Mer-Ha-aba-Larrr... Yazdığım en hızlı bölüm olabilir arkadaşlar tahmin ettim hızla geçeceğinizi o yüzden canla başla yazdım tamı tamına 8500 kelimelik her saniyesi dolu dolu bi bölüm yazdım size. Hadi yine iyisiniz 🤓
Sınır konusuna gelirsek.. sınır koymaktan gerçekten hoşlanmıyorum, ama rica ediyorum sizde emeklerimin karşılığını verin biliyorum beğeniyorsunuz ama oy vermeye gelince geridesiniz birde bir gün bölüm geciktimi bana demediğinizi bırakmıyorsunuz. Size güveniyorum geçen bölümki gibi güzel oy ve yorum yapın..💔❤️🩹
Herkes bölüme özel güllerimi versinn.. 🥀🥀
İyi keyifler diliyorum 🧡
...
Donup kalan bedenlerimizin arasında sadece bir adımlık mesafe vardı. Sol taraftan vuran sokak lambasının sarı kısık ışığı ikimizi de az biraz karanlıkta bırakıyordu ama birbirimizi çok net görüyorduk.
Kapıya çıktığıma içten içe binbir lanet ederken tanımadığım bir şehirde tanımadığım bi sokakta yabancıyla böyle savunmasız karşı karşıya kalmak biraz beni ürkütmüştü. Üstelik ayaklarım çıplaktı ve üstümde atlet ve tayttan başka hiçbir şey yoktu!
Kollarımı göğüslerime sarmak istesemde kal gelmiş gibi haraket edemiyordum.
Çakır gözler, gözlerimden bir saniye bile ayrılmazken sertçe yutkunup gözlerimi kırpıştırdım. Ayağımın üzerinde hissettiğim hareketlilikle ağzımdan istemsizce bi 'Hiyh' nidası çıkarken. İkimizin de bakışları aynı anda yere döndü.
Anne kedi benim ayağımda uzanırken yavrusu karşımdaki adamın kaliteli olduğu besbelli olan ayakkabıların üzerine uzanmıştı. Utançla çıplak ayaklarımı kıpırdatırken karşımdaki adamın bakışları yeniden bana döndü. Uzun boyundan dolayı başımı hafifçe kaldırıp çekingen bi ifadeyle gözlerine baktım. Gözlerinin rengi ne güzeldi öyle.. göz bebeğinin siyahlığı normalden daha büyük olduğu için kenarı taraftaki mavilik çok buğulu duruyordu.
"Şey.." diye mırıldandım ayaklarıma tekrar bakarak. Utanmıştım böyle durmaktan. "Kedinin yavrusu kapıda kalmışta." Kuruyan dudaklarımı ıslatıp sertçe yutkundum. "Onu k-kurtarmak için böyle çıkmıştım.."
Neden açıklama yapıyordum ki! Elimi kafama vurmamak için yumruk yaparken bakışlarımı zorda olsa ondan koparıp etrafa bakınmaya başladım. Dışarda yalnızca cırcır böceklerinin sesi ve ayaklarımızın dibinde mırıldanan kedilerin sesleri vardı. Birde hala duyulan kemençe sesleri..
"Anladım."
İçimden irkilsemde dışımdan hiçbir şey çaktırmadım. Sesi.. öylesine tok ve gürdü ki etrafta olan bakışlarım istemsizce hızla ona dönmüştü. İkide bir yutkunduğundan kıpırdayan adem elmasına bakasım geliyordu ama tuttum kendimi. Kendimi sapık gibi hissediyordum.
"H-hım?"
Oda gözlerini kırpıştırıp kafasını bi tık yana eğdi. "Anladım."
Kafamı hızla salladım, elimle arka tarafı işaret ettim. "G-gideyim ben."
Kafasını ağır ağır sallamaktan başka bi tepki vermedi. Ellerimi birbirine sürtüp bi adım geri gidecekken ayağımın üzerindeki hesaba katmadığım ağırlıkla geriye doğru savruldum.
"Hiyhh.."
Elleri hangi ara cebinden çıkmıştı da sımsıkı belime tutunmuştu anlamadım. Bedenim geriye yaslı havada asılı kalmışken her iki koluna da tüm gücümle tutunmuştum. Saçlarımın uçları yerlere değerken tırnaklarım gömleğinin altından bile hissedilir şekilde tenine batıyordu. İkimizde şaşkınlıkla birbirimize baktık.
İrileşmiş gözlerimle utançtan bakışlarımı boynuna indirip doğrulmaya çalıştım. Boğazını temizleyip belimden tek eliyle destek verip hiç zorlanmadan eski konumuma getirdi beni.
"Şey kediyi unutmuşum ben ayağımda.." utançla ayaklarımı kıpırdattığımda kedi huysuzca mırıldanıp peşine yavrusunu da alıp salına salına köşedeki ağacın dibine uzandılar. Ulan kedi.. ulan kedi..
"Dikkat et, yerler hep keskin taş." Dedi kısık sesiyle. Elini neden hala belimden çekmiyordu?
"Ederim." Diye mırıldandım.
Geri çekilecekken belimi bırakmadığı için haraket edemedim. Gözleri gözlerime kilitlenmiş gibi kıpırdamadan bakarken merakla kaşlarımı kaldırdım.
"Imm.. şey, elini çekecek misin?"
Başta kaşlarını çatıp ne dediğimi anlamak istedi daha sonra hızla elini çekip kafasını salladı. "Kusura bakma."
Hafifçe tebessüm edip teşekkür manasında kafamı salladım. Düştüğümü düşünemiyordum bile muhtemelen kalçam kırılırdı ve ayaklarım çok fena üşümeye başlamıştı.
Eğilip ayaklarımın üstüne düşmüş yaprağı elimle silkeledim, ayağa kalktığımda bakışları kısa bir an açık gerdanıma düşmüş daha sonra kafasını hızla sağ tarafa çevirmiş üst üste yutkunmuştu. Yanaklarım utançla yanarken elimi göğsüme sarsam daha fazla rezillik olacağını biliyordum.
"Gir hayde içeri."
Hızlıca arkamı dönüp kapıya yaklaştım, tam eşikten adım atıyordum ki aklıma gelenlerle yeniden dönüp köşede sarmaş dolaş oturan kedileri kucaklayıp bir koşu bahçeye soktum ikisini. İçeriyi girip kapıyı kapatmak için döndüğümde elleri cebinde uzun ve iri gövdesiyle sarsılmaz bir şekilde bana bakıyordu hala. Kapıyı kapatmadan önce hafifçe tebessüm edip ses çıkarmamaya dikkat ederek kapattım.
Arkamı döndüğümde artık korkudan mı bilinmez hızlıca atan kalbime elimi bastırıp evin girişine doğru hızlıca koştum. Bıraktığım terliğin hala yerli yerinde olması içimi rahatlatırken onu aradan çekip içeriye sızdım. Kapıyı yine kilitleyip bu sefer elim yüreğimde yatağıma uzandım, çarşafı boğazıma kadar çekip yan dönerek sıkıca gözlerimi kapattım.
Ne yaşamıştım ben bu beş dakika içerisinde Allahım? Gecenin bi vakti ne yapıyordu acaba dışarıda? Kendi halimi düşünüp utançla çarşafı sıktım, adamın jilet gibi haline nazaran siyah tayt, ince askılı siyah bi atlet, kuş yuvasına dönmüş turuncu saçlar, ve eminim şaşkınlıktan alık gibi baktığım yüzüm.. Ah Gülçehre Ah!
Buralıydı büyük ihtimal çünkü bu civarda genelde hep çalışanlar veya yaşayanlar olur demişti Tayfun amca, e bu saatte çalışan olmayacağına göre burda yaşayan biriydi.
Merdivenden gelen ayak sesleriyle hızlıca düşüncelerimi def edip haraketi kestim. Kapımın açılma sesiyle beraber babamın iri ellerini saçlarımda hissettim. Üzerimi iyice örtüp önümdeki camın perdesini çekti, eğilip dudaklarını şakağına bastırdı.
"Güzel kızım benim."
Uyuma taklidi yapmasam yanaklarım acıyana kadar gülümserdim ama bu yoğun sevgi beni yalnızca sahiden uyumaya itti.
.
Ekmeğimi bandığım kuymağı uzatarak dolayıp ağzıma attım.
"Çok güzel bir şey bu ya." Dedim elimi ağzıma bastırarak.
"Hee oyledir oyle, ye doyur karnını iyice."
Beni yanına oturtmuş ikide bir ağzıma bir şeyler tıkıştıran babaanneye gülümseyip gözlerimi kırpıştırdım.
Sabah çok erken olmasa da uyanıp hazırlanmıştık, babam bizi oraya bırakıp Tayfun amcayla beraber çıkmışlardı. Biz direkt hazır sofraya oturup hem bahçenin güzel havasını soluyor hemde karnımı doyuruyordum.
Son lokmamı da yutup çayımı elime alarak hafifçe geriye çekildim. Masaya oturmaktansa yere büyük bi halı serip minderler koymuşlardı. Üstümdeki elbise yüzünden fazla rahat edemezken babaanne üstüme bi örtü verip gülümsemişti.
Çayımı içene kadar onların kahvaltılarını bitirmesini beklemiştim havanın güzelliği, yakmayan güneş tenimde ışıl ışıl parlarken saçlarımı boynumdan geriye atıp elimi yere yaslayarak hafifçe geriye yaslandım.
Yan tarafımda koşuşturan çocuklara bakıp gülümsedim, topları bi anda bahçe kapısından kaçıp yola fırlayınca ikiside ağlamaya hazır bi şekilde yanımıza koştular.
"Anne.. topumuz kaçtı."
Elif abla ağzındaki lokmayı yutup kafasını salladı. "Durun çocuklar şu elimdeki lokmayı bitireyim gidip alıcam."
Bitmiş olan çay bardağımı sofra bezine bırakıp ayağa kalktım. "Çocuklar göstersin ben alırım abla."
İki elimi de çocuklara uzatıp onların sevinç çığlıklarıyla büyük bahçe kapısına ilerledim. Dışarı çıktığımızda uzun ve düz sokakta, top tamda yokuşun başladığı yerin köşesinde durmuştu.
