VURGUN

By kendince_yazar

117K 9.9K 10.4K

"Ben, sana nasıl düşman olacağım?" Kılıç'ın yıkılmış sesini duymamla birlikte gözlerimi ona çevirdim. "Sen, b... More

1.Bölüm: "Sevdaya Bulanan Kan"
2.Bölüm: "Bir Mezar, Çok Ceset"
3.Bölüm: "Yazgı"
4.Bölüm: "Kader ve Kül"
6.Bölüm: "Kılıç'ın Canı"
7.Bölüm: "İntikam"

5.Bölüm: "Yanmış ve Yanlış"

12.6K 1.1K 1.2K
By kendince_yazar

#Çağan Şengül - Hiç Susma

#Hakan Altun - Gönül Yarası

#Çağan Şengül&Cem Adrian - Ben Sana Veda Edemem

#Çağan Şengül&Emre Aydın - Yansın

Selamllar Vurguncular🤤
Çok özlemişim... Sizi, Kılıç'ı, Mircan'ı hatta Mahir'i bile ğğgğwğdğf

Nasılsınız? Beni sorarsanız iyiyim... Bana olan kırgınlığınızın, kızgınlığınızın farkındayım ama defalarca kez açıklama yaptığım için artık kendimi çok yinelemek istemiyorum. Zor günler geçirdim, bile isteye gelmemezlik yapmadım, iyi değildim, sadece bu kadar.

Ve tekrardan burada Vurgun'la, sizinle birlikte olduğum için çok heyecanlıyım. Aylardır bölüm atmadım🥺ve şimdi tepkilerinizi, yorumlarınızı çok merak ediyorum. Unutanlar için en son 'karım ol' diyorduk ha ğgğwğdğcğ

Twitter'da #Vurgun etiketiyle yorumlarınızı, sevdiğiniz alıntıları da bekliyor olacağım. Benim hesabım da; kendince_yazar0

Şimdi oy verdiysek başlayalım mı?🥰

Editin güzelliği🤤Çook teşekkür ederim bebeğimmm💙 senasnepenthe

🤤💙Çook teşekkür ederim ki... (İnsta:kisiktasarim)

*

Bir an gelir insan hiç beklemediği bir yerden vurgun yer, hiçbir şekilde beklemediği bir yerden sınanırdı.

Tıpkı şimdi de benim vurgun yediğim gibi. Kılıç'ın dudaklarının arasından kopan iki kelime bana ulaştığı an geriye sadece Kılıç'ın gözleri ve gözlerini bile kırpmadan kalbine dayadığı silah kaldı.

'Karım ol'

Karım ol demişti. Kılıç, bana karım ol demişti. Ürgüp'ü de katarak ettiği yeminleri kırmış bana 'karım ol' demişti.

Kılıç, kardeşinin katilinin kanından olan bana 'karım ol' demişti. İnanamıyordum, inanamayacaktım da. Tüm imkânsızlıklar bizi bulmuşken ve en büyük set benim kalbimken...

Bulunduğum durum beni iyice içinden çıkılmak bir hâle soktuğunda, yutkunmaya çalıştım ama beceremedim. Dolmuş gözlerimin yanı sıra başımı iki yanıma salladığımda, "Git..." diye bir fısıltı dudaklarımın arasından. Hâlâ silahı tutan parmaklarım titredi. Bunun bir adım ötesi kalbiydi... "Kılıç... Git."

"Mircan," dedi Kılıç. Benim titreyen sesime karşı o kadar netti ki... Sanki elinde hiç silah tutmuyor, namlunun ucunda da kalbi durmuyormuş gibiydi. "Gitmem."

"Yapma," dediğim an feri gitmiş parmaklarımı silahın üzerinden çekmek istedim ama Kılıç ellerini parmaklarımın üzerine kapayarak buna izin vermedi. Gözlerim tenime değen ellerine düştü.

Bizim birleşimimiz yangın olur, yakardı.

"Abi!" Diye bağıran Mahir'in sesi kulaklarımıza dolduğunda, varlığını unutmuşluğumu çok iyi gidermişti. Mahir'in varlığını tek unutan da ben değildim. "Abi. Abi ne yapıyorsun sen abi? Bırak şu silahı." Öyle avaz avaz bağırmıştı ki, mahalleden birkaç kişinin camlara doluştuğunu gördüm.

Mahir hızını alamadan belki de benim dört adımıma tekabül eden bir adımıyla yanımıza ulaştığında, "Sen ne yapıyorsun abi?" Diye bağırdı. "Sen bizi aynı acıyla mı sınayacaksın ha?" Mahir konuştu, Kılıç dişlerini birbirine bastırdı. "Bırak artık şu kızı! Bırak artık şu kansızların kızını abi!"

Kansızların kızı...

Kılıç hiç beklemediğim bir anda boşta kalan elini Mahir'in çenesine götürüp sıktığında, şimdi mezarlıkta olan sahne birebir aynı şekilde yeniden karşımdaydı.

"Sus!" Dedi Kılıç. "Sus Mahir." Bana söylenen tek bir sözde zıvanadan çıktığını, kendini zor tuttuğunu fark edebiliyordum.

Mahir, "Ben susayım, ben durayım tamam..." dediğinde çenesini sıkan el hiç umrunda değil gibiydi. Gözleri Kılıç ve silah arasında turlayıp duruyordu. "Annemi nasıl susturup, durduracaksın abi? Ali'yi nasıl durduracaksın abi? Söyle Ali'yi nasıl durdurup, susturacaksın?" Mahir'in dudaklarının arasından kopan her bir kelimede hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tuttuğumda dudaklarımı ısırdım.

"Hani kardeşimiz vardı ya abi... Hani bizim Destanımız vardı ya abi..." Mahir gözlerini kapatıp açtığında, gözlerinin tonunun daha da koyulaştığını fark ettim. "Hani benim ikizim vardı ya abi, canımın yarısı abi..." Mahir'in sözleri boğazıma oturup kaldığında, yutkunamadım. "Hani kardeşimizi bu kızın kansız abisi öldürdü ya..." Mahir, Kılıç'ın yüzüne yüzüne bağırdığında silahı tutan parmaklarım iyice gücünü kaybetmişti. "Kardeşimiz, Ali'yi sana emanet etti ya abi... Kardeşimizin emanetini de bu şekilde mi susturacaksın abi?"

Ve parmaklarım silahın kabzasından kayıp düştü. Sadece silahtan değil.

Kılıç'ın ellerinden de düştüm.

Kılıç parmaklarımın yokluğuyla birlikte irkilir gibi olduğunda, gözleri anında bana döndü. Bana bakan gözleri yumuşadı, bu hareketiyle birlikte dudaklarım titredi.

Gerçekler bizi yıktı. Bir daha da toparlanmamız mümkün değildi.

"Haklı," dediğimde birkaç adım geriye doğru attım. Ondan uzaklaşmak istedim ama artık uzaklaşamayacağımı da biliyordum. "Bazı gerçekler vardır Kılıç... Hayatımızdan hiç çıkmayacak gerçekler." Kendimi tutmak adına tırnaklarımı avucumun içine geçirip sıktığımda, tırnaklarımın etime gömüldüğünü hissettim.

"Benim abim..." dediğim an Kılıç sözümü tıpkı adının keskinliğiyle böldü.

"Sus."

"Senin kardeşini..."

"Mircan sus." Başımı iki yanıma salladığımda, alnımdan akan kan damlaları yanağıma doğru süzüldü ve aynı anda gözümden damlayan yaşa karıştı. Kılıç'ın gözlerinin ağırlığı yanağıma düştüğünde, dişlerini birbirine bastıra bastıra başını kütletti.

Alnımdaki yarama baka baka bana doğru bir adım attığında, "Öldürdü," diye fısıldadım. Tek bir kelimemle Kılıç'ın bana attığı adımı duraksadığında, sanki olduğu yere çakıldı.
"Öldürdü, Kılıç." Ellerimi iki yanıma açtığımda, "Benim abim öldürdü," dedim tekrardan. "Bizim hayatımızın gerçeği bu Kılıç." Ağlamamak için kendimi tutmaya çalışıyor, beceremiyor, kendimi sıktıkça da burnumun ucunu sızlatıyordum.

Kılıç'ı bir kez de ben yıktım.

Kılıç bana öylece bakakaldığında, "Git," dedim. Omuzlarım düşmüş, sesim çaresizliğin her tonuna bürünmüştü. "Gelme..." Daha fazla burada böylece kalamazdım, kalırsam kendimi tutamazdım. Bunu anladığım an Kılıç'a son kez bakarak onu ardımda bırakarak evime doğru yürümeye başladım.

Evim harabe, ben harabe, kalbim zaten virane.

Bu bize reva mıydı?

Adımlarım hiç sekmeden camları düşmüş, yıkık dökük evime ilerlediğinde, avucumun içine gömdüğüm parmaklarımı serbest bıraktım ve elimi alnımdaki yarama bastırdım. Parmaklarıma bulaşana kan ile birlikte duraksadığımda, sırtımda gezinen gözlerin varlığı altında ezildim.

Evimin camları inmiş, alnımdan yaralanmış, gerçeklerle yüzleşmiştim.

Mavi gözlerim parmaklarıma sızmış olan kanın yoğun kırmızısına çarptığında, gözlerimin önüne gelen Destan'ın kanlı gelinliğiyle birlikte, yaşadığımız şeyler sanki bir film şeridi gibi bir bir geçti. Tüm görüntüler gözüme inen perdeden geçtiğinde, gözümden akan yaşlar sanki bıçak olup saplandı kalbime.

