compass | taekook

By vanttejeonn

115K 10K 4.6K

sen benim tek pusulamsın sensiz kaybolurum More

1.
2.
3.
4.
5.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
34.
35.
36.
37.
38.
39.
40. final

6.

3.6K 339 78
By vanttejeonn

🎀

Bölüm adı
Sen kimsin?

🎀

taehyung —


Bazen kendimi bir sahafın en kuytu, en karanlık köşelerinde yer edinmiş eski bir kitap gibi hissederdim.

Kimsenin okumak istemeyeceği türden, cildi olmayan, kenarları yıpranmış olan, tozdan görünmeyen, değersiz bir kitap.

Sahafçının bile varlığını unuttuğu bir kitap.

Oysa açsalar kitabı nelerle doludur içi. Ne sırlar gizlidir kim bilir. Ne yaşanmışlıklar vardır cümlelerinde. Ne gözyaşı dökülür sessizce her sayfanın içine.

Çıkmaya hazırlandığım kafenin arka odalarından birindeydim. Bugün annemi ziyaret edeceğim için oldukça heyecanlı aynı zamanda gergindim. Duvara monte edilmiş askılıktan ceketimi alarak üzerime geçirdiğimde hareketlerim hızlıydı. Bir an önce buradan çıkıp, annemi görmek istiyordum. Masanın üzerindeki telefonu da aldığım gibi çıkacaktım ki büyük bir gürültüyle açılan kapıyla irkildim.

"Nereye gidiyorsun?"

Kaşlarını çatarak beni süzen Sunwoo'ya kısa bir bakış attığımda, alayla beni izlediğini görmüştüm. Yine başlıyorduk sanırım.

"Bunu seni ilgilendirdiğini düşünmüyorum." dediğimde sırıtarak odaya girmiş, kapıyı da kapatmayı ihmal etmemişti.

"Öyle mi dersin küçük Taehyungie? Yoksa yine hasta annenin yanına mı gidiyorsun?" dediğinde elimdeki telefonu var gücümle sıkmıştım.

Benim annem hasta değildi.

"Bu seni ilgilendirmez. Ayrıca bir daha anneme hasta dersen bu kadar sakin olmam." dediğimde yüksek bir kahkaha atarak bana doğru yaklaşmıştı.

"Bak sen şu velete! Herkese saygıda kusur etmeyen küçüğe ne oldu? Nerede o herkesin övdüğü saygılı Taehyungie?" Alaylı sesiyle sinirlerimi bozarak konuştuğunda her zamanki gibi amacının beni kızdırmak olduğunu biliyordum.

Sevmiyordu beni. Burada çalıştığım günden beri kin besliyordu bana.

"Ben saygısızlık yapmadım. Sen yapıyorsun." dediğimde bir kez daha gülmüştü kafasını geriye atarak. Beni ciddiye almayacağını bildiğimden daha fazla burada durmak istemiyordum. Bu yüzden onu arkamda bırakarak kapıya yöneldim. Açtığım gibi çıkmak için adım atacaktım ki, "Kaç tabi hemen. Sen şimdi gidip hasta annenin kolları arasında ağlıyorsundur da. Ne yazık!" dediğinde gözlerimin sinirden karardığını hissetmiştim.

Sıktığım elimle yumruk atmak için hazırlanıyordum ki, Seokjin hyungun, "Taehyung!" diye bağırmasıyla yerimde durmuştum.

Seokjin hyung, koşar adımlarla yanıma geldiğinde önce bana sonra da hâlâ sıkmakta olduğum yumruğuma bakmıştı. Ardından sinirle Sunwoo'ya dönmüş, hala bana alayla baktığını gördüğünde sesli bir nefes vermişti.

Tekrar bana döndüğünde elini omzuma koyarak sakinleşmem için okşamış, "Hadi sen git. Daha fazla bekletme anneni. Ben ilgilenirim onunla." dediğinde minnetle bakmıştım ona çünkü o da biliyordu ki şu an umurumda olan tek şey annemdi. Sunwoo umurumda bile değildi.

