşlarım çatıldı.

1.80 boyunda, kumral, hafif sakallı bir adam kapıda dikiliyordu. Bakımlı ve gösterişli görünen bir adamdı.

"Buyurun?" dedi Arel kaşlarını çatarak.

Adam sustu.

"Arel, kim geldi?"

Alaz sorduğu soruyla beraber yanımıza geldiğinde gördüğü adamla beraber olduğu yerde kaldı. Gözleri büyüdü. Yutkundu ve çatılan kaşlarıyla adama öylece baktı.

Alaz'ın bakışları ifadesiz bir hal aldı. Yüzü bembeyaz kesti. Bakışlarım ellerine kaydığında ise ellerini iki yanda yumruk yaptığını gördüm.

"Alaz..."

Adamın titreyen dudaklarının arasından Alaz'ın ismi çıkınca Fatih Karaca ve Arel bakışlarını adamdan ayırıp Alaz'a baktı.

"Alaz," dedi Arel. Yüzünde ki şaşkınlık sesine yansımıştı. "Kim bu adam?"

Alaz dişlerini sıktı ve sinirli bir nefes vererek yumruklarını serbest bıraktı. "Reha Korel," diyerek mırıldandı. "Babam."

______________

UUUUFFFFFF AMA NASIL BİR ŞEYLER GELİYOR KDLWLSPWLWLLWLSLWLW

Alaz Korel... Seninle çok yolumuz var :)

Şimdilik görüşürüz 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

129K 6K 19
"Ben aptal değilim Poyraz. Aramızda ki çekimin de farkındayım. Ama bir şeyler eksik anlıyor musun? Bir şeyler yanlış gidiyor. Ben seni anlayamıyorum...
2.6M 16.5K 5
Başımı yerden kaldırıp kalbimi kıranlara kırıldığımı göstermeyecektim, güçlü ol dedim kendime güçlü ol. Yüzümdeki sahte gülümseyle "hayırlı olsun abi...
17.7K 8.3K 22
0546*** : Görüyorum, yaraların kanıyor. 0546*** : Bir ben görüyorum, bir beni görmüyorsun. 0546*** : Yaralarını sarmak istiyorum. 0546*** : İzin verm...