Tam topun yanına varmıştık ki esen rüzgar topu sürükleyip yokuş aşağı yuvarlanmasına sebep oldu. Üçümüz de şaşkınlıkla durduğumuzda ikiside anında bana dönüp dudaklarını büktüler.
"Ama.. ama topumuz?"
Çaresizce bi etrafa bi yokuşa baktım. "Hay Allah, ben size başka top alsam olmaz mı?"
"Olmaz Gülçehre abla onu bize babam aldı."
Gözleri kızaran minik kıza eğilip yanağını okşadım. "Tamam tamam ağlama gider alırız şimdi elbet bir tutan olmuştur."
Gözlerindeki doluluk saniyesinde kaybolup gülmeye başladığında şaşkınca suratına bakakaldım. İçimden tövbe çekip ayağa kalktım. İkisinin de elini daha sıkı tutup çok dik olmayan yokuşu inmeye başladım. Sağımdan solumdan bir sürü insan geçiyor, kadınlar bana bakıp selam verdikçe gülümseyip kafamı sallıyordum ama topa dair hiçbir şey yoktu etrafta.
Önünden geçtiğim fındık ağaçlarından sarkmış fındıklara içim gidermiş gibi baksam da önceliğim topu bulmaktı.
"Aa işte orda!"
İrkilip çocuğun işaret ettiği yere baktığımda tellerle örtülmüş fındık bahçesinin içine kaçmış olduğunu gördüm.
"Off.." diye sızlandım. Nasıl alacaktım şimdi ben bu topu.
Eteğimin ucunu çekiştiren iki çocuğa döndüm. "Hadi Gülçehre abla.. alsana topumuzu."
"İyide ben buraya nasıl gireceğim ki?"
Top tellerin alt tarafından muhtemelen kedi köpeğin kazdığı aralıktan kaçmış olmalıydı ama benim ordan geçmem mümkün değildi, üstelik bu etekle ordan geçmeye çalışsam tüm Rize'ye seyirlik bi manzara sunardım ki bunu hiç istemiyordum.
"Bak o taraftan dolanıp içeri girebilirsin sonrada topu alıp bize geri gelirsin, işte bu kadar." Şirince sırıtıp ellerini iki yana açtılar.
İstemsizce kıkırdarken ikisinin yanağını acıtmadan sıkıp keyiflendim. "Tamam gidip alıcam topunuzu, ama beni şu köşede oturup bekleyin tamam mı?"
Elleriyle hemen çaprazda kalan ufak parkı gösterdi içeride bir sürü çocuk vardı. "Biz seni burda bekliyoruz."
Kafamı sallayıp onlar parka varana kadar arkalarından baktım. Çalan telefonumla irkilip elbisemin cebinden çıkardım, annem arıyordu.
"Nerde kaldın annecim?"
"Top aşağıya kaçmışta anne ordan almaya geldik, çocuklarda park gördü oraya gittiler şimdi geliriz birazdan."
"Kız bırak oynasınlar biraz günah, dünden beri anneleri burda ilgilenemiyor çocuklarla, oynatırsın sen biraz onları."
"Tamam annecim."
Telefonu yeniden cebime atıp ellerimi belime koydum. "İş başa düştü Gülçehre, hadi kızım."
Bahçenin etrafı büyük olduğundan önce köşeyi döneceğim yere kadar gölgelik yerde yürüdüm. Saçlarımı ikide bir arkaya atarken ofluyordum, keşke bi toka taksaymışım koluma.
Yanımdan geçen birkaç arabadaki insanların bana merakla bakması açıkçası biraz çekindiriyordu beni, ve başkasının bahçesine girecek olmakta.. Ne vardı sanki atlamasaydım ben alırım diye, ama yok can sıkıntısı işte.
Zaten çok yüzesimde gelmişti, abimlere küs olduğumdan tesise de gidememiştim ne zamandır. Dudaklarım iyice düşerken adımlarımı hızlandırıp bahçenin büyük demir kapısının önüne geldim. İçeriyi görmüyordum ama kapının sürgüsünü çektiğimde direkt açılmıştı zaten. Bir an irkilip elimi çeksem de daha sonra yalnızca topu alıp çıkacağımı kendime hatırlatıp içeri girdim.
Bakımlı bahçe öylesine büyüktü ki topu almam için nerdeyse geldiğim kadar yürümem gerekiyordu, kimseyi de göremiyordum ki haber verebileyim. Kendimi böyle çok kötü hissediyordum, izinsiz girdiğim için. Etrafıma bakına bakına ilerlerken topa da epey yaklaşmıştım tam çok az bi mesafemiz kalmışken önüme sarkan bi fındık dalıyla dolu dolu fındıklara bakıp iştahla yutkundum.
Bir tane koparıp yesem bir şey olmazdı herhalde? Öyle de iri iri duruyorlardı ki resmen hadi ye bizi diyorlardı sanki.
Gözüme kestirdiğim güzel bir tanesine tam uzanıyordum ki arkamdan gelen metalik bi sesle elim dalda dondum kaldım.
"Ha yakalamişum hirsizu! Demek finduklarımı çalacaktın he mi?"
Korkuyla arkamı döndüğümde elinde kocaman bi tüfekle gözlerini kısmış bana bakan yaşlı kadınla göz göze geldik. Ellerim korkuyla anında havaya kalktı teslim olurmuş gibi.
"Yok yok.. b-ben sad.."
Elindeki tüfeği iyice kaldırdı bana doğru. "Sus konuşma edepsuz! Görmişum seni finduk çaliyisin."
Başımla arkada kalan topu işaret etmeye çalıştım, ellerimi kıpırdattığım an vuracaktı sanki beni. "T-top k-kaçtı vallahi onu alacaktım."
"Huiyy bu yalan konişmaya da utanmayi, top nereyedu sen nereyesin? Finduk çalayidin!"
Korkuyla irileşmiş gözlerimle kafamı iki yana salladım. Tüfeğin namlusu bana bakarken pekte konuşacak gibi değildim.
"Ha şimdi vuracağum seni buraya."
Korkudan gözlerim sımsıkı kapanırken ellerim havada titriyordu, nerden düştüm ben bu yere diye de dövünüyordum içten içe.
"BABAANNE!"
Gözlerim gelen gür sesle hızla açılırken dün gece gördüğüm adam hızla bize doğru geliyordu. Ağzım bu sefer de şaşkınlıktan açılmışken bir ona bir eli tüfekli kadına bakıyordum.
Adam aramızdaki mesafeyi hızla kapatıp kendini önüme koca bir çınar gibi siper etti. Titreyen ellerimi zorlukla indirip gömleğine tutundum arkadan. Az kalsın vuruyordu beni manyak kadın!
Tutunduğum beden kaskatı kesilirken kafamı de eğip sırtına yaslandım, yoksa dizlerim beni tutmayacak yerden yiyecektim.
"Uyy Çakırim gelmuş! Babaannesinin göz bebesi.."
Adamın kolunun arasından tüfek inmiş mi diye bakarken hâla havada bana.. daha doğrusu bize doğru tuttuğunu gördüm.
"Babaanne napıyorsun sen! İndir şu tüfeği."
Sesi dizlerimi daha da titretirken alnımı sırtına bastırdım korkuyla. Kaslarının seğirişini hissettiğimde bir an bırakacak gibi olsam da korkum daha ağır bastı.
"Çekil onumden vuracağim oni! Finduklarimi çalayidi."
"Çalmadım!" Diye kolunun yanından çıkardım kafamı hiddetle.
Tüfeğin namlusu anında bana dönerken önümdeki adam elini arkaya atıp hızla yine sırtına yasladı beni. Kafasını arkaya doğru eğdi. "İnatlaşma yoksa ikimizi de vuracak."
"Ama çalmadım!"
Gülecek gibi olsada sertçe yutkunup bunu engelledi. "Tamam inanıyorum sana bekle burda da indirsin önce şu tüfeği."
Burnumu sinirle havaya dikip hızla kafamı yana çevirdim.. az kaldı ağlayacaktım sinirimden. Bi fındık yüzünden girdiğim şu hallere bak Allah'ım.
"Endurmem ula! Hem izinsuz girmiş bahçeme hemide finduklaruma göz koymiş! Üstüne birde yalan edeyi!"
Önümdeki adam konuşacak gibi olsa da kafamı kaldırmadan arkadan bağırdım. "Yalan söylemiyorum topu kaçtı çocukların, ondan girdim bahçeye!"
"Sus! Senu gidi yalanci, çık ha torunumun arkasından vuracağum seni!"
Önümdeki adam ellerini yüzüne bastırıp sertçe ovuşturdu. Buram buram gelen kokusunu daha sonra adlandıracaktım önce bu bahçeden çıkmam gerekiyordu.
"Ey güzel Allah'ım dedim dedim de.. böyle değildi be." Diye homurdandı havaya bakarken.
"Hı?" Diye anlamsızca ona baktım.
Cevap vermeden yine babaannesi olacak kadına döndü. "Babaannem hayde indir şu tüfeği bak şeytan doldurur."
"Şeytana ne hacet ula! Bizzat ben kendum doldurmişum."
Korkuyla gözlerimi kırpıştırdım. "Vurmadan bırakmayacak beni." Diye mırıldandım.
Adam bir anda bana doğru dönünce korkuyla yine ellerimi kaldıracaktım ki havadaki ellerimi yakalayıp indirdi. Titreyen gözlerime bakıp kafasını bir tık eğerek, güven veren sesiyle "Korkma bir şey olmayacak, izin vermem." Dedi.
Bakışlarımı toprağa dikip burnumu çektim. "O hiçte öyle demiyor ama."
Yandaki eli önce olduğu yerde kıpırdandı daha sonra da çeneme yaslayıp yerdeki başımı yine göz göze geleceğimiz şekilde kaldırdı. "Yapmayacak bir şey merak etme, korkutmak için yapıyor. Güven bana, halledeceğim şimdi."
Bir iki saniye boyunca birbirimize baktık daha sonra usulca kafamı salladım. Önünde dönerken yeniden beni sırtına bastırdı.
"Babaannem hayde bak kız korkuyor, indir şu tüfeği."