"Teşekkürler hyung." diyerek odadan ayrıldığımda kendimi hızla kafeden dışarı atmıştım. Sakinleşmek için derin nefesler almış, içimden sayılar saymıştım.

Daha sonra koşar adımlarla buraya en yakın durağa yürümeye başlamıştım fakat aniden önümde duran arabayla durmak zorunda kalmıştım.

Yanlışlıkla durduğunu düşünerek yanından geçip gidecektim ki duyduğum sesle donmuştum.

"Taehyung!"

Jungkook hyung tüm ihtişamıyla indiği arabadan bana doğru yaklaşırken, irice açtığım gözlerle ona bakıyordum.

"Hyung?" dedim şaşkınlıkla. "Burada ne işin var?"

Kısa bir gülümseme dudaklarında canlanırken tam karşıma geçmişti. "Sizin kafeye uğrayacaktım ama seni çıkarken gördüm. Biraz da kızgın gibi görünüyordun bu yüzden yanına gelmek istedim." dediğinde usulca sallamıştım kafamı.

"Anladım hyung. Sana öyle gelmiş olmalı. Kızgın değildim." Yalan söylediğim için ne kadar kötü hissetsem de şu an doğruları söylemek için zamanımın olmadığını biliyordum.

"Bir yere mi gidiyordun? Yani... Yanlış anlama. Sanki yetişmen gereken bir yer varmış gibi çok hızlı yürüyordun. Bu yüzden sordum." dediğinde panikle konuşmasına kıkırdamıştım. Çok sevimli duruyordu.

"Yanlış anlamadım hyung, sakin ol ve evet yetişmem gereken bir yer var bu yüzden hızlı yürüyordum." dediğimde kafasını sallamıştı anladığını belirterek.

"Eğer başka bir şey söylemeyeceksen gitmem gerek hyung. Çok geç kaldım. Yetişmem lazım. Başka bir zaman beklerim seni yine kafeye." dediğimde geri geri yürüyerek uzaklaşmaya başladım.

Arkamı dönerek gidecektim ki, "Taehyung!" demesiyle duraksadım. Tanrım! Sadece anneme gitmek istiyordum. Neden herkes bugünü buluyordu ki?

Önüme dönerek ona baktığımda hızla yanıma yaklaşmıştı. "Eğer istersen seni gideceğin yere bırakabilirim. Daha hızlı gitmiş olursun. Hem," demişti gözleri ilerideki otobüs durağına kayarken. "Hem otobüsün ne zaman geleceği belli bile değil. Seni burada tutarak zamanından yedim. İzin ver götüreyim seni gitmek istediğin yere." dediğinde gitmek istesem de annemi öğrenme olasılığı germişti beni.

"Gerek yok hyung. Giderim ben otobüsle. Hem seni de yormak istemiyorum." dediğimde yeniden gitmek için hazırlanıyordum ki bir anda eliyle kolumu tutarak durdurmuştu beni.

"Lütfen Taehyung. Kırma beni. Sadece gideceğin yere bırakacağım. Başka hiçbir şey yapmayacağım." dediğinde yüzüme öyle istekli bakıyordu ki hayır bile diyememiştim. Pes ederek kafamı salladığımda tavşan dişleri belli olacak şekilde gülümsemiş, beni kolumdan nazikçe çekiştirerek ön koltuğa bindirmişti. Daha sonra o da binmiş, hızla bana dönmüştü.

"Ee nereye gidiyoruz efendim. Bugün emrinize amadeyim." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla büyümüş, yanaklarım kızarmaya başlamıştı.

"Olur mu hyung? Deme öyle lütfen. Saygısızlık olur bu." dediğimde gülmüş, kafasını iki yana sallamıştı. "Sen ve saygısızlık? Hadi ama bu imkansız!"

Benim hakkımda böyle düşündüğü için mutlu olmuştum. İnsanları beni saygısız biri olarak tanımasını istemiyordum.

"Hyung bildiğin çiçek satan bir yer var mı? Benim çiçek almam gerekiyor da." dediğimde gülümseyen dudakları bir anda solmuştu.

"Kime alacaksın ki? Sevgiline mi yoksa?" dediğinde sesi öyle üzgün çıkmıştı ki şaşırmadan edememiştim.

