Hoş geldiniz!
Çok hoş geldiniz!
Ben de çok hoş geldim. Heyecanla geldim, aşkla geldim, uçarak kaçarak geldimmmmmm💖
Son zamanda yazdığım en uzun bölüm oldu diyebilirim. Eh, madem beş aydan fazladır yokuz buralarda uzun bir olsun dedim.
Durmadan Kardelen yazmayı o kadar çok özledim ki ağlayabilirimmmm 🥺
Nerede kalmıştık? Anıl en son sabahın köründe kız istemeye gelmişti değil mi? Hatta çiçekçi adamı da unutup yanında getirmişti. 🫡
Uzuunn bir aradan sonra kaldığımız yerden devam edelim mi? 🥹
Keyifli okumalar!
💖
🔗🔗
Tez canlı bir sevgilim vardı.
Yanımdayken bambaşka bir sevgilim vardı.
Ona kalsa şimdiye kadar evlenmiş olmamız gerektiğini düşünen sevgilim vardı.
Güneşin bile doğmaya anca niyet ettiği saatlerde elinde çiçek ve çikolata ile evimizi basmış bir sevgilim vardı.
İşine gelince huysuz bir adam işine gelince ise çılgın olan bir sevgilim vardı.
Ve kabul etmem gereken bir gerçekse düşünmeden hareket etmeye oldukça müsait bir sevgilim vardı.
Bir sabah ansızın gelip üzerimizde pijamalar varken beni istemesini duyan mahalle halkı, beş haftadır durmadan 5N1K oyunu oynuyordu.
Ne zaman sevgili oldunuz?
Nerede oldunuz kız?
Nasıl yani, şimdi siz evlenecek kadar mı sevgilisiniz?
Neden sevgili oldunuz ki o çocuğun görüştüğü biri yok muydu?
Ayol bunların neresi sevgili, kedi köpek gibiydiler düne kadar?
Bana bak kız, kim aracı oldu size? Biri mi görüştürdü sizi?
Ve benzeri sorulara cevap verirken sabrım ile çok çetin bir savaşa girmiş ne olursa olsun hanım hanımcık çizgimi bozmadan cevap vermiştim.
Eh, kimi zaman kendimi tutamayıp yükseldiğim de olmuştu.
Komşu komşunun külüne olsa da bazen komşular çok yoruyordu be! Aynı evde yaşadığım insanlar bu kadar sorgulamazken hem çekinmeden, önünü arkasını düşünmeden zibilyon tane soruyu sorup hem de rahatça hakkımızda yersiz söylemlerde bulunabiliyorlardı.
Beş haftadır bu sorularla tek başıma uğraşıyordum çünkü Anıl hala dönmemişti. Gün içinde en az bir kere konuşma şansımız olsa da çoğu şeyden bahsetmemiştim bir de aklına onlar takılmasın diye.
Öte yandan babamı ilk üç gün, Anıl'ın beni sabahın kör vakti herkesi uyandırıp kapı önünde istemeye gelmesine inandıramamıştık. Ben rüya gördüm, diyip duruyordu.
Ne zaman ki Anıl'ın o sabah getirdiği çikolataların babam tarafından aşırıldığını öğrendik, o zaman beni istemeye geldiklerini kabul etmişti.
Onsuz geçen beşinci haftaydık ve bu beş haftada en zorlandığım an Galatasaray – Beşiktaş maçında Beşiktaş'ın mağlup olması sonucunda Anıl'ı teselli etmek olmuştu.
Ne dersem diyim üzüntüsünü, sinirini alamamıştım. Tam sakinleşti, dediğim anda birden köpürüyor ve sızlanmaya, söylenmeye devam ediyordu.
Gerginlikten iki gün kas ağrısı çektiğine yemin ederdim ama kanıtlayamazdım. Biz çocukken de Beşiktaş maçı kaybedince ağladığı, üzüntüden hasta olduğu zamanlar da vardı.
Bir aksilik olmazsa bu akşam, akşam yemeğinde burada olacaktı ve ben, o zamanki huysuzluğunun acısını ondan çıkarmayı planlıyordum, uzun süredir görmezden geldiğim Feray meselesini açarak.
Artık kusura bakmasındı. Susmak da bir yere kadardı. Rahatsız oluyordum ve bunu dile getirecektim. Sinirleriniyordum düşündükçe. Sırf bu yüzden Fatih, gerginliğimi atmam için benimle uzun uzun konuşmuştu ama fayda etmediğini görünce öfleyip kıskançlığa atıfta bulunduktan sonra bana kahve ısmarlamıştı.
Maide ve Ece ikilisi bir kaossever olduklarından Feray'a karşı beni gaza getirseler de yürüyen mantık nişanlı arkadaşım Göksu sağ olsun, zaptetmişti beni.
İşten geldikten sonra nefes almayı bile zorunlu olmasa yapmayacak olan ben, nişanlım mı sözlüm mü henüz tam bilemediğim sevgilime elmalı kurabiye yapıyordum. Akşam yemeğine onlara davetliydim. Neden heyecanlı olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu ve bu heyecan bana çok saçma geliyordu.
Her halimle gittiğim ve en az bu evde bulunduğum kadar bulunduğum eve giderken neden heyecan yapardım ki!
Herkesin artık biliyor oluşu ve bizim dan diye kapı önünde gerçekleşen isteme merasimimiz sayesinde bir anda işlerin ciddileşmesi de geriyordu haliyle.
"Anne baksana, pişmiş mi bunlar?" Diye seslendim anneme tüm düşüncelerimi geri itip. Biraz zaman sonra annem geldi ve fırına eğilip baktı.
"Olmuş olmuş," dedi fırını kapatırken. "Biraz durup çeksin kendini!"
Annemi onayladıktan sonra dağınıklığımı toplamak için tezgaha döndüm. Bulaşık makinesi açtım ve bir yandan bulaşıkları yerleştirmeye başladım.
"Hale," dedi annem yanımda dikilmeye devam ederken. "Bu deli oğlan öyle gelip istedi seni ama ne olacak şimdi?"
İstinasiz her gün düşündüğüm o soru...
"Evleniriz herhale?" Dedim omuz silktip.
"Ciddi misin(!)" Dedi annem göz devirip. "onu mu diyorum kız ben, bu çocuğa tuzlu kahve içirmedik biz. Ayrıca yüzük de takmadık!"
"Tuzlu kahve yapmam ben Anıl'a!" Diye çıkıştım. "Yüzük işini de birkaç güne hallderiz bakalım, yeni geldi ya şimdi!"
"Kız ne demek tuzlu kahve yapmam?!" Dedi annem. Omuz silktim. Elini salladı kış kışlar gibi "zamane gençleri!' diye çıkıştı. "Aman aman, neyse! Yüzükleri alın siz, sonra ailecek gelirler takarız!" Mutfak kapısına doğru yöneldi. Çıkmadan önce işaret parmağını bana doğru salladı. "Anıl'a deme hemen, vallahi bir gece ansızın gelir yine! Kızımın nişanında pijamalarım ile olamam!" Dedi ve gitti mutfaktan.
Arkasından gülerken tezgahı toplamaya devam ettim. Saate gözüm takıldığında çok zamanımın kalmadığını fark ettim. İşlerimi hızlı hızlı bitirip kurabiyeyi fırından çıkardıktan odama çıktım ve pijamalarımdan kurtuldum.
Üzerime bir tişört geçirdim. Anıl'ındı. Rahat kıyafetlerimi giyip hızlı hızlı mutfağa geri indim. Annem o sırada kurabiyelerin üzerine pudra şekeri serpmiş, kapalı kutunun içine koyuyordu. Telefonumu cebime koyup üzerime hırkamı giyene kadar işini bitirmişti.
"Yemekten sonra çaya geliriz babanla. Şenay ile konuştuk. Ne olup bittiğini konuşalım diyoruz," dedi elindeki saklama kabını uzatırken.
"Tamamdır reis, gelirsiniz, konuşuruz inşallah!" Dedim yanağını öpüp.
"Ay babanda oğlan tarafı kız evine gelmez mi böyle şeyleri konuşmaya ben size tam on kere geldim ya, diyor. Üç adım öteye gitmeye üşeniyor!" Dediğinde kahkaha attım. Her ne kadar tamam gelsinler görüşmeye dese de kendince işleri geciktirmek için çözüm buluyordu.
Evden çıktığımda ceylan gibi seke seke yürümeye başladım. Elimdeki saklama kabına dikkat ediyordum bir yandan. Heyecanla yaptığım kurabiyelin, çılgın aşık hallerim yüzünden yere düşmesini istemezdim elbette.
Balkon kapısının açık olduğunu görünce iki kere tıklatıp içeri girdim. Güneş abla salata yaparken Süeda ve Ece masayı kuruyorlardı. Mutfakta üçü vardı.
"Hoş geldin ablam!" Dedi Güneş abla elini sallayıp.
"Hoş buldum!" Dedim elimdeki kabı tezgaha bırakıp. Ece ve Süeda kaşık ve çatalın yeri hakkında amansız bir tartışmaya girmişken diğer hiçbir şeyle ilgilenmiyorlardı.
"Alt tarafı masa hazırlıyorlar ama..." Dedi Güneş abla başını sallayıp. Onların bu haline gülmekten başka bir şey yapmadım.
"Benim yapabileceğim bir şey var mı?" Diye sordum etrafa bakıp. Pek eksik yoktu görünürde.
"Sen bir anneme bakar mısın Hale, yukarı çıkmıştı ama inemedi bir türlü." Dediginde başımı salladım.
"Tamam abla," dedim. Mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneldim.
Şenay teyze ve Lale'nin sesi, Anıl'ın odasından geliyordu. Kapısı açık olan odadan içeri girdim. Şenay teyze ütü yapıyor, Lale de Anıl'ın masasına oturmuş boya yapıyordu.
"Aa, geldin mi kızım?" Diye sordu şaşkınca. Bu soruyu Anıl'a sormuş olsa muhtemelen yok anne daha gelmedim cevabını alırdı.
"Geldim geldim," dedim Anıl'ın yatağına otururken. Yumuşacıktı.
Yatıp uyumalıktı.
"Oğlan gelmeden eşyalarını ütüleyeyim dedim ben de!" Dedi ütünün buharına basıp.
"İyi yapmışsın," dedim. Sessiz kalınca Lale'ye döndüm. "Lale, sen nasılsın?" Diye sordum. Gülümseyerek bana döndü.
"İyiyim Hale abla, sen nasılsın?" Dediğinde kalkıp onun yanına gittim.
"İyiyim ben de," dedim. Ona doğru eğildim. "Neler yapıyorsun bakalım?"
"Kreşten haftasonu için boyama ödevi verdiler," dedi önündeki işaret edip. "Ben de onları boyuyorum işte!" Pek halinden memnun gibi durmuyordu. Ödevler her zaman sıkıcıydı demekki, boyama olsa da!
"Çok mu ki daha boyayacakların?" Diye sordum masaya yaslanıp ellerimi çiçek yaparken. Başını salladı.
"Beş tane kağıt verdiler!" Dedi olağanüstü bir şeymiş gibi. "Ben daha birincisini bile bitirmedim! Amcam olsa ona boyatırdım da daha gelmedi!' dudaklarını büzdü.
"Sen ödevlerini amcana mı yaptırıyorsun yoksa?" Diye sordum.
"Ohoo!" Dedi elini sallayıp. "Ödevlerimi yapıyor, annemin almama izin vermediği oyuncaklarımı alıyor, annem hamburger yememe izin vermeyince amcanla beraber yiyoruz, ben ona bazen beni kreşten almasını söylüyorum annemden gizli gizli, gelip alıyor beni! Aldıktan sonra da anneme haber veriyoruz!" Kendi kendine kıkırdadı. Şenay teyzeye baktığımda bakışları ile Anıl'a söver bir hali vardı.
"Ee seni alırken anneni aramıyorlar mı?" Diye sordum.
"Bazen babamı arıyorlar, anneme ulaşamayınca. Babam da tamam demişti." Şenay teyze bu sefer Selim ağabeye söver gibi bakıyordu. İstemeden de olsa ben de Lale gibi kıkırdadım.
"Bunlar ağabey kardeş torunumun eğitim hayatını sabote etmeyi pek seviyorlar!" Dedi söylene söylene.
"Öyle deme babaanne, biz amcamla çok güzel eğleniyoruz. Bir keresinde pide yemeye gitmiştim. Mmm, çok lezzetliydi!" Dedi keyifle. Heyecanla bana döndü. "Bence sen de bir gün bizimle gel Hale abla, pide çok lezzetliydi!"
"Söylersin amcana gideriz beraber!" Dedim yanağından makas alıp. Şenay teyzeye baktım. Ütü bitmiş yerine yerleştirme işi kalmıştı. Bir eliyle belini tutuyordu.
"Siz inin Şenay teyze," dedim ona doğru giderken. "ben asarım eşyalarını yerine!"
"Ay vallahi asar mısın kızım?" Diye sordu hevesle. "koptu belim, koptu!"
"Asarım asarım!" Dedim.
"Hadi gel babaannem inelim biz aşağı," dedi Lale'ye elini uzatıp. Lale ödevlerini masada bırakıp babaanesinin ona uzattığı ele koştu hevesle.
"Dedem bana çizgifilm açabilir mi?" Diye sordu. Musa amca demek spor kanallarını izlemek demekti ama söz konusu torun olunca çizgifilm izlemeye katlanır mıydı bilmiyorum.
"Açar açar, açtırırız!" Dedi ve odadan çıktılar. Açık duran ütü masasını topladım önce. Yatağına serilmiş ütülü kıyafetlerine baktım. Çoğu tişörtünü giymiştim. Bazı tişörtleri hala dolabımdaydı.
Dolabın kapağını açtım. En sonra kılıfın içinde duran kıyafeti vardı. Merakla kılıfın fermuarını çektim. Tören kıyafeti vardı. Akademiden mezun olurken üzerinde olan tören kıyafeti.
Kılıfın içinde tertemiz duran tören kıyafetine bakarken onun akademideki maceralarını, özel harekat için döktüğü emek terlerini baştan aşağı dinlemeyi istedim. Birçok anısını bilsem de ikimizin yolları bir yaştan sonra farklı yönlere döndüğünden eskisi gibi bir araya gelip konuşmaz olmuştuk.
O hep Ankara'daydı mesela. Bir sene İstanbul'daydım ben.
Sonrası zaten birimiz başka yöne birimiz bambaşka yöne dönmüştük yüzümüzü.
"Cazibeme kapıldığını kabul et, ben yokken özlem gidermek için dolabıma saklandığını biliyorum!" Kapıdan gelen sesle beraber gözlerimi kocaman açtım.