Merakıma yenik düşüp yine hafifçe kafamı eğdim. Yaşlı kadın tüfeği elinde masmavi gözleri bir önümdeki adama bir bana hızlı hızlı bakmaya başladı. Kaşları şekilden şekile giriyor, bir adamın arkaya uzanıp beni tuttuğu eline bakıyor, ama hala hızla ikimize bakmaya devam ediyordu.
Önümdeki adam gerilemeye başlarken yerinde rahatsızca kıpırdandı.
Yaşlı kadın tüfeği indirip birkaç tuşa bastıktan sonra omzuna astı. "Tamam ula indirdum, vazgeçtum vurmayacağum."
Omuzlarım anında gevşerken derin bi nefes verdim, az kalsın kim vurduya gidecektim burda. Tam adamın arkasından çekiliyordum ki kadın kınalı işaret parmağını hiddetle kaldırınca yerime geri sindim.
"Ammaa.. ikiniz de içeri geçun çay etmişum içeceğuz."
"Olmaz!" Dedi adam benden önce hiddetle.
Yaşlı kadın tek kaşını kaldırıp sinsi bakışlarla süzdü torununu. "Niye böyle gerildun, ha torunum?"
"Babaanne!" Diye dişlerinin arasından konuştu.
"Sen bilirsun, yoksa kizi vuracağum."
Elini yine tüfeğe atıyordu ki hızla çıktım adamın arkasından. "Ben geleceğim beni vurma."
"Ha böylee.." diye mırıldandı adama bakıp gülerken. Eliyle kendi yanını işaret etti. "Sen şöyle bi yanuma geç bakayum."
Tedirgin adımlarla yaşlı kadına doğru ilerlerken arkamı dönüp bana bakan adama çaresizce omuz silktim.
Yanına vardığım yaşlı kadın beni baştan aşağıya süzüp gülümsedi. "Ne güzelsun sen öyle.."
Kadının değişken tavırları beni yeni bi şüpheye iterken tedirgince gülümsedim. "Teşekkür ederim."
Yeniden torununa döndü. "Çakır'ım ha biz gideyiruk senun o güzel keyfun bilir. İster geeel.." tek kaşını kaldırdı. "İstersen gelma!"
Arkasını dönüp yürümeye başladığında adının gerçekten Çakır olup olmadığını anlamadığım adama son bi bakış atarak kadının peşine takıldım.
"Ey güzel Allah'ım, sen bana sabır ver."
"Amin Çakır'um Allah duysun sesuni."
İstemsizce kıkırdarken elimi ağzıma bastırdım. Bu halde bile gelebiliyorsam gerçekten bende arsızlık vardı yani. Üzerimden yükselen gölgeyle duraksarken o gölge daha sonra yanıma geldi.
"Teşekkür ederim." Diye mırıldandım. Yerdeki bakışları anlamsızca bana döndü. "Yetişmeseydin babaannen vuracaktı beni."
"Ben gelmeseydim de vurmazdı endişe etme, bahçesine gelenler dallarını kırıyor diye öfkeleniyor sadece."
"Çok korktum vallaha, bi fındık uğruna kim vurduya gidiyordum."
Yanakları gerilirken inci gibi dişlerinin bi kısmı göründü. Kafasını iki yana sallayıp diliyle dudaklarını ıslattı.
Ağaçların arasında şimdi farkettiğim tek katlı çokta büyük olmayan evi gördüm. Önündeki iki basamağı yaşlı teyze çıkıp tahta kapıyı iterek içeriye girdi.
"Beklesene.."
Yanıma baktığımda Çakır gözlü adamı iki adım arkamda gördüm.
"Efendim?"
Yanındaki ağacın dalına uzanıp uzun boyunun da avantajlarıyla yüksek daldaki büyükçe fındıklardan birkaç tane kopardı. Yeşil kabuklarını eliyle soyup yanıma geldi. Bana kısacık bi bakış atarken merakla ne yaptığına bakıyordum.
Yeşilliklerinden ayırdığı fındıkları teker teker avucuyla kırıp kabuklarını temizledi ve içindeki fındıkları bana uzattı. Önce avucundaki fındıklara sonra şaşkınlıkla ona baktım.
Boştaki elini ensesine atıp ovarken bana değil etrafa bakıyordu. "Alsana, canın çekmiş belli ki.."
Bakışlarımı zorlukla fındıklardan çekip ona baktım. "Yok almam, babaannen hırsız dedi bana. Vuracaktı az kalsın beni."
Elini ensesinden çekip sıkıntıyla nefes verdi. "Yaşlıca kadının dediklerine ne bakıyorsun Allahaşkına, hem burda herkes herkese silah çekiyor."
"Nasıl yani?"
Yeniden gülümseyip kafasını iki yana salladı. "Boşver şimdi onu, haydi al şu fındıkları."
Fındıklara bakıp sertçe yutkundum, ağzımı sulandırmışlardı ama yinede hemen koyvermedim kendimi. "Yok canım çekmiyor artık."
Tek kaşını kaldırıp, elini biraz daha uzattı. "Senin için ayıkladım ye lütfen, hem babaannemin yaptığı için özür manasında."
Elimi uzattığımda yüzü gülecek gibi olsada açık avucunu iki elimle kapatıp geri ittim. "Yemem, fındığınız sizin olsun, istemiyorum."
Hızla arkamı döndüğümde saçlarım suratına çarpmıştı ama umursamadan hızla eve ilerledim. Kapıdan içeri geçerken hala eli havada şaşkınlıkla arkamdan bakışına gülmek istesemde burnumu iyice havaya dikip içeri girdim. Gider başkasından alırdım finduk!
"Hee hayde otur çayi koymişum." Kapıya doğru bağırdı. "Ula Çakıırr! Neyi bekleyisin kemençeciyi mi?"
Söylesene söylene görünen adam babaannesine ters ters bakarak ayakkabılarını çıkarıp başını eğerek içeriye girdi. Normal boyuttaki odayı öylesine kaplamıştı ki ev küçülmüştü sanki.
Duvarda asılı olan halılara çerçevelere merakla bakarken eteğimi düzeltip dizlerimi yana bükerek rahatça oturdum. Evin içi çok güzeldi, nenemin evindeymiş gibi hissettiriyordu.
Önüme bırakılan bardakla bakışlarımı duvarlardan çekip yaşlı kadına döndüm. Çayın yanında birde güllü lokum ki en bi sevdiğimdi, birde bisküvi vardı.
"Ee anlat bakalum ben seni hiç görmemişum buralarda." Deyip çayını höpürdeterek içmeye başladı.
Hafifçe tebessüm ettim. "Biz misafiriz, Tayfun amcaların misafiri. Buraya İstanbul'dan gezmeye geldik ailemle."
Kafasını ağır ağır salladı, yanındaki adam elindeki çayın kaynar olmasını umursamadan içiyor yerdeki halıları inceliyordu.
"Hee, anlamişum.. adun nedi?"
Yüzüme düşmüş saçlarımı kulağımın arkasına ittim. "Gülçehre."
"İyi iyi ismunde pek güzelmiş, saçlaruna kına mı ettin?"
İstemsizce kıkırdadığımda yanındaki adam irkilip bana döndü. "Yok kendi rengi böyle."
Burun kıvırıp çayını içmeye devam etti ama bir yandan da boydan boya beni süzüyordu. "Dün duymuşidim esasında buralara yabancı gelduğini amma bilemedum seni dallarımi kiranlardan sanmişum ondan çektum tüfeğimi."
"Şey.." ellerimi birbirine sürttüm çekingen bi şekilde. "Ben top kaçınca ondan girdim bahçeye, önüme de fındık çıkınca bir tane canım çekmişti ama vallahi koparmadım."
Adam dişlerini sıkıp kafasını sola çevirdi sinirle, fındıkları almadığım için sinirlenmiş olmalıydı. Haspam.. çokta umrumdaydı sanki, vuruluyordum az kalsın!
"Alirsun kızım alirsun, hepsini topla." Kınalı ellerini yine kaldırdı. "Amma sakın ola dalları kirmayasun."
Almayacağımı bile bile kafamı salladım. Onlar ikinci çayına geçerken ben hala çayımın soğumasını bekliyordum, hafiften üfleye üfleye içmeye başladım şeker olmadığından lokumlardan bir tane alıp ısırdım. Yumuşacık lokumun güzel tadıyla gözlerimi yumup dudağıma bulaşan tozunu yaladım.
"Huiyy, Çakır! Bardağı kıracaksın ula sıkmasana şu camı."
Gözlerimi açtığım gibi Çakır denen adamla göz göze geldiğimde adam irkilip babaannesine döndü. Daha sonra ne dediğini anlamış gibi elindeki bardağı çay tabağına bıraktı.
"Akşaminda yukarda düğün varimiş, kardeşlerine söyle beni götürsünler oraya he mi?"
Kafasını sallayınca merakla doğruldum. "Yaa düğün mü var, dün gece ne güzel sesler geliyordu."
"Hee sabaha kadar başımda çaldilar sanki! hangi hamsi kafa ettiyse eğlencesi sabaha kadar bitmedu."
Yan taraftan kısık seste homurdanmalar gelse de bakmadım. Düğün meraki girmişti çünkü aklıma. Ne de güzel olurdu şimdi buraların düğünü.
"Bence çok güzeldi." Dedim gülümseyerek.
"E madem beğendun gel sende akşama düğüne."
Omuzlarım düşerken umutsuzca kafamı salladım. "Biz davetli değilizdir ki."
"Ben davet etmişum ula kime ne?"
"Bilm.."
"Babaanne.." diye lafımı böldü bir anda, bana kısa bi bakış atıp yeniden yaşlı kadına döndü. "Israr edip zor durumda bırakma kızı."
Yutkunup geriye yaslandım, yarım bıraktığım lokumu demir kaseye geri bırakıp elimi silkeledim.
"Zor durumda bırakmıyor." Dedim babaannenin ağzını açmasına fırsat vermeden. İkiside bana döndüğünde direkt kısılmış Çakır gözlere diktim bende kıstığım ela gözlerimi. "Çünkü bende gideceğim."