"B-benim sevgilim yok ki hyung. Yanlış anladın sen. Anneme alacağım." dediğimde sanki dünyanın en iyi şeyini söylemişim gibi rahatlamıştı gergin omuzları.

"Peki öyleyse. Şimdi arkana yaslan ve kemerini tak. Hyungun seni buraya en yakın çiçekçiye götürecek." dediğinde heyecanla gülümsemiş, dediklerini yapmıştım.

Gerçekten dediği gibi on dakikada geldiğimiz bir çiçekçi dükkanın önünde durduğunda, arabadan inmiştik. O iki adım önde, ben ise hemen arkasındaydım. Yürürken geniş omuzlarınının görüntüsü arkadan iyi manzara sunuyordu.

Çiçekçiye girdiğimizde Jungkook hyungun kasadaki adama bakarak, "Merhaba Bay Choi." demesiyle kafası eğik olan adam, hızla kafasını kaldırdığında gözleri direkt bizi bulmuştu.

"Jungkook! Hoş geldin evladım." dediğinde Jungkook hyung nazikçe gülümsemiş, "Hoş bulduk efendim." demişti.

"Nerelerdeydin sen? Uzun zamandır uğramıyorsun buralara. Bizim hanım da merak ediyordu seni." dediğinde adamın samimi bir şekilde Jungkook hyunga yaklaşarak sıkıca sarılmasını izlemiştim.

"Okuldan dolayı fırsat bulamıyordum efendim. Yakın zamanda bir ziyaret daha yaparak bu hatamı telafi edeceğimden emin olabilirsiniz."

Jungkook hyungun saygıyla kurduğu cümleler yaşlı adamı güldürürken bir anda gözlerin bana dönmesiyle gerilmiştim.

"Bu genç oğlan kim Jungkook?" dediğinde ne diyeceğimi bilemeyerek Jungkook hyunga bakmıştım.

"Taehyung, efendim. Okuldan arkadaşım."

Bay Choi bana gülümseyerek baktığında çekinsem de ben de gülümsemiş, "Merhaba efendim." demiştim.

"Ne tatlı çocuksun sen öyle! Güzelsin de! İlk defa senin kadar güzel bir erkek görüyorum."

Şaşkınlıkla adama bakakaldığımda yüzümün utançtan pancar gibi olmaması için konuşmuştum. "Teşekkür ederim efendim."

Övülmeye pek alışık değildim.

Yoongi hyung dışında kimse övmezdi ki beni.

"Ne için geldiniz bakayım buraya? Öylesine ziyaretime gelmediğin belli." demişti Jungkook hyunga bakarak.

"Taehyung annesi için çiçek alacak Bay Choi. Bu yüzden buradayız." dediğinde bana dönmüştü Bay Choi.

"Özel olarak istediğin bir çiçek var mı evladım? Ona göre hazırlayacağım."

O an ne diyeceğimi bilemeyerek bakakalmıştım adama. Boğazım düğümlenmişti sanki. Annemin en sevdiği çiçeği bile bilememek sızlatmıştı kalbimi.

"Taehyung?" demişti Jungkook hyung. "İyi misin?"

İyi miydim?

Adımı bile hatırlamayan annemin, en sevdiği çiçeği dahi bilmediğim için üzülmeli miydim?

"İ-iyiyim hyung. Ne alacağımı düşünüyordum da." dediğimde gözlerini kısarak yüzüme bakmıştı. Pek inanmış gibi görünmüyordu.

"Düşündün mü hangi çiçeği istediğini?" Bay Choi'nin sorusuyla ona döndüğümde aklıma gelen ilk çiçeği söylemiştim.

"Aster! Aster var mı efendim?"

Bay Choi şaşkınlıkla bana baktığında, "İlk kez bir müşterim aster çiçeği almak istiyor. Çok şaşırttın beni. Oysaki herkes bilmez aster çiçeğini." dediğinde utanarak kaçırmıştım gözlerimi.

"Neyse ki çok şanslısın. Tam mevsiminde almaya gelmişsin. Aster, sonbahara renk katan güzel bir çiçektir." dediğinde heyecanla gülümsemiştim.