Ve tam o an patlayan silahın sesi yükseldi.

Korkuyla çarpan kalbimin sesi dudaklarımdan, "Kılıç..." diye bir fısıltıyla düştüğünde aynı anda Mahir'in, "Abi!" Diye bağıran sesi kulaklarıma doldu.

Patlayan silahın sesi... Kılıç... Kalbim...

"Abi ne yapıyorsun sen, ne yapıyorsun?" Mahir'in bağıran sesi beni kendime getirdiğinde korkuyla Kılıç'a doğru döndüm. Kalbimi korkuyla çarptıran o manzarayla karşılaşmaktan delicesine kaçtığım anlarda Kılıç'ı dimdik bir şekilde görmemle birlikte tuttuğum nefesimi gecenin uğuldayan rüzgârına bıraktım.

Kılıç iyiydi ama bir o kadar da değildi.

Mahir, Kılıç'ın üstüne abanmış bir şekilde, ortalarında ise ikisinin de tutmaya çalıştığı silah vardı. "Abi iyi misin abi?" Mahir'in bağırarak Kılıç'ın kolunu tutmasıyla birlikte Kılıç'ın koluna baktığımda, gördüğüm kanla birlikte irkilerek bakakaldım.

Yaralanmıştı.

Kılıç yaralanmıştı.

Kılıç kendisini vurmuştu.

"Kılıç," dediğim an sesimden akan korku kalbimi buz tutturduğunda, kendimi daha fazla tutamayarak ona doğru adımlar attım. "Yaralanmışsın, Kılıç." Benim ona attığım adımlarıma karşılık Kılıç, Mahir'i üzerinden itekleyerek bana doğru gelmeye başladığında, sanki vurulan o değilmiş gibi dimdik bir şekilde yürüyordu.

Yakınlaştıkça kolundaki kan daha da çok gözlerimin önüne serildiğinde gözlerimi kapatmamak için kendimi zor tuttum. Görmek istemiyordum, artık kan görmek istemiyordum.

"Sen... Sen nasıl yaptın?" Dediğimde konuşmakta zorlansam bile sesimin sinirli bir şekilde çıkmasına engel olamamıştım. "Sen ne yapıyorsun Kılıç böyle? Sen... Sen yaralandın." İnanamıyordum, kendisini vurmasına inanamıyordum. Mahir onu tutmasa koluna gelecek olan kurşunun belki de başka bir yerine gelecek olması ise bedenime kanım çekilmiş hissi veriyordu.

"Ufak bir yara." Kılıç'ın oldukça rahat bir şekilde konuşmasıyla birlikte kaşlarım şaşkınlıkla yukarıya kalktığında, "Ufak bir yara mı?" Dedim.

"Öyle," dedi. Üzerine zırh gibi giydiği bu rahatlık çok fazlaydı ve artık bunu bilerek yaptığını düşünmeye başlıyordum. Sırf beni sinir etmek, sinirlendirmek için yapıyor gibiydi.

"Ne kadar rahat, ne kadar profesyonelsin sen öyle ya... Aaa tabii..." dediğimde elimi dudaklarımın üzerine kapatarak şaşkın bir ifadeye büründüm. "Sen iyi bilirsin şimdi silahları, yaralanmayı, sıkmayı, kesmeyi falan değil mi? Bu yara sana sinek ısırığı gibi gelmiştir değil mi?"

"O kadar bile değil." Kılıç'ın cevabıyla birlikte burnumdan soluduğumda, artık iyiden iyiye beni çıldırtmaya çalıştığının farkına varmıştım.

"Sen delirmişsin," dediğimde sesim hafifçe yükselmişti. "Sen gerçekten delirmişsin." Elimi saçlarımın arasından sertçe geçirdim. "Sen nasıl?" Dediğim an parmağımı ona doğru sallar bir şekilde bulmuştum. "Sen nasıl vurursun kendini ya? Deli, sıyırmışsın sen sıyırmış." Elimi, kalbimin üzerine götürüp sakinleşmeye çalıştığımda, kalbim hâlâ aynı hızla avucumun içinde atıyordu. Öyle çok korkmuştum ki...

"Yaa sen... Sen nasıl... Sen, bana bunu nasıl yaparsın? Sen kafayı yemişsin." Kılıç'a saydırmaya devam ettiğim sıra Kılıç birden ona doğru salladığım parmaklarımdan tutup kendisine doğru çektiğinde, bedenimi bedenine yapışmış bir şekilde buluverdim.

Başım göğsüne çarptığı an saç diplerimde soluğunu hissettim, nefesini içine içine çekişlerini...

"Bırak!" Diye bağırdım kendimi geri çekmeye çalışlarımın arasından. Hâlâ sinirim geçmemişti. Bırakmadı, aksine saçlarımın arasında nefeslenmeye devam etti. "Bırak diyorum sana."

"Şu yaramı siktir et at," dediği anda sesi boğuk bir şekilde çıkmış, sözleri çırpınışıma bir son vermişti. "Ben üç yıl önce öyle bir vuruldum ki..." dediği an elini kalbine doğru bastırdı. "Öyle bir yara aldım ki..."

Vurulduğu da yarası da bendim.

"Alıştım..." dedi, eli hâlâ kalbine baskın bir şekilde dururken. "Deli de oldum, divane de." Sözleri kalbimin içine yangın olup düştüğünde, geriye sadece külümün kalacağının farkındaydım.

"Yapma," dediğimde sesim güçsüz, sanki her an ona yenilecekmişim gibi çıkmıştı.

"Yaptım," dedi, dudağındaki silik tebessümüyle başını iki yanına salladığında.

"Git," dediğimde sesim titremişti. "Git, Kılıç." Git derken ondan bir adım bile olsun uzaklaşamayan da yine bendim. Ne o gidebiliyordu, ne de ben. Ama gitmesi gerekiyordu, Kılıç'ın benden gitmesi gerekiyordu.

Kılıç 'git' dememi hiç duymamış gibi yaparak, "Karım ol," dediği an kül olmuş kalbimi tek bir sözüyle harlamıştı.

Karım ol.

Ondan bunu yeniden duymamla birlikte böyle garip garip şeyler hissettiğimde, midem böyle bir kasıldı, durdu. Ürgüp'ün buz eden havasına rağmen böyle bir yandığımı falan hissettiğimde, elimi yakama götürüp silkmemek için kendimi zor tuttum.

Kendime gelmek adına başımı iki yanıma salladığımda, şu an böyle bir cimciğin beni kendime getireceğini bilsemde Kılıç'ın karşısındayken böyle bir şeye tabii ki de girişemezdim. Ama kırılan kalbimin parçaları aklıma bir bir uyarıları gönderdiği an Kılıç'ın her bir sözü sinsi bir yılan gibi kanıma sızdı.

"Verdiğin sözlerin, yeminlerin vardı. Hani bundan sonra kaçtığın tek şeydim ya..." Kılıç çok değil birkaç gün önce kendi dudaklarının arasından dökülen sözleri yüzüne vurmama karşılık gözlerini kıstı.

"Karım ol, Mircan."

"Kendini benim yolumda bulma demiştin."

"Karım olsana."

"Kalbini de katma..."

"Karım olsana, Mircan." Ayy böyle mideme mideme bir şeyler vurmaya devam ediyordu.

İçimdeki hareketlenmeleri boş vererek bende tıpkı Kılıç gibi gözlerimi kıstığımda, ona yetişmek için parmak uçlarımda yükselerek başımı kaldırdım. Tüm bu kaldırışlarıma rağmen Kılıç'ın nefesi burnumun ucunu yakıp geçtiğinde, gözlerim Kılıç'ın gözlerine denk geldi.

Gözleri.

Midem, karnım, içim, ateşim.

Gecenin rüzgârında titrek bir nefes aldığımda, "Defolup gitsene!" Dedim. Sesimin titrememesi ve gözlerimi kaçırmamak için bayağı bir çaba sarf etmiştim.

Kılıç'ın dudaklarının belli belirsiz bir şekilde kıvrıldığını fark ettiğimde, "Defolup gideyim mi?" Dedi. Sanki ona küfür etmişim gibi konuşmuştu. "Senin şu an yaralısın, sana bakmalıyım falan demen gerekmiyor muydu? Şu yaralı hâlimle karşındayım, bana bakmayacak mısın?"

"Sadece ufak bir yara diyen sendin," dediğimde sesimi düz bir şekilde tutmaya, endişenin izlerini ona belli etmemeye çalışmıştım.

Kılıç, "Çok etkili bir yara ama," dediği an böyle olduğu yerde hafifçe sallanır gibi oldu, bir dengesini falan sağlayamadı. Ellerim hemen Kılıç'ın koluna tutunduğunda, o ana kadar varlığını unuttuğum Mahir'in, "Abi!" Diye bağıran sesi kulaklarıma doldu.

"Kılıç," dediğim an sesimden akan telaşımın ona ulaştığından emindim. "İyi misin Kılıç?" Böyle bir gözü kararıyor gibi kısık kısık bana bakıp duruyordu.

"Abi iyi misin lan?" Mahir yanımıza gelir gelmez Kılıç'ın kolundan tutup benden uzaklaşmak istercesine çektiğinde, ellerim Kılıç'ın kolundan düştü.

"Abi iyi misin abi?" Kılıç, Mahir'e cevap vermedikçe Mahir üsteleyerek soruyordu.

Kılıç, "İyiyim abim..." dediğinde dişlerini birbirine bastırdı. "İyiyim." Sonrasında ağzının içinden bir şeyler mırın kırın etsede onları anlayamamıştım.