Tek kaşı anında havaya dikilirken beklemeden bende aynısını yaptım. Bir süre ikimizde gözlerimizi birbirinden ayırmazken ikimizi de daldığımız yerden çıkaran şey babaannenin çayını yeniden höpürdeterek içmesi oldu.
"Eh iyi iyi, anan baban kızmasun sonra?"
"Yok kızmaz." Dedim artistlenerek ama bir yandan da tedirgindim, onlara sormadan büyük konuştuğum için. Yine de geri vites yapmayacaktım.
"O zaman akşamına senide almaya geliyruk hep beraber gidelum, madem sevdin kemençeyi horon oynamayı da öğrenirsun."
Kahkaha atıp kafamı iki yana salladım. "Yapamam ben."
"Edersun edersun."
"Babaanne!" Dedi dişlerinin arasından. "Ne oyna oyna diyorsun?"
"Sana ne ula! Sen ne karişayisin?"
Tam cevap verecekti ki çayımdan son yudumu alıp ayağa kalktım. Çocukları güneşin altında bekletmek istemiyordum. "Ben artık gideyim, çocuklar parkta beni bekliyordu onlarıda alıp eve gitmem lazım."
Adamda hızla kafasını sallayıp tek hamleyle ayağa kalktı. Gömleğinin yakalarını düzeltip hızla babaannesinin elini öptü. "Hayde babaanne benimde işlerim var, akşam gelirim seni almaya."
Kadın şaşkınca ona baksa da bir şey demedi el sallayıp bende arkasından çıktım. Önce hızla köşedeki topumu alıp kolumun altına sıkıştırdım. Son kez kapıdan bana bakan kadına el sallayıp çıkışa ilerledim. Akşam için biraz tedirgin ama çokta heyecanla seke seke parktan çocukları alıp eve doğru ilerlemeye başladık.
Onlar elimdeki topu alıp koşa koşa bende önce eve girdiler. Arkalarından gülümseyerek bakarken yan tarafımda beliren bedenle birden irkildim. Hangi ara gelmişti sessiz sessiz?
Çakır denen adama şaşkınlıkla bakarken o benim irkilmemle bir adım geriye gitmişti.
"Bir şey mi oldu?" Diye sordum merakla.
Sıkıntıyla nefes verdi. "Yok olmadı da.."
Şimdi fark ettiğim sağ elindeki şeffaf poşeti kaldırıp diğer eliyle benim elime sıkıştırdı. Poşetin içindeki ayıklanmış dolu dolu fındıklara bakarken şaşkınlıkla bir ona bir poşete bakıyordum.
Yüzüme dikkatle bakıp kafasını hafifçe yana eğdi. "Yemedin ya az evvel, eve girince yersin olur mu? İçinde kalmasın."
Ağzım açılıp kapansa da bir şey demeyip kafamı salladım. Geniş ve kaslı omuzları gevşerken gözlerinin güzel mavisi parlamıştı. "Bu akşam, dün gece seni gördüğüm yerden alırım saat 9 gibi."
Gireceğim eve ufak bi bakış attı. "Hayde gir içeri."
Hala donuk ne diyeceğimi bilmezken çenesiyle eve girmem için işaret verince dalgınlıkla kafamı salladım. Poşete sıkı sıkı tutunup arkama baka baka eve girerken ben içeriye girip kapıyı kapatana kadar olduğu yerden kıpırdamadı.
Demir kapıyı kapatıp elimdeki poşete döndüm yeniden. İstemsizce kıkırdarken elimi ağzıma bastırdım biri duyar çekincesiyle, nasıl da en güzellerini seçmiş ya tam ağzıma layık.
Poşetin ağzını hızla açıp elime bi avuç doldurarak yemeye başladım. Yüzümdeki gülümseme bir türlü durmuyor artık yanaklarımı ağrıtmaya başlıyordu. Ağır ağır evin girişine ilerlerken bir yandan da elimdeki poşeti sallıyordum.
"Annecim, nerde kaldın bakayım sen?"
İrkilip yan taraftaki camdan bana bakan anneme döndüğümde hiç bozuntuya vermeden sırıtmaya devam ettim. "Valla anne ben buraları çok sevdim herkes çok cana yakın."
Aynen annecim vuruluyordum az kalsın aşağıda bi fındık için. Şimdi koşa koşa babaannenin yanına gidip poşetimi sallayıp baaak torunun verdi demek istiyordum.
"Öyle öyle, aa kim verdi sana o fındıkları?"
Birkaç tane daha attım ağzıma. "Yoldan geçen bi teyze verdi."
"İyi sağolsun, haydi gel kızlar kahve yapıyordu içelim hep beraber."
Burun kıvırıp yandaki hamağa ilerledim. "Yok istemem bana çayda verdiler, daha yeni içtim."
Kahkaha atıp içeriye girdiğimde derin bi nefes verdim. Aslında yalan söylememe gerek yoktu ama bilmesine de gerek yoktu bence, durduk yere aklında soru işareti bırakmaya gerek yoktu en nihayetinde.
Hamakta bir o yana bir bu yana sallanırken kara kara düşünüp fındıklarımı yiyordum. Hadi diyelim annemi ikna ettim babamı nasıl ikna edecektim? Babam zaten geç geleceğini söylemişti ama yine de ona haber vermeden çıkamazdım.
"Off.." İki üç tane fındığı da ağzıma tıkıp hırsla çiğnemeye başladım. Bir çözüm yolu bulup o düğüne gitmeliydim işte o kadar.
Daha fazla düşünüp kendimi sıkıntıya sokmak istemediğim için teker teker bütün abimleri arayıp uzun uzun konuştum hepsiyle ki akşam beni aramasınlar. Zaten akşam çıkarsam kızlara haber verecektim yine beni aramamaları için, ama babamı ne yapacaktım hiç bilmiyordum. Hem ne giyecektim?
Çalan telefonumla irkilip yan tarafa attığım yerden aldım, babam arıyordu.
"Babacım?"
"Hah, kızım ne yapıyorsunuz? Anneni aradım açmadı."
"İyi Aysun teyzelerdeyiz ben hamakta fındık yiyorum annemde içerde kahve içiyorlardı."
"İyi iyi afiyet olsun kızıma, şey diyecektim bizim iş erken bitti geliyoruz biz."
Ağzıma atacağım fındık elimde donarken hızla doğruldum. "Yaa nedenki?"
Duraksadı. "Nasıl neden babacım bitti işte geliyoruz, karşı taraf bizi akşam yemeğine davet etti annenle Aysun teyzene söyle hazır olsunlar, tabi sende.. dışarı çıkacağız."
Elimi alnıma çarparken çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. Allah kahretmesin ki babamın geç geleceğine inanıp sadece annemi hallederim diye düşünmüştüm.
"Kızım orda mısın?"
"B-burdayım babacım, tamam ben söylerim anneme."
Veda faslından sonra yine telefonu hamağa fırlattım. Of Allah'ım of! Öyle gitmek istiyordum ki o düğüne az kalsın ağlayacaktım. Hem benim ne işim vardı çiftlerin olduğu akşam yemeğinde Allahaşkına?
Sinirle nefesimi verip ayaklarımı sürüye sürüye eve girdim. Oturma odasından gelen kahkahaları takip ettiğimde yüzüme yalandan da olsa bi gülümseme kondurdum. Bu işi bir anda halledecektim yoksa annem hemen anlardı bir şeyler planladığımı.
"Annecim babam aradı, annenlere söyle akşam yemeğine çıkacağız dedi iş ortakları mı ne ayarlamış."
"Haberimiz var kızım Tayfun amcan mesaj çekmiş Aysun teyzene."
Kafamı sallayıp yanlarına oturdum, muhabbetin güzelliği kafamı dağıtırken gülmelerine ortak oldum. Bir saatin ardından biz annemle hazırlanmak için çıkıp kol kola kaldığımız eve kadar sallana sallana yürüdük.
Annem anahtarla kapıları açınca direkt kendimi koltuğa atıp ayaklarımı uzattım. "Uyusam ya ben biraz anne sabah erken kalktım ya."
"Uyu kızım, sonra bi duş alır hazırlanırsın. Ben direkt duşa giriyorum ondan sonra bi bakayım ne giyebilirim diye, daha babana da kıyafet ayarlayacağım."
Kafamı sallayıp üstümdeki elbiseye aldırmadan yüz üstü dönüp gözlerimi yumdum. Saat daha erkendi bir iki saat uyusam anca kendime gelirdim ki düğünde dalgın veya durgun olmak istemiyordum. Tabi eğer gidebilirsem..
.
Saçlarımı okşayan elle yüzümü buruşturup diğer tarafa döndüm. Yanağımda hissettiğim dokunuşlarla bölünen uykumun siniriyle ofladım.
"Babam, hadi kalk kızım."
"Ya babaa.." diye sızlandım. "Bırak uyuyacağım ben."
"Hadi hazırız biz ama seni bekliyoruz."
Bir süre ne demek istediğini anlamaya çalıştığımda gözlerim kocaman açıldı. Eyvah düğün!
Hızla uzandığım yerden doğrulduğumda babam şaşkınca bi adım geriledi.
"Yavaş kızım niye öyle ani kalkıyorsun?"
Gözüm anında duvardaki saate kaydığında rahat bi nefes verdim. Daha bir buçuk saat vardı buluşma saatime.
"Hadi kalk duş alacaksan alda hazırlan, yol uzak buraya anca gideriz."
Hay Allah nasıl söyleyecektim ki ben şimdi, kendinden de çok emin konuşuyordu. Keşke o kadar büyük konuşmasaydım kızmazlar geleceğim diye. Ama yook.. illa bi şov olacak!
"Kızım iyi misin sen, niye öyle bakıyorsun boş boş korkutma beni." Elini omuzlarıma bastırıp geri uzandırdı. "Ani kalktın başın mı döndü? Şekerin mi düştü? Yemek yemiş miydin sen?"
Hiçbirine cevap vermeden omuzlarımdaki ellerini ellerimin içine aldım. Dudağımı sarkıtıp atabileceğim en masum en zararsız bakışlarımı atmaya başladım.
"Babacım." Diye mırıldandım kedi gibi.
İstediğim tepki daha erken gelirken babamın omuzları gevşemiş koltuğun dibine iyice girip kafasını yana eğmişti. "Efendim güzel kızım?"