Sonbahara renk kattığı gibi anneme de renk katar mıydı?

"Siz bekleyin burada. Ben hemen hazırlayıp getiriyorum." diyerek yanımızdan ayrılan Bay Choi'nin uzaklaşan bedenini izlemiştim. Enerjisini sevmiştim. Güler yüzlü bir adamdı. Bu hareketlerine de yansıyordu.

Keşke ondaki enerjinin yarısı bende olsaydı.

Jungkook hyungla yalnız kaldığımda göz ucuyla ona bakmak istemiştim ama zaten onun beni pür dikkat izliyor olduğunu gördüğümde hızla kaçırmıştım gözlerimi.

"Utanma Taehyung. Çiçeklerle bu kadar yakından ilgilendiğini bilmiyordum." dediğinde hakkımda hiçbir şey bilmiyorsun ki zaten demek istemiştim.

"Öyle hyung. Hoşuma gidiyorlar."

Gülümseyerek salladı kafasını. "Benim de hoşuma gidiyor." dediğinde sesi kısık çıksa da duymuştum.

"Ne hoşuna gidiyor hyung?"

"Çiçek! Çiçek tabi ki! Başka ne olacak ki?" Hızla cevapladığında garip tavırları karşısında şaşırsam da yalnızca kafamı sallamıştım. Neden gerilmişti ki bir anda?

Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından Bay Choi'nin elindeki aster demetiyle yanımıza yaklaşırken gördüğümde gülümsemiştim. "İşte hazır! Alın bakalım çocuklar." diyerek uzatmıştı elindeki süslenmiş buketi.

Heyecanla elime aldığımda burnuma dolan kokuyla bir kez daha tebessüm ettiğimde beni parlak gözlerle izleyen hyungumun farkında değildim.

"Teşekkürler efendim. Çok güzel kokuyorlar." dediğimde Bay Choi kafasını sallayarak tebessüm etmişti.

Daha sonra hesabı ödemek istediğimde Jungkook hyung benin yerime ödemek istemiş, izin vermeyince de biraz tartışmış, sonunda benim ödememle çıkmıştık oradan.

Şimdi ise Jungkook hyunga annemin kaldığı bakım merkezinin alt sokağında kalan bir yerin adresini tarif ettiğimde beni oraya bırakmasını istemiştim.

Tam olarak bakım merkezinin adresini vermemiştim çünkü Jungkook hyungun gerçekleri öğrenmesini istemiyordum.

Onu tam olarak tanımıyordum. Benimle dalga geçebilirdi. Herkese yayabilirdi.

Tamam öyle biri değildi ama ben Yoongi hyungtan başka kimseye güvenemezdim. Her ne kadar iyi biri olsa da kendimi tehlikeye atamazdım.

Sessiz geçen yolculuğun sonuna geldiğimizde Jungkook hyungun arabayı tarif ettiğim caddenin başında durdurmasıyla yavaşça ona döndüm.

"Annen burada mı yaşıyor?" dediğinde gözleri ilerideki apartmanlarda geziyordu. Baktığı apartmanların oldukça lüks olması söyleyeceğim yalana inanmaz diye beni endişelendirse de başka çarem olmadığı için söylemek zorunda kalmıştım.

"E-evet hyung. İneyim ben artık. Bekletmeyeyim daha fazla annemi." dediğimde bana dönmüştü bakışları.

Gülümseyerek kafasını sallamış, bir süre yüzümü incelemişti. "Yüzümde bir şey mi var hyung?" dediğimde elim refleks olarak hızla yüzüme gitmişti çünkü öyle dikkatli bakıyordu ki bir şey olduğunu düşünmüştüm.

"Hayır Taehyung, sadece Bay Choi'nin çok haklı olduğunu düşünüyordum." dediğinde anlamayarak kaşlarımı çatmıştım.

"Anlamadım hyung. Hangi konuda?" dediğimde gülümsemiş, birden yerinden doğrularak bana yaklaşmaya başlamıştı.