Arkamı döndüm ve kapı pervazına yaslamış, ellerini çiçek yapmış, saçı başı dağılmış Anıl ile karşılaştım.
"Anıl!" Dedim heyecanla. Kollarını iki yana açtı.
"Sevgilim?" Dedi buyur eder gibi. Hızlı hızlı yanına gidip boynuna atladım. Elleri belimi sardı ve ayaklarım yerden kesildi. Tek ayağı ile arkada kalan kapıyı ittirip kapattı ve tamamen odasına girmiş bulundu.
Ellerimi yanaklarına koyup iki yanağını öperken gözlerini kısmış gülerek beni izliyordu. Dudaklarını, yanaklarını sıktığımdan dolayı büzüşük büzüşük duruyordu.
"Dur kız, dur!" Dedi komik sesle. "bitirdin beni!"
"Özledim!" Dedim sıkıca sarılıp boynuna sokulurken. "Çok özledim!" Derin bir iç çekti. Kedi gibi boynuna sokuldum.
"Sen onu bir de bana sor!" Dedi. Başımı boynundan çıkarttım. Sol yanağını bir daha öptüm.
"Oh!" Dedim coşkuyla.
"Dur bir de ben öpeyim, bana da oh olsun!" Dediğinde birkaç saniye - yaptığı espriden dolayı - yüzüne baktım ifsdesizce. dan diye dudağından öptü.
"Oh!" Dedi sonra benden katbekat fazla coşkuyla. Gözlerine baktım, yorgundu. Ama yine de gülümsüyordu. Kıvır kıvır saçlarını alnına öylesine dağılmıştı ama hala yakışıklıydı.
Üniforması üzerindeydi. Kendine has kokusuna bir de barut kokusu karışmıştı. Sağ kaşının altında ufak bir çizik vardı. Dal çiziği gibi duruyordu. Parmak uçlarımla yüzüne dokundum.
"Buraya ne oldu?" Diye sordum. Kaşlarını çattı. Belimdeki bir elini çekip parmaklarımın olduğu yere dokundu.
"Bilmiyorum ki," dedi eli çizikteyken. "Uyurken olmuştur." Şüpheyle yüzüne baktım.
"Doğru söylüyorsun?" Dedim. Gözlerini yumup başımı salladı.
"Doğru söylüyorum!" Dedi. Yanağını öptüm.
"Aferin sana!" Dedim. Belimden çektiği elini enseme yerleştirdi ve başımı, boynuna doğru eğdi.
"Beni sonra tebrik edersin," dedi. Yürümeye başladı. Yatağa oturduk. "Şu an özlem gidermemiz gerek!"
İkimizi de yatağa devirdi.
",Ay!" Dedim panikle. "Biri gelecek şimdi ne yapıyorsun?" Diye çıkıştım. Esefle kınayan bakışlar attı yüzüme. Kalkmak istedim ama izin vermedi. Göğsüne sokuldum. İstemem yan cebime koy!
"Yani ben haftalar sonra geleyim, geldiğimde odamda sevgilimi bulayım," dedi. Sesi de beni esefle kınıyordu. "Sonra ona sarılıp özlem gidermek isteyeyim ama o birileri gelir desin!" Bir yandan saçlarımı öpüyor diğer yandan söyleniyordu.
"Ayıp ama!" Diye çıkıştım.
"Beş dakika," dedi. Bana doğru döndü. Ellerini çekti. Kalkacağını düşünürken bir elini belime diğerini yanımdaki boşluğa atıp üzerime yattı. Sakalları uzamıştı ve boynuma batırıyordu. Rahatsız olmak değildi de içimi gıdıklıyordu sanki. Boynuma bıraktığı öpücükler içimi açıyordu. Sonsuza kadar böyle kalabilirdik.
Kulağıma üfleyince "Ya Anıl ya!" Diye bağırdım. Hafif iter gibi oldum. "Kalk bak, rahat durmuyosun. Şimdi bir de uyuyakalcaksın!" Ensesindeki saçlarını sevmeye başladım bir yandan. Kalkmasını söylerken kalmasını daha çok ister gibiydim bende. Yumuşacık saçlarını severken burnunu boynuma sürttü. Dillendirmese de bu şekilde onu sevmem çok hoşuna gidiyordu.
"Uyumam uyumam," dedi kendinden emin bir şekilde. "Yorgunluğumu atayım beş dakika, sonra yemeğe ineriz!" Biraz daha sevdim saçlarını. Uyumadığını minik öpücüklerinden anlıyordum.
Ellerimle çaktırmadan omuzlarını, kollarını, sırtını yoklamaya başladım. Yaralanmış olursa eğer söylemezdi. Sargı bezi falan var mı diye yokluyordum.
"Arama tarama işleminiz bitti mi hanımefendi?" Diye sordu. Sırtında yaralanmadığına emin olmak için gezen ellerim durdu. "Hayır, ona göre kalkıp duşa gidereceğim de!" Ellerimi çektim. Boynumu öpüp doğruldu.
"Yaralanmadım!" Dedi yanaklarımı sırayla öperken. "Ama çok özledim!" İç çektim. Ben de özlemiştim. Hem de çok. Akşamüzeri onunla vakit geçirmeye o kadar alışmıştım ki geçen şu beş haftada ne yapacağımı bilememiştim.
Hala kapağı açık olan dolabın önüne giyeceği kıyafetleri seçmek için dikildi. Yanına gittim. Gri eşofmanını ve beyaz tişörtünü aldı. Yatağın üzerine bıraktı.
"Ben aşağı iniyorum sen de inmeden önce ütülenmiş eşyalarını yerleştir tamam mı?" Diye sordum. Eliyle ensesini ovdu. "Annen bana demişti ama sen gelince işler biraz değişti." Gözleri kapalı bir şekilde ensesini ovarken gülümsedi.
" Tamam sevgilim," dedi. Sanırım boynu tutulmuştu.
"Boynun mu tutuldu?" Diye sordum.
"Omuzlarım, ensem ağrıyor biraz!" Dedi. Yanına gidip masaj yapmak istedim ama çok vakit geçmiş olacaktı.
"Yatmadan evvel masaj yaparım belki sana," dedim. Hevesle gözleri parladı.
"Sahi mi kız?" Diye sordu. Başımı salladım.
"Sahi!" Dedim gülümseyip. Yanıma geliyordu ama elimle durdum. "Gittim ben!" Diyerek hızlıca odadan çıktım. Odadan çıkmayıp kalsaydım bu gidişat çok kötü bir gidişat olurdu efendim.
Mutfağa geçene kadar sıcak basan yüzüme ellerimi sallayarak hava yaptım. Yukarda fazla oyalanmıştım. Neyse ki masa hazırdı. Tek eksik henüz gelmemiş Selim ağabeydi. O geldikten sonra yemeğe oturacaktık.
"Canım dedeciğim benim," diye bir ses duyduk. Musa amca ve Lale ne ara gittiklerini bilmediğim bir vakitte markete gitmişler, geliyorlardı.
"Deden kurban olsun sana!" Dedi Musa amca. Nihayet mutfağa gelmişlerdi. Lale'nin elinde üç paket jelibon vardı.
"Gerçekten mi?!" Dedi Güneş abla. "Hani jelibon yasaktı Lale?" Diye sordu.
"Hani dedelere gidince her şey serbestti anne?" Diye cevap verdi Güneş ablanın sorusuna karşılık.
"Ben öyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum küçük hanım?" Lale dudaklarını büzdü.
"Ama babam demişti!" Diye sızlandı.
"Aman kızım çocuk ya hu! Boş verin yesin!" Dedi Musa amca masadaki yerine geçerken.
"Zararlı bir şey ama baba! Selim'den ve Anıl'dan yüz buluyor, sonra nerede zararlı şey var onu yiyor." Diye söylenmeye başladı.
"Bana da dedi ki kız çocukları jelibon yemezse yüzünde benekler çıkarmış, ben de öyle deyince aldım, ne yapayım?" Dedi Musa amca. Ama herkes bana baktı, kıs kıs gülerken.
"Anıl'cığım nolursun nolursun çilekli jebilon!" Dedim paçasına yapışıp Anıl'cığımın.
"Jelibon o Hale Nur, jelibon! Jebilon ne?!" Deyince poposuna vurdum.
"Söyleyemiyorum dedim ya dümbelek!" Diye bağırdım.
"Hani zararlıydı jebilonlar?" Diye sordu. Kaşlarımı çattım. Ne yani zararlı olanı canımız istemeyemez miydi?
"Ama ama ama..." Dediğimde omzumu dürttü.
"Ama senin jelibon yiyince yanağın noktacık noktacık olmuyor mu?" Diye sordu bu sefer. Parmak uçlarını yumuşacık yanağıma bastırdı.
"Yemeyince de çıkıyor ama!" Dedim. Ellerimi çiçek yaptım. "Sen sana küseyim istiyorsun anladım ben!"
"Anne, şu ufaklığa bir şey der misin?" Diye bağırdı Şenay teyzeme. Onlar da gülüp gülüp duruyordu bize.
Herkes pek bir dümbelekti.
Ben hariç.
"Ama Hale Nur hani yemeyecektik bir daha jelibon?" Dedi bana. Ona da küsmek üzereydim.
"Azıcık yesem?" Dedim sevimli sevimli. "vallahi minicik yiyeceğim, televizyonda gördüm. Dümbelekler çok güzel jelibon yiyordu!"
Herkes kocaman güldü bana.
"Tamam annem," dedi en güzel annem. Zaten bir tane annem vardı o da en güzel annemdi. "Azıcık yiyebilirsin!"
"Hıh," dedim Anıl'cığıma bakıp. "Sakın jelibon alınca yanıma gelme, nah veririm!"
Selim ağabey gelene kadar benim dilli düdük olduğum zamanları konuşup durduk. Anıl da henüz aşağı inmemişti.
Masada dönen muhabbetleri çok seviyordum. Ayrı bir havası vardı o masaların. Ya yemekler bitmiş toplanmayı bekleyen bir masa vardır ya da afiyetle yenmeyi beklenen yemekler.
Bu masaların önceliği her zaman muhabbet olurdu.
Karşımdaki insanlarla kahkaha atıp konuşmayı da çok seviyordum. Konu her ne kadar benim yerden bitme hallerim olsa da güzeldi böyle konuşmak. Uzun zaman olmuştu çünkü böyle oturup konuşmayalı.
"Muhabbetiniz bol olsun efendim!" Diyerek içeri girdi Selim ağabey. Lale oturduğu yerden kalkıp koşarak babasına sarıldı. "Hani gelmedi mi bizim deli oğlan?" Diye sordu.
"Yukarıda!" Dedi Şenay teyze. "İner şimdi!"
Anıl değil sesi inmişti biraz sonra. Öfkeli, gür sesini duyan beklemediğinden olsa yerinden sıçradı.
"Ece!" Diye bağırdı ama ne bağırmak! Ece alt dudağını ısırdı. "Ece buraya gel, Ece!" Kaşlarımı çatıp Ece'ye baktım.
"Ne oluyor?" Diye sordum. Elleriyle dizine vurdu.
"Arkadaşlar benim helvayı kavurun!" Dedi ayaklanırken. Omuzlarını dikleştirdi.
"Yine ne yaptın?" Diye sordu Süeda bıkkın bıkkın bakarken.
"Anıl'ın beyaz tişörtleri rahmetli oldu da !" Dedi Şenay teyze. Ece'ye esefle kınayan bir bakış attı. Ece ise omuz silkti.
"Ne oldu ki?" Diye sordum.
"Çamaşır suyu!" Dedi Ece iki elini yanlarına doğru açıp. O sırada Anıl yukarıdan acilen Ece'nin yanına gelmesini söylüyordu. "Ben bu sorunu atlatıp hemen geliyorum!' Dedikten sonra çıktı mutfaktan. Yukarı çıkarken de "ne bağırıp duruyorsun ne var be?" Diye söylenmeyi de ihmal etmedi tabii.
"Bu ne?" Diye bağırdı Anıl. Kapılar açık olduğundan duyuyorduk her şeyi. "ulan pespembe olmuş tişörtlerim!"
Ece daha kısık sesle konuştuğundan onu çok net duyamasak da anlaşılıyordu ne dediği.
"Yani ne bileyim ben çamaşır suyunun ne kadar konulacağını?" Diye savundu kendini.
"Koyma o zaman!" Diye yükseldi Anıl. Musa amca bu tartışmaya alışkın olsa gerek çorbasını içmeye başladı. "Elleme! Yıkama! Bilmiyorsan bakma!"
"Borcum olsun be, üç tane beyaz tişört dediğin nedir ki! Değer mi kalbimi kırmaya?" Dedi Ece. Anıl'ın ofladığını buradan bile duymuştuk.
"Kırdığın kupa da borçtu, bozduğun saç kurutma makinem de borçtu, kopardığın bilekliğim de borçtu?" Dedi Anıl. Selim ağabey de baktı ki bitmez bunların tartışması afiyet olsun diyip başladı yemeğine.
"Ayıp be!" Dedi Ece. "insanın yüzüne vurulur mu borcu?"
"Ödemen değil de benim sıralamam mı ayıp?" Diye sordu Anıl. Birkaç saniye sessizlik oldu. "bak kızım seni buradan Konya'ya kadar kovalarım!" Dediğinde Lale güldü.
"Ama yorulur ki amcam," dedi sanki gerçekten kovalayacakmış gibi. Teker teker herkes çorbasını içmeye başlayınca ben de onlara ayak uydurdum.
"Ayrıca gitsene sen evine! Hiç mi merak etmiyorsun Konya'yı? Hayır, insan annesini özler, babasını özler. Ne bileyim Cafer'in kafede sabahtan akşama kadar uyuz arkadaşlarıyla boş boş konuşmayı özler! Ne bu Sakarya aşkı?" Dedi Anıl. Odadan odaya geçtiğini yankılanan sesinden anlıyordum.
Anıl Ece'yi sürekli kovduğundan (!) Ece'nin onu tınlamadığına emindim.
"Bak uçakla göndereceğim seni! Böyle en afili koltuk numarasını alacağım söz!" Dedi. Şenay teyze ayaklandı.
"Bak beni kovup durma!" Dedi Ece. Süeda bıkkın bıkkın bakıyordu etrafa. "Sen evlen, senin evine gelmem merak etme! Ne meraklısın beni kovmaya be!"
"Anıl!" Diye bağırdı Şenay teyze merdiven başından. Çorbam bitmişti ve yemek koymaya kalktım. O sırada boş kalan kâseleri de toplayıp lavabonun içine bıraktım. "Az bak hele kapıdan!" Güneş abla ile elimizdeki tabakları doldururken kafamı kapıdan dışarı uzattım. Anıl odasından çıkıp merdivenden aşağı baktı.