"Senden bir şey isteyebilir miyim ben?" Hafifçe burnumu çektim.
"Her şeyi isteyebilirsin."
Babamı iki saniyede böyle kediye çevirmek az biraz gururumu okşasada benden yana olan zaafımdan vurduğum için vicdan azabıda çekiyordum.
"Şey ben bugün çocukların topu kaçınca onu almaya gitmiştim çocuklarla.." ellerimizdeki bakışlarımı ona çıkarıp kısacık bi bakış attım. Yüzünde bana bakarkenki büyük dalgın tebessümüyle beni izliyordu. "Sonra bi teyzenin bahçesine kaçmış top onu almaya gittiğimde teyze bana bi torba fındık verdi birde çay verdi."
Salla kızım salla.
"Ee babacım?"
"İşte biz onunla biraz sohbet ederken bu akşam buralarda bi düğün varmış dedi, oda tek gidecekmiş bende çok heyecanlanınca benide davet etti." Bakışlarımı düşürüp alttan alttan bakmaya başladım. "Ama ben önce babamla anneme sormalıyım dedim, bir yandan da çok merak ettim düğünü baba hep horon oynayacaklarmış ben hayatımda hiç gitmedim Karadeniz düğününe biliyor musun."
"Kızım.."
"Sonra dedim ki eğer babam izin verirse gelirim yazık teyze nasıl heyecanlandı bir bilsen umutlandı belli ki oda tek gitmek istemiyordu."
Kafası iyice karışan babam sıkıntıyla nefes verdi. Ağzını açacakmış gibi oluyor daha sonra susup yutkunuyordu. Mutfağın kapısına omzunu yaslamış anneme kararsız bi bakış atınca annem omuz silkti yalnızca.
"Ama babacım ben seni nasıl tek bırakayım ki bilmediğimiz bir yerde? Hem bizim saat kaçta döneceğimiz belli bile değil."
Elimi yanağına koyup sakallarını okşamaya başladım. "Teyze dediki saat dokuzda gider bir saat oturur geliriz sonra ben eve geçer beklerim sizi, kapıları da kilitlerim." Diye mırıldandım.
Buğulandırdığım ela gözlerime kilitlenmiş bakarken hem kıyamıyor hemde direkt hayır demek istiyordu biliyordum. Oyunuma devam edip dudağımı sarkıttım.
"Hem ben sizinle gelip çiftlerin arasında ne yapacağım ki? Biraz düğünde oturur hemen geri gelirim eve."
Babam hala kararsızca bakınca planımın en can alıcı kısmına gelip doğruldum. "Tamam baba çokta zorlamak istemiyorum madem gitmemi istemiyorsun gitmem. Ben gidip hazırlanayım da çıkalım."
Ayağa kalkıp merdivene doğru ilerlerken kalbim gümbür gümbür atıyordu.
1
2
3..
Belime dolanan kollarla genişçe gülümsedim ama bunu kimse görmedi. Babam beni kucaklayıp koltuğa oturduğunda yan şekilde döndüm. İki kolunu da boynumdan sarıp sıkıca kendine bastırdı. Dudaklarını sıkıca alnıma şakağıma ve saçlarıma bastırırken duyamadığım şeyler mırıldanıyordu.
"Ben sana hayır diyemiyorum bilmiyor musun? Seni aradığım her an ikinci çalışta açmazsan eğer o telefonu, helikopterle polis indiririm tepene duydun mu?"
Çığlıkla beraber kahkaha atıp kollarımı sıkıca beline doladım. "Ya babaa.." yanağını üst üste onu sıkacak şekilde öptüm. "Sen bu dünyadaki en kral babasın biliyorsun değil mi? Çok seviyorum seni!"
"Hiç içime sinmiyor ama madem çok istiyorsun düğüne gitmek git bakalım." Son kez yanağımı öpüp geri çekildi. "Tabi önce Tayfun'a soracağım o teyzeyide düğün sahiplerini de ters bir şey söylerse tıpış tıpış geliyorsun bizimle.
Hafifçe gülümseyip kafamı salladım. Kapıdan gelen korna sesiyle annem hızla yaslandığı yerden doğruldu. "Ay hadi Ali'm geldiler."
Babam elime sıkıca tutunup dış kapıya kadar benide beraberinde getirdi. Aysun teyze camını açıp merakla bana baktı. "E teyzecim niye hazırlanmamışsın sen?"
Babam benden önce davranıp Tayfun amcanın camına eğilmiş anlatmıştı olan biteni ve daha sonra ahiretlik sorularını bir bir sıralamıştı. Neyse ki Tayfun amca ters konuşmamış Teyze'nin gayet güvenilir biri olduğunu hatta birkaç yabancı isim verip o kişinin annesi olduğunu falan söyleyince babam iyice rahatlamıştı. Ah babam ah bir bilsen teyzenin torununun da yanında olduğunu böyle rahat güler miydin acaba.
Annem babamın arabasına geçerken yanağıma ufak bi öpücük kondurmuş kapıları kilitlemeyi unutmamam için son kez uyarmıştı. Babamda yüzümü kavrayıp yanaklarımı okşadı. "Güvendiğim insanların yanında olman beni rahatlattı bebeğim, yoksa aklım sende kalacaktı. Ben biricik kızımı tanımadığım kimsenin yanında bırakamazdım."
"Onları tanıyor musun?"
Kafasını sallayıp beni onayladı. "Tanıyoruz sağlam insanlar gönlüm rahatladı ama sen yinede kapıları kilitlemeyi unutma tamam mı kızım?"
Onaylayıp yanağını öptüm. Parmak ucumda yükseldiğimden dolayı iyice kısalan eteğimi aşağıya çekip belime sarıldı. "Birde ne olur kısa bir şey giyme kızım, rica ediyorum."
Kıkırdayıp kafamı salladım, onlar arabaya binip gittiğinde bahçe kapısını kapatıp hoplaya zıplaya eve girip kapıyı kapattım. Heyecanla gümbür gümbür atan kalbime elimi bastırıp önce acıkan karnımı doyurmak için mutfağa girdim.
Dolaptaki yemeklerden kendime göre biraz ısıtıp masaya oturdum. Fazla oyalanmadan hızla yediğim yemeğin bulaşıklarını toparladım. Fazla sıcakladığım için koca bi bardak soğuk suyuda mideye indirdim.
Yine seke seke üst kata çıkıp telefonumdan haraketli bi şarkı açarak üstümü çıkardım. Önce vücudumu yıkayıp güllü esanslarımla kendimi ovdum. Sabunumla saçlarımı nazikçe yıkayıp duruladım.
Köşeye bıraktığım havluyu bedenime sarıp aynanın önündeki tarakla sabırla saçlarımı taradım, şekillendireceğim için kendi kendine kurulmasını bekleyecek vaktim yoktu o yüzden makineyle kurutup kuş yuvasına dönmesini umursamadan kirli eşyalarımı alıp aşağıya odama indim.
Dolabı açıp kısıtlı kıyafetlerime göz gezdirdiğimde babama da söz verdiğim gibi kısa giyinmeyecektim. Zaten yalan söylediğim için üzüntü içimde kol geziyordu. Beyaz üzerinde büyük lacivert çiçekleri olan belden oturmalı dizlerimin tam altında biten bittiği yerde de kısa pileleri olan harika bi elbiseydi. Havlumu fırlatıp alt iç çamaşırımı geçirdim, elbisenin üst tarafı kendiliğinden süngerli oluşundan sütyen takmadan elbiseyi giydim. Omuzlarımın tam üstüne denk gelen ince kayışları zorda olsa sıkıca bağlayıp kurdele yaptım. Belime ince beyaz kemerini takıp beyaz az topuklu sade ama zarif ayakkabıları giyip bileğimdeki ince kayışı bağladım.
Gerdan kısmı epey açık olduğundan göğüs çatalım az bir şey de olsa görünüyordu, umursamayıp saç şekillendiricimi prize taktım, bakım yağımı biraz elime sıkıp saçlarımı ovduktan sonra dönen başlığa saçlarımı azar azar dolayıp şekillendirdim. Son kez perçemlerimi de halledip fişi çektim.
Telefonumun ekranından 20 dakikamın kaldığını görünce hızla makyaj çantama koştum. Kapatıcıya hiç bulaşmadan yanaklarıma birazcık allık fırçamı sürttüm, artık kolayca yapabildiğim eyelineri incecik çekip kirpiklerimi rimelle iyice kıvırdım. Dudağıma şeftali tonlarında bi ruj sürüp köşeye bıraktığım parfümümü de boynumun iki yanına ve bileklerime sıktım.
Dağıttığım her yeri hızlıca toplayıp saçlarımı öne arkaya silkeleyerek iyice kabarttım. Boş kalan kulaklarım dikkatimi çekerken gold detaylı ufak küpeler taktım. Beyaz minik çantamı yanıma alıp telefonumu içine atarak odadan çıktım. Aynadan kendime beğeniyle bakarken içim içime sığmıyordu. Unuttuğum detayla hızlıca telefonumu geri çıkartıp kızlara gerekli bilgileri geçtim. Abimler duysa tek başıma düğüne gittiğimi kimse onları susturamazdı. Allah'ım sen yardım et de şu gece kazasız belasız bitsin.
Mutfağa geçip bir bardak daha su içtiğimde hararetimin dinmesini umut ediyordum, gözüm saate takıldığında hızla bardağı tezgaha bıraktım saat dokuzu çeyrek geçiyordu. Gelmiş olacağını düşündüğümden anahtarı alıp evi kilitleyerek dış kapıya ilerledim. Demir kapıdan geçip orayı da kilitledikten sonra arkamı döner dönmez çarptığım bedenle dengemi kuramayıp ayağım kaydı. Elbisenin sardığı incecik belime birde güçlü kollar dolanmıştı. Tutunduğum omzu sayesinde taşlarla dolu yere düşmekten kurtulduğum için sevinirken bu adamla üçüncü kez dip dibe olmanın utancını da yaşadım.
Kafamı kaldırmamıştım ama bu kokunun kimden geldiğini de adımın Gülçehre olduğu kadar biliyordum. Böylesine ferah, aynı zamanda tatlı bi sertliği olan kokuyu bir tek onda duymuştum çünkü.