Anın şaşkınlığıyla kocaman açtığım gözlerimle yüzümün yakınındaki yüzüne bakakaldığımda, o gülümseyerek alnıma düşmüş birkaç saç telimi geriye atmıştı.

"Gerçekten hayatımda gördüğüm en güzel erkeksin." dediğinde dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Anlık olarak aldığım iltifatla hızlanan kalbime lanet ederken yanaklarıma hücum eden kanın sayesinde kırmızılıkların oluştuğundan emindim.

"Bakma öyle şaşkın şaşkın. Çok sevilesi duruyorsun."

Kendime gelir gibi hızla gözlerimi kaçırdığımda Jungkook hyung kıkırdamış, "Utanman için söylemedim Taehyung. Sadece kendinin farkında olman için söyledim." dediğinde kızaran yanaklarımı saklamak için kafamı öne eğmiştim.

"Anladım hyung. Teşekkür ederim." dediğimde hâlâ pür dikkat beni izlemesi hızlanan kalp atışlarıma hiç iyi gelmemişti. "Ben insem iyi olur artık. Çok geç kaldım hyung. Beni buraya kadar getirdiğin için çok teşekkür ederim." dediğimde cesaret ederek ona bakmıştım.

"Teşekküre gerek yok Taehyung. Hem teklif eden bendim." dediğinde anlayışlı biri olduğunu bir kez daha anlamıştım. Gerçekten çok düşünceli biriydi.

"Görüşürüz öyleyse hyung. Kendine iyi bak lütfen." dediğimde ön kapıyı açarak inmiş, kapıyı kapatmadan önce ona dönmüştüm. Gülümseyerek beni izlediğini gördüğümde, heyecanlansam da belli etmemeye çalışarak bakmıştım ona. "Sen de kendine iyi bak Taehyung. En kısa zamanda görüşmek üzere."

Aracın ön kapısını kapattığım gibi düz yoldan ilerlemeye başladığımda hala izlendiğimi bilmek germişti beni. Söylediğim yalan her an ortaya çıkacak diye korkuyordum ki aracın çalışma sesini daha sonra da uzaklaştığını duyduğumda rahat bir nefes vererek arkama bakmıştım. Gerçekten gittiğini gördüğümde hemen en yakın yoldan bakım merkezine doğru yürümeye başlamıştım.

Koşar adımlarla yürüdüğüm için bakım merkezinin önüne geldiğimde içeri girmeden önce düzensiz olan nefes alışverişlerimi dengelemeye çalışmıştım.

Elimdeki çiçek buketine bakarak gülümsediğimde heyecanla göğsüme bastırmıştım. Annem çiçekleri severdi. Elimdeki buketi de görünce sevinir miydi?

Telefondan saate baktığımda neredeyse bir saate yakın geciktiğim için kendi kendime yakınırken, aynı zamanda hızlı adımlarla bakım merkezine giriyordum.

Her hafta beni gördükleri için artık şaşırmayan çalışanlara kısa kısa selamlar vererek ilerlerken, bana yaklaşan Bayan Sunja'yı görerek duraksadım.

"Taehyung canım!" diyerek yanıma varır varmaz sıkıca sarıldığında bende gülümseyerek sarılmıştım ona.

"Neden geç kaldın böyle? Gelmeyeceksin sanmıştım." dediğinde mahcup bir şekilde geri çekilerek bakmıştım ona. "Anneme çiçek aldım da ondan geciktim efendim."

Gülümseyerek saçlarımı okşadığında, "Düşünceli evladım benim. Ne güzel çocuksun sen öyle." dediğinde utanarak başımı öne eğmiştim.

Buradaki herkes yaşımdan dolayı çocuğu gibi görürdü beni. Bayan Sunja ile buraya ilk geldiğim günden beri tanışıyorduk. Beni sevdiğini biliyordum. Hemen hemen benim yaşlarımdaki çocuğu olduğunu, beni ona benzettiği için birçok konuda nasihat verdiğini de pas geçemezdim.

"Bayan Mari, Taehyung gelince direkt yanıma gelsin dedi. Annenin yanına uğramadan önce onun yanına uğrasan iyi olur canım. Seni bekliyordu." dediğinde teşekkür ederek yanından uzaklaşmıştım.