Senay teyze elinde tuttuğu terliği hiç sektirmeden Anıl'ın tam omzuna isabet ettirdi. Patırtı kütürtü sesini duyan mutfak kapısına koşup yukarı baktı. Yüzümü buruşturdum acıyla. Zaten yorgundu, her yeri ağırlıyordu bir de üstüne terlik yemişti annesinden.
"Yuh!" Dedi Selim ağabey açık kalmış ağzıyla elini kapatıken. "Anne nasıl isabet ettirdin kız onu?" Elini annesinin omzuna attı.
"Helal be!" Diye bağırdı Ece. Odadan çıkıp eliyle omzunu tutan Anıl'ın sırtına vurdu. "Kimin teyzesi, helal be!" Anıl ona doğru döndüğünde Ece'nin sırıtışı büyümüştü
"Eline sağlık hanım, vallahi kafam şişmişti." Dedi Musa amca. Geri döndü sonra yerine.
Ben alt durağımı panikle ısırmış; eli omzunda olan ve kızgın, huysuz sevgilime bakıyordum. Kısa bir an beni buldu bakışları. Yüzümü hızlıca taradıktan sonra dudaklarıma kayan bakışlarını toparladı ve ağzı içinde mırıldanmaya başladı.
"Koca adam oldun oğlum," dedi Şenay teyze Selim ağabeyin kolunun altından çıkıp. "Yarın öbür gün evleneceksin hala kaynanam gibi bıdı bıdı yapıyorsun!" Musa amcanın kaşığı elinde kaldı.
"Annemi karıştırma şimdi Şenay," derken yukardan bir bağırış sesi daha duyuldu.
"Anne!" Diye bağırdı Anıl. Şenay teyze arkasını dönüp mutfağa ilerledi.
"Aşağı inerken getir terliğimi!" Dedi masadaki yerini alırken.
Anıl hala huysuz huysuz bakarken o hariç herkes mutfaktaki yerini almıştı. Elimle gel işareti yaptım. Merdivene dan dan basarak aşağı indi. Mutfağa geçerken bana gülümseyip göz kırptı saniyelik, ardından huysuz bakışlarını sürdürmeye devam etti. Hale bu çocuk göz kıpınca benim içim ölee hoşş oluyor!
Benim de.
Masaya oturdu ve kimseyle konuşmadan - tüm yemek boyunca bir ben bir Lale ile konuşarak– yemeğini yedi. Yanımda oturuyordu. Tıraş olmuştu. Mis gibi de kokuyordu. Kedi gibi sokulmak vardı şimdi ama şartlar elverişli değildi. Ece laf atmıştı birkaç kez ama yorgun olduğunu söylemiş, uğraşmamasını istemişti.
Neyseki haftalar sonra geldiğinden kimse bir şey dememişti.
Yemekten sonra o odasına çıkmıştı. Çaktırmadan gelmemi söylemişti ama bu sanırım bu ortamda pek mümkün değildi. Gönül isterdi tabii şimdi yanına gidip öpüşüp hasret gidermeyi...
Masayı toplayıp bulaşıkları makineye dizmeye başladık. Önümüzde neler olduğunu, ne yapacağımızı konuştuk. Güneş abla tavsiye veriyor, Ece de gelecekte kullanmak için not alıyordu. Süeda ise çay bardaklarını hazırlıyor ve konuya dahil olmuyordu.
Tenceredeki yemeği, daha küçük bir kaba dökerken tencere elimden kaydı bir anda. Yemeğin bir kısmı üzerime dökülmüştü. "Ay!" Diye bağırdım panikle. "ay, ay!"
"Ne oldu kızım?" Diyerek panikle içeri geldi Şenay teyze.
"Yemek döktüm üzerime!" Dedim dudak büküp.
"Ne oluyor?!" Diye bağırarak içeri girdi Anıl. Ne ara indin aşağı aslanım? "Ne oldu, yandın mı?" Üzerime bakıyordu hasar arar gibi. Üzerimdeki yemeği işaret ettim.
"Yok yok, ben iyiyim." Dedim. Senin tişört nanay be yavrum.
"Allah'tan sıcak değildi yemek," dedi Şenay teyze. "Ama üstün batmış hep. Yağlı ya o sen üstünü değiştirsen ya kızım iyi olur."
"Ağabeyimin tişörtleri de bahtsız bedevi gibi," dedi Süeda çay bardaklarına çay kaşığı koyarken.
Anıl, tişörtün ona ait olduğunu nihayet anlamış olacak ki gözlerini belertti. "Gel gel," dedi sabırsızca. "Ben sana benim dolaptan vereyim, yenisini!" Annesinin yanında dan diye bunu diyince biraz utandım tabii. Ama zaten üzerimdeki tişört onundu. Hani bunu biliyor olmaları da birazcık utandırdığından utanmış oldum ben de işte.
"Çıkar kızım üstünü de yıkayalım hemen!" Dedi Şenay teyze. Başımı salladım ve odasına ilerleyen Anıl'ın peşine takıldım. Odasına gidene kadar konuşmadı. Pıtı pıtı takip ettim onu.
Odasına girmemiz ile kapının kapanması, benim kapıya yaslamam ve Anıl'ın beni öpmesi bir oldu. Neye uğradığımı şaşırmış ellerim havada kalmıştı. Geri çekildi. Alnını alnıma yasladı, gözlerini yumdu.
"Kusura bakma, bir tişörtünden daha oldun!" Dedim mahçupca. Alırdım yenisini canım.
"Siktir et tişörtü," dedi ve yeniden öpmeye başladı. Ellerimi boynuna doladım. Onun da tişört yemek olacaktı çünkü dip dibeydik.
"Ay dur," dedim geri çekilip. "Dur senin de üstün batacak." Alt dudağını ıslattı. Bölünmüş olmaktan hiç memnun kalmadığını belli eder gibi başını iki yana salladı.
"Şu an umrumda değil hiçbir şey," dedi, iyice dibime sokuldu. Belimdeki elini tişörtümün altında, tenimde hissedince yay gibi gerildim. "Benim şu an seninle özlem gidermeye ihtiyacım var."
Daha konuşmama fırsat vermeden dudakları, az önceki yerini buldu. Az önceye göre daha hırçın ve derin olan öpüşüne karşı koyamadım.
Tenimde dolanan eli sırtım ve belim arasında kendine rota oluşturmuştu. Sıcak elini bel oyuntumda hissettiğim her an gerilmeden duramıyodum.
Omzunu saran ellerim sırtına indi. Onu biraz daha kendime çekmek istedim. Omuzlarına biraz baskı yaptığında artık aramızdaki mesefe sıfıra inmişti.
Durması gerekiyordu, annemler gelecekti. Üstümü değiştirip aşağı inmem gerekiyordu. Ama ne onun durmaya ne de benim dur demeye niyetim yoktu.
Nihayet soluk soluğa kalmış bir şekilde dudaklarımdan ayrılıp alnını alnıma yasladı. Gözleri kapalıydı.
"Evlenelim," dedi nefes nefese kalmış bir halde. "Böyle olmaz bu iş. Hemen evlenelim." Kıkırdadım. Ellerimi beline sardım.
"Evlenelim sevgilim," dedim gülümserken.
"Gel gidelim o zaman," dedi ciddi ciddi. Ben ciddi değildim. Yani hemen dan diye şimdi evlenmek konusunda. Bana kalsa söz, nişan, kına, düğün hiç umrumda değildi ama ailelerimizin - özellik de annelerimiz - birtakım hevesleri vardı.
Evet, evlenen bizdik. Biz nasıl istersek öyle olacaktı her şey doğru olanı buydu ama bir ömür şunu yapmadınız bunu yapmadınız şiirini dinlemektense bir yerde onların da gönlünün olmasının daha iyi olacağını düşüyordum.
Hem böylece evlilik için attığımız her adımda evliliği biraz daha benimserdik. Anıl'a göre benimsemiş olabiliriz Hale.
"Sana diyorum sevgilim, gel gidip evlenelim." Dedi hala ciddi bir şekilde. Başımı iki yana salladı.
"Olmaz," dedim kaşlarımı kaldırıp.
"Neden?" Dedi sanki dünyanın en kötü şeyini demişim gibi. Onun için dünyanın en kötü şeyi olabilirdi tabii.
"Hem üstüm müsait değil. Hiçbir gelin yağlanmış tişörtle evlenmek istemez," dedim. Göğsünde olan ellerimi boynuna doğru çıkartım. "Hem de annemle babam gelecek." Dedim. Tişörtünü yakasıyla oynamaya başladım. "Malum, beni dan diye istemeye geldin ya!" Otuz iki diş sırıttı.
"Kabul et, hiç beklemiyordunuz!" Dediğinde omzuna vurdum.
"Operasyon muyum ben Anıl?" Dedim sistemle. Kahkaha attı. Bir daha vurdum. "gülme dümbelek!" Kaşlarını çattı.
'"ne dedin bakayım?" Dedi burnumu iki parmağı arasına alıp.
"Dümbelek!" Dedim o rezil ama komik olan sesle. Kahkaha attı. Tek kolunu omzuma sarıp sıkıca sarıldı.
"Seni cebime koyup her yere götürmek istiyorum. Hep yanımda ol istiyorum sevgilim." Dedi saçlarımı öperken. Böyle demesi içimdeki kelebekleri uçurmaya yetmişti.
"Ay ben de!" Dedim hevesle. Bir an, Anıl'ın Gulliver'in Gezileri filmdeki minik insanlar gibi hayal ettim. Cebime koyup her yere götürdüğümü, yakasından tutup omzuma koyduğumu... Kahkaha attım.
"Sakın beni minik insan olarak düşündüğünü söyleme!" Dedi hayretle. Daha çok kahkaha attım. Kolunun altından çıkıp dolabına doğru ilerledim. Dolabın kapağını açıp siyah tişörtünü çekip aldım. Banyoya ilerledim.
"Böyle miniciktin," dedim işaret ve başparmağımı kısıp. "Bacaklarını sallıyordun ben seni ensenden tutup kaldırdığımda!"
"Bak bak bak bak," dedi tek nefeste. Esefle kınayan bakışları tekrardan yüzüne yüklendiğinde sözleri ile de kınayacağını bildiğimden hızlıca banyosuna girip kapıyı kapattım.
"Ben iniyorum aşağı," dedi kapıyı tıklatıp. "Minicik insanmışım ya ben trabzana çıkıp kayarak ineceğim!" Yeniden kahkaha attım. "Gül sevgilim gül!" Dedi.
Gittiğini kapanan kapıdan anlamıştım. Hızlıca üzerimdeki tişörtü çıkarttım. Şenay teyze yukarı çıkarken merdiven kenarına koymamı, yıkayacağını söylemişti. Tişörtü elime alıp üstümü başımı düzelttim ve banyodan çıktım. Gardırobun aynasından da kendime baktıktan sonra odadan çıktım.
Herkes oturma odasındaydı. Lale ve koca bebek sevgilim minderlerden yaptıkları evle oynuyordu ama Anıl, Lale'ye göre kocaman kaldığı için ev hemen yıkılıyordu.
"Öf amca tamam," dedi Lale sinirle. "Tamam git maç izle, oynamayacağım seninle oyun." Anıl bu anı bekliyormuş gibi otuz iki diş sırıttı.
"Eyvallah yeğenim," dedi ayaklanıp tekli koltuğa otururken. Bana baktı. Kimin burada olup olmadığına aldırmadan göz kırptı. Cins cins baktıktan sonra Güneş ablanın yanına oturdum.
Annemle babam gelene kadar havadan sudan sohbet etmiştik. Annemler geldikten sonra Anıl bir ara ortadan kaybolmuş, eşofmanı değiştirip kot pantolon giyerek geri gelmişti.
Babam arada bir ona dik dik baksa da o hep sevimli çocuklar gibi karşılık veriyor, babam da başını sallayıp tövbe estağfurullah diyordu. Çaylar içilip tatlılar yenilirken halam gelmiş, içeri can havliyle girmiş ve kambersiz düğün mü olur ayol, diyerek kendini yanıma atmıştı.
Son durumda, sevdiklerimizi bir araya toplayıp -bizim evde- yüzük yakacaktık. Tarih koymamıştık çünkü Anıl'ın arkadaşları Serdar ve Ece komiser burada olmadığından Anıl tarih koyma işini birkaç gün sonraya ertelemek istemişti. Onların da yanında olmasını istemesi en doğal hakkıydı, araları çok iyiydi neticede.
Herkes onun dediğine gelirken geri kalan işleri de yüzükler takıldıktan sonra konuşmaya karar verildi. Annem, halam ve Şenay teyze kenara geçmiş -muhtemelen çeyiz muhabetti yapıyorlardı - hararetli bir şekilde konuşuyorlardı.
Halam bir ara allı pullu adını bilmediğim şeyleri gösteriyordu bana. Gördüklerimi sil göz damlası almak için eczane eczane gezeceğim kadar saçmasapan şeyler...
Hele Ece ile bir araya gelip ömrü hayatım boyunca bakmaya utanacağım şeylerin linkini attıklarında ikisini de WhatsApp'tan engellemiştim.
Anıl, babam, Musa amca ve Selim ağabey pür dikkat maç izliyordu. Beşiktaş'ın maçı olmamasın rağmen dikkatini asla başka yere vermiyorlardı. Anıl'ın maç izlerken verdiği tepkilere gülüyorum bakıp bakıp. Eli sürekli çenesindeydi.
Musa amca ve babam arada bir Dünya Kupası'nı beklediklerini, Sakaryaspor'u ve Beşiktaş'ı konuşuyorlardı o kadar. Onlar konuştuğu zaman Selim ağabey çaktırmadan televizyonun sesini açıyordu.
Eve gelene kadar dolu bir akşam oldu. Kapıdan çıkarken bir on dakika daha bizim işler hakkında konuştuk. Herkese tuhaf geliyordu biliyordum. Herkes şaşkın ve mutluydu. Yani bence.
Bu hızlı giden her şey beni korkutuyordu bir yandan. Herkesi durup izlediğim zaman, bu mutlu günlerin zarar görmesinden korkuyordum. İyi mi yapıyorduk kötü mü bilmiyordum. Sonunda kendi yuvamız diyeceğimiz yere mutlu mesut adım atmak, geriye dönüp baktığımda korkularımdan arınmış olmak istiyordum.
İçimde tutma niyetinde değildim bu korkuları. Bu gece -her zamanki gibi- dibimde bitecekti yine Anıl. İki kolu arasına sokulup anlatmak istiyordum uzun süredir içimde tuttuğum korkularımı.
Kimsenin dediği elbette umrumda değildi. Ama insanın içine yer ediyordu işte bazı söylemler. Ailemize laf etme hadsizliğinde bulunanlar olmuştu. Anıl'a olur olmadık şeyler söyleyenler olmuştu. Ağrıma gidiyordu bir yerde.
Kendi düşüncelerim içine dalmış kendi kendime moralimi bozmakla meşgulken balkon kapısı açıldı. Başımı kaldırıp bakmadım. Gölgesi geçti önümden. Odamın kapısını kilitledi. Yüzüm duvara dönüktü. Arkama sokuldu ve ellerini belime sarıp göğsüne kurulmamı sağladı.
"Şükür kavuştuk," dedi boynumu öperken. Gözlerimi yumdum, derin bir nefes aldım. "Neden canın sıkkın bakalım senin?" Dediğinde kurulduğum yerden kıpırdandıp yüzümü ona döndüm. Yüzüne bakmadan boynuna sokuldum.
"Korkuyorum," diye fısıldadım.
"Neyden?" Dedi sakince, saçlarımla oynuyordu.
"Her şey sorunsuz ve hızlı ilerliyor," dedim endişeyle. "Bu yüzden korkuyorum. Ya bir an da çakılırsak yere?" Saçlarımı öptü.
"Kendine bir düzen kurmaya çalışırken hep yaralanmışsın sevgilim," diye fısıldadı kulağıma. "Yanında kimse olmamış. Dağıttığını toplamak gün sonunda sana kalmış. Hep yorgun düşmüşsün," derin bir iç çektim. O da aynı şekilde derince soluklandı. "Şimdi de bundan korkuyorsun, korkma demeyeceğim. Yalnızca şunu bil ki hep sorun çıkacak Hale, sorun hep olacak. Her şey mükemmel gidemez zaten. " Dahası varmış gibi iki kolunu sıktı, sanki beni kendine katar gibi. "Ama bu sefer yalnız değilsin sevgilim. Korktuğun zaman sığınacağın ben varım artık. Olmadı mı, bırakırız başka zamana. Uymadı mı, uyana bakarız. Ne yapar ne eder buluruz derdimiz neyse çözümünü."
Ağlamak istedim nedense. Karnımız da ağrır gibi, değil mi Hale Nur?
"Ha belki biz de kavga ederiz. Belki biz de tartışırız. O zaman da yine beraber buluruz çözümü tamam mı sevgilim? Hızlı oluyor her şey ben de farkındayım, bazen ben de geriliyorum bu durumdan. Ama yorulunca yavaşlarız." Saçlarımı öptü. Birbirimize daha çok sokulduk. "Şimdi olduğu gibi uyuruz yorulunca olmaz mı sevgilim?"
"Olur," dedim esnemeden önce. "Olur sevgilim." O olduktan sonra ben artık her şeyin üstesinden gelebilirdim.
"Yorulursan, yaslan bana." Dedi. Gülümsedim. Gün batımı da doğumu da fark etmezdi. Güneşin ışıklarının vurduğu her yerde sarılıp uyuyabilirdik.
"Hale," dedi içli içli.
"Efendim." Dedim ne diyeceğini beklerken.
"Teşekkür ederim sevgilim," dedi minnetle. Merakla başımı kaldırdım. Ellerimi göğsüne koyup tepeden bakış attım.
"Neden ki?" Diye sordum merakla. Yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına itti.
"Her şey için." Dedi alnıma bir buse koyup. "En çok da beni kimsesiz bırakmadığın için."
🔗🔗
Geceleri ne kadar huzurla uyusak, sabahları yakalanacağız endişesiyle o kadar panikle uyanıyorduk. Bu bile evlenmek için çok geçerli bir sebepti.
Sabah ezanından sonra Spiderman Anıl'ı balkondan geldiği gibi uğurlamış, öğle yemeğinde görüşmek üzere ayrılmıştık.
Yatağıma geri yatıp uyumayı gönlüm istese de yarım saatten fazla uyuyamayacağım için oflaya pofyala sabahtan hazırlanmıştım.
Kahvaltı yaparken çok esnediğimden dolayı yediğim yemekten tat da alamamıştım. Ofisime normalinden yarım saat önce gelince güvenlik Ali ağabey başta şaşırmış, İdil Hanım gelene kadar bana kahve ısmarlamıştı.
Eda hemşire de bize eşlik edince muhabbet uzamış, en son İdil Hanım'ın da bizimle çay içmişti.
Çay ocağında geçen muhabbetin ardından herkes odasına çekilmiş işine başlamıştı. Fatih ile ortak görüşmelerimiz olmuş, arada bir çay molası vermiştik. Önümüzdeki hafta Anıl ile bir görüşmesi daha olacağını söylemişti ama ne o zamanki görüşmeleri için ne de daha öncesi için yorum yapmamıştım.
Anıl bugün çok yoğundu. Normalde bugün izin günüydü ama gitmişti yine de. Telefonla iki kez konuşmuş olsak da ara ara da mesajlaşıyorduk. Öğle arasına çıkmamıştı.
Geriliyordum.
Feray ile aynı alanda uzun bir süre kalmaları beni aşırı geriyordu.
Anıl'a olan bakışları gözümün önüne gelince sinirleniyor, Anıl'a bileniyordum. Hele de düğüne gittiğimiz zaman lavaboda duyduklarımdan sonra Anıl'ın her şeyden haberdar oluşu daha da sinirimi bozuyordu.
Kıskançlık değildi bu. Rahatsız olmaktı. Belki bir yerde başkasının -Feray da olsa- Anıl'a karşı olan beğeni dolu bakışlarını kıskansam da bu bambaşka bir boyuttu.
Arabasını sanayiye bıraktığı için onu almaya ben gidecektim. Uzattıkça uzatmış, aman şunu da atlatalım öyle konuşuruz diyerek ertelemiştim ama artık kabak tadı vermeye başladığından bugün konuşacaktım. Ne diyecektim bilmiyorum ama açık açık rahatsız olduğumu dile getirecektim. Anıl'ın bildiklerini de dinlemek istiyordum. Ne olmuş olabilirdi de Feray eski hayat enerjisini kaybetmiş olabilirdi? Aralarında ne geçmiş olabilirdi?
"Çıkıyor musun?" Diye soran Fatih'in sesini duyduğumda çantamın fermuarını çekiyordum. Başımı salladım.
"Evet, Anıl'ın yanına gideceğim." Dedim. Masama son kez göz attım. Topluydu. Gidebilirdim.
"Selam söyle, unutmasın bak gelmeyi!" Dedi işaret parmağını sallayıp.
"Söylerim, söylerim!" Dedim kapıdan çıkarken. "Hadi görüşürüz!"
Arabaya geçip telefonumu radyoya bağlayıp rahatça koltuğa kurulana kadar on dakika geçmişti zaten. Sorun yola çıkmadan önce dinleyeceğim şarkıyı seçmekteydi. O şarkıyı bulsam her şey tamdı ama o şarkıyı bulmam en az beş dakikamı alıyordu.
Anıl arada bir denk geldiğimiz zaman baştan uyarıyor ne olur ben gelene kadar şarkını seç de ben gelince hemen gidelim diyordu.
Jest oldu şarkısını yüksek sesle dinleyip yola çıkmışken bir yandan da bağıra bağıra şarkıyı söylüyordum. Birkaç şarkıya daha kendi sesimle dinledikten sonra Karsu'nun İtiraf şarkısı ile şarkıcılar ile düet yapmayı bırakmış, inmek için hazır hale gelmiştim.
Şubeye girdikten sonra artık ezberlediğim yolları yürümeye başladım. Anıl'ı odasında bulmayı beklerken ortak alan diye adlandırdığım alanda buldum.
Ferda sandalyeye ters oturmuş, elindeki telefona bakıyordu . Feray kulaklığını takmış muhtemelen film izliyordu çünkü telefonunu yan tutuyordu. Daha önce görmediğim başka bir polis de masaya yaslanmış sırıtarak telefona bakıyordu.
Daltonlar ise bir eksikle -Serdar yoktu çünkü - herkesten farklı bir havada çalıyordu. Anıl'ın dizine yatmış telefonuna bakan Cihan'ın telefonundan sanma geri dönerim, bir daha seni severim şarkısı çalıyordu. Ve o da tahminimce reels videosu izliyordu.
Anıl da telefonunu yan tutmuş, çatık kaşlarla futbol yorumunun konuşulduğu bir program izliyordu. Neden böyle ciddi izlediğine dair hiçbir fikrim yoktu. Söyle bir süzdüm. Sivil kıyafetliydi. Deri ceket de pek bir yakışmıştı!
"Selam," dedim çekinerek. Herkes bir anda dönüp bana bakınca utandım bir. Anıl kafasını deri koltuğa yaslayıp alttan alttan baktı şaşkınca.
"Hale?" Dedi bakması bitip ayaklanırken. "Hoş geldin sevgilim." Saçımı kulağımın arkasına ittim.
"Hoş buldum," dedim çekinerek. Etrafa göz attı.
"Mesut başkomiseri beklerken dalmışız hepimiz, fark etmedim geldiği." Dedi önüme geçerken.
"Sorun yok," dedim gülümseyip.
"Kız?" Dedi Cihan yüksek sesle. "Oya öğretmenimi görmeye ne zaman gideriz?"
"Oya öğretmeni görmeye mi gideceksiniz?" Dedi Anıl şaşkınca.
"Bilmem," dedi Cihan omuz silkip.
"Yani şimdi Cihan eğer sen kendinden eminsen konuşmayı dene, ben de yardımcı olurum ama kız hakkında pek de bir şey bilmiyorsun sanırım." Dedim çekinerek.
"Hayret!" Dedi Ferda gözlerini belertip. "Nasıl araştımadın Cihan ağabey kızın kütüğüne kadar?" Cihan tip tip Ferda'ya baktıktan sonra bana döndü. Sırıttı.
"Instagram hesabını buldum." Dedi gururla. "Hesabı gizli ama olsun," Ferda'ya döndü. "Aklıma geldi ama vazgeçtim. Ne bileyim, yanlış olurdu öyle yapmak."
"Hayret!" Dedi bu sefer Anıl. "Oya'm da Oya'm diye gezerken, acaba ne yapıyor diye merak edip bizi de bu merakına ortak etmeye çalışırken nasıl tuttun kendini?" Cihan öyle mi der gibi kaşlarını kaldırdı.
"Senin de burada son görülme takip ettiğini iyi bilirim devrem, açtırma şimdi bana ağzımı!" Dedi cins cins bakarken.
"Son görülmeler mi dersin," dedi yeni gördüğüm ve muhabbete yeni dahil olan adam. "Instagram'da bir hikayeyi on kere izlemeler mi dersin, mesaj yazıp yazıp silmeler mi dersin," elini ohoo der gibi salladı, dudaklarını büzdü. "Hey yavrum, hey! Nelerini gördük Anıl'ım şimdi hiç Cihan'ıma yükselme!"
"He vallahi," dedi Ferda. "Sevilay aşkıma bile Hale Nur'a mesaj attırmıştı halini hatrını öğrenmek için!" Gözlerimi belertip Anıl'a döndüm. Kızarmış surat ifadesiyle konuşanlara tip tip bakıyordu. Sevilay bizi Anıl yüzünden mi aramış kız?
Sevilay, Ferda'nın hala evlenemediği nişanlısı, ayrı kaldığımız dönemde yanlışlıkla seni aradım diyerek aramıştı ve biz tam tamına kırk sekiz dakika boyunca konuşmuştuk.
Sevilay bana Ferda'yı şikayet etmişti tabii konuşmanın çoğunda.
"Konuş Ferda'm, konuş!" Dedi henüz ismini bilmediğim adam.
"Rıfat ağabey, sen neden bizi sahipleniyorsun ki?" Diye sordu Ferda. "Mesut başkomiserime bile Mesut'um dedin geçen gün! Hayır yenge kıskanmıyor mu?" Adının Rıfat olduğunu öğrendiğim adam burun kıvırdı.
"Benim olayım o kardeşim," dedi Güneş gözlüğünü takip. "Çok takma sen beni!" Yaslandığı yerden kalktı. "Nöbete kalanlara kolaylık diyorum ve sizleri terk edip yarimin yanına gidiyorum!" Gidecekken önümde durdu. "Yenge ben Rıfat," dedi elini uzatıp. "Yoktum buralarda, memnun oldum!"
Gülümseyerek uzattığı elini tuttum. "Ben de Hale Nur," dedim. "Memnun oldum!"
Rıfat gittikten sonra Cihan ve Anıl aralarında tartışmaya başlamışlardı. Feray tüm konuşma boyunca hiç ilgilenmemiş gibi dursa da pür fikkst burayı dinlediğini biliyordum.
"Sen söyle Hale, ne yapayım? İstek atayım mı yoksa onu rahatsız etmeyecek şekilde yüzüne mi söyleyeyim?" Dedi. Tam cevap verecekken dakikalardır sesi çıkmayan bir diğer kişi, Feray, olaya dahil oldu.
"Mesaj atsana Cihan ağabey," dedi Feray. Bak tüylerim diken diken oldu sesini duyunca Hale!
"Demesi kolay!" Dedi Cihan. "Sen at bakalım öyle dan diye atabiliyor musun?" Upss!
"Yazardım ben," dedi dalgın dalgın. Acaba Anıl'a da mesaj atmış mıydı? Yutkundum. Sırtımdan enseme doğru yanma hissi geldi. İster istemez duruşumu dikleştirdim. Yazmışsın zaten be kızım! Dedim içimden. Ben de yazmıştım aklıma. Sinirden burada böyle dururken bileniyordum çok fena.
Feray'ın bakışları Anıl'ı bulunca sinirden dişlerimi sıktım. Anıl bir Cihan'a bir bana bakıyordu. Ters ters bakışlarımdan sorun olduğunu -nihayet- anlamıştı.
"Cihan'ın derdi biter mi?" Dedi elime uzanırken. "Gel sevgilim sen." Dedi, yürümeye başladı. Acılara yürüyor korkmuyorsun be aslanım!
Her şeyden bihaber ya da bilmemezlikten gelirken odasına kadar yürüdü. Kapıyı açtı ve geçmem için yol verdi. İçeri girdikten sonra kapıyı kapattı ve kapıyı kapatmasıyla ona doğru yürüyüp bağırmam bir oldu.
"Seni geberteceğim!" Dedim sinirle.
"Farkındayım!" Dedi tereddütle.
"Ha farkındasın bir de?" Dedim alayla. "Sen mi salağa yatıyorsun yoksa beni mi salak yerine koyuyorsun?" Diye köpürdüm.
"Yavaş!" Dedi elini ikimizin arasına sokup.
"Ne yavaşı! Yavaş ne!" Diye bağırdım. Duyan duysundu bana neydi!
"Ya kız utanmadan, çekinmeden benim yanımda altında senin olduğun imaları rahatça yapabiliyor! Üstelik bu ilk de değil! Ama beyefendide tık yok! İnsan tepki verir be!" Sinirden dilim damağım kurumuştu.
"Hale sakin olur musun?" Dedi sakince.
"Olamam!" Diye bağırdım. "Şu zamandan sonra olamam! Aslında sakinliğimi daha önce bırakmam lazımdı ama yok şu olay geçsin yok şunu da atlatalım diye diye sustum ama artık yeter!" Yerimde duramıyor, volta atıyordum.
"Gel otur şöyle!" Dediğinde daha çok tepem attı.
"Ne yaşadınız siz?" Diye sordum duymazdan gelerek. "Ne yaşamış olabilirsiniz aklım almıyor!' elimle başımı işaret ettim.
"Saçmalama Hale ne bir şey yaşaması," dedi yükselerek. "Yok öyle bir şey!"
"Ondan mı labavo köşelerinde konuşuluyorsunuz?!" Diye sordum merakla. Aslında bu soruyu o zaman sormalı ve o zaman tartışmalı bu konuyu o zaman kapatmalıydık ama hep ertelediğim için daha şiddetli oluyordu her şey.
"Ne?" Dedi anlamamış bir ifadeyle. Bir kez daha hapşırdım. Masasında duran bardak sulardan birini aldım.
"Yok Feray aslında çok mutlu ve enerjik biriymiş! Yok Anıl'dan sonra olmuş ne olmuşsa!" Suyu açamıyordum bir türlü. "Yok efendim Feray çok sevmişmişmiş!" Elimden suyu almaya çalıştı. "Bırak be!" Diye bağırdım.
"Hale–" dedi koluma uzanıp ama geri çekildim.
"Anlatıyorsun!" Diye bağırdım. "Tam şu an neler olduğunu anlatıyorsun!" Benim aksime sakin kalışı daha fazla sinirime dokunurken sinirle güldüm. "Şu an o kızla aranızda ne olduğunu anlatmıyorsan gidiyorum ben! Daha önemli işlerim var çünkü!"
"Allah aşkına otur da sakinleş bir, anlamıyorum neler dediğini !" Dediğinde sinirle elimdeki hala alamadığım suyu ona fırlattım. Son anda tuttu.
"Anlamış olsan zaten şu an tartışıyor olmazdık!" Dedim kapıya ilerlerken. Kaşlarını çattı.
"Ya hu beklesene beni!" Dedi tam kapıyı açarken.
"Yürüyerek gel!" Diye bağırdım. "Beynine oksijen gitsin, anlarsın belki o zaman!" Kapıyı tam peşimden gelirken yüzüne kapattım. Ortak alana gidene kadar sinirli ifademi silemeye çalıştım. Kimsenin böyle görmesine gerek yoktu. Gerçi duyan duymuştu ama neyse neydi.
Herkesin oturduğu yere geldiğim vakit adımlarımı hızlandırdım ve bana bakanlara gülümseyip yoluma devam ettim.
"Anıl gelmiyor mu?" Diye sordu Cihan. Derin bir nefes alıp ona döndüm.
"Yok!" Dedim ne kadar sakin olabilirsem o sakinlikle. "Benim işim çıktı da onu almadan gitmem gerekiyor!"
"Ha anladım!" Dedi. "iyi madem görüşürüz!"
El sallayıp hızlıca şubeden çıktım. Arabaya gidene kadar söylendim durdum. Tabii arabaya binince de şubenin bahçesinden çıkıp eve doğru araba sürerken de... Söylentilerimi bölmeme sebep olan şey ise arkamdan gelen motosikletli polisin aracın plakasını söyleyip sağa çekmem adına yaptığı ikazı duyana kadar.
Bir de ceza yiyecektik sanırım!
Derin bir nefes alıp sakince arabayı müsait bir yere park ettim. Hız mı yapmıştım ne yapmıştım bilmiyorum ama umarım az miktar cezayla işin içinden çıkardım.
Yoksa iki ayda dördüncü bir trafik cezasını babamın yüreği kaldırmazdı.
Çantamı da alıp indim araçtan ama motosikletten inen yoktu. Birkaç saniye bekleyip o tarafa doğru ilerledim. Tam yaklaşmışken arka tarafta oturan adam indi.
İndi ve kaskını çıkarttı.
"Vallahi Ekrem ağabey siz nasıl bu kaskın içinde nefes alabiliyorsunuz ya?" Dedi Anıl saçlarını düzeltirken. Şok olmuş bir şekilde ona bakarken ne ara bana yetiştiğini sorguluyordum zihnimde.
"Şuradan şuraya geldim boğuldum gibi bir şey oldu!" Nihayet bana döndü. Birkaç saniye baktıktan sonra tekrardan polise döndü. "Çok sağ olasın ağabey tam zamanında yetiştirdin beni! Bir ara gel bir çay içelim seninle!"
'yok yok!" Dedi polis bey. "kalsın kardeşim, içmeyelim çay falan!" Adamı bile on dakikada bıktırmıştı anlaşılan.
"Darılırım ama bak," dedi Anıl. Sinirle gözlerimi yumdum. Ellerimi yumruk yaptım. "Tutmayım ben seni, kolay gelsin. Selamlarımı iletirsin arkadaşlara!" Polis bey baş selamı verip hızlıca yanımızdan geçti.
"Bu neydi şimdi?" Diye sordum sinirle. "Ne yapıyorsun ya sen?!"
"Arabam yok, ne yapayım?" Dedi gayet rahat bir tavırla. Sinirle güldüm. Bu çocuk bugün benim canımı fazla sıkıyordu.
"Otobüs diye bir şey icat etmişler, haberin var mı?" Diye sordum alayla.
"Bu şehrin ulaşımını pek sevmiyorum, geriyor beni otobüsleri!" Dediğinde hayretle kaşlarımı kaldırdım.
"Defol git!" Dedim arabama dönüp ilerlerken. Benden önce -koşar adımlarla- ilerleyip ön koltuğa oturdu. Elim kapıda sürücü koltuğuna oturacakken kalakaldım.
"Yalnız burada durmaya devam edersek bu sefer gerçekten ceza yiyeceğiz,' dedi sevimli olduğunu zannederek sırıtıp. Gözlerimi on yüz bin milyonuncu kez yumdum. Çantamı kafasına fırlattım ama kafasına gelmeden tuttu.
"Geri zekalı!" Dedim el mecbur arabaya binip kapıyı kapatırken. Alındı mı bilmiyorum ama umrumda da değildi. "Ağzını açtığın anda iterim seni arabadan!" Diye uyardım. Susmazdı şimdi. Ve benim anlat dediğim zaman anlatmayan Anıl'ı, şimdi anlatmaya kalksa dinleme isteğim yoktu! Görünmez bir fermuar çekti dudaklarına. Önüne döndü sonra.
Ama anca beş dakika dayandı ve sonrasında durmadan konuşmaya, salak saçma her konudan bir şeyler anlatmaya başladı. Sinirden gözüm seğiriyordu.
"Anıl sus artık!" Diye bağırdım bağırabileceğim en yüksek sesle. Sustu. "Sus, yeter!" Birkaç saniye ikimizi de rahatsız eden sessizlik oldu. Derince aldığı nefesini bıraktıktan sonra az önceye nazaran daha kısık sesle konuştu.
"Hale Nur?" Dedi kısık sesle. "Ben Feray'ı akademiden beri tanıyorum!" Duyduğum cümle ile gözlerim yuvalarını terk etmeyi göze alarak büyüdü.
"Ne?!" Diye bağırdım bir anda. Kurma sakın kafanda Hale.
"Benim akademide son yılımdı onun girişi." Dedi yine aynı sakinlikte. Ona doğru döndüm kısa süreliğine. Yola bakıyordu. "O vardı, Emir vardı, Azra vardı, birkaç kişi daha vardı işte." Yutkundu. "Biz sınıfça onlar en yenileri biz de en eskileri diyerek çok uğraştık onlarla. Ama sonra bayağı güzel arkadaşlığımız olmuştu." Birkaç saniye sessiz kaldı. "Biz onlardan büyük olduğumuz için bize ağabey/ abla diyorlardı." Ona baktım, o da bana döndü. "Feray da bana ağabey diyordu tabii." Başımı salladım sakince.
Ben bir yandan onu dinliyorken diğer yandan yola odaklanmıştım. Trafik olduğundan yavaş ilerliyorduk ve bu ilk kez işime gelmişti çünkü Anıl'ı rahatça dinliyordum her ne kadar kendimi bu konuyu konuştuğumuz için rahatsız hissetsemde.
"Feray'ın bir erkek arkadaşı vardı Tuna diye, bunlar hep görüşüyorlardı. Tuna ziyarete falan geliyordu hatta. Biz mezun olduk ama yine de görüşmeyi bırakmadık. Konuşmaya devam ettik. Hatta bir WhatsApp grubumuz da vardı. Sonra bir gün Feray bir davetiye fotoğrafı attı. Düğünü vardı. Biz de kalktık gittik İzmir'e düğüne." Anıl sakince yola bakmış bana olanı biteni anlatırken konunun nereye varacağını merakla bekliyordum.
Çünkü bu terslikte bir iş vardı!
"Düğünden birkaç ay sonra Feray boşanmaya karar vermiş. O sırada ben Trabzon'dayken onun da tayini oraya çıkmıştı. Numarası ben de yoktu ama o bulmuş bir şekilde numaramı." Anıl hala anlatmaya devam ederken benim aklımdan hiç de masum şeyler geçmiyordu. sakinleşmiş olmama rağmen sinirlerim yavaş yavaş yükleniyordu.
"Karşı taraf, yani Tuna, boşanmamak için direniyordu. Hiç göründüğü gibi bir değilmiş. Yani biz de o gelip gittikçe tanımıştık onu. Ama hiç öyle biri değilmiş, hayırsız biriymiş. Feray boşanamadıkça mahvetti kendini. İstemiyordu o adamı hayatında. Hani o akademideki Feray değildi artık." Dediğinde sinirle direksiyonu kavrayan ellerimi sıktım. Feray nasıl biri olduğuyla ilgilenmiyor, sevgilime olan ilgisiyle ilgileniyordum.
"İşte kimsesi yok diye ben de ona yardımcı oldum. Yani psikolojik açıdan. Kendini iyi hissetmesi için..." Derken sözünü kestim. Çünkü hikayenin devamı biliyordum. Çünkü bu hikayenin devamını televizyonda milyon kere görmüştüm.
"O da senin ona olan iyi niyetini kendi içinde aşka çevirdi." Dedim bıkkın bıkkın. Başını salladı.
"Hale Nur ben onu uyardım!" Dedi sonra. Eve iyice yaklaşmıştık. Trafikten kurtulmak için ara sokaklara girmiştim. İyi de olmuştu.
"Ben ona dedim, at kafandan o düşünceleri, diye dedim!" Dediğinde acıyla gülümsedim. Ama yine de ses etmedim. Şu saatten sonra geçmişi temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp öne sürmeye lüzum yoktu.
"Anlamamış anlaşılan, baksana Trabzon'dan sonra Sakarya'ya gelmiş! Bu da yetmezmiş gibi sevgilinin gözü önünde bile hislerini çekinmeden gösterme cüretini buluyor!" Dedim sessizliğimi bozarak. Hızımı arttırdım ve bizim evimizin olduğu sokağa girdim.
"Uyardım ben onu kibarca! Belki seninle bir ilişkimiz olduğunu görünce vazgeçer sandım, yanılmışım. Özür dilerim sevgilim, seni rahatsız edici bir durumda bıraktığım için." Dedi. Arabayı evin önüne sakince part ettim.
Yüzüne baktım ifsdesizce. Bunu fark etmemiş olması ya da düşünememiş olması bahane değildi. Ben onu zaten uyarmıştım, o kızdan hoşlanmadığımı dile getirmiştim. Şimdi ben onu kibarca uyardım demesinin pek bir anlamı yoktu.
Ki benim takıldığım bir diğer nokta kibarca uyarmasıydı.
"Kibarca uyardın!" Dedim ironik bir şekilde. "O kibarca uyarın pek işe yaramamış anlaşılan. Senin daha sert uyarılarının etkisi oluyordu oysa!" Dedim bir anda. Bunu demek değildi niyetim aslında. Çok yanlış zamanda çok yanlış bir cümle kurmuştum.
Anında gözlerimi yumdum. Sinirliyken ve ikimiz de gerginken yıllar öncesine atıfta bulunmam hiç hoş olmamıştı ve Anıl da bunu hemen anlamıştı. Yüzü düşmüş, kaşlarını çatmıştı.
"Peki Hale Nur," dedi kırgın ses tonuyla. Kapıya uzandı eli. "Teşekkür ederim bıraktığın için." Benim bir şey dememe fırsat vermeden arabadan indi. Kapıyı kapattı. Sertçe.
Neden öyle dediğimi bilmiyordum. Ben o meseleleri aşalı çok oluyordu. Üstelik biz evlilik yoluna girmişken bu dediğim, onun zihninde çok farklı şekil alabilirdi.
Benim hala orada kaldığımı, bunu aşamadığımı düşünürdü ve bu düşünceleri -onun zihnine göre - benim evlenmek istemiyor oluşuma kadar gidebilirdi.
Ben onun eve gittiğini düşünürken o kaşlarını çatmış bir yere bakıyordu. Arabadan indim, baktığı yere baktım. Karşı evin bahçesinde pür dikkat bizi izleyen ve hiç çekinmeden bıdı bıdı konuşan teyzeleri gördüm.
"Ne demek bu şimdi?" Diye sordu soğuk bir ses tonuyla. Yutkundum. Yanına gitmek istedim ama arabanın önünde durmaya devam ediyordum.
"Senin operasyon niteliğindeki kız isteme merasimini duyanlar, bizim seninle sevgili olduğumuzu yeni öğrenmişler de haftalardır onun kritiğini yapıyorlar." Dedim onun aksine daha ılıman bir sesle. Biri bitmeden öbürü başlıyordu! Ne biçim işti ulan bu!
"Ne zamandır böyleler?" Diye sordu. Hala bana bakmıyordu.
"Gittiğinden beri işte." Dedim omuz silkim. Sertçe nefes aldı. "Ben alıştım ama boş ver sen de!"
"Sana bir şey dediler mi peki?" Diye sordu biraz merakla soğuk sesinden ödün vermeden. Başımı sağa sola salladım.
"Eh işte, konuşan oldu." Dediğimde nihayet gözleri beni buldu. Bana baktığı an kırgın gözleri ile karşılaştım. Bana kırılmıştı.
"Ben sustururum onları!" Dediğinde bir şey demedim. Annesiyle konuşacaktı muhtemelen. Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra tam konuşacakken art arda iki kez hapşırdım.
"Hasta mı oluyorsun sen?" Diye sordu merakla. Sesindeki soğukluk azıcık kırılmış gibiydi. Burnumu çektim.
"Herhalde." Dedim.
"Dikkat et kendine!" Dedi. Başımı salladım. Daha konuşacak bir şey olmadığından hareketlendim.
"Görüşürüz!" Dedim. Başını salladı. Hala burada durduğuna göre benim eve girmemi bekleyecekti. Ağır adımlarla eve giderken birkaç kez öksürmüştüm. Kapıyı açarken arkama baktım. elleri cebinde dalgın dalgın bana bakıyordu. Derin bir iç çekip içeri girdim.
Girdiğim gibi de hapşurdum.
"İyi yaşa kızım!' diye bağırdı mutfaktan annem.
"Sen de gör!" Dedim ayakkabılarımı dolaba koyarken. Lavaboya gidip ellerimi yıkarken aynadan kendime baktım. Gözlerim kızarık kızarık olmuştu. Burnumu çektim.
Şifayı kapmıştık, hayırlı olsundu.
Üst üste hapşırmadan dolayı ses tonumda ufacık değişme olmuştu. Annemle biraz mutfakta konuştuktan sonra odama çıktım. Hızlıca üzerimi değiştirip kirazlı şortlu pijama takımımı giydim. Yaşasındı evde pijama giymek!
Aklım Anıl'dayken balkon camından odasına baktım. Camı açıktı. Sanırım odasında değildi. Gözlerim mutfak balkonuna kaydı. Hafif aralık perdenden mutfakta oturduğunu gördüm. Bendeki gözün de maşallahı vardı.
"Hale! Kızım!" Annemin seslenmesi ile odamdan çıkıp mutfağa gittim. Telaşa kapılmış hali vardı.
"Efendim anne." Dedim sakince.
"Kızım Şenayların dondurucuda bizim kıyma var, gidip alır mısın?" Diye sordu.
"Giderim giderim de kıymayı ne yapacaksın ki?" Diye sordum. Burnumu çektim.
"Ay yarın akşam ağabeyinler ablanlar yemeğe geleceklermiş kıymayı akşamdan alayım sabah alsam şimdi dondurucuda durdu çözülmez hemen. O yüzden dedim." Dediğinde başımı salladım.
"Tamam gider alırım şimdi." Dedim portmantoya ilerlerken. Annemin meşhur bahçeye çıkma hırkası olan dümdüz siyah olan ve yanlarında yine dümdüz iki Çebi bulunan düğmesiz/fermuarsız hırkasını elime aldım.
"Mavi kurdele var kıyma poşetinde bak!" Dediğinde alık alık yüzüne baktım.
"Neden mavi kurdele var kıyma poşetinde anne?" Diye sordum. Ne alakaydı kıyma ile mavi kurdele? Hayır bir de neden maviydi?
"Kızım bizim dondurucu almayınca ben de oraya götürdüm. Onlarınkilerle bizimkiler karışmasın diye de mavi kurdele taktık işte!' dedi hızlıca. Anladım der gibi salladım başımı. Hırkayı üzerime geçirip çıktım evden. Hırka dizlerimin altında bittiğinden üzerimdeki şortlu takım belli olmuyordu. Hızlıca yan evin bahçesine geçtim. Esmer köpüş sakin sakin yemeğini yiyordu. bu hayvam çok esrarengiz bir hayvandı.
Zili çaldım. Açılmasını beklerken duvara yaslandım. Kapıyı açınca görmeyi beklediğim son şeydi yarı çıplak Anıl. Gözlerimi belettim.
"Yuh!" Dedim hızlıca etrafa göz atıp. Neyse ki ortalık sakindi. Ona doğru döndüğümde baştan aşağı beni süzerken yakaladım. O da kafasını çevirip etrafa bakındı rahatsızca.
"Ne oldu?" Diye sordu ifadesizce. Boğazımı temizledim. Kırgınlığı nasıl geçecekti?
"Sen her zili çalana böyle mi açıyorsun kapıyı?!" Diye çıkmıştım. Yüzünde ufacık bir mimik oynadı. Gülümsemeye teşebbüs eder gibi oldu ama topladı sonra kendini.
"Mutfaktan gördüm geldiğini." Dediğinde ister istemez vücuduna baktım. Acun ağabey ne der bilir misiniz?
"Anladım." Dedim öylesine. Şu an yarı çıplak kapı önünde durması hiç hoş değildi. Biri falan da görebilirdi yani. "Şenay teyze evde yok mu?" Diye sordum.
"Teyzemlere gitmiş." Dedi. İnsan bir içeri davet ederdi Hale Nur! Hiç misafirperver değil bu çocuk!
"Sizin dondurucuda bizim kıyma varmış onu almaya geldim." Dedim önümden çekilsin de içeri gireyim diye.
"Neden ki?" Diye sordum.
"Siz yemeyin diye!" Dedim. Kaşlarını çattı. Tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu. "Annem istedi, yemek yapacakmış."
"He tamam o zaman, gel içeri." Dedi nihayet geçmem için yer açınca.
"Siz yemeyin diye almaya gelseydim içeri davet etmeyecektin herhalde?" Diye takıldım aramızdaki gerginlik belki bir tık azalır diye.
"Dondurucu arka odada, bak sen. Ben üstümü giyinip geliyorum." Dedi merdivenlere yöneldi. Alt dudağımı sarkıttım mutsuzca. Bazen ne dediğimi asla fark edemiyordum ve bunun sonuçları da kırıcı oluyordu.
Anıl'ın gönlünü, eski mevzuları açmadan almam gerekiyordu.
Dondurucu açtığım zaman ağzına kadar dolu oluşuyla karşılaştım. Ve görünürde hiç mavi kurdeleli kıyma poşeti yoktu. Öfleye öfleye annemi aradım.
"Efendim annem!" Diye açtı telefonu.
"Anne bu dondurucu çok dolu! Kıyma da yok burada!' dedim. Birkaç saniye sessiz kaldı.
"Ay kızım altta kalıyordur kıyma, poşetleri azıcık çıkar dolaptan görürsün.' dediğinde telefonumu hoparlörlere alıp dondurcunun kenarına koydum.
"Dur kapatma o zaman bekle az!" Dedim soğuk poşetleri tek tek çıkartıp yanı başımda duran masaya koyarken.
Bir poşet koydum... İki poşet koydum... Üç poşet koydum... Beş poşet koydum.... Derken dondurcunun yarısını boşaltmış oldum... Bunları bir de geri yerine koymak var Hale Nur!
"Anne!" Dedim sinirle. "Yok burada kıyma falan!'
"Ayy en altta galiba kızım!" Dediğinde sinirle ofladım.
"Yerin altına gömdünüz herhalde!' dedim. Boşalan dondurcunun içine baktığımda en altta mavi kurdele görmüştüm. "Harbiden de derin dondurucuymuş ha!" Dedim söylene söylene.
"Buldun mu?" Diye sordu annem. Telefonuma dikkat edip derin dondurucunun içine doğru eğildim.
"Buldum buldum dur!' dedim. İçine düşsem çıkamazdım yani. Şenay teyze bundan nasıl poşet alıyordu kim bilir.
Poşetin ucundaki kurdeleyi çekip alacakken ayaklarım kaydı. Bağırırken buldum kendimi bir anda. Tutunmak için yer ararken elim telefonuma çarptı ve telefonum dondurucunun içine düştü. Aynı anda belime sarılan el ile beraber bedenim havalandı. Düşmemek için sıkıca sarıldım boynuna. Burun buruna gelmiştik. Fazla mı yakın olmuştuk kız?
İşimize gelirdi.
"Kız Hale Nur!' diye bağırdı annem. "Noldu düştün mü? Konuşsana kızım!"
Annem cevap vermem için bağırıyordu ama biz birbirimize bakıyorduk. Anıl'ın gözleri gözümden burnuma burnumdan dudaklarıma indiğinde sertçe yutkundu.
"Kızım cevap versene!" Annemin telaşlı sesini duyunca ikimiz de irkilip kendimizi toparladık.
Anıl birkaç adım ilerleyip beni az önce poşetleri dizdiğim masaya oturttu.
"Düşmedim anne!" Diye bağırdım azıcık acıyan bacağımı ovarken. Şart mıydı o kadar derin yapmak? Şart mıydı koymaları oraya koymak?
"Neri dondun mu?" Dedi Anıl telefonumu almak için eğilmişken. Yüzümü buruşturdum. Cidden yeri miydi şimdi?
"Donmadım donmadım buradayım oğlum duyuyorum sizi!" Diye bağırdı annemde. Sinirle kahkaha attım.
Anıl telefonumu alırken sağ olsun kıyma poşetini de almıştı.
"Ay iyisin kızım değil mi?" Diye sordu annem. Anıl'ın uzattığı telefonumu aldım elime.
"İyiyim anne, aldım kıymanı sağ salim." Dedim.
"Tamam kızım," dedi annem ve telefonu kapattı.
"Teşekkür ederim," dedim Anıl'a.
"Önemli değil," dedi. Ellerini gri eşofmanının cebine koydu. Üzerine beyaz tişörtlerinden birini giymişti.
"Yemek yedin mi?" Diye sordum.
"Henüz değil," dedi sakince. Bize davet edecektim. Evde kimse yoktu. Aç kalmasındı.
"Bize gel istersen yemeğe biz de henüz yemedik," dedim bir umut.
"Annem gitmeden evvel hazırlamış bir şeyler sağ olasın.' dediğinde mutsuzca omuzlarımı düşürdüm. Fena kırılmıştı.
"Peki o zaman," dedim masadan inip üzerimdeki hırkayı düzeltirken. "Kendin bilirsin!" Burnumu çektim. Elime kıymayı alıp kapıya doğru ilerledim.
"Bir doktora gidelim istersen," dedi arkamdan gelirken. "Hasta olmadan belki bir şey yaparlar." Cevap vereceğim sırada birkaç kez öksürdüm.
"Yemek yedikten sonra geçer belki," dedim. Boğazımı temizledim. Dibimde bitti bir anda. Ve yine beklemediğim bir anda elinin tersini alnıma oradan yanaklarıma ve en son boynuma götürdü yavaşça. Dokunuşunu hissedince midemde tuhaf bir his oluştu.
"Ateşin yok," dedi elini geri çekerek.
"Sadece hafif öksürük var bir de arada bir hapşırık tutuyor o kadar," dedim burnumu çekip. "Geçer yani."
"Gözlerin de kızarmış." Dedi. Başımı salladım. Böyle yakın olup uzak durmasını istemiyordum.
"Anıl ben aslında öyle demek istememiştim," dedim dan diye. "yani şey sinirlendim ya bir anda şey old-" derken sözümü kesti.
"Hale ben senin kötü niyetle konuşmadığını biliyorum," dedi. Tam ağzımı açacakken devam etti. "Ben dediğini sinirle söylediğini biliyorum. Senin yerine kendimi koydum, ben de çok rahatsız olurdum. Haklısın o konuda. Ben böyle olacağını, yani onun bu meseleyi hala devam ettirdiğini bilmiyordum. Hani belki bizi görünce bitirdi içindekileri diye düşünüyordum, yanılmışım. Sen beni uyardığın zaman anlamalıydım ama o an aklıma böyle bir şeyin olduğunu anladığın gelmedi."
"O zaman niye öyle bakıyorsun?" Diye sordum umutsuzca. Ben de mi kırılmıştım yoksa?
"Nasıl bakıyorum?" Diye soruma soruyla cevap verdi.
"Kırgın." Dedim. Derin bir nefes aldı.
"Bir anda böyle bir cümle kurmana şaşırdım sadece," dedi yalnızca. İçim bir tuhaf olmuştu.
"Anladım." Dedim sadece. "Gideyim ben o zaman. Annem bekliyor ya." Hızlıca kapıya yöneldim.
"İyi akşamlar.' dedi. Cevap vermedim. Tuhaf bir ruh haliyle evime geçtim. Anneme kıymasını verip odama geçtim. Yatağıma girdim. Bu gece gelecek miydi acaba?
Gelmezse üzülürdüm.
Nitekim de öyle olmuştu. Şaşırdım demişti ama ben kırıldığının farkındaydım. Yanlış zamandaki tartışmamız zamansın cümlelerle bitmişti ve kırılan o olmuştu.
Gece saat bir olana kadar beklemiştim. Arabası olmadığından evde olup olmadığını da bilmiyordum. Ece'ye sormak istedim ama şimdi olanı anlatmam için ısrar edebilirdi ve benim de hiç anlatacak keyfim yoktu. Saat iki buçuğu geçince gelmeyeceğine karar verip yatağıma gitmeden önce perdeyi çekerken eve doğru yürüdüğünü gördüm.
Başı öne eğilmiş ağır adımlarla ilerlerken bir elindeki sigarasını içiyordu. Mahalleden geçen bir grup genç önünde durdu. Başını o zaman kaldı. Sokak lambasının vurduğu kadar gördüm yüzünü. Keyifsiz olduğu her halinden belliydi. Bir iki dakika sohbet edip başıyla selam verdi ve bahçeye girdi. Sigarasını bitirip eve girecekken kafasını kaldırdı, pencereme baktı. Geri çekildim ama görmüştü neticede. Perdeyi çekip hemen yatağıma yattım.
Birkaç dakika sonra bilirim sesini duydum.
Gelen mesaj ondandı. SMS'den yazmıştı.
Uyumamışsın, iyi misin?
İyiyim, uyku tutmadı sadece. Sorun yok.
Gece kendini kötü hissedersen ara tamam mı?
Ben zaten kendimi şu an kötü hissediyordum. Onu aramaya çekindiğim için kötü hissediyordum. Her ne kadar kırgın olmadığını dile getirse bile anlamıştım, kırgındı.
İyiyim ben. Gece de bir şey olmaz zaten. Yatacağım şimdi. Yine de sağ ol.
Aklım sende.
Gel o zaman.
Karnımda minik minik kelebekler kanat çırptı. Uçmadılar. Sadece kanat çırptılar. Onlar da uçmak isterdi ama malum havalar soğuk olduğundan gönül rahatlığıyla uçamıyorlardı.
Akşam yemeği için size davetliyim. Annen aradı, davet etti. Geri çevirmedim.
Heyecanla yerimde kıpırdandım. Yorganı sebepsizce ağzıma kadar çektim. Cevap vermeden ondan iki yeni mesaj düşmüştü.
Yarın yemekte görüşürüz o zaman.
İyi geceler.
Hayal kırıklığı ile ağzıma kadar çekili olan yorganı ittim. Cevap yazmadım. Hiç de iyi değildi geceler. Telefonumu kapatıp başucuma koydum ve yatağıma iyice sindim.
Yarın öğle arasında yanına gitme düşüncem de böylelikle havada kalmıştı.
🔗🔗
Ertesi gün işe geç kalmıştım. Uyandığımda üzerimde bir ağırlık vardı. Boğazlarımdaki sızı beni yapacağım işten mahrum bırakıyordu.
Yatasım, hep uyuyasım geliyordu.
Güç bela kendimi işe attığım vakit sabahleyin görüşmemiz olan ailenin beni beklediğini fark ettim. Özür dileyerek görüşmeye geçtim. Kahvaltı bile yapmamıştım.
Öğlene kadar hiçbir şey yememiştim. Sadece uykum açılsın diye iki bardak tadı acı kahve içmiştim. Midem bulanıyordu.
Anıl bir kere aramıştı. Onda da görüşmem olduğu için cevap verememiş meşgule atmıştım. Geri dönsem iyi olacaktı ama öncesinde yemek yemeliydim. Halsiz bedenimi zorla masadan kaldırdığım an yoğun mide bulantısıyla lavoboya koştum.
İçim de boştu ama içtiğim kahveleri çıkarmıştım. Kabul ediyorum, aç karnına şekersiz ve sütsüz kahve içme alışkanlığım olmadığından içmemem gerekiyordu.
Elimizi yüzümü yıkarken telefonumun çaldığını duydum. Ellerimi kurulayıp masama doğru ilerledim. Anıl arıyordu. Kapanmadan telefonu açıp kulağıma götürdüm.
"Efendim," dedim garip sesimle. Boğazımı temizledim.
"Hale iyi misin?" Diye sordu endişeyle. "Sesin neden öyle geliyor? Ağladın mı?"
"İyiyim, bir şey yok. Kustum sadece." Dedim.
"Kustun mu? Bak zaten dün de hasta gibiydin, doktara gidelim dedim gerek yok dedin. İyi misin? Ateşin falan var mı? Fatih orada mı? Oradaysa beraber doktora geçin siz benim arabam yok hemen gelemem hastaneye-" nefes almadan konuşurken sözünü kestim.
"Ay Anıl bir dur!' dedim. "Hasta değilim. İyiyim. Sabah geç kaldığım için kahvaltı yapmadım. Bir şeyler de yiyemedim daha. Ondan oldu yani." Ben kendimi açıklarken sessizce beni dinlemişti.
"Peki o zaman," dedi sonra. Sessiz kaldı yine. "Ben seni merak ettiğimden aramıştım."
"İyiyim ben sorun yok," dedim ifadesizce. Ondan bana da bulanmıştı. O bana soğuk olunca ister istemez ben de öyle davranıyordum.
"Akşam görürüz o zaman?" Dedi kapatmak ister gibi. Ya da ben öyle anladım.
"Kısmet!" Dedim cins cins. Birkaç saniye sessiz kaldık. "Neyse senin işin vardır şimdi ben tutmayım seni."
"Görüşürüz akşama?" Dedi yine.
"Eh, kısmet!" Dedim ve telefonu kapattım.
Akşam olup eve gidene kadar birkaç mesaj atmıştı sadece. Kısa kısa yanıtlar vermiştim. Ne yapmaya çalışıyorduk bilmiyorum. Rahat batıyordu bize galiba.
Ablamlar, ağabeyimler gelince balkona masayı hazırladık. Kışın gelmeye pek niyeti olmadığından balkonda ya da bahçede güzelce yemek yiyebiliyorduk.
Masa hazır olduktan sonra odama çıktım üstünü değiştirmek için. Omuzları açık çiçekli elbisemi giymiş ve parfüm sıkmıştım. Odamdan çıkarken kapı çalmıştı.
"Ben bakarım!" Diye bağırdım merdivenlerden inerken. Kapıyı açtığımda elinde pasta kutusu, üstünde siyah gömlekli kot pantolonlu Anıl ile karşılaştım.
O beni ben onu güzelce süzgeçten geçirdikten sonra sahici gülümsememle yüzüne baktım. "Hoş geldin," dedim kapıyı geçmesi için açıp. Gülümsedi.
"Hoş buldum," dedi. İçeri geçti. Elindeki pasta kutusunu bana uzattı. Kutuya bakarken neli olduğunu anlamaya çalışıyordum.
"Meyveli," dedi anlamış gibi. Başımı kaldırıp ona baktım. Düne nazaran ılımlıydı bugün bakışları.
"Teşekkür ederim," dedim.
"Rica ederim," dedi.
Çok beklemeden yemeğe geçtik. Cenk de bize katılmıştı. Annem onu da aramıştı. Hafta bir ya da iki bize yemeğe çağırıyordu annem. Anneme kalsa her akşam gelebilirdi ama Cenk böylesini uygun gördüğünden bir şey demiyorduk.
Sohbet eşliğinde güzel bir yemek olmuştu. Anıl'ın da keyfi yerindeydi. Muabbet ederken yaptığı bazı şakalarla ortama renk katmıştı.
Yemekten sonra babam camiye annem Şenay teyzeler gitmişti. Cem ile Göksu, Maide ile Ercan da gelmişti. Sonrasında Orhan ağabeyleri de arayıp davet etmiştik.
Onlar gelene kadar biz bahçeye yeni bir masa kurmuştuk. Bu sırada ben sürekli öksürüp hapşırdığım için Göksu bana nane limon kaynatmıştı. Tadı iğrençti ama el mecbur içmiştim.
Saat epey geç olduğu vakit Anıl'ın aldığı ve koymayı unuttuğumuz pastayı kesmiştik. Buna en çok sevinen kişi Nuray abla olmuştu. Allah'tan pasta büyüktü ve hepimize yetmişti.
Servis yaptıktan sonra Anıl'ın yanındaki yerimi almıştım. Son anda yakmaya karar verdiğimiz semaverdeki çay demlenmişti, Ercan bardaklara çay doldurup herkese tek tek ikram ediyordu.
Anıl eline çay bardağını alıp arkasına yaslandığında bir kolunu oturduğum sandalyenin arkasına attığı. Parmak uçları saçlarıma değiyordu. Elimdeki pastayı afiyetle yerken ona doğru döndüm. Orhan ağabey ile ciddi bir mesele üzerine konuşuyorlardı. Çayından bir yudum aldı. Kaşları havalandı yudum alırken. Eli yanmıyor muydu sıcak bardağı tutarken?
Sonra diğerleri de dahil oldu onlara. Ben de duruşumu bozmadan anlamlara doğru döndüm. Göksu'nun gelinliği hakkında konuşuyorlardı. Yanımda oturan Göksu'nun telefonuna bakmak için hafif yana doğru eğildiğimde Anıl'ın parmak uçlarını omzumda hissettim.
Eş zamanlı olarak birbirimize baktık.
Önüne dönen ilk ben oldum. Tüm dikkatimi telefondaki gelinlik resmine vermeye çalışsam da omzumda gezinen parmaklar buna pek izin vermiyordu.
Doğrulup geri yaslandığımda Anıl'ın pastasının öylece durduğunu ve benim önüme sürüldüğünü gördüm.
"Pastanı yememişsin," diye sordum. Çayından bir yudum aldı.
"Sana bıraktım," dedi.
"Yeseysin sen, ben yedim." Dedim. Belki canı isteyerek almıştı. Yemeden olmazdı.
"Yok yavrum, ben yemeği fazla kaçırdım herhalde. Sen ye," kulağıma doğru eğildi. "Sevdiğin pastaydı, küçük dilimi almışsın kendine." Dediğinde gülümseyerek ona baktım.
"Teşekkür ederim," dedim. Gülümsedi.
"Rica ederim."
Saat on biri geçmişti. Üşümüştüm ve uykum vardı. Üzerimi değiştirmek için odama gitmeye üşeniyordum. Muhabbet de güzeldi.
Bir anda kolumda sıcacık bir elin temasını hissedince irkildim.
"Buz gibi olmuşsun," diye söylendi Anıl. Ben daha ne olduğunu anlamadan ayaklandı.
"Nereye?" Diye sordum.
"Geliyorum hemen." Dedi. Seri adımlarla arasına gitti. Arka kapıyı açtı, çok geçmeden kapattı. Geldiğinde ise elinde hırkası vardı.
"Giy bakalım üzerine," dedi hırkayı kucağıma bırakıp. Hırkayı alıp üzerime geçirdim. Anıl bana doğru yönelip fermuarı çekti. Durmadan burnumu çekiyordum ve sinirimi bozuyordu bu durum. Burnumun ucunun kızardığını biliyordum.
Ercan'ın tazelediği çayıma uzandım. Çay bardağının sıcaklığı avucuma yayılırken bir tık rahatlamış hissettim kendimi. Gözlerim kapanıyordu. Başımın Anıl'ın omzuna düşüşünü engelleyemedim.
Sesler yavaş yavaş uzaklaşırken rahat edemediğim için yerimde kıpırdandım. Bir eliyle omzumu sardı. Aşağı yukarı yakarak omzumu sıvazladı.
Sonrasında ise gürültü kesildi. Bir ara havalandığımı hissettim. Saçlarımda buseler hissettim. Yavaş yavaş merdivenlerden çıktı Anıl. Odamın kapısını açarken de sessizdi.
Yatağıma bıraktı beni. Pikeyi üzerime örttüğünde bileğinden tuttum. "Hani her şeyi beraber çözecektik?" Dedim. Uykulu gözlerimi hafifçe araladım. Şaşkınca bakıyordu.
"Ben-" dediğinde konuşmasına müsaade etmedim.
"Sen kaçıyorsun ki," dedim. Bileğini tutan elimi çektim. "Sen ne zaman bir şey olsa kaçıyorsun, sessizliğe gömülüyorsun." Mutsuzca iç çektim. Lanet olasıca kuru öksürük yüzünden sesim hiç iyi çıkmıyordu.
"Ne yapacağız biz seninle Anıl?" Diye sordum cevap beklemeden.
"Kırıldım tamam, kabul ediyorum." Dedi nihayet. Diz çöktü yatağın önünde. "Bir anda senden duyunca kötü hissettim kendimi. Hala o zamanı aşamadığını düşündüm, bunu da kabul ediyorum. O yüzden sessiz kaldım Hale Nur. Düşünüyordum."
"Ne düşünüyordun?" Diye sordum. Derin bir iç çekti.
"Acaba benimle evlenmek istemiyor musun, onu düşünüyordum." Dedi, gözlerini kaçırdı. Ben başıma geleceği biliyordum zaten. Sinirle üstümdeki pikeyi attım. Doğruluğum gibi omuzlarından attım.
"Geri zekalı!" Diye bağırdım. "Kalk git şu odadan!" Neye uğradığını şaşırmış gibi bakıyordu bana.
"Hale-" dedi tuhaf bir sesle.
"Sus!" Diye bağırdım. "Defol git! Aptal herif, git gözüm görmesin seni!"
"Hale Nur ne yapıyorsun?" Dedi ona vuran ellerimi tutmaya çalışırken.
"Evlenmek istemiyormuşum!" Dedim. Sinirden başıma ağrılar girmişti. "Ya ben babamı karşıma alıp seni savunurken nasıl evlenmek istemeyim! Senin neden böyle aptal aptal düşüncelerin var?!" Diye bağırdım. Senin aptallığına ben dayanamıyorum sen nasıl dayanıyorsun, diyen kız.. seni çok iyi anlıyorum.
"Hale Nur ben -" dediğinde işareti parmağımı kaldırdım.
"Sus, sus konuşma ümüğünü sıkarım senin! Geri zekalı!" Dediğimde omuzlarını düşürdü. odanın içinde sinirden oradan oraya gidiyordum.
"Şu an seni bir kaşık suda boğmak istiyorum! Tamam, benim dediğim hataydı. Tamam, seni kıran benim. Özür dilerim bunun için. Öyle bir şey dememeliydim. Yanlıştı tamam. Ama kanıma dokunuyor o kızın sana olan bakışları, tavırları! Sen de o kadar duygusal bir hikaye anlattın ki (!) Ben de tutamadım kendimi!"
Nefes nefese kalmıştım. Muhtemelen hala aşağıda olanlar bizi duyuyordu ama gram umrumda değildi.
Bu konu bu gece kapanacaktı ve biz yarından itibaren düğünümüzü konuşmaya devam edecektik.
"Senin sorunun kırıldığını söylememen, bunu sessiz kalıp da soğuk yaparak aşacağını sanman!" Dedim tespit yapar gibi. Sessiz sessiz beni dinliyordu. Konuşsun istiyordum. O sustukça benim sinirim daha çok bozuluyordu. "Ne demek seninle evlenmek istiyorum ya?! Aklına mantığına yatıyor mu bu senin?" Şeytan diyordu kalk git nikah tarihi al.
Nefes nefese kalmıştım sinirden. Zaten öksürüp duruyordum. İyice psikolojim bozulmuştu.
"Madem seninle evlenmek istemiyorum, neden evlenme teklifi kabul ettim?" Diye sordum. Alık alık yüzüme bakıyordu. "Hadi bunu bana açıkla bakalım." Ayıp olmasın diye ettin, derse sen sağdan ben soldan giriyoruz kızım.
"Özür dilerim," dedi Mahçupça. Gözlerimi kapatıp boynumu kütlettim. Gidip odamın kapısını açtım.
"Çık git şu odadan, ne zamanki duygularını gizlememen gerektiğini, kırıldığın zaman da gelip kırgınlığını dile getirmenin kötü bir şey olmadığını ve seninle evlenmek istediğimi öğren; o zaman gel!" Dediğimde başını salladı.
"Gideyim madem," dedi kısık sesle.
"Zahmet olacak!" Dedim cins cins. Bana bakıp iç çekti. "Bir daha da özür dileme benden!" Başını salladı.
"Tamam dilemem." Dedi yine kısık sesle. Odadan çıktı. Merdivenlerin başında durdu, dönüp bana baktı.
"Ateşin çıkarsa, kötü olursan ara tamam mı?" Diye sordu. Gözlerimi kısarak baktım.
"Çıkmaz ateşim," dedim üstten üstten. "Merak etme sen!"
Bir şey diyecekken dan diye kapıyı kapattım. Sırtımı kapıya yasladım. Derin derin nefesler aldım.
"Arada buna böyle çıkışmak gerekiyormuş demek ki!" Dedim kendi kendime.
Manyak herif gece gece kalp krizi geçirmeme sebep olacaktı.
Bir yandan yaptığım pek iyi bir şey değildi. İyileşmek için uğraşırken benim bu bağırışlarım onu üzebilirdi. Ama sürekli üzülen ben olamazdım.
Kırgın olduğunu dile getirmeyen insanlar vardı. Kötü bir şey olmasın diye susan, yalnızca mimikleri ve davranışlarıyla kırgınlığını belli eden bir sürü insan vardı. Bunlardan biri de Anıl'dı.
O böyle yapınca, benden bile saklayınca ben çok üzülüyordum. Gönlünü alma çabam yetersiz kalıyor sanıyordum. Bunu yapmaya hakkı yoktu. Bu yüzden ona bu konuda bağırırken hiç çekinmemiştim.
Hem ayrıca Hale biz tava, tencere bakarken; orada burada indirim kovalarken bizimle gelip dümbelek dümbelek konuşması hiç hoş değildi.
Kesinlikle.
Feray konusunu kapatmıştım. Elbette ki sevgilimden hoşlanan birini kıskanırdım ama artık sorun etmezdim. Anıl'ın da bu konu hakkındaki tavrını görmüştüm ve içimdeki ses nedense Feray'ın Anıl tarafından -ilkine nazaran daha net bir dille- uyarılacağını söylüyordu.
Şu saatten sonra Feray umrumda değildi. Umrumda olan Anıl'ın her koşulda ne zaman olursa olsun içindekileri bana anlatmasıydı. Ben gün içinde ona saçma sapan bir sürü mesaj atıyordum. Şu güzel mi, bunu da alalım mı, öyle yapalım diye. Ya da trafikte, mağazada, orada burada bir tartışma yaşadıysam onu da anlatıyodum.
O benim tüm duygularıma hakimken ben de onun duygularına hakim olmak istiyordum.
Biraz burnu sürtse fena olmazdı.
Yarın akşam gelip sakince konuşacağını biliyordum. O zamana kadar pas vermezsem iyi olurdu.
Yatağıma geri yattım. Telefonuma bildirim sesi geldi. Açıp baktığımda tek bir mesaj gördüm.
İyi geceler. Yazmıştı. Görüldü atıp telefonumu kapattım.
Bana iyi gecelerdi, onu bilmezdim.
⛓️
Ekrana iki kez dokundum.
Bildirim yok.
Kapattım.
Gülden Karaböcek'in sesini bugün on yüz bin milyonuncu kez duyduğumdan sıkıntıyla ofladım. Oya öğretmenin sevgilisi olma ihtimalinden dolayı sabahtan beri Ben Olmalıydım dinliyorduk.
Cihan'ın aşkının ızdırabını sikeyim!
Ekrana iki kez dokundum.
Bildirim yok!
Kapattım.
Serdar elini çenesine yaslamış uyuyordu. Artık dinlediğimiz şarkı, Cihan sayesinde ninni gibi geliyordu. Ben de her an uyuyabilirdim.
"Ben olmalıydım!" dedim sinirle. "telefonunda sevgilisinden mesaj gelmiş kişi ben olmalıydım!" Serdar, uyumadığını belli edercesine gözlerini açtı. Bana baktı. Geri yumdu.
Ekrana iki kez dokundum.
Bildirim yok!
Kapattım.
Telefonumu geri açtım bir hışımla. Yalama olmuştu telefon saatlerdir parmaklarımın arasında. WhatsApp'a girdim.
İki gündür mesajlaşmadığımız için -daha doğrusu günaydın ve iyi geceler mesajıma cevap vermediği için - biraz altta kalmıştı ismi. Normalde hep en başta olurdu adı. Mesaj kutusuna girdim. WhatsApp duvarımda onun kız çocuğuyken diş macunu yerken çekilmiş fotoğrafı duruyordu. Ela gözleri boncuk boncuk olmuştu. Yanakları kıpkırmızı yüzü buruşuk buruşuktu.
"Canını yerim senin!" Dedim kısık sesle. Baktım o da çevrimiçiydi. Sana bakıyor kesin oğlum, böyle profilini büyütüp büyütüp sana bakıyor. Atomlarına kadar inceliyor şu an! Deli gibi özledi o da seni aşkından fotoğrafı yiyecek gibi bakıyor!
"Siktir git lan!" Diye yükseldim. Serdar bu sefer kesinkes uyandı. Cihan çok kısa bir an bana bakıp derin bir nefes alıp şarkıyı başa sardı.
"Noluyor oğlum?" Dedi Serdar. Bir bana baktı bir de Gülden Karaböcek'ten daha çok şarkısını sahiplenen Cihan'a. "Anıl, sen küfür etmeden neden duramıyorsun kardeşim?" Diye sordu. "Cihan kapat şunu sende yeter!"
"He ya," dedi Mecnun çöllerinde kavrulan aşık Cihan. "Baktı küfür edecek insan yok, kendi kendine küfür etmeye başladı." Serdar'a döndü. "Gülden ablamla arama girme!" Dediğinde Serdar yüzünü buruşturdu. Bana döndü sonra.
"Adam adeta küfür ile bir bütün olmuş gibi!" Dedi, ellerini şiddetle birbirine çarptı.
"Abartma lan," dedim bir yandan telefona bakarken. Artık çevrimiçi değildi. "Ben öyle içimden ediyordum, bir anda şey oldu."
Hale Nur'a mesaj atsam mı?
He he der gibi salladı kafasını Serdar. Uyumadığı uykusuna kaldığı yerden devam etti. Cihan mı? Heves mi kaldı'ya geçmişti şimdi.
Ne yazsam ki?
"Anlatılan başka! Yaşanan başka! Bir daha sevmek için heves mi kaldı?!" Cihan'ın aniden bağırması ile yerimden sıçradım. Serdar masanın üstünde duran kalemi fırlattı. Tam Cihan'ın alnına geldi kalem. Güldüm.
Özledim, yazsam söver kesin. Niye gelmedin madem özlediysen der. Haklı . Dün gece gidecektim. Konuşacaktık. Ama son dakika operasyon çıkmıştı. Gide gide sakini olduğumuz mahalleye sayamadığım operasyonumuz olmuştu.
"Piçe bak, tam alnımdan vurdu beni!" Dedi Cihan huysuzca. Serdar geri yaşlanmış, dişleri arasına sokuşturduğu kürdanı parmağıyla bir oyana bir bu yana çeviriyordu.
"Mesleki alışkanlık hacım!" Dedi cins cins göz kırparken.
Konuşalım, yazsam tersler kesin. Gelseydin de konuşsaydık, bir der. Haklı. Akşam mesaj attım aslında operasyonum olduğunu. Ona bile cevap vermemişti. insan dikkat et kendine, yazardı be!
Benim başıma gelen müstehaktı zaten. Demesi gibi geri zekalıydım. Arabadan inmeden önce kurduğu cümle, yalan yok, çok dokunmuştu. Zamanında ona dokunanın şu an bana dokunuyor oluşu ayrı bir zoruma gidiyordu.
Saçma sapan düşündüm işte. Madem dedim kendime. Madem o zamana atıf yaptı demek ki hala orada kalmış. Demek ki aşamamış. Böyle bir durumda insan neden evlenir ki?
Zorladım mı diye düşündüm tüm gece. Acaba çok mu ısrarcı oldum evlenme konusunda? Ya da ailelerimiz öğrendi diye mi evlenmeye daha sıcak bakıyordu? Aslında kendi hemen evlenmek istemiyor muydu? Akşam onlara yemeğe gidene kadar düşündüğüm tek şeydi bunlar.
Hoş, aynı gece tüm sorularıma cevap bulmuştum.
Fatih Bey ile bu konu üzerine çok konuşmuştum. Hala da konuşmak istiyordum. Hislerimi, hissettiklerimi karşımdakine açma konusu. Çok eskiden -birkaç sene evvel- kafamda hep Hale Nur'a aşık olduğumu söylediğim anları canlandırıyordum. O zamanlar onu gördüğüm ilk yerde söylemeyi planlamıştım kafasına.
Peki planım buyken ben ne yapmıştım? Tribal enfeksiyonlar geçirmiş, kendi dengesizliğim ile kızın tüm dengesini bozmuş, onu iyice bıktırıp kendimden nefret ettirene kadar durmuş, sonra arabada giderken ben sana aşık oldum Hale Nur demiştim.
Hadi bu neyseydi, neyse değildi ama neyseydi. Peki şimdi olan neydi? Kırıldığımı dile getirsem o zaten tatlı diliyle toparlayacaktı. Ortak noktayı bulacaktı.
Daha geçen akşam bana korkuyorum dediği halde benim böyle davranmam tutarsızdı. Ben kendime hiç tahammül edemiyordum iste böyle anlarda.
Hale Nur beni sabırla nasıl seviyor, hayran oluyorum ona.
"Sana ne oldu lan?" Dedi Cihan, daldığım yerden ona döndüm. Ofladım. Başımı masaya yasladım. Yine ofladım.
"Hale Feray'ı biliyor," dedim sıkıntıyla.
Her şeyi ses kaydıyla mı anlatsam ki?
"Yuh!" Dedi Serdar.
"Hay anasını satayım ya!" Dedi Cihan, aynı efektten çıkan ses gibi.
Kapıda güzel posta koydu ama bize oğlum!
"Ya ağabey, anlamış işte! Ne bileyim ben Hale Nur'un Feray'la karşılaşacağını. Dan diye gidip şubeden bir kız beni mi seviyor, deseydim!" Diye kendimi açıklamaya çalıştım.
İçime oturdu son dedikleri, yalan değil.
"Ağabey ben Feray'ın beni sevdiğini bile unutmuşum!" Yüzümü buruşturdum. "Söylerken bile değişik oluyor!"
"Ne zaman anladı ki?" Diye sordu Cihan. Dudak büktüm.
Mesaj atmaktan vazgeçtim.
"Şu Giray'ın düğününe beraber gittik ya hani, işte lavaboda birileri Feray öyle Anıl böyle diye konuşmuş, benimki de duymuş onları. Feray'ı biz bıraktık o akşam evine. İşte bana dedi hoşlanmıyorum o kızdan falan diye. Vallahi unutmuşum ben Feray'ın beni şey yaptığını, mal mal baktım kızın yüzüne. Sonra işte geçen gün buraya geldiğinde şu senin Oya ile olan meseleni konuşurken Feray da dahil oldu ya muhabbete, ondan sonra sıçtı ağzıma benim." Dedim elimdeki kalemle önümdeki kağıdı karalarken.
Özledim de. Yanlışlıkla mı arasam ki?
"Sonra?" Dedi Serdar. Ofladım. Sırtımı iyice yasladım sandalyeye.
"İşte ben de anlattım dedim böyle böyle Feray bunları bunları yaşadı falan benim bir suçum yok! Tabii Hale Nur da bir şey dedi, ben salak salak şeyler düşündüm. Sonra bu düşündüklerimi öğrendi..." yanaklarımı şişirdim. "Of! Limoniyiz yani!"
"Ayrıldınız mı?" Diye sordu Cihan. Gözlerimi belerttim.
"Yok daha neler!" Dedim teessüf eder gibi.
Ne yapıyordur ki şimdi?
"Eee, ne olacak tuzlu kahve işi?" Yine ofladım.
"Bilmiyorum. Şu birkaç gün de geçsin bakalım." Dedim dertli dertli.
O da üzülüyor mu hala benim gibi?
Telefonum çaldı. Heyecanla elime aldım. Hale Nur'un aramasını beklerken annemin aradığını görünce bir tık üzüldüm. Bir tık ama.
Arasaydı hemen acmazdım zaten. Heveslisi gibi ondan telefon beklemiyordum ya! Biraz çalardı öyle açardım. Kimi kandırıyorsun oğlum sen, Hale Nur telefonu kulağına götürse çalmadan daha buradan açarsın o telefonu.
"Efendim anne!" Dedim sakince. Keşke Hale de aradaydı.
"Oğlum!" Dedi telaşla. Kaşlarımı çattım. "Koş!"
"Koşayım mı?" Diye sordum yersizce. Nereye koşuyordum?
"Eve gel oğlum, Hale Nur çok hasta!" Ne!
"Ne!" Diye bağırdım ayaklanırken.
"Ay onlarda kimse yok, Nerimanlar gittiler. Yavrum evde tek kalmış, aramamış da kimseyi! Geldim şimdi çok hasta çok! Babanlar da yoklar." Annem telaşlı telaşlı anlatıyordu ben eşyalarımı toplamaya çalışırken. Telefonu omzum ve kulağım arasına sıkıştırdım.
"Ambulansı arasana anne!" Dedim hızlıca. Çocuklar da ayaklanmış sorgular ifadeyle bana bakıyorlardı.
'"yavrum, Hale istemedi!' dediğinde sinirle dişlerimi sıktım. Bazen çok şey söylemek istiyordum. Bir insan neden ambulans istemezdi ki?!
"Tamam anne geliyorum ben hemen!" Dedim telefonu kulağımdan çekerken. Aramayı sonlandırıp hızlıca kapıya ilerledim.
"Hayırdır hacım?" Dedi Serdar.
"Hale, ateşlemiş. Evde kimse de yokmuş, annem doktora götürelim diyor. Gidiyorum ben şimdi, hastaneye götüreceğim!' dedim kapıyı açıp.
'"geçmiş olsun kardeşim!" Dedi Cihan. El salladım.
"Bir şey lazım olursa ara bak!" Dedi Serdar.
"Eyvallah kardesim, sağ olun!" Dedim hızlıca. Koridoru seri adımlarla ilerlerken Ece seslendi ama cevap veremedim. Ara beni sonra, dedim merdivenlerin oraya gelince. Basamakları üçer üçer indim.
Kaç gündür doktora gidelim diye yalvarıyordum resmen. Tutup kolundan götürürdüm ama hastaneye gitmekten neden çekindiğini, neden ilaç almak istemediğini biliyordum. Bu yüzden arama geçmişim ona şifa olan şeylerle doluydu. Bulduğumu Göksu'ya atıyordum iki gündür. İşe yarar olanı o yapıyordu.
Sakarya'da trafik zor. Kavşaktan dönmek daha zor. İnsanın sabır taşı olması lazım yoldan çekerken. Sövmeden bu yollardan geçen kişi tebrik edilmeli.
Hız sınırını oldukça aşmıştım trafikte sıkışıp kalmamak için. Böyle bir huyum yoktu aslında ama şu an erkenden varmam gerekiyordu eve.