"Başlayacağım şimdi ama ha."
Homurtusuyla kafamı kaldıracakken alnımın çenesine çarpmasıyla inleyip elimi alnıma bastırdım. Boştaki elini alnıma çıkarıp çenesinin çarptığı yeri okşamaya başladı hızla. "İyi misin?"
"İyiyim, iyiyim." Belimi sıkıca sardığı kolu yüzünden nefes almam zorlaşırken iki kolumu da koluna indirip açmaya çalıştım. "Nefes alamıyorum aç şu kolunu."
Çakır gözler yüzümün her bir noktasını karış karış gezerken beni duymuyor gibiydi. Yetersiz bi nefes yüzünden oflayıp biraz daha çekmeye çalıştım elini. "Çakır! Nefes alamıyorum."
Ateşe değmiş gibi elini bir anda çekince önce derince bi nefes çektim içime, bir an ortadan ikiye bölünecek gibi hissetmiştim kendimi.
"Ne dedin sen?"
Gökyüzündeki bakışlarım ona döndüğünde karmakarışık bakan yüzüne hafifçe kaşlarım çatıldı. Yanlış bir şey mi söylemiştim ben?
"N-nefes alamıyorum ded.."
"Yok yok onu demiyorum."
Adı Çakır değil miydi bunun yahu! Babaannesi Çakır deyip deyip durmuştu. Tedirginlikle dudağımı ısırırken içimden pot kırmamış olmayı diliyordum. "Şey Ç-çakır dedim.. ama babaanneniz öyle seslenince ben ondan dedim, yoksa adınız.."
Elini havaya kaldırınca susmak zorunda kaldım. "Çakır adımda bir an duyunca.."
"Hadi ula sabahuna kadar sizi mi bekleyeceğum ben düğün bitecek!"
Yerimden korkuyla zıplarken adamın arka tarafında kalan siyah arabayı şimdi fark ediyordum. Arka tarafın açık camından babaanne benimle göz göze gelince şirince gülümseyip el salladı. "Kız sen ne gada güzel olmişsin seni kaçurmazsalar iyidir."
"BABAANNE!"
"Bağırma uşağum ben onida düşünmişum ha yanuma tabancamida almişum."
Çakır ellerini yüzüne sürtüp arkasını döndü, korkuyla arkasından bakarken babaanne elini havada boşver manasında sallayıp beni yanına doğru çağırdı. Çakır'ın arkasından baka baka babaannenin açık camından eğildim. "Efendim?"
"Hayde otur şu arabaya vallahi yoksa ikimizu da koyacak kapinun önüne."
Hızla kafamı sallayıp elimi kapının koluna atacakken elini kaldırıp yine sırıttı. "Kizum sen öne geç beni orda yol tutayi, bana burası da anca yeteyi."
Babaanneyle mücadele vermek için gerçekten sabır taşı olmak lazımdı! Sinirle gözlerimi yumup derin bi nefes verdim. Sakin ol Gülçehre düğüne gidip eğleneceksin kızım sabret. Gözlerimi açıp arabanın ön yolcu kapısını açıp oturdum. Kemerimi takarken babaanne orta kısımdan kafasını çıkardı biraz.
"Kız o nee.. bi eğilsen tüm ahali senin cicikleri görecek ula!"
Bakışlarını takip etmemle elimi hızla göğüslerimin üstüne bastırdım. "Ya babaanne ya ne cicikleri! Görünmüyor benim hiçbir yerim."
Ellerini ben bilmem der gibi havaya kaldırdı. "Yeminle her an düğün evi kan evine dönebili haberun olsun. Ben benum yanımdaki kızı kimseye baktirmam işte o kada.."
O sinirle bile kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamadım. "Ya babaanne sen biraz maço musun?"
"Ula cicik korumanın adı ne zamandır maçolik olmiş? Cicik önemlidur kimse bakamaz, Bak-tur-mam!"
Zorda olsa kendimi durdurup önüme döndüm. Gülmekten kızaran yanaklarım için elimle hava yaparken şöför koltuğunun kapısı açıldı. Çakır ne zaman yaktığını dahi anlamadığım sigarasının son nefesini havaya üfleyip eliyle dağıttı. Arabaya geçtiğinde bana yalnızca kısa bi bakış atıp aynadan babaannesine kıstığı gözleriyle bakmıştı.
"Hayde oğlum gidelum bir an önce." Deyip iyice arkasına yaslandı gerine gerine.
"Fesuphanallah." Diye mırıldanıp kafasını iki yana salladı.
Araba minik bi yokuşu çıktıktan sonra yine düzlüğe girmiş çokta ilerlemeden büyük bi bahçenin önünde durmuştuk. Daha çok düğünlük bir yer gibiydi etrafı çitlerle kaplı üstlerden sarı ışıklar sarkıyor ve karşılıklı büyükçe masalar duruyordu. Bir tarafta kadınlar bir tarafta erkekler vardı.
Kızlarında Allah'tan hemen hemen benim gibi giyindiklerini görünce içim rahatladı, bir an gerilmiştim yabancı dururum diye.
"Babaanne yarım saat oturur kalkarız ona göre."
Bu kızım sana söylüyorum gelinim sen anla demek miydi! Yine de sustum.
"Kime göre neye göre ula.. sen istersen gidersun ha biz Gül kızla oturacağiz milleti izleyeceğiz."
Kıkırdamama engel olamazken yan tarafımdan yine sinirle nefes alıp verme sesleri geliyordu. Ama yinede kapı koluna uzandım çünkü ikiside tartışmaya başladımı susmazlardı tahmin edebiliyordum. Bunu ikisininde laz damarına yordum..
Kapıyı açıp inmemle anında Çakır'ında inmesi bir oldu. Ben babaannenin kapısını açıp geri çekilirken Çakır içeriye eğilip babaannesinin elini tutarak çıkmasına yardımcı oldu.
Çantamı omzuma asarken babaanne ikimizinde ortasına geçip bir adım önden ilerlemeye başladı.
Hem düğünün olduğu yere merakla bakıyor hemde yerdeki taşlara dikkat etmeye çalışıyordum.
"Gülçehre.."
Ne güzel söylemişti ismimi öyle.. omuzlarım titremişti bir anda.
"Efendim?"
Sıkıntıyla bahçenin içindeki horon oynayan gençlere baktı. "Oynamayacaksın değil mi?"
Kıkırdayıp kafamı iki yana salladım. "Yok istesemde oynayamam zaten ben böyle."
Omuzları gevşerken önüne dönüp gülümsedi. Babaanne bir adım önümüzde başka bi kadınla konuşmaya başladığında ikimizde durduk.
"Fındıklarını yedin mi?"
"Evet çok güzeldi!" Dedim bir anda heyecanla. Daha sonra durup bakışlarımı kaçırdım, öyle pat diye evet denir miydi canımm.. o kadarda artistlik yapmıştım almayacağım diye. Of Allah'ım of!
"Afiyet olsun."
Ona bakmadan kafamı sallayıp yeniden yürümeye başlayan babaannenin yanına vardım bi adımda o hala arkamızdan yürüyordu. Bahçeden içeri girmemizle bize doğru dönmüştü bütün gözler, alışkın olduğumdan hiç bozuntuya vermeyip bakınmaya devam ettim ama birden arkamızdan uzanan kol babaannesinin omzundan geçti ve onu bi tık kendine çekerek kulağına bir şeyler söyledi. Babaanne usulca kafasını sallarken merakla yerimde kıpırdanmıştım ama bana ufacık bi bakış atıp adamların olduğu tarafa ilk adımını attı.
Oturan bütün adamlar ayağa kalkıp ona doğru ilerlerken babaannenin peşinden yürüsem bile şaşkınca ona bakıyordum. Herkesle el sıkışıyor eline eğilmek isteyen birkaç kişiyi engelliyor omuzlarını okşuyordu.
Ön masalardan boş bırakılmış bi masaya geçtiğimizde düğün sahipleri olduğunu anladığım kişiler babaanneye selam vermeye geliyordu. Bu kadının artistliği bir Çakır'aydı sanırım, çünkü şu an herkese gayet sakin davranıyordu.
Çalan şarkılardan hariç düğünleri normaldi gelin ve damat gelmiş ilk danslarını yapmış ve hemen ardından ortada şaşkına döndüğüm bir performansla herkes kolbastı oynamaya başlamıştı. Hayır onca insan hazır olda mı bekliyordu köşede?
Ardından kemençeci ortaya geçmiş döktürmeye başlamıştı kı kızlı erkekli herkes horona kalkmıştı. Babaanne hafif bi ritimle alkış tutuyor gülümseyerek onları izliyordu, bende sanki öğrenecekmişim gibi ayaklarına bakıyordum hepsinin.
Gözlerim tam karşımda oturan Çakır'a döndüğünde onunda aynı saniyede bakışları yanında konuşan adamdan bana dönmüştü. Adam hala ona bir şeyler anlatıyordu ama o gözlerini benden çekmiyordu. Kulağımda bangır bangır çalan Karadeniz şarkıları türküleri bir anda boğuklaşmıştı sanki, oda böyle hissediyor muydu? Kalbim anlam veremediğim sızılarla dilimi damağımı kuruturken beni daldığım yerden çıkaran şey üst üste patlayan silah sesleri olmuştu.
Korkuyla sıçrayıp ellerimi kulaklarıma bastırdım. Etrafta hala oynayan insanlara dehşetle bakarken silah seslerinin nerden geldiğini anlamaya çalışıyordum.
"Korkma kizum bizimkiler patlatayi."
Şaşkınlıkla babaannenin işaret ettiği yere baktığımda bir grup gencin elinde tabancalar yüksek bir yerde havaya ateş edip duruyorlardı. Sandalyemi iyice babaannenin yanına çekip ellerimi yeniden kulaklarıma bastırdım çünkü istemsizce irkilip duruyordum.
"KES!"
Etraftaki bir çok meraklı göz gibi bende bağırış sesine döndüğümde orta yaşlı bi adam silah sıkanları durdurmuş azarlar tarzda bir şeyler söyleyip daha sonra Çakır'ın yan tarafına geri oturmuştu.