Bayan Mari, şu an merdivenlerini çıktığım bakım merkezinin sahibiydi. Yıllardır burada tedavi gören anneme en büyük desteği olan kişi de kendisiydi. Bize yaptığı iyiliklerin karşılığını asla ödeyemezdim. İyi bir kalbe sahipti.

Önünde durduğum odanın kapısına tıkladığımda içeriden yükselen gel sesiyle girdim odaya.

Koltuğunda rahat bir biçimde oturan Bayan Mari'yi gördüğümde yüzüme yerleşen tebessümle yaklaştım yanına.

"Ah Taehyung! Hoş geldin canım. Gel yanıma, otur lütfen." dediğinde yanındaki boşluğu göstermişti eliyle. Çekingen adımlarla yanına gidip oturduğumda elimdeki çiçek buketini gülümseyerek izlediğini görmüştüm.

"Aster mi onlar?" Şaşırarak sorduğu soruyla heyecanla kafamı sallamıştım. "Evet efendim. Beğenir mi sizce annem?" Yüzündeki gülümseme solar gibi olduğunda yeniden gülümsemiş, "Elbette beğenir. Eminim ki çok sevinecektir." dediğinde neşeyle gülümsemiştim.

Sonunda ben de annemi mutlu edebilecektim.

"Beni neden yanınıza çağırdınız? Bir sorun mu var?" Korkarak sorduğum soruyla gülen gözleri yavaşça solmaya başladığında yutkunmak bile zor gelmişti.

"Aslında annenle görüşmeden önce seninle önemli bir konu hakkında konuşmak istedim." dediğinde usulca salladım kafamı.

"Taehyung." Sesi durgun çıktığında gerildiğimi hissederek ellerimi tutmuştu. "Biliyorsun ki annen alzheimer. Bu yüzden birkaç yıldır burada tedavi görüyor. Sen de ben de bu geçen yıllara şahit olmuş kişiler olarak her anına tanıklık ettik. Bu süreç boyunca yanından hiç ayrılmadık. Özellikle sen, seni hatırlamamasına rağmen hiç yılmadın. Her hafta ziyaretine geldin, onunla vakit geçirdin. Oğlu olduğunu hatırlasın diye elinden geleni yaptın."

Buruk bir tebessümle salladım kafamı.

"Lakin evladım," dediğinde gözlerim korkuyla Bayan Mari'ye kaymıştı. "Annen... Gittikçe kötüleşiyor. Hastalığı artık üst seviyelerde ve bazen kendi adını bile unutabiliyor. Kim olduğunu, nerede yaşadığını, neden burada olduğunu... Eskiden hatırlasa da şu an hiçbirini hatırlayamıyor. Yarım saat önce konuştuğumuz şeyleri bile anında unutabiliyor."

Yıllardır duymaktan korktuğum cümleleri şimdi duyduğum için daralmaya başlayan göğüs kafesimle nefes almaya çalışıyordum.

"Bayan Mari." demiştim titreyen sesimle. "Hani annem beni hatırlayacaktı efendim? Hani eskisi gibi olacaktık onunla?"

Deli gibi titriyordum. Canım çok yanıyordu.

"Bayan Mari." demiştim ağlamamak için direnirken. "Annem bana hiç oğlum demeyecek mi efendim? Hiç oğlu olduğumu hatırlamayacak mı artık?"

Göğsüme batan iğneleri hissediyordum.

Sırtımdaki koca yükün altında eziliyordum.

"Üzgünüm Taehyung, çok üzgünüm."

Sustum bir süre. Ne ağladım ne sızlandım. Onun yerine küçükken annemle oynadığımız oyunları düşündüm. Bana sıkıca sarıldığı günleri, adımı neşeyle söylediği zamanları düşündüm. Daha sonra kabus gibi geçen yılları düşündüm. Ağlamaktan sesimin kısıldığı, bir deri bir kemik kaldığım, psikolojik olarak çöktüğüm, annemin masrafları için üç yıldır ıkına ıkına çalıştığım zamanları düşündüm.

