Körlerin oynunudur saklambaç
Kapılır bir gölgeye bir ağaç
Saklanır karadullar derinlere
Sisler buz kırağıdır batar ellere
Sarı benekler. Gözlerimin önünde uçuşan siyah gölgeler.
Saati bilmiyorum ama vakit gecenin ortası tahminimce. Yatağımda oturmuş elimde yarım kalan o kitabı çeviriyorum.
Aklıma abim dediğim insan geliyor.
Dayanamıyorum.
Mum ışığı aydınlatırken odayı elimi uzatıyorum ve ateşi parmağımla söndürüyorum.
-
"Hanımım, Namjoon hoca sizi bekliyor." Açık kapımın kenarında gülümseyen Roséyi fark ettiğimde kalem ve kağıdı yatağımda bir köşeye itip ayağa kalktım. "Birazdan geliyorum."
"Tamam, hanımım. Namjoon hocaya söyleyeyim." Başımı sallayıp aynanın önüne yürüdüm. Saçlarımı ve makyajımı kontrol ettim. Üzerimdeki hafif kırışmış elbise kumaşını elimle düzeltmeye çalıştım. Daha sonra yatağın üzerindeki kalem ve kağıdı alıp Namjoon hocanın olduğu odaya adımladım.
"Seni beklemekten ağaç oldum." Namjoon hoca gözlüğünü hafifçe iterek kollarını bağladı. "Bir hocayı böyle bekletmemelisin."
"Dalmışım hocam, verdiğiniz soruyla uğraşıyordum." Güzel bir bahane bulmaya çalışmıştım. Ve bu bahane Namjoon hocamın kızamayacağı bir şeydi. Hatta mutlu bile olurdu.
"Öyle mi? Bahane kabul edilmiştir." Oturduğu yerde kaykılınca kapının önünde daha fazla dikilmeyerek önündeki sandalyeye kuruldum. Aramızdaki masa bizim mesafemizdi.
"Ee nasılsın? Birkaç gündür kayıplardasın resmen. Kötü bir şey olmamıştır umarım."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kötü bir şey yok." Var. "Bazı şeyler ağır geldi, annemin yıldönümü falan işte. Biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı."
"Sadece bununla ilgili mi?" Gözlüğünün üstünden beni süzdü. "Ben başka şeyler olduğunu da hissedebiliyorum."
"Emin olun," omuzlarımı kaldırdım, "öyle sandığınız gibi değil. Söylediklerimden ibaret."
"Peki, eğer kendini kötü hissedersen bana gelebilirsin. Sadece bir hocan olabilirim ama biliyorum ki sen beni sadece bir hoca olarak görmüyorsundur. Benim için bir kardeşsin aynı zamanda. Senin sorunlarınla ilgilenmek benim abilik görevimdir."
"Teşekkür ederim." Abim bile bana abi olamazken Namjoon hoca ne kadar boşluğu doldurabilirdi ki? Hemde o boşluğu Tae açmışken. Namjoon hoca benim için sadece hoca değildi belki ama abilik sözcüğü benim için bir hayal kırıklığı artık.
"Hangi soru ödevindi?" Birkaç saniye öncesinde masaya koyduğum kağıdı önüne ittim. Geometri dersiyle ilgiliydi. Prizma şeklinin çözümlemesini yapmıştım.
"Güzel," onaylarcasına kafasını sallayıp başını kağıttan kaldırdı. "Bu konuyu anlamışsın." Tek anladığım konu bu desem..
"Öyle." Yeni bir kağıdı ve kalemi önüme itekledi. "O zaman yeni bir soru, ama bu sefer ki seni biraz zorlayacak."
~⏳~
"Lisa!" Yorgun gözlerimi başımla beraber geriye döndürdüğümde Jisoo'nun yanıma geldiğini gördüm. "Sonunda gelebildin." Gülümseyerek bana sarıldığında karşılık verdim. "Neler yaptın?"
Sarayın hemen önündeydim. Jisoo'nun beni burada yakalaması şansımaydı. Ne zamandır onunla konuşmak istiyordum. Ama Jisoo bir komutandı. Boş anını yakalamak binin biriydi.
"Neler yapacağım, aynı. Hainlerin soyu tükenmiyor ki birgün rahatça yatabilelim. Mısır burası, yılanlar her yerde." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. "İşiniz zor."
"Beni boşver, sen naptın asıl? En son görüştüğümüzde-" susarak gözlerime baktı. Annemin yıldönümünden bahsediyordu. Sonrasında bir göreve gitmişti. Yaklaşık bir hafta oluyordu.
"İyiyim, her zamanki gibi." Başını salladı.