"Hayırdır sen böyle bir kurşundan gidip gelmezdin? Bir bayılıp kalmadığın kaldı abi." Mahir o kadar sıradan bir şeyden bahseder gibi konuşuyordu. "Uykusuzluk, açlık vurdu herhalde. Yürü gidiyoruz artık, yaranı da göstermemiz gerek." Mahir sanki küçük bir çocukmuş gibi Kılıç'ı benden uzaklaştırmak için çekiştirmeye başladığında, gerçekten de tek derdinin benden uzaklaştırmak olduğunu anlamıştım.

Kılıç en sonunda, "Ne yapıyorsun lan sikik herif?" Diyerek patladığında, ettiği küfürün ardından benim varlığımı hatırlamış gibi burnundan soludu. "Çocuk muyum lan ben? Ne çekiştirip duruyorsun oğlum?"

"Az önce kıytırık bir yaradan bayılıp duruyordun ya abi." Mahir'in sesindeki alay Kılıç'ın kaşlarının çatılmasına sebebiyet verdiğinde, elini yüzüne götürüp sıvazladı.

"Sikerim belanı Mahir, siktir git lan bi. Oğlum sen niye benim peşime takılıyorsun lan?"

"Çünkü; bir kardeşimi daha bu kansızların uğruna kurban etmeyeceğim anladın mı abi?" Mahir'in bağırmasıyla birlikte irkildiğimde istemsizce birkaç adım geriledim. Bir gün Mahir'e karşı olan sabrım biter miydi acaba? Hiç sanmıyordum. Onu anlıyordum, acısının gözlerine perde çektiğini görebiliyordum. "Bu kızdan uzak dur, şu kızdan uzak dur abi."

Bu kız, şu kız. Evet, aynen.

"İkinizde..." dediğimde konuşmamla birlikte bana dönmüşlerdi. Sinirli bir nefes aldığımda, "Defolup gidiyorsunuz." Belki Mahir'e sözlerinden dolayı kızamazdım, ama en azından kapımın önünden kovabilirdim.

Kılıç'ın gözlerinin bende olduğunu hissetsem bile ona dönüp bakmadığımda, onları ardımda bırakarak eve doğru yürümeye başladım. Bu sefer gerçekten eve girmeyi umarak... Ama öyle olmadı. Daha attığım birkaç adımımda Kılıç'ın parmakları bileğime sarıldığında sesli bir nefes aldım. Bu gece bana bunlardan dolayı rahat yoktu galiba.

Bileğimi çekmeye çalıştığım an Kılıç'ın bırakmamasıyla birlikte kaşlarım derin bir şekilde çatıldığında, Kılıç beni kendisine çevirdi. Bakışlarımdan korkacağından falan değil ama kendimi ona dik dik bakmaktan alamadım.

"Sen benimle geliyorsun." Tok, kendinden emin sesi afallamama neden olduğunda, hissettiğim şaşkınlıktan dolayı kaşlarım yukarıya doğru havalandı.

"Ne?"

"Yaralıyım, bakıma ihtiyacım var, üstüne açım da..." Kılıç kendinin bile inanmadığı bahanelerini peş peşe sıraladığında başımı iki yanıma salladım.

"Git doyur o zaman karnını."

"Benimle geliyorsun Mircan."

"Gelmiyorum seninle falan," dediğimde bileğimi kurtarmaya çalıştım ama Kılıç bırakmadı.

"Seni bu camsız evde mi bırakacağım ben? Ha söyle... İnanıyor musun sen? Ben, seni bırakır mıyım?" Bırakmazsın.

"Kırmayın o zaman," dediğimde kendimi tutamayarak bağırmıştım. "Kırmayın." Konu benim için hâlâ cam mıydı bilmiyordum ama kırmasınlardı artık. "Sen geliyorsun kapımı kırıyorsun, anan adamlar yolluyor camımı kırıyor. Bir sonraki hedefiniz ne ha? Evi başıma mı yıkacaksınız?" Kılıç kapımı benim için kırmıştı ama tabii bu kırdığı gerçeğini değiştirmiyordu.

Mahir, "Sen biraz daha dolan abimin..." dediğinde daha sözünü tamamlayamadan Kılıç'ın, "Kes sesini!" Diye âdeta kükremesi bir oldu. Mahir bu sefer gerçekten korkmuş gibi sustuğunda, iyi ki de susmuştu. Çünkü; bu sefer ki sözlerine tahammül edip, susamayabilirdim.

Kılıç, "Yürür müsün, yaralı hâlimle omzuma mı alayım?" Dediğinde beni buradan götüreceğine oldukça emin bir şekilde konuşmuştu.

"Zorba gibi davranma," dediğimde sesim ters bir şekilde çıkmıştı.

Kılıç, "Zorba mı?" Dediğinde güler gibi oldu ama gülmedi. "Eyvallah."

Ağzımın içinden, "İyi bir şey dedim sanki," diyerek homurdana homurdana konuştuğumda Kılıç başını iki yanına salladı.

"Anladım yürümeyeceksin, beni omzuna al diyorsun." Kılıç elini bileğimden çekerek yaralı hâline bakmadan bacaklarıma uzandığında, "Bırak!" Diye cırıldadım. "Yürürüm ben."

"Yürü o zaman." İçimden söylene söylene yürüdüğümde şu yaşadıklarıma karşılık hayret etmeden yapamıyordum. Sadece tek bir anla hayatım darmaduman olmuştu.

"Siz nereye gidiyorsunuz? Abi nereye götürüyorsun sen bu kızı?" Mahir'in bağırmasına karşılık oflayıp, olduğum yerde tepinmemek için kendimi zor tuttuğumda, yavaştan yavaştan bana da geldiklerini hissediyordum. Bir şey demeyeyim diyordum ama Mahir tıpkı küçük bir çocuk gibi sızlanmaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Oğlum ben sana siktir git demedim mi lan?"

"Defolup gitmesi gereken biri varda..." Mahir'in ağzının içinden konuşup da bizim duymadığımızı zannetmesinin üzerine Kılıç'ın adımları duraksadı.

"Senin o ağzının yayını sikerim lan. Kaybol gözümden." Kılıç'ın dişlerinin arasından tıslaya tıslaya konuşmasıyla birlikte Mahir hemen geriye doğru koşturarak kaçtığında, gülmek istesem de Mahir'in öfkeli bakışlarını tekrardan üzerime çekmek istemeyerek, arabaya bindim.

Ben ne yapıyordum?

Bilmiyordum.

Ben, Kılıç'ın yanında ne yapıyordum? Kılıç'ın yanında olmamam, soluğunda durmamam gerekiyordu. Ama ben onun yanındaydım. Kılıç benim kaçtığımken, uzak durduğumken benim onun yanında ne işim vardı? Ama olmuyordu ki... Aramıza giren abime, ölüme, acılarımıza, sözlerine, sözlerime rağmen biz birbirimizden uzak duramıyorduk.

Başımı iki yanıma salladım.

Uzak durmam gerekiyordu.

Başımı aşağı yukarı salladım.

Uzak duracaktım.

Kendi içimdeki düşüncelerimle boğuşmaya devam ettiğim sıra Kılıç, Mahir ile olan işini halletmiş gibi arabaya bindiğinde, çok geçmeden de arabayı çalıştırdı. Kolu yaralıydı ama çok rahat bir şekilde arabayı kullanıyordu. Ters ters ona baktım. Bu nasıl bir rahatlıktı, nasıl bir delilikti gerçekten anlayamıyordum.

"Kolun kanıyor," dediğimde yüzümü hafifçe buruşturdum. "Çok acıyor mu?"

Kılıç'ın gözleri bana döndü. "Acımıyor," dediğinde peşinden de ekledi. "Hissetmiyorum."

"Acımıyor mu?" Dediğimde başımı iki yanıma salladım. "Hani çok kötüydün, başın falan dönüyordu ya..."

"Artık dönmüyor."

"O belli zaten," dediğimde Kılıç'ın fıldır fıldır dönen gözlerine bakakaldım. "Maşallahın var. Turp gibisin, turp." Kılıç imalı bir şekilde söylediğim sözlerime karşılık gözlerini kıstığında, gözlerimde yanan ateşe daha fazla bakmadan önüne döndü.

Daha fazla Kılıç'ın kolundan akan kana dayanamadığımda üzerimdeki hırkayı çıkararak, yavaşça kolunun üzerine koyarak, tuttum.

Kılıç irkildi.

Böyle bir şeyi beklemeyen gözlerinin bana döndüğünü hissettiğimde, başımı kaldırıp ona bakamadım. Ama onun uzun uzun bana baktığını hissettim.

En sonunda, "Üşürsün," dediğinde sesi boğazından gelerek, tok bir şekilde çıkmıştı. "Ürgüp'ün gecesi çarpar." Duraksadı. "Üşüme."

"Keşke tek derdim üşümek olsa," diye ağzımın içinden homurdandım. Kılıç yolda olan gözlerini önce kolunu tutan elime, sonrasında da gözlerime çevirdiğinde, gözümü bile kırmadan ona baktım.

O, bana baktı.

Ben, ona.

Kılıç'la sanki bir savaş içerisindeymiş gibi gözlerimizi birbirimizden asla ayırmadığımızda, Kılıç'ın ellerinin öne doğru uzandığını hissettim. Hemen peşinden yüzüme vuran sıcak havayla birlikte, gözlerimden çıkan ateşin tüm vücuduma yayılmışçasına çarpan elektriğiyle birlikte, hafifçe titredim.

Ve gözlerimi Kılıç'tan hızlıca çektim.