Daha sonra derin bir nefes vererek ayaklandım.

"Ben annemi görmeye gideyim efendim. Her şey için teşekkürler." dediğimde bir cevap vermesini beklemeden çıktım odadan. Saygısızca olabilirdi bu yaptığım. Ama şu an en son düşüneceğim şey bile değildi bu hareketim.

Kırılmıştım Bayan Mari'ye. En çok da Yoongi hyunga. Beni kandırdıkları, her gün hatırlayacak diyerek umut verdikleri günlere kırıldım. Belki kırılmaya bile hakkım yoktu ama kırıldım işte.

Bir avuç kırgınlık daha yüklenmişti çökmüş omuzlarıma.

Sessizce yürüdüğüm koridorların sonunda vardığım odayla bir süre bekledim. Kapıyla bakıştım. Cesaret topladım. Daha sonra derin bir nefes alarak yavaşça girdim içeri.

Sadeydi annemin odası. Pek eşyası yoktu. Küçük bir yatağı vardı odanın kenarına sıkıştırılmış hemen yanında ahşap bir komodin. Onun üzerinde solmuş çiçekler.

Onları her atmaya çalıştığımda kızardı bana annem. İzin vermezdi çiçeklerini ellememe. Kızardı. Bazen bağırırdı. Susardım. O yeter ki konuşsun da benimle, bağırmasına bile razıydım.

Sessiz adımlarla girdiğim odada annemi yatağının üzerinde düz bir şekilde duvara bakarken bulduğumda yutkunmak için kendimi zorladım.

Genelde bu şekilde bulurdum onu. Saatlerce bakardı o boş duvara. Ne konuşurdu ne hareket ederdi. Yalnızca susar ve o duvarı izlerdi.

Onu korkutmamak için yavaşça yanına yaklaştığımda geldiğimi çıkan seslerden anlamasına rağmen hâlâ duvarı izlemeye devam etmesi yüreğimi burksa da, çekingen bir tavırla oturdum yatağın anneme olan en uzak köşesine.

Onu izledim dakikalarca. Bana bakmasını bekledim. Bir şey demesini bekledim. Belki olur da yanlışlıkla göz göze gelmeyi bile bekledim.

Ama hiç biri olmadı.

Saatler geçti. Ben yine onu izledim. Aklar çıkmaya başlayan uzun saçlarını, kırışmaya başlamış asık yüzünü, çökmüş gözaltlarını, kurumuş dudaklarını, soyulmuş tırnaklarını...

Kenara koyduğum çiçeklere kaydı gözlerim bu kez. Yavaşça aldım ellerime. Bir elimdeki aster çiçeğine baktım bir anneme.

Sonra konuşmak için araladım dudaklarımı.

"Anne." dedim sessizce. Öyle kısık çıkmıştı ki sesim kendim bile zor duymuştum. "Anne." dedim bu kez daha yüksek sesle. Duydu beni. Duyar da bakmazdı o. İşitmek istemezdi beni.

"Bak." dedim titreyen elimle tuttuğum aster çiçeğini gösterdim. "Bak ne getirdim sana. Sen seversin çiçekleri." dedim içim içimi yerken.

"Çiçek annem." dedim dolan gözlerimle. "Ne olursun bak. Yalvarırım bak bir kere gözlerime."

Bakmadı. Çekmedi gözlerini o boş duvardan. Dakikalar geçti yine. Hava kararmaya yüz tutmuştu. Pencereden sızan ışık sayesinde görebiliyordum onu.

"Biliyor musun anne, öğretmen olacağım ben. Çocuklar yetiştireceğim saygıyla, sevgiyle. Hepsine kendimden bir şeyler katacağım, yıllar geçse de unutmasınlar diye. Bilgi vermekten önce iyi insan olmaları için çabalayacağım. Örnek olunası gençler yetiştireceğim geleceğe. Her birinin kalbine dokunacağım ki, sevgi açsın yüreklerinin en derininde."

Gülümsedim kendi kendime. Hayallerime.