"Sonumiz hayır olsun."
Ellerimi kulaklarımdan çekip babaanneye döndüm. "Hı?"
"Yok bir şey hayde izle oynayanları, korkma artık."
Kafamı sallayıp arkama geri yaslandım. Gözlerim istemsizce Çakır'a kaydığında yine göz göze geldik. Sandalyesinde dimdik oturmuş etrafında öylece konuşan insanlara bakmadan dimdik bana bakıyordu. Bakışlarını benden çekmeden masadan sigarasını alıp iki dudağının arasına yerleştirdi. Gümüş zipposunun yanan sarı ışığında sağ gözü azıcık kısıldı ve sigarasını tutuşturdu. İki parmağı arasına aldığı sigarayı dudaklarından ayırır ayırmaz dumanını yüzüme bakarak havaya üfledi.
Belirgin adem elmasına kayarken ikimizde aynı anda yutkunduk. Hafif esen havaya rağmen ensem terlemeye başlamıştı kuruyan dudaklarımı ıslatmak amaçlı önüme bıraktıkları içeçekten bir yudum aldığımda dudağının sağ tarafı hayal mi olup olmadığını anlamadığım kadarıyla kıvrıldı ve başını yeniden yanındaki adama döndü.
Titreyen ellerimle bardağı bırakıp derin nefes aldım. Neydi bu şimdi? Toplum içinde olmasam kendime iki tokat atar silkelenirdim ama hala bir çok yabancı göz üzerimdeydi, merakla kim olduğumu sorguluyorlardı.
"Babaanne."
"Hım?" Dedi ortada oynayanları süzerken.
"Çok sıcak değil mi ya? Vallahi bunaldım." Oflayıp önümdeki saçlarımı geri attım.
"Kız yandun mi ne sıcağı efil efil eseyi."
Yine omuz silkip önümdeki bardağa uzanacakken masaya doğru gelenlerle elimi geri indirdim. Birkaç kadın babaannenin yanına gelip elini öpmüş konuşmaya başlamışlardı dikkatim hala etraftaydı.
Omzuma konulan elle irkilip döndüğümde kadınlardan bir tanesi gülümsedi, kibarca karşılık verip omzumu elinden kurtardığımda hiç bozuntuya vermeden babaanneme döndü.
"Misafirun da pek güzelmiş Ferha nene."
"Hee oyledir!"
"Bekar midur?"
Baygın baygın bakıp bakışlarımı onlardan çektim ama hala dinlemeye devam ediyordum.
"Öyleyse ne olacakmiş?"
"Hiiç canum, hoş kizdur Allah sahibine bağuşlasın."
"İyi hayde hayde sağolasinuz."
Kadınlar giderken kıkırdayıp omzumla hafifçe babaannenin omzuna çarptım. "Kovdun resmen kadınları babaanne."
Ters ters omzuma bakıp daha sert şekilde o çarptı. Kahkaha atıp geri doğruldum, bununla da inatlaşmaya gelmiyordu hiç.
"Kovacağum tabi, meraklu karilar sabahtandir bakıp bakıp erittuler seni." Ters ters göğüslerime baktı. "Kapat ula şu cicikleri vallahi akıtacağum birinin pekmezini."
Gülmeye devam ederken sabır çekip önüne döndü.
"Hasibe!"
"Buyur Ferha nene."
"Gelesun ha buraya."
Orta yaşlarda hafif kilolu bi kadın yanımıza geldiğinde güldüğü için kısılan gözleriyle selam vermiş bende aynı samimiyetle karşılık vermiştim.
"Ha şu kıza bi nazar ayeti okuyasun, karilarun gözi kalmişidur."
"Tamamdır nene hemen okurum."
Kadın durduğu yerden bir şeyler fısıldamaya başladığında şaşkınca bir ona bir kafasını sallayan babaanneye baktım. Daha sonra ikiside ellerini yüzüne sürtüp amin dediler.
"Allah nazarlardan saklasın Ferha nene."
"He sağolasun."
Hasibe denen kadın gittiğinde masaya birkaç kişi daha gelmişti ve babaanne bu durumdan epey sıkılmıştı. Suratı gittikçe asılmış gelen geçeni terslemişti.
"Ula seni insan içine sokanda kabahat!"
"Ben ne yaptım şimdi? Ne güzel oturuyorum kalkmadımda." Diye mırıldandım.
"Gelen geçen seni sorayi, Çakır'umda ters ters bakayi zaten de hayde kalkalum artık."
Kafamı sallayıp ardından kalktım, bir saatten fazla oluyordu zaten geleli göreceğim tüm eğlenceyi görmüştüm, çok güzel bi düğün olmuştu. Babaanne yakınlarında oturan birkaç yaşlı kadına selam verip yürümeye başlayınca peşine takıldım.
"Ferha nene."
Arkamızdan gelen sesle ikimizde aynı anda döndük. Genç bi adam aramızdaki mesafeyi hızla yürüyüp kapatınca babaanne beni sol tarafına alıp merakla adama baktı.
"He Yusuf?"
Adam derin bi nefes alıp bana kısa çekingen bi bakış attı. Sarışın beyaz tenli olduğundan yanakları ve boynu kızarmış sık soluk alıp veriyordu.
"Kalsaydınız daha, saat erkendi hem."
Babaanne onu çatık kaşlarıyla boydan boya süzüp burun kıvırdı. "Yok gideceğuz."
"Hay Allah.. İyi madem." Yeniden bana dönüp başını hafifçe eğerek tebessüm etti. "Sizde hoş gelmişsiniz şehrimize."
Cevap vermeyip yalnızca kafamı salladım. Bakışları benden kopup arkama kaydığında üstümden yükselen gölgenin kime ait olduğunu biliyordum.
"Selamın aleyküm Çakır abi." Deyip sertçe yutkundu Yusuf denen adam. Nasıl bi ifadeyle karşı karşıyaydı görmüyordum ama yüzü bir tık daha kızarmıştı cevabını beklemeden babaanneye son kez selam verip hızla kayboldu.
"Hadi geçin arabaya."
Sırtıma değen göğsünün beni irkilteceğini sansamda öyle olmadı, sesi sanki kulağıma fısıldamışlar tüm tüylerimi diken diken etmiş gibi bi his bırakmıştı üzerimde. Hem böylesine sakin hemde böylesine ürkütücü nasıl konuşabiliyordu? Kısık sesinin üzerimde bıraktığı etki böyleyse, bir sesini yükseltse bayılırdım herhalde.
Babaannenin peşine takılıp tıpış tıpış yürürken sarı sokak lambalarının da etkisiyle gölgesi üstüme devrilmişti. Hafifçe yan döndüğümde yerdeki gölgelerimizi dalgın bi ifadeyle izlerken yakaladım onu.
Hızlıca önüme dönüp geldiğim araba kapısını önce babaanne için açıp daha sonra ön koltuğa geçtim.
"Çakır'um ha önce beni eve bırakıver torunum, vallahi yorulmişum başumi şişurmişler."
Cevap vermeden kafasını sallayıp direksiyonu tek eliyle çevirdi. Boştaki eli hafif sakallarını ovarken ellerimi birbirine sürtüp yola bakmak için kendimi zorluyordum.
"Hayırdır babaannem kim şişirdi başını?"
"Söylersem şimdi de sen şişurirsin başumi, söylemem da."
Ben kıkırdarken Çakır yalnızca nefes sesiyle alayla gülmüştü. Babaannenin evine yaklaştığımızda benim inmeme engel olmuş kapıyı babaanne için açıp içeriye kadar geçirmişti.
Bahçeden çıkmadan evvel kapının en yakınındaki ağaçtan bir avuç fındık toplamış kabuklarını soya soya arabaya binmişti. Avucunun içine doldurduğu fındıkları uzatıp avucumu açmamı bekledi.
Tabi onun elinin boyutu benimkinden büyük olduğu için onun tek avucu kadar fındık benim iki avucumu da dolduruyordu. Ufak bi bakış atıp gülümsedim, sırtımı arkaya yaslayıp fındıklarımı bir bir yemeye başlarken ağzıma götürdüğüm iki tane fındığı vazgeçip ona uzattım.
"Yesene sende."
Önce uzattığım elime sonra yüzüme baktı, suratından apaçık okunan şaşkınlıkla yanlış mı yaptın diye düşünmüştüm ama iki seferdir fındık veriyordu bana bence bir sorun yoktu benim onada fındık vermemde.
"Hadi alsana."
Buğulu mavilerini kırpıştırıp boştaki elini uzatıp almaktansa ağzını parmaklarıma yaklaştırdı. Havadaki elim titresede biraz bende yaklaştım.
Araba biz farkında olmadan yavaşlayıp durdu ama hala çalışmaya devam ediyordu yolun ortasında. Gözleri gözlerimden bir saniye olsun ayrılmazken kendimi öyle tuhaf hissediyordum ki kalbim sanki boğazımda atıyor çıkacak sesi duyarda rezil olurum diye korkuyordum.
Parmaklarım dudağına değdiğinde ikimizde aynı anda derin nefes çektik içimize. Dudakları uzaktan da göründüğü gibi alev alevdi, parmaklarımın altında bir nabız gibi atıp titriyordu. Gözleri kısıldığından mavilikleri az bir şey görebiliyordum.
Çokta kalın olmayan ama adeta bi elma şekeri gibi duran dudaklarını aralayıp parmaklarımın içindeki iki fındığı dudaklarının arasına aldı. Ağzının içine yuvarladığı fındıklara rağmen ikimizde haraket edemiyorduk. İlk defa böyle garip bi ortamda bulunan benliğim ne yapacağını bilmediğinden içimde her yere çarpıp duruyor beni iyice bilinmezlere sürüklüyordu.
Yeniden aldığım titrek nefeslerle elimi ağır ağır dudaklarından çekip kucağıma yasladım. Saçlarımı yüzümü kapatacak şekilde önüme alıp sağ tarafımdaki cama döndüm utançla. Yansıması bir süre daha beni izlesede neyseki beni daha da utandırmadan önüne dönüp yeniden arabayı haraket ettirdi.