Hemen önüme döndüğümde hâlâ Kılıç'ın kararan gözlerinin odağında olduğumu hissedebiliyordum.

Yolumuz benim kendi içime kaçışlarım, Kılıç'ın ise bana olan bakışlarıyla birlikte geçtiğinde, duran arabayla birlikte kendimi yine dağ evinin önünde buldum. Gelmek istememiş ama kendimi yine bir şekilde burada bulmuştum.

Elimi, Kılıç'ın tuttuğum kolundan çekip, avuçlarıma düşen hırkayı aramıza bıraktığımda Kılıç'ın bakışlarının altında hızlıca arabadan indim. Kılıç'la yalnız kalmak kesinlikle benim sonum gibiydi. Arabadan inmemle birlikte Ürgüp'ün esen yeli üzerime üzerime vurduğunda, hafifçe titreyerek kollarımı birbirine sürttüm.

"Üşüdün değil mi? Çıkarma, üşürsün demiştim ben sana. Sözümü bir dinlesen zaten." Kılıç söylene söylene arabadan indiğinde benim titreyen hâlimi görmesiyle zaten çatık olan kaşları biraz daha çatıldı. Söylene söylene eve doğru yürümeye başladığında, kollarımı göğsüme bastırarak küçük adımlarımla arkasından hızlıca ilerledim.

Soğuktu, hem de çok soğuktu.

Kılıç oldukça hızlı bir şekilde kapıyı açıp kenara çekildiğinde, önce benim girmemi istediğini anlayabilmiştim.

Ayakkabılarımı çıkarıp eve doğru adımladığımda, soğuk taşa çarpan çıplak ayaklarımın altı sızladı.

"Ya sabır, ya sabır..." Kılıç'ın söylenen sesiyle birlikte gözlerim ona çevrildiğinde, kaşları çatık bir şekilde çıplak ayaklarıma baktığını gördüm. Hah şimdi derdini anlamıştım. "La havle," diyerek cümlesini tamamladığında, burnundan soluya soluya ayakkabılarını çıkarmadan eve girdi.

"Kusura bakma ya," dediğimde sesimden akan alay bariz bir şekilde belliydi. "Her gün evim taşlanmadığı için böyle çıkmışım evden işte."

Olanları, annesinin yaptıklarını yüzüne vurup hatırlatmamla birlikte Kılıç dişlerini birbirine bastırdı.

"Ona da sıra gelecek," dediğinde dişlerinin arasından tıslaya tıslaya konuşmuştu. "Önce yapanlara, sonra o yaptırana da sıra gelecek." Gözlerindeki karanlık, sesindeki kararlılık beni korkuttu. Ben istemezdim ki... Benim yüzümden annesiyle karşı karşıya gelmesi isteyeceğim en son şey olurdu galiba. Hele ki içinde bulunduğumuz şu durumdayken.

Abim yüzünden bu hâldeyken.

Abim, onlara böylesine bir acı yaşatmışken... Yüzüm mü vardı sanki? Yoktu ki. Benim onlara hesap sormaya, bir şey söylemeye hâlim yoktu.

Aklımdaki düşüncelerimle birlikte birden durgunlaştığımda, "İstemem," dedim, sesim mırıl mırıl çıkmıştı. "Benim yüzümden kimseye bir şey yapma."

Kılıç, "Senin yüzünden mi?" Dediğinde bana doğru hızlıca yürüdü. Üstüme üstüme gelmesiyle birlikte adımlarım istemsiz bir şekilde geriye düştüğünde, koltuğa çarpan bedenim ile birlikte duraksamak zorunda kaldım. Ellerim tutunacak bir yer arayarak koltuğa kapandığı an karşısında küçüldükçe küçülmüştüm.

Kılıç yanıma gelir gelmez başını bana doğru eğip yüzünü yüzüme yaklaştırdığında yakınlığının verdiği etkiyle birlikte elim ayağım titredi. Bacaklarım kendini daha fazla taşıyamadığı an kendimi koltuğun başlığına bıraktım. Kılıç, bana her yaklaştığında ben böyle olacaksam benim kendimle çok işim vardı.

Kılıç, "Senin yüzünden," dediği an yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdı. "Senin canın için, senin tek bir nefesin için..." Sözlerinin kararlılığı gözlerini kararttı. "Her şeyi yaparım."

Öylece kaldım.

Beni bu kadar sevmesin isterdim, beni canı acıya acıya sevmesin isterdim. Ettiği yeminini ezmemesini, uzak durmasını isterdim. Kendisi için... Benim için...

Hiç olmayacak biz için.

Hiç olmayacak. Evet, hiç olmayacak. Biz olamazdık ki... O, bana gelirdi. Her şeye rağmen gözünü kapatır bana gelirdi, yeminini çiğner bana gelirdi, yaşananları, acısını hiçe sayar bana gelirdi. Bunu sırf beni korumak için yapardı. Ama bu saatten sonra ne ben kaçtığıma koşardım, ne de Ürgüp bize izin verirdi.

Olmazdık.

Oldurmazlardı.

"Yapma," dediğimde ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da sesim titremişti. "Değmem." Tek bir sözüm Kılıç'ın nevrini döndürmüş gibi bakakaldığında, gözlerini sımsıkı birbirine bastırarak, dişlerini sıktı.

"Mircan..." İsmin dudaklarının arasından döküldüğünde sanki acı çekiyor gibi inleye inleye söylemişti. Gibisi fazlaydı, acı çekiyordu.

Benim yüzümden, ailem dediğim abim yüzünden.

Kılıç başka bir şey diyemediğinde kapının âdeta yumruklanarak bastırılmasıyla birlikte ikimizde birbirimize dalışlarımızın arasından ışık hızıyla sıyrıldık. Kılıç bedenini üzerimden çekip kapıya yöneldiğinde söylenmeyi de ihmal etmiyordu. Hayır söylenmek değildi, küfür ediyordu.

Kılıç kapıyı açar açmaz karşısında gördüğü Mahir ile birlikte elini, yüzüne doğru götürüp sertçe sıvazladığında, "Lan yine mi sen?" Dedi. "Oğlum ben sana git demedim mi lan?" Sertçe konuşmuştu. Mahir'in gözleri Kılıç'ı es geçerek direkt bana çevrildiğinde, sadece gözlerinin varlığının altında bile ezildiğimi hissettim.

Mahir'den çekindiğim anlarda gözlerimi hızlı bir şekilde ondan ayırdığımda, gözlerim bu sefer de birden Mahir'in arkasında beliren adama düştü.

"Selamünaleyküm abi, ben geldim..." diye konuştuğunda adam hafifçe güldü. "Özledin mi beni?" Sesindeki gizli haylazlığı sezebilmiştim. Adını bilmediğim adamın gözleri Kılıç'ın koluna düştüğünde, yarasına baktı. "Özlemişsin özlemişsin, maşallah. Bu sefer bayağı da ayrı kaldık aslında."

Kılıç, "Birdi iki oldular anasını satayım," diye homurdandığında, aralarında geçen sohbeti asla anlamamıştım.

Adam, Kılıç'ın sözlerine karşılık güldüğünde Kılıç'ın sözlerini hiç umursamadığını belli edercesine yine gülerek içeri geçti. "Çık dışarı Salih!" Kılıç bağırmıştı. Demek adamın adı; Salihti.

Salih'in arkasından Mahir'de içeri girdiğinde gözlerini yine bana dikmişti.

Bakma, bakma, bakma.

Mahir, "Bir yere gitmiyor abi," dediğinde gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. "Yarana bakacak."

Kılıç, Mahir'in bana olan bakışlarını ve içinde bulunduğum rahatsız edici durumu fark etmişçesine, "O gözlerine dikkat et!" Diyerek âdeta dudaklarının arasından tısladığında Mahir gözlerini hemen benden çekti. "Salih'i niye alıp getirdin lan? Başımda bela diye sen vardın zaten, bir o eksikti."

"Ben buradayım yalnız abi."

"Kes sesini lan."

"Kırıcısın abi." Salih'in sözü üzerine uzun zamandan sonra dudaklarım belli belirsiz bir şekilde yukarıya doğru kıvrıldığında, gülmeden edememiştim. Günlerden sonra ilk defa gülmüştüm.

Kılıç'ın gözleri anında gülüşümü bulduğunda, uzun uzun baktı dudaklarıma. Dudaklarımdaki silik gülüşüm Kılıç'ın bakışalarıyla birlikte silindiğinde yüzümü ifadesiz bir şekilde tutmaya çalıştım.

Güldüğümü görsün istemezdim. Çünkü; ben ufak bir tebessümümde, gülüşümde bile kendimi suçlu hissediyordum. Sanki gülmeye hakkım yokmuş gibi hissediyordum. Abim onlardan en kıymetlilerini çalmışken benim gülmeye hakkım yoktu ki... Yoktu.

Kılıç gözlerini hâlâ dudaklarımdan ayıramadığında ne yapacağımı bilemeden birden arkamı dönerek Kılıç'ın bakışını tıpkı keskin bir bıçak gibi kestim. Ortam birden sessizleştiğinde Mahir ve Salih sanki gerginliğimizi fark etmiş gibi hemen susuverdiler.

"Madem geldin bir işe yara," diyen Kılıç'ın sesiyle ona dönüp bakmadım bile. Sanki başka şeylerle uğraşıyormuş gibi gözlerimi boş boş etrafta gezdirmeye devam ettiğimde Kılıç, "Mircan'ın alnına bak," dedi.

Adımı Kılıç'ın dudaklarından duymamla birlikte yine içime ılık ılık bir şeylerin aktığını hissettiğimde düşüncelerime aksi bir şekilde, "Gerek yok," dedim.

"Valla yengeciğim ben buraya kadar gelmişken asla hasta bakmadan, dikmeden, kesmeden, biçmeden gidemem yalnız." Salih'in konuşmasında tek bir noktaya takılıp, asla oradan kopamadığımda kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Yenge mi?

"Yenge demezsek yalnız," dediğimde sesim asabi bir şekilde çıkmıştı.

"Hayda o kadar şey dedim sen oraya mı takıldın yenge? Keseceğim, dikeceğim, kan diyorum kan sana." Bak yine yenge dedi ya. Yengelik bir yanım kalmış, sanki bu saatten sonra da olabilirmiş gibi...

Ters ters Salih'e baktığımda Kılıç aramızdaki sohbete asla karışmamış, bunun aksini asla söylememişti. "Benim bir şeyim yok," dediğimde parmaklarım istemsiz bir şekilde, sanki bir şeyimin olmadığını göstermek istermişçesine alnıma gittiğinde, parmaklarıma sürtünen kurumuş kanımla birlikte yüzümü buruşturmamak için kendimi zor tuttum.

Kan görmek istemiyordum.

Parmaklarımı biraz daha sürttüğümde alnımda kendini var eden şişliği umursamadan, elimi pantolonuma sürttüğümde tek isteğim kanın gitmesiydi, tabii bu hareketim Kılıç'ın gözünden kaçmamıştı. Bilerek Kılıç'a bakmadığımda Salih, "Otur da bakayım bir yenge," dedi. "Şişmiş zaten, ağrı da yapar şimdi o."

Kılıç, "Otur," dediğinde emir vermesine ne kadar sinirlensemde bir şey demeyerek ama içimden sabır çeke çeke koltuğa oturdum. Kurumuş kan, oluşan şişlik ve ağrıyan başım dışında bir şeyim yoktu aslında. Yalnız iyi ki bir şeyim yokmuş yani.

Salih hemen yanıma gelip eline aldığı malzemelerle alnımı temizlemeye başladığında, bastırdığı pamukla birlikte dişlerimi birbirine bastırdım.

"Yavaş ol!" Diye yükseldi birden Kılıç. "Canını yakıyorsun."

Salih, "Abi ben ne yapayım?" Dediğinde Kılıç'a bakmadan işine ciddiyetle devam etmişti. "Kızın alnı yarılacakmış az kalsın."

"Abart," diye homurdanan tabii ki de iki dakikalığına da olsa varlığını unutturan Mahir'di. Ne olur hep varlığını unutayım ya. Mahir'e gözlerimi devirip, sinirli bir soluk bahşettiğimde Salih, "Çok mu acıttım yenge?" Dedi.

"Yok acımıyor."

Salih, "Normal tabii..." dediğinde güldü. "Elimin çok hafif, çok şifalı olduğunu söylerler zaten." Salih'in bu kendini beğenmiş hâllerine karşılık sessiz kaldığımda, gülümsemeye çalıştım ama pek beceremedim.

Kılıç, "Benim de elim çok hafiftir kardeşim," dediğinde sözlerindeki imayı anlamamak mümkün değildi. "Uzaktan yap ayrıca şunu. Girmişsin kızın dibine lan, uza oradan."

Salih, "Ne yapayım anasını satayım telepati yoluyla mı yapayım?" Dediğinde gözlerini bana çevirip, "Pardon yenge," diyerek tamamladı sözlerini.

"Yok ne demek dilediğin gibi sayabilirsin," dediğimde Kılıç'ın zaten çatık olan kaşları daha da çok çatıldı. Sesimi yalnızca Salih'in duyabileceği bir şekilde fısıldayarak, "Yalnız biraz da Mahir'e mi saysan," dediğimde Salih kahkaha attı.

Yapma, yapma işte. Dikkatleri çekme üzerime.

Mahir, "Yüzsüz," diyerek dudaklarının arasından tısladığında, Kılıç, "Kesin sesinizi!" Dedi. Siniri tam olarak neyeydi bilmiyordum ama sinirlenmişti. "Uzaklaş sen de uzaktan yap şunu!" Salih, Kılıç'tan korkup hemen geri çekildiğinde, artık benden bayağı bayağı uzaklaşmıştı.

Aradan geçen birkaç dakika içinde Salih alnıma pansuman yapıp ayaklandığında, ağrıyan başım için bir tane de ağrı kesici vermişti.

Oturduğum koltuktan kalkıp gözlerimi bizi dakikalardır sessizce ama her an patlayacak bir bomba gibi izleyen Kılıç'a çevirdiğimde tıpkı bende onun gibi emir vererek, "Otur!" Dedim. Gözlerimle kalktığım yeri gösterip, başımı da sola doğru kütletme çabam da cabasıydı yani.

Kılıç kaşlarını hafifçe kaldırıp gözlerinde yer edinen şaşkınlığıyla bana bakmaya devam ettiğinde, hâlâ olduğu yerden kıpırdamamıştı. "Koluna bakılacak," dedim oldukça net çıkan, itiraz istemeyen ses tonumla.

Kılıç gözlerini benden ayırmadan yanıma ilerlediğinde, kolunu koluma sürterek yanımdan geçip az önce kalktığım yere oturdu.

Salih gülerek, "Emir büyük yerden tabii..." dediğinde gözlerimi devirdim, ama o hemen Kılıç'ın koluna bakmaya başlamıştı bile.

Kılıç gözlerini hâlâ benden ayırmamıştı.

"Acıktım," dedi birden. Ne? Acıktım mı? Evet o kadar baktı baktı ve acıktım dedi.

"Doyur o zaman," dediğimde cevabım Salih'i güldürdü.

Kılıç çatık kaşlarının ardından, "Yemek yaparsan doyuracağım," dediğinde sesli bir nefes alıp verdim. Dertsiz başıma bela diyecektim ama öyle değildi, öyle hissetmiyordum. Ki benim başımda dertsiz falan değildi. Sadece ben bile başlı başına bir derttim.

Anın şokuyla yerimden kıpırdamadığımda Kılıç, "Açlıktan ateşim falan çıkıyor, başım dönüyor," dedi. Hah yine bayılıp, ayılmalara başlamıştı.

Salih elini Kılıç'ın alnına götürüp, "Yo ateşin falan yok abi," dediğinde Kılıç ona öyle bir baktı ki onun yerine ben korktum yani.

Kılıç'ın bakışları keskindi, Kılıç'ın bakışları hep insanı olduğu yere kitleyecek cinstendi. Kılıç tıpkı adı gibiydi.

Belki de sadece bana olmayan bakışlarıyla adı gibiydi.

Kılıç bu sefer gözlerini bana çevirdiğinde, "Yemek yapsana!" Dedi. Rica mı ediyordu, emir mi veriyordu asla anlamamıştım. Öyle bir konuşuyordu ki...

Tamam Mircan tamam. Yaralıydı, açtı, böyle ara ara bayılacak gibi de oluyordu. O bana hastayken bakmıştı, ben de ona yemek yapabilirdim.

Gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda bacaklarımı hareket ettirerek mutfağa doğru yönlendirdim ve arkamdan Salih'in dalga geçen sesi kulaklarıma doldu: "Emir büyük yerden tabii yenge." Gözlerimi devirdim, hemen peşinden daha da büyük bir gürültü koptu ve Salih'in itiraz eden sesi...

Onları ardımda bırakarak mutfağa geçtiğimde kendime gelmek için birkaç dakika tanıdım.

Zordu.

Kılıç zordu.

Hayatın bana verdikleri, hayatın aldıkları daha da zordu. Sanki bir bilinmezin içinde gibiydim. Ben artık ne yapacağımı, ne düşüneceğimi, neye nasıl tepki vereceğimi bile bilmiyordum.

'Karım ol' demişti. Kılıç, bana 'karım ol' demişti. Hem de bir kez değil, öylesine değil, defalarca kez demişti.

'Karım ol'

'Karım ol'

Ellerimi, başıma koyup sıkıştırdığımda, ağırlaşan gözlerimi kapattım. İstemiyordum. Canı bu kadar yanarken, beni kendinden öteye, ailesinden öteye koyarak düşünmesini istemiyordum. Hal böyleyken beni sevmesini istemiyordum.

Hissettiklerim bir yumru olup boğazıma oturduğunda, gözyaşlarım olanların verdiği çöküntüyle birlikte bir bir akmaya başladı.

Dayanamıyordum.

Artık dayanamıyordum.

"Acıma," diyerek birden kendi kendime çıkıştığımda, sesim gözyaşlarımdan dolayı boğuk bir şekilde çıkmıştı. "Acımasana." Başımı sıkmaya devam ettim. Başım acıyordu, evet başım açıyordu. Kırdıkları kafam acıyordu.

"Aman acı tamam mı?" Kendi kendime yeniden sinirlenip konuştuğumda, ellerimi başımdan çekerek, gözyaşlarımı sildim. Ben sildikçe yenileri ekleniyordu. Gözlerimi, önüme düşürüp, "Kırdılar bizi," diye fısıldadığımda peş peşe iç çektim.

Bir an önce kendime gelmem gerekiyordu.

Ama gelemiyordum.

Kendime birkaç dakika daha tanıyıp, toparlamaya çalıştığımda en sonunda olmayacağını anlayarak ağlaya ağlaya mutfağı karıştırarak yemek yapmaya başladım. Yemekten kastım da mercimek çorbasıydı. Bulduğum soğanları doğrarken kendime bir de bunu bahane edip ağlamaya devam ettiğimde, artık uslanmaz bir deli olduğuma içten içe kanaat getirmiştim.

Aradan geçen yarım saati aşkın bir sürede ağlaya ağlaya çorbayı yapıp bitirdiğimde, gözyaşlarım en sonunda durmuş, kendimi biraz olsun boşaltmıştım. Kaseye koyduğum çorbanın ardından tepsiyi tutup kaldırdığımda, derin bir nefes alarak içeriye doğru ilerledim. Mutfağa girdiğimden beri garip bir şekilde içeriden asla ses gelmiyordu. Normalde Kılıç'ın sesini mutlaka duymam gerekiyordu.

Boğucu sessizliğin altında salona girdiğimde koltuğa uzanmış Kılıç'ı görmemle birlikte adımlarım duraksadı. Gözleri kapalıydı. Sanki çakılmışım gibi olduğum yerde kaldığımda Kılıç kapalı gözlerinin ardından, "Uyumuyorum," dedi. Sesi toktu.

"Çorba yaptım," dediğimde onun aksine benim sesim titremişti. Sesimi duymasıyla birlikte gözlerini açtı, gözleri önce tepsideki çorbaya düştü, sonra da yavaş yavaş gözlerime tırmandı.

"Hazır çorba mı?" Dediğinde yüzünü böyle garip garip şekillere soktu. Anlam veremediğim an kaşlarım derin bir şekilde çatıldı.

Hazır çorba ne ya? Kendim yapmıştım kendim.

"Senin aksine becerikli olduğum için kendim yaptım." Benim hastalığımda dışarıdan söylediği çorbaya atıf yaparak konuştuğumda, dudaklarının belli belirsiz bir şekilde kıvrıldığını görsem de bu çok kısa bir andı. Sinirle Kılıç'ın yanına doğru tekrardan ilerlediğimde o da yattığı yerden hızla doğruldu. Sanki kolu yaralı olan o değilmiş gibi gayet rahat bir şekilde hareket ediyordu.

Kılıç'ın koluna dikkat ederek tepsiyi kucağına bıraktığımda, önüne doğru eğilmem yüzünden bir hayli yakınlaştığımızda, Kılıç'ın nefesini saçlarımın ucunda hissettim. Derin bir nefesi içine çekmesiyle birlikte gözlerim hafifçe kapandığında, kendimi geri çekmek istedim ama çekemedim.

Olmuyordu.

Ondan uzak durmak zordu.

Olmuyordu, olmayacaktı.

Ama olmak zorundaydı. Zordu ama olmalıydı. Düşüncelerimin derinliği parmaklarımı tenime geçirtecek derecede canımı yaktığında, kendimi zorlaya zorlaya geriye çektim. Bir şey diyemeden ondan uzaklaştığımda gözlerine bile bakamadan tekli koltuğa gidip oturdum.

O, bana bakıyordu.

Gözlerinin keskinliğini üzerimde, kokladığı saçlarımın uçlarında hissediyordum.

Uzun uzun bana baktı. En sonunda derin bir iç çekerek gözlerini benden çektiğinde, yaptığımı çorbayı yediğini fark ettim. Her şeye rağmen tepkisini merak ettiğimden gözlerimi ona çevirdiğimde, buruşturduğu suratını görmemle birlikte birden yerimde dikleştim.

Yüzü buruş buruş olmuştu. Ne o öyle yüz buruşturmalar, böyle bir iğrenir gibi hareketler falan.

"Olmamış bu." Yüzü aynı ifadesiyle kaldığında, kaşığı bıraktı ve gözlerim şaşkınlık içerisinde açıldı. "Allahtan çorba yapacak kadar becerikliymişsin." Ben daha şaşkınlığımı atamadan bir de üzerine alaylı bir şekilde konuşmasıyla birlikte ağzım küçük bir balık gibi açıldığında, hiçbir şey diyemedim.

Tadına baktığımda gayet güzelken şimdi Kılıç beğenmediğini, olmadığını söylüyordu.

"Tadına baktım, güzeldi..." dediğimde hemen oturduğum yerden kalkarak ona doğru ilerledim. Kılıç bana kaşlarını kaldırarak baktığında ona atabileceğim en kötü bakışımı atarak sehpanın önüne eğilerek oturdum.

Kaşığı alarak çorbaya daldırdığımda gayet kıvamlı olan çorbadan alarak, yedim. Kılıç'ın dediği gibi bir olmamışlık alamadığımda, "Eee güzel bu," diyerek hafiften fırlayarak konuştum. Gerçekten de güzeldi ama Kılıç'ın neyine bahane bulduğunu anlayamamıştım.

Kılıç, "Değil," dediğinde kısa ve öz konuşmuştu. Yüzünü buruşturdu. "Olmamış." Üzerine bir de benim bakışlarımı umursamadan kalktığı yerine geri yattığında, kaşlarımı kaldırarak ona baktım.

Hani yâr'ın elinden zehir olsa içilirdi.

İçilmiyormuş.

"Olmuş işte." Bir kaşık daha aldım. Evet, olmuştu.

"Gayet güzel." Bir kaşık daha... Kılıç, benim söylenmelerimi umursamadan bu sefer de gözlerini kapattığında, ona inat bir kaşık daha yedim.

"Sen ne anlarsın zaten çorbadan."

"Sana çorba yapan da kabahat." Bir kaşık daha.

"Bıraksaydım da hem yaralı, hem de aç aç yatsaydın." Artık bir kaşık değil, peş peşe iki üç kaşık almaya başlamıştım.

"Ağzının tadı yok ki... Yok yok gerçekten ağzının tadı yok." Kendi kendime söylenmelerimin ardından kaşığı yeniden kaseye götürüp daldırdığımda karşılaştığım boşlukla birlikte kaşık elimde öylece kaldığında, koca bir kase çorbayı bitirdiğimi daha yeni fark edebilmiştim. Söylenirken kendimden öyle bir geçmiştim ki, Kılıç'a olan sinirimle de resmen çorbayı bitirmiştim.

Yutkundum. Günler sonra boğazımdan doğru düzgün bir şeyler geçmemişken şimdi yemiştim. Çorba içmiştim, Kılıç için yaptığım çorbayı içmiştim. Ve içene kadar asla bir kase sıcak çorbaya bu kadar ihtiyacımın olduğunu hissetmemiştim.

"İçmeyenin çorbasını içerler ama işte," dediğimde hiç bozuntuya vermeden kaşığı elimden bırakarak, yerde oturmaya devam ettim.

Gözlerimi Kılıç'a çevirip onu izlemeye başladım. Gözleri kapalıydı ve o kadar söylenmelerime karşılık hiçbir şey demediyse yüksek ihtimalle uyumuştu.

Bacaklarımı kendime çekerek başımı dizlerime yasladığımda, onu izlemeye devam ettim.

Ta ki aradan geçen birkaç saatin ardından Mahir odaya girene kadar...

Onun gelişi bana sanki yerde değilde, dikenlerin üzerinde oturuyormuş gibi bir his verdiğinde, gerim gerim gerildiğimi hissediyordum. Saatlerdir yerde oturmak bile bana rahatsızlık vermemişken, bu rahatsızlığı Mahir'in gelişi vermişti.

Benim gerginliğime karşılık Mahir oldukça rahat bir şekilde geçip karşımdaki koltuğa oturduğunda, o gözlerini de bana dikmişti. Derince yutkundum. Kılıç uyuyordu ve ben şu an Mahir ile karşı karşıyaydım.

Eee bana geçmiş olsun o zaman.

Bir şey demesi durumunda ne yapar, ne derdim artık bilmiyordum. Ki onun da bir şey demeden, bana bağırmadan gitmeyeceğini de biliyordum.

Tam da tahmin ettiğim gibi olduğu anlarda Mahir'in, "Bu nasıl bir sevdaymış böyle?" Diyen içi içine sığmayan sesini duydum. Kılıç'ın üzerinde olan gözlerimi çekine çekine de olsa ona çevirdim. Artık bana bakmıyor, doğrudan Kılıç'a bakıyordu.

"Tüm Ürgüp'e sahip..." Güler gibi oldu. "Ama bir kadının önünde eğiliyor, her defasında bir kadına yeniliyor." Gözlerini bana çevirdiğinde yüzünü buruşturdu ve bu hareketiyle birlikte dişlerimi birbirine bastırdım. "Acizlik bu, sadece acizlik."

Derince yutkunduğumda gözlerimi Kılıç'a çevirdim. İzledim, izledim, sadece onu izledim. Uzun zamandır uyumadığından mı nedir sanki en derin uykusunu şimdi uyuyor gibiydi.

"Buradan git!" Mahir'in söylediklerini duydum ama duymamazlıktan gelerek, hiçbir tepki vermedim. "Ürgüp'ten git." Yine bir tepki vermedim.

"Senin şerefsiz soyun yüzünden ikizim öldü." Tepki vermemek için tırnaklarımı avucuma bastırdım. "Benim bir tane abim var..." Mahir'in oturduğu yerden doğrulduğunu hissettim. "Bir tane abim var... Onu da sana yedirmem." Sözleri beynime sanki balyozla vuruyorlarmış gibi bir his verdi. "Paraysa istediğin kadar, kendine yeni bir hayat kur, buradan git. Ürgüp'ten gideceksin." Sanki sözlerini bana iyice anlatmak istercesine vurgular bir tonla söylüyordu. "Duydun mu beni?"

"Paraysa para mı?" Dediğim an güldüm. "Gerçekten mi Mahir?" Gözlerimi ona çevirdim. "Benim bir suçum yok. Duydun mu beni?" Tıpkı onun gibi konuşmuştum. Ben suçsuzdum ki... En suçsuzlarından biriydim ben.

"Gitmeyeceğim." Mahir'in kaşları derin bir şekilde çatıldığında gözlerimi Kılıç'a çevirdim. "Burada kalacağım."

"Burada kalacaksın?" Mahir'in sesi sinirli bir şekilde çıkmıştı. "Kalacaksın demek... Önce marketin kapısı kapandı yüzüne, sonra evinin camları... Sırada ne olur bilmem..." Beni açık açık tehdit etmesiyle birlikte artık ne diyeceğimi bilemedim. Ne desem de anlamazdı zaten. "Ürgüp sana dar artık. Bunu anla! Ürgüp sana dar."

Tam dudaklarımı aralayıp bir şey diyeceğim sıra onun sesini duydum. Benden önce beni düşünenin... Kılıç'ın...

"Demek Ürgüp dar artık?" Gözlerim hızla Kılıç'a döndüğünde kaşları çatık bir şekilde Mahir'e baktığını gördüm. Uykusundaki rahatlığının aksine yine huysuz bir ifadeyle duruyor ve kaşlarını da olabildiğince çatıp kalmıştı. Onun bu hâlinden, koyu kahverengi gözlerinin koyulaşmasından konuştuklarımızı duyduğunu anlayabilmiştim.

Onun gözleri bana kendimi rahat hissettirmişti. Gözlerini görmemle rahatlamış, sanki böyle Mahir'in karşısında tek olmadığımı hissetmiştim.

"Ürgüp... Benim..." dedi Kılıç. Sanki yaralı olan o değilmiş gibi bir hışımla yattığı yerden doğruldu. Korkuyla ona bakakaldığımda, "Önce Mircan'ın yüzüne kapanan o markete dar ederim Ürgüp'ü..." dedi. Sesi öyle bir tonda çıkmıştı ki şu durumda asla Kılıç'ın karşısında olmak istemezdim.

Dişlerini birbirine bastırdı. "Kardeşim demem Mahir... Yapma." Durdu. "Yapma abiciğim..." Kılıç'ın sözleri sessizliğin ortasına tıpkı bir çığ gibi düştüğünde Mahir'i görmesem de bozguna uğradığını fark edebiliyordum.

Beklemiyordum. Bir şeyler demesini bekliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Kılıç her defasında beni nasıl bu kadar şaşırtabiliyordu asla anlamıyordum.

Gözlerimi Mahir'e çevirmeye korktuğum an Mahir oturduğu yerden ayaklandı ve gölgesi üzerimize düştü. Ben bir şeyler yapmasını, ağzını açıp sözlerini bana savurmasını beklerken o sessiz kalıp ardına bile bakmadan salondan çıktığında, bugün artık kaçıncıya şaşırdığımı sayamamıştım.

Mahir'in gitmesiyle birlikte Kılıç ile karşı karşıya kaldığımızda bir şeyler söylemek için dudaklarım açıldı ama hiçbir şey diyemeden geri kapandı. Ne söyleyebilirdim ki?

Gözlerimi aşağı düşürdüğümde, kirpiklerimin yansıması yanağıma vurdu, Kılıç'ın gözlerine bakamadım bile.

"Ben..." dediğimde sesim mırıl mırıl çıkmıştı.  Kendime de kızıyordum ama az önceki Kılıç beni bayağı bir germişti. "Gitsem iyi olacak."

"Gitmiyorsun." Kılıç netti.

"Gitsem daha iyi olur," dediğimde gözlerine baktım.

Kılıç tek nefeste, "Senin gidişinin iyi bir yanı olmaz," dediğinde bana bakmadan kalktığı yere geri uzandı. "Bu gece buradayız, uyu biraz." Ve arkasında öylece bakan beni bırakarak gözünü kapattı.

Ha?

Dakikalar birbirini kovalarken ben hâlâ aval aval Kılıç'a bakmaya devam ettiğimde, Kılıç öyle gözü kapalı bir şekilde duruyordu. Beş dakika içinde uyumuş olabilir miydi? Olamazdı ki... Ama uyumamış olsa bu bakışlarıma dayanamayıp illa bir tepki verirdi. Şahsen birisi beni uyurken izlese illa mal mal bir tepki verirdim yani.

"Kılıç?" Dediğimde cevap vermedi.

"Uyudun mu?" Yine ses yok.

"Kılıç uyudun mu?" Onun ses vermemesine karşılık ben sürekli konuşuyordum.

"Uyudum, Mircan."

"Ne uyudun mu?"

"Uyudum diyorum."

"Uyuduysan nasıl cevap veriyorsun?"

"Uyuyacağım Mircan." Gözleri hâlâ kapalıydı. Sesi ise öyle sabırsız sabırsız çıkıyordu ki... Sabrını gerçekten de çok fazla zorladığımı hissettiğim an artık sessizleşmem gerektiğinin farkındaydım. Ki öyle de oldu, sustum.

Ama bir türlü oturduğum yerden kalkamadığımda başımı tekrardan dizlerime yaslayarak Kılıç'a baktım. Gerçekten uyumuş gibiydi.

İzledim.

Uzun uzun onu izledim.

Gözleri açıkken bakamayacağım kadar çok baktım kirpiklerine. Belki de bundan sonra bakamayacağım kadar çok baktım ona.

"Öyle yanlış ki..." diye bir fısıltı dudaklarımın arasından döküldüğünde, o kadar sessiz söylemiştim ki... "Öyle çok yanlışız ki..." Korka korka da olsa parmaklarımı kaldırıp alnına dökülen saçlarına götürmeye cesaret ettiğimde, titreyen parmak uçlarım zorla dokundu saçlarına.

"Öyle çok yanmışız ki..." diye fısıldadığımda gözümden bir damla yaş süzüldü. "Yanmışız, Kılıç." Gözyaşlarım sessiz bir çığlık gibi akmaya devam ettiğinde, dolu gözlerimi bir an olsun Kılıç'tan ayırmadan izlemeye devam ettim.

Parmaklarımı hafifçe hareket ettirerek saçlarını okşamaya devam ettiğimde, içimde kopan çığlıklarım kalbimin ortasına oturdu.

Ellerim, saçlarından kopamıyordu.

Gözlerimde...

Aradan saatler geçti, ben yine izlemeye devam ettim. Tüm gece uyudu, ben onu izledim.

Gece, güne kavuştu. Ben sadece ona baktım.

Kılıç'ın dudaklarından kopan, "Destan..." fısıltısı beni kendime getirdiğinde, Kılıç'ın saçlarında olan parmaklarım dondu kaldı. Nefes alamadım, yutkunamadım.

"Destan'ım..." Boğazıma bir yumru oturdu. "Abiciğim..." Saçlarından akan terler parmaklarıma bulaşarak, alnına düştü. Onu görüyordu.

Destan'ı görüyordu.

"Destan yapma..." Mırıldanarak konuşuyordu. "Yapma abiciğim..." Ne yapacağımı bilemediğimde, parmaklarımı saçlarından çekerek yanaklarına kaydırdım.

Yanaklarını okşayarak, "Kılıç..." diye fısıldadığımda sesimdeki çaresizlik, hissettiğim suçluluk kalbimin üzerine oturdu.

Tekrardan, "Kılıç..." dediğimde Kılıç gözlerini açmadı. Açmıyordu. "Kılıç... Uyan ne olur uyan." Yüzünden bile çektiği acıyı anladığımda artık ağlamaya başlamıştım.

Bu nasıl bir acıydı böyle?

Sağ elimi yanağından çekip, koluna dokunduğumda, "Kılıç," dedim tekrardan. Kolunu sarstım. "Canın yanıyor, ne olur uyan." Bunu dememle birlikte Kılıç birden sarsılarak gözlerini açtığında ben daha kendime gelemeden, belime dolanan kollarıyla birlikte kendimden geçmiş bir şekilde kalakaldım.

Uyanmıştı.

Bana sarılıyordu.

Bana...

Kılıç'ın göğsü yükselip yükselip alçaldığında, her yükselişinde atan kalbime çarpıp duruyordu. Nefes nefese kalmış bir şekilde boynumda soluklandığında, tere batmış teni de vücudumu delip geçiyordu. İğrenmedim, iğrenmezdim de.

"Mir... Mircan..." Konuşamıyordu. Konu Destan olunca hiçbir sözcük dökülmüyordu. "Dayanamıyorum." Konuşmasıyla birlikte ellerimi hızlıca kaldırarak boynuna doladığımda, onu daha da çok kendime çektim.

Ona sarılmamla birlikte Kılıç'ın bedeninin kasıldığını hissettiğimde, parmaklarımı ensesinde dolaştırarak sıkıca sıktım.

Onu tuttum, ona tutundum.

"Kılıç..." dediğimde sözlerin devamı kopmadı dudaklarımın arasından. Ben de dayanamıyordum ki... Sessizce akan gözyaşlarım Kılıç'ın boynuna tutunup durduğunda, daha da çok ağladım.

Ağladım, ağlamaklar da yetmedi.

Biz ne olacaktık böyle?

Gözyaşlarımı sessizce akıtıp Kılıç'a sarılmaya devam ettiğimde, Kılıç'ın nefes alışverişleri düzelmiş, daha normal bir hâle gelmişti.

"Koruyamadım," dedi Kılıç dakikalardır içinde bulunduğumuz sessizliği bozarak. "Ben, kardeşimi koruyamadım. Yaşatamadım." Gözlerim acıyla kapandı. "İnsan, ailesini korumaz mı? Ailesiydim ben onun, babasıydım... Koruyamadım."