Onun kolundan tutarak koridorun ortasından yürümeye başladım. Odada konuşsak daha iyi olurdu.
"Şu sıralar dışarı çıkamıyorsun değil mi?"
"Evet, söylediğin gibi hainler varmış. Geçenlerde Jimin piramite kadar gidebilmemiz için plan yapıyordu ama Hoseok hainleri hatırlatınca planı erteledi."
Odaya girdiğimizde kendimi yatağa bıraktım. Jisoo ise birkaç saniye etrafa bakınıp kenardaki sandalyeyi aldı. Sandalyeyi ters çevirip karşıma oturdu.
"Hainlerin asıl amacı piramitte zaten. Firavun mumyalarını arıyorlar. Mumyaların altınlarını çalıp satmak planları." Kaşlarımı çattım. Gerçekten saygısızca bir plandı. Kendi firavunlarının altınlarını çalmak... Tamam belki başka bir milletten birileri yapsa anlarım da Mısır'da din ve firavun iç içeydi. Firavunun bırak canlısına ölüsüne bile yapılan bir saygısızlık cehennem biletiydi.
"Ama herkes dindar değil, Lisa. Düşündüklerini biliyorum. Herkes firavunları benimseyemiyor, bu ülkede yaşıyor olabilir ama hırsız bu, ahlak kurallarını görmezden gelebiliyor. Dini boşvermişse ne olmuş?"
Bu da doğruydu. İnsanların hepsi bambaşkaydı. Kimisi tanrının elinin altında yaşarken kimisi tanrıyı görmezden gelebiliyordu. Kimisi de çok dindar olmadığı gibi dinini de koyvermiyordu, inanıyorum diyordu. İnanıyorum ama bu kadar fazlası yok. Bir de rahipler vardı dinini yaşıyormuş gibi gösterip firavuna baş kaldırabilen.
Ben o kadar dinime bağlı bir insan değilim. Firavuna saygım sonsuz, onlara da öyle. Ama inanmaktan fazlasını yapamıyorum. Belki de böyle olması gerekiyor bazı şeylerin de. Normal bir şekilde dinimi yaşıyorum, bence bu yeterliydi.
"Peki, ne zamana kadar yakalanırlar?" Piramitler gitmek en çok istediğim bir şeydi. Ama ne yazık ki bu hainler yüzünden dışarı çıkamayacağım da ortadaydı.
"Yakalansalar, yenisi gelecek. Bitmiyor ki köpekler. Yanında ekip olduğu zaman korkarlar, ki senin kim olduğunu da bilmiyorlar ne de olsa Firavun'un herkesten gizlediği biricik kızısın. Ben Jinle bir konuşayım ona göre bir şeyler söylerim sana."
Minnetle baktım. "Teşekkür ederim, Soya."
Başını salladı. "Ne demek."
Birkaç saniye sessizlik olduğunda tırnaklarımla yastığın altındaki defteri yokladım. Orada olduğunu hissettiğimde boğazımı temizledim. Taeyi anlatmak istiyordum ama Jisoo'nun bana bir şey diyeceğinden korkuyordum. Bu konuda kuruntu yaptığımı sanmıyordum. Aksine Jisoo ile bunu paylaşarak içimde sıkıntı ettiğim seyleri biraz da olsun ona anlatarak rahatlayabilirdim. Ama ne kadar zamandır birlikte savaş meydanında el ele vermiş iki arkadaştılar. Anlattıklarımı yanlış da anlayabilirdi. Ne olursa olsun Jisoo Taeden önce benim arkadaşımdı. Bunu anlatmalıydım.
"Jisoo," diye mırıldandım. Ayağa kalkarak balkona yürüdüm. Balkon kapısını kendime çekip kilitlediğimde yeniden yerime oturdum.
"Sana bir şey anlatacağım, ama lütfen başka türlü yorumlama."
"Ne olduğuna bağlı, anlat sen." .
"Geçen gün Firavun Ankhe ile toplantı yapmış."
"Yaa, niye yapmış?"
"Bilmiyorum, bekle." Derin bir nefes alıp anlatmaya başladım.
"Roséden haberim oldu benim de. Biliyorsun benden her zaman bir şeyler saklanıyor. Yeni bir şey değil. Firavun'un odaya kadar gittim bende ama Tae de geliyormuş. Bana orada ne yaptığımı sordu, kendisini Firavun odaya çağırmış. Garip bir şeyler söyleyip içeri girdi. Bende odaya girmeden gittim. Buraya geldim işte oturdum. Bir zaman sonra Taeyle Jennie saraydan çıktılar, ben ne olduğunu anlayamıyordum o sıra. Ata binip avludan çıktılar."