Uzaktan evi görünce bir an önce yalnız kalmanın heyecanıyla ellerimi birbirine sürttüm. Bekle kızım birazdan çığlık atacağız çok az kaldı! Duyduğum kesik bağırma sesiyle irkildim birden. Hızla yan dönüp Çakır'ın koluna dokunduğumda şaşkınlıkla bana dönüp arabayı durdurdu.
"Ne oldu! İyi misin?"
Saf şaşkınlık akan sesiyle hızla işaret parmağımı dudağıma bastırdım. Kaşları çatılırken dişlerini sıktığı için elmacık kemikleri içeriye gömülmüştü. Yine duyulan sesle ikimizinde gözleri irileşti, hızla elimi tutup bırakmadan arabayı sağa çekti.
"Çakır.."
Arabanın kapısına elini atıp bana döndü. "Bekle beni burda bakıp geleceğim sakın inme."
Ah tabiki beklemeyecektim! İner inmez elimi kapıya atıp bende indim. Sinirle bana dönmesini umursamadan yanına gittim, kafasını iki yana sallayıp elime uzandı bir anda. Parmaklarımızı birbirine geçirip sıkıca kavradı, karşı yoldaki karanlık kısma ilerlerken yüreğim ağzımda atıyordu.
Yeniden gelen sesle adımlarını hızlandırınca ayak uydurup bende hızlandım. İlerideki sokak lambasının altındaki görünen üç kişiye ilerledik. Kavga eden iki adam ve birinin eline sıkıca tutunmuş korkuyla ağlayan bi kız vardı.
Şaşkınlıktan ağzım açılırken Çakır gür sesiyle üçünü de bize döndürdü.
"Ne oluyor burda?"
Kız daha çok ağlarken yere eğilip boştaki elini yüzüne kapattı. Elini tutan genç sinirle onu kaldırmaya çalışırken karşılarındaki ağzı yüzü kan olmuş diğer genç acıyla ona bakıyordu.
"Bırak lan kızı!" Diye yine bağırdı Çakır.
"Çakır beyim gel gel Allahaşkına gel, gelde dinle şu utanmazları. Bu şerefsiz varya kardeşimi kaçırıyordu yakaladım."
"Bırak diyorum oğlum sana kızın elini!"
Kız elini sertçe çekip kendini kurtardı. Tepesindeki abisi olduğunu anladığım adam sinirle baksa da muhtemelen Çakır'ın korkusuyla bir şey diyemedi. Diğer çocuk elinin tersiyle burnundan akan kanı silip ona yaklaşmaya çalıştı ama abisi yine sertçe ittirdi.
"Vermiyoruz oğlum siktir git lan! Yok sana kız mız.."
Çocuğun ağzını açmasına izin vermeden aralarına girdik. Çakır hala elimi sımsıkı tutsa da boştaki elimle çantamdan peçete çıkartıp kıza uzattım. Öyle içli ağlıyordu ki içim parçalanmıştı.
"Ne kaçması ne vermesi doğru düzgün anlatın, niye ağlıyor oğlum bu kız?" İttirilmiş adama döndü. "Kimi kaçırıyorsun lan sen hayırdır!"
"A-abi.. seviyoruz biz birbirimizi vermiyorlar bana kızı." Acıyla yere çöküp omuzları sarsıla sarsıla ağlamaya başladı.
Çakır şaşkınlıkla adama bakarken kız ona doğru uzanacaktı ki abisi yeniden sertçe omzundan çekti.
"Çekme şu kızı!" Diye bağırdım. "Görmüyor musun halini?"
Kızın omzundaki abisinin elini ittirip kızı incitmeden yanıma çektim. Adam tek laf edemedi ama sinirle kafasını yana çevirdi.
"Çakır beyim.." dedi adam hırsla. "Bu utanmaz kardeşime göz koymuş vermem ben bu adama kardeşimi."
"Seviyorum abi!" Diye çığlık attı yanımdaki kız ağlaya ağlaya.
"Sus! Sevemezsin sen onu."
Çakır boştaki eliyle bağıran adamı sertçe ittirdi. "Bağırma kıza sikerim o çenenin yayını."
"A-abi.." zorlukla doğruldu ağlayan adam. Avucuyla göz yaşlarını silerken içim ezildi böyle çocuk gibi ağlayışına. "Abi yeminle seviyoruz biz birbirimizi kaç kere gittik kapılarına Aleviyim diye vermeyiz diyorlar. Napayım ben abi kurban olayım sen söyle."
Şaşkınca bakakaldığımda Çakır elimi daha sıkı tutup kızın abisini ensesinden tutuğu gibi yaka paça yere eğdi. "Doğru mu lan?"
Adamın başı deve kuşu gibi yerde olduğundan inlemekten başka bir şey yapamadı. "Sana diyorum oğlum doğru mu söylüyor!"
Bağırışıyla irkilip koluna tutundum.
"Vermem ben Alevi'ye kız! Uzak dur benim kardeşimden."
Kız daha çok ağlamaya başlarken Çakır dirseğiyle adamı omzundan itip yere yuvarladı. Doğrulup sertçe burnunu çektiğinde sinirden her yeri kasılmıştı. Adamın baldırına sertçe tekme atıp adamı bağırttı.
"Sen kimsin lan?"
"B-beyim.."
"Kes! Konuşma.. senin konuşmaya hakkın yok! Abisisin eyvallah ama kiminle evleneceğine sen mi karar veriyorsun?" Bir kez daha sertçe tekme attı. "Hayırdır oğlum?"
Yanımda korkudan titreyen kıza döndü. "Kardeşim, seviyor musun sen bu çocuğu? Evlenmek istiyor musun?"
Kız hızla kafasını salladı. "İstiyorum abi, seviyorum."
Çakır kafasını ağır ağır sallayıp kıza acıyla bakan adama döndü. Hala burnundan kan akan adam orayı unutmuş gibi içi giderek kıza bakıyordu. "Ağlama Selcan biz ayıp bir şey yapmadık!" Daha sonra Çakır'a dönüp bi adım yaklaştı. "Abi yemin ederim kaç kez istedik Nuh diyorlar peygamber demiyorlar, yenge de yanında abi bilirsin sevmenin ne demek olduğunu insan kalbine söz geçiremiyor. Çakır bey var dediler burda, adaleti şaşmaz yol yordam gösterir dediler. Sizin kapınıza geliyorduk zaten abisi yakaladı bizi." Bir tık eğildi. "Allah Kuran hakkı için yardım et, yoksa öleceğim."
Donup kaldığımda Çakır yalnızca bana ufak bi bakış atıp adamı ensesinden çekti. Saçlarını hızla okşayıp omzuna vurdu. "Helal olsun lan sana. Ağlama halledeceğim."
Merakla ona döndüğümde tuttuğu elimi bırakmadan kaldırıp ceketinin iç cebini araladı. Telefonunu çıkartıp birilerini aradı bu sırada ayaklanmaya çalışan adamın omzuna ayağıyla bastırıp engel oluyordu.
Telefonu kapattıktan sonra sımsıkı el ele tutunmuş hala ağlayan çifte döndü. "Siz ikinizi babaanneme yollayacağım ailenizle de konuşmaları için birilerini göndereceğim. Korkmayın bu saatten sonra kimseye tek laf ettirmem."
Bulunduğumuz yere yaklaşan iki siyah arabayla ikisinin de gözleri umutla parladı. Yerde yatan adamın omzuna biraz daha bastırdığında adam acıyla inledi. Bir gram içim acımadı, beter olsun köpek!
"Bunu da halledeceğim sonra şimdi gidin siz babaanneme haberi yollattım bekliyordur sizi."
Adam Çakır'ın eline doğru eğildiğinde, izin vermemiş omzunu yine dostane bi tavırla sıkmıştı. "Hayde al sevdiğini git, utanma çekinme. Sen olması gerekeni yapmışsın."
Adam ikimize de kısa bi bakış atıp arabaya ilerledi. Arabaya binmeden evvel yine döndü. "Abi sen beni sevdiğime kavuşturdun ya.. dilerim Allah'ta seni sevdiğine kavuştursun."
Omuzlarım titrediğinde Çakır yalnızca adama kafa sallamış daha sonra gelen başka araçtakiler yaka paça yerdeki adamı almıştı. Beş dakika içinde sessiz kalan yolda şimdi yalnızca ikimiz vardık. Hala sımsıkı ellerimiz tutuşuyor ben içten içe şahit olduğum olayın şokunu sindirmeye çalışıyordum.
Kızın halini ve psikolojisini düşünemezken Çakır tek eliyle sigarasını yakmış nefesini sinirle havaya üflemişti. Sessiz sedasız da olsa saydırmaya devam ediyorken birden dolan gözlerimle sımsıkı boynuna sarılıp ağlamaya başladım.
Kaskatı kesilen bedeninin yanı sıra havadaki sigarası yere düştü. Havada dona kalan ellerinin titreyen gölgesini yan tarafımdan görüyordum. İçli içli ağlamaya devam ederken sımsıkı omuzlarındaki cekete tutunuyordum.
"S-sen çok iyi birisin." Burnumu çektim. "O kızı k-kurtardın. Ya abisi onu geri alsaydı.."
"Şşt.." kolları sıkıca belime dolandığında hala şaşkın olduğunu anlayabiliyordum ama elimde değil hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Kendimi o kızın yerine koymak bile yüreğimi bir kuş gibi çırpındırıyordu.
"Gülçehre." Dedi nefes verir gibi. "Ağlama ne olursun.."
Omuzlarına daha sıkı tutunup kafamı iki yana salladım. Gözlerimden akan yaşlar ceketini ıslatırken eli havalanıp saçlarımı okşamaya başladı yatıştırır gibi. Bir şeyler söylüyor ama kendi ağlama seslerimden seçemiyordum ne demek istediğini.
Yalnızca kafamdan çekip kendi yanağını başıma yaslarken "Yakma canımı.." dediğini seçebilmiştim.
...
Çakırım, Yiğidom, Haşin Rizelim asıl sen bizi yaktın..
Bölüm hakkındaki tüm düşünceler burayaaa.. 👇🏻👇🏻👇🏻
Birde bölüm sorusu gelsin 🤓
-Bölümde en beğendiğiniz kısım neresi oldu?
Diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın çok öpüyorum sizi 🧡