Dişlerimi birbirine bastırarak yutkunmaya çalıştığımda Kılıç kollarını bedenimden çekti. Üzerimden çekilen bedeni, belimden ayrılan kollarıyla birlikte tüm vücudum buz kestiğinde, içimi bir titreme alıp geçti.

Ürpererek gözlerimi açtım.

Yaş dolu, feri gitmiş gözlerim Kılıç'ın gözleriyle birleşti.

Gözlerinde gördüğüm acı, kalbimi dağladı.

Gözlerinde gördüğüm karalık, beni yaktı.

"Hazırlan," dedi girdiği ruh hâlinden belki de saniyeler içinde çıktığında. "Seni bırakacağım." Ben daha bir şey diyemeden birden yanımdan geçip, ardında beni ne hâlde bıraktığını görmeden merdivenlere yöneldiğinde, hızla çıkarak gözden kayboldu.

Ellerim iki yanıma düştü, omuzlarım çöktü.

Öylece kaldım.

Aradan geçen dakikalar içinde merdivenlerden gelen sesle birlikte gözlerimi merdivene çevirdiğimde, Kılıç'ın üzerini giymiş bir şekilde indiğini gördüm. Daha fazla ona bakmayarak gözlerimi çektiğimde oturduğum yerden kalkarak kapıya doğru ilerledim.

Yorulmuştum.

Kılıç'ın üstümde olan gözlerinin varlığı ile birlikte yanından geçip dışarı çıktığımda, arkamdan aldığı nefesleri duymamaya çalışarak, açtığı arabasına geçip oturdum. Gözlerimiz camdan denk geldiğinde bu sefer gözlerimi çekmeyerek emniyet kemerini geçirip taktığımda, o hâlâ bana bakıyordu.

En sonunda bana baka baka arabaya doğru ilerlediğinde, saniyeler içinde kapıyı açıp, koltuğuna yerleşti.

Bakmadım.

Kılıç yine nefesler ala ala arabayı çalıştırdığında yola koyulmuştuk bile. İkimizde sessizdik. O konuşsa, bir şeyler dese bile benim hâlim kalmamıştı artık.

Başımı cama yasladığımda, yeni yeni doğan güneşi izlemeye başladım. Gün doğumuna denk gelmiştik.

Bu ikinciydi.

Birlikte ikinci kez gün doğumunu izliyorduk.

Dudaklarım hafifçe yukarıya doğru kıvrıldığında, bu hissettiğim acının gülüşüme yansımasıydı.

Kılıç'ın gözlerini üzerimde hissettiğimde, başının daha da çok cama çevirdim. Ben güneşe, Kılıç bana baktı.

Yol böyle böyle akıp gittiğinde Kılıç'ın sürekli bana dönen gözleriyle birlikte bittiğinde, en sonunda evimin olduğu sokağa girmişti. Evime yaklaşmamla birlikte dün gece yaşadığım her an, evimin taşlanışı tekrardan gözlerimin önüne geldiğinde, vücudumdan geçen titremeye engel olamamıştım. Uykusuzluğumunda etkisiyle evi görür görmez alnımdaki yara varlığı yeniden nüksetmiş, ağrısı başıma vurmuştu. Gözlerimi kapata kapata, ağzımı açıp esnediğimde, elimi ağzıma kapattım.

Kılıç evimin önüne geldiği an durduğunda, kısık gözlerimi ona çevirdim. Sadece baktım. Gözlerim tam arkasında kalan evime düştüğünde, gece indirilmiş olan camların ve verilen tüm hasarların düzeltildiğini gördüm. Bu zaten tam da ondan beklediğim bir şeydi, beni camı olmayan eve sokmayacağını tabii ki de biliyordum.

Şimdi benim bir şey demem gerekiyordu değil mi? Evet, demem gerekiyordu.

"Sağ ol." Ağzımın içinden içinden konuşmuştum. Bu kadar düşüncemin ardından kuru bir 'sağ ol' dememde işin cabasıydı tabii. Neyse zaten kıran kendileri, yaptıran da kendileri oldukları için bir şey dememe gerek bile yoktu bence.

Neye kızıp, triplendiğimi bilmeden elimi kapı koluna atıp çektiğimde, tam karşımda gördüğüm gözlerle birlikte elim öylece kalakaldı.

Hayır hayır şimdi değil hayır.

Gözlerimi hızlı bir şekilde kapatıp, açtım.

Evet oradaydı.

Alparslan Bozhan tam karşımdaydı.

Tam karşımızdaki arabanın içinde durmuş bir şekilde, orman yeşili gözlerini gözlerime dikmiş bir şekilde bana bakıyordu.

Onun burada, benim evimin önünde ne işi vardı?

Aklıma gelen şeyle birlikte başımı iki yanıma salladım. Hayır hayır... En son abimle konuştuğumda, tüm saçmalıklarının üzerine Alparslan'ın gelip beni alıp, götüreceğini söylemişti. Hayır, bunu gerçekten yapmış olamazdı. Hele ki şu durumda yapmış olamazdı. Ama yapmıştı. En olmayacak, en tehlikeli insanı benim kapıma yollamıştı. En sonunda bunu da yapmıştı.

Kılıç'ın kaşları duraksamamla birlikte çatıldığında, gözleri baktığım yere doğru hızlıca çevrildi ve korktuğum şey başıma geldi.

Kılıç ve onun karşı karşıya gelmesi...

Korkuyla, "Kılıç," dediğim an Kılıç çoktan patlamaya hazır bir şekilde arabadan inmişti bile. Hemen ardından kapıyı açtığımda, ineceğim sıra dudaklarının arasından dökülen tek bir, "Sakın!" sözü beni olduğum yere çaktı. Ona baktım. "Bu arabadan inmiyorsun." Bana öyle bir baktı ki arabadan falan inemedim.

Kılıç, beni olduğum yere çakan sözlerinin ardından Alparslan'a doğru ilerlediğinde, onun yanına gider gitmez yakasından tuttuğu gibi kafasını, kafasına geçirdi. Ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadığım an, elimi dudaklarımın üzerine hızla kapattım.

Sanırım artık Alparslan'ın burnu ve gözü yoktu.

Alparslan, Kılıç'ın attığı kafayla birlikte yığıldığında hemen ardından kendisini zorla da olsa toplayarak ayağa kalktı. Şimdi tekrardan birbirlerine karşılardı. Kılıç bir şeyler diyordu ama aradaki mesafeden dolayı asla anlamıyordum.

Alparslan'ın aldığı darbeye rağmen güldüğünü gördüğümde, gözleri bana çevrildi. Aramızdaki cama, olan mesafelere rağmen Alparslan'ın gözlerinde gördüğüm tehlikeden, gülüşünden korktuğumda, derince yutkundum.

Kılıç, "Bana bakacaksın lan!" Diye bağırdığında, olduğum yerde sıçradım. Kılıç, Alparslan'ın önüne geçerek onun benimle olan göz temasını kestiğinde, daha fazla dayanamayarak arabadan indim.

Kılıç bana bakmadan bile arabadan indiğimi anladığımda, beni üşüten o sesiyle konuştu: "Mircan geç içeri!"

Geçmedim.

Aksine ona doğru adımlar attığımda adımlarımı olduğu yere çakan, beni durduran Alparslan'ın dudaklarının arasından dökülen sözcükler oldu:

"Her şeye rağmen yanında gezdirdiğin kadına sorsana, abisinin yerini." Alparslan'ın dudakları tehlikeyi andıran bir ifadeyle kıvrıldığında, yutkunamadım. Başımı iki yanıma salladığımda, Alparslan'ın yeniden konuşmasıyla birlikte her şey yavaşça yıkıldı, zaman durdu.

"Nasıl olsa gece Yavuz ile konuşan da benimle geleceğini söyleyen de Mircandı."

*

Buraya Kılıç ve Mircan için bir cümle bırakır mısınız? Ya da bir kalp💙

Evet bölümü nasıl buldunuz bakalım?

~Kılıç hakkındaki düşünceleriniz neler? Açıkçası Kılıç'ı uzun uzun açıklamayı düşünmüyorum, biraz kafa yorunca falan anlanacak bir karakter. Çorba meselesi falan diyorum yani ğgğwğdğxğ anlarsınız siz😋🤤

Not: Unutanlar için Yavuz; Mircan'ın abisi. 4.bölümde hatırlarsanız Mircan'ı aramıştı ve patronu olan Alparslan'ın onu alacağını söylemişti. Yani Alparslan'da; Yavuz'un pislik patronugğğeğdğcğ unutanlar için hatırlatma geçmek istedim🫶🏻

Bölüm alıntılarımız için instagram: mavininhikayeleri

Sizi seven, maviniz💙

Continue Reading

You'll Also Like

79.9K 4.4K 35
Aşiret Gerçek ailem serisi : İzem Güneş Ulukan Kuzenleri dahil olmak üzere 21 tanesi abisi olan izemin gerçek ailesi ortaya çıkarsa ne olur? Kaos tab...
19.8K 1.3K 14
"Aile, benim kabuk tutmuş yaramdı ve şimdi o yarayı deşiyorlardı." Gerçek aile kitabıdır fakat birçok farkla... Çünkü Eliz evli ve hamiledir. 🤍 "Sür...
ASYA By Su

ChickLit

730K 42.5K 61
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Sizden istediğim ana karakter olan kız ile empati kurmanız. Babasına olan düşkünlüğünü anlamanız...
15.1K 1.5K 26
İş yerinde tanışan iki kadının hikayesi...