"Hatırlıyor musun anne? Babam ölmeden önce çok mutluyduk biz. Evimizden kahkaha sesleri eksik olmazdı. Eğlenceli geçen kahvaltılar, beraber geçirdiğimiz vakitler, babamın evde olduğu o günler... Herkesin imrenerek baktığı o aile bizdik. Ama... Ama şimdi bakıyorum da anne. Ne babam var yanımda ne de sen. Koskoca dünyada kimsesiz kalmışım ben."

Yeniden elimdeki çiçeklere kaydı gözlerim.

"Belki bugün benimle konuşursun diye çiçek almıştım sana ama çok şey istemişim galiba ben. Bırak konuşmayı yüzüme bile bakmıyorsun. Ama sorun değil. Sen iyi olduğun sürece hiç sorun değil."

Gözlerim onun baktığı duvara kaydı usulca.

"En çok neye üzülüyorum biliyor musun anne? Bir daha asla oğlum diyemeyecekmişsin bana. Hatırlayamayacakmışsın beni. Herkesi unuttuğun gibi unutacakmışsın beni de."

Korkuyla doldu gözlerim.

Çekinerek yatakta kaydım biraz daha yanına. Yakın olmak istedim ona.

"Anne." dedim yüzünü seyrederken. Yıllar geçse de çok güzeldi benim annem. Hastalığı belki yıllarını, hafızasını hatta oğlunu bile almış olsa da güzelliğini alamamıştı ondan.

"Anne." dedim akmaması için direndiğim gözyaşlarımla ona bakarken. "Yalvarırım hatırla beni. Unutma diğerleri gibi."

Ellerini sıktı önce. Sonra gözlerini yumdu sıkıca. Ağlamak istedim. En azından tepki verdiği için saatlerce ağlamak istedim.

Yavaşça açtı sımsıkı yumduğu gözlerini. Hiç beklemediğim bir şey oldu sonra.

Boş duvardaki gözleri beni buldu usulca.

Hiç mutluluktan hıçkıra hıçkıra ağladığınız bir zaman olmuş muydu?

Benim oluyordu şu an.

"Anne." dedim heyecanla. Öyle mutluydum ki içim içime sığmıyordu. "Hatırladın mı beni?"

Gözlerime baktı dakikalarca. Tanımak ister gibi kıstı yıldızları sönmüş irislerini, öyle inceledi yüzümü. Sanki bir şey arıyormuşçasına baktı çehreme. Bir tabloyu inceler gibi.

Sonra elimde sıkıca tuttuğum aster çiçeğine kaydı gözleri. Bir süre de onlara baktı. Konuşmadı. İzledi. Ben mutluluktan ağlarken o sessizce elimdeki çiçekleri izledi. Sonra usulca ağlamaktan kızarmış gözlerimi buldu irisleri.

Araladı kurumuş dudaklarını yavaşça. Konuşacak gibi oldu ama sustu. Birkaç kez konuşmayı denedi ve sonunda başardı.

"Sen kimsin?" dedi bana sadece.

Daha yeni mutluluktan akan gözyaşlarım, acıdan dolayı akıyordu artık.

Ve ben o gün ilk defa annemin hiç konuşmamasını istedim.

Ayaklarına kapanıp; oğlunum ben senin, yalvarırım hatırla, demek istedim.

Ben gerçekleşemeyecek bir hayalde açamayacak bir çiçek büyüttüm.

Ve en sonunda da soldum. Bir daha asla açmamak üzere.

🎀

bitti 🥺

hayır ağlamıyorum saçmalamayın

kendinize iyi bakın.

oy ve yorumlarınız için teşekkürler 💗















Continue Reading

You'll Also Like

66.4K 5.9K 23
Penguenli pijamalarıyla gecenin bir yarısı arkadaşının çalıştığı gece kulübüne,yaptığı limonlu kekten götürmeye giden Kim Taehyung ve barın elmalı ku...
23.3K 1.5K 12
just kiss me, we can talk later
124K 2K 2
Taekookun olduğu tüm seme jungkook smut oneshotlarım By teARMY 🔞 Uketae Semekook
5.3K 442 33
'jeonjk_ sarıya boyattığına göre artık bir sevgilin var unutturabilecek mi peki? 'tk '221022