"Ciddi misin?" Jisoo şok içindeki yüz ifadesiyle bunu söylemişti. "Aynı ata mı bindiler?" Onca anlattığım şeyden sonra at detayına takılmış olması beni güldürmüştü. "Evet, aynı at."
Elini ağzına bastırınca 'ne oldu' der gibi bir bakış attım. Yerinden kayıp bana yaklaştığında gözlerini yüzümde gezdirdi. "Sizi evlendirmeyi planlıyordu ya Firavun. Jennie bekar bir kız. Ve hiçbir akrabalık bağı da yok. Hem de Taeyle evlenmesi düşünülen ilk seçenekti! Ne mi oluyor? Sanırım Firavun yine bir şeyleri değiştirme kararı almış." Yine benim haberim olmayan bir şey. Evlendirilen de benim kenara itilen de. Benim neyden haberim oldu ki. Tanrım, yemin ederim ki delireceğim.
"Bu ciddi bir şey Lisa. Neden böyle yapıyorlar?"
Sorusunu görmezden gelerek o akşamı anlatmaya başladım. Korktuğum gibi düşüncelerimle ilgili beni yalanlayacak hiçbir şey söylememişti. Aksine aynı benim gibi düşünüyordu. Bir iş olduğu barizdi.
"Lisa," bana anlayışla baktığında başımı salladım. "Yanındayım. Sen ne yaparsan yap yanındayım. Eğer hakkını almak istiyorsan da yanında olacağım. Yıllarca arkadaş diyebileceğim nadir kişilerden biri oldun. En yakınım oldun. Şimdi sana yapılan bir yanlış varsa bunu birlikte çözmeliyiz değil mi? Gerçek arkadaşlar böyle yapar."
Gözlerim dolmasın diye uğraş verirken teşekkür ettim. Birbirimize sarıldığımızda bu sefer kendimden daha çok emin olmuştum. Artık birilerinin beni dışlamasına izin vermeyecektim.
~⏳~
Firavun Ankhe ile el sıkıştığında yüzü neredeyse gülümser bir şekildeydi. En iyi olanı yapmıştı. Verdiği yanlış karardan dönmüştü. Bunda Tae'nin de parmağı vardı tabii ki.
Lisa'nın bu evliliğe dayanamayacağını söylemişti. Firavun kızını her şeyden çok seviyordu. Bunu düşünmüştü ama rahipler ile de birlik olamazdı. Bu yüzden küçük kızını feda etmeyi düşünmüştü. Ama şimdi bu yanlıştan dönüyordu. Geç olmadan dönmesi iyi bir şeydi.
Ankhe odadan çıktığında yüzü parlaktı. İstediği şey bu değil miydi? Firavuna daha yakın olmak. Mal mevki için her şeyi yapardı. Jennie Taeyle birlikte olmak istemese de ikna etmişti. Onun bir önemi yoktu kendince. Kızı toz pembe hayalleriyle yaşamak istiyordu. Birine aşık olmak.. Bu imkansızdı. Aşk diye bir şey yoktu. Ankhe bunu bildiği için kızının içindeki ışığı söndürdü ve Firavunla konuştu.
Yıldız fal haritasına göre evlilik uygun değildi oysa. Firavun neden birden bire Taeyi Jenniyle evlendirmek istedi, burasını hâlâ düşünüyordu. Şanssızlık demekti, lanet demekti bu. Firavuna sorduğunda haritaya yanlış bakıldığını söylemişti. Aslında en hayırlı olan evlilik buymuş.
Ankhe'nin aklına sonradan dank etti. Tae de gülümsüyordu. "Delikanlı da çok fena." Kendi sarayının yolunu tutmuşken atının üzerinde gerinip güldü. Jennie Taeyle birlikte gelecekti saraya.
Bu sırada Firavun elindeki çizim fotoğrafa bakıp iç çekti. "Hera.. Kızımıza bunu yaşatmadığım için çok mutluyum. Senin emanetine ihanet etmediğime," yeniden iç çekti ve gözlerini fotoğraftan alarak cama yürüdü. Vakit geceye yakın bir saatti. Yol boyunca uzanmış meşaleler Tae'nin saraya olan adımlarını aydınlatıyordu. Firavun fotoğrafı kitaplığa bırakarak düşündü. Gözleriyle yıldızları izlerken aklından karısının ismi geçiyordu. Hera... Bir melek. Meleğin canını çok yakmışlardı. Melek bu yüzden Firavun'u çok erken terk etmişti. Onca yaptığı yanlıştan sonra Firavun'u affedebilecek miydi?
Bir yıldız kaydı. Firavun gülümsedi ve bir dilek tuttu.
Bir yıldız öldü, gökyüzünden silindi ve kayboldu.
-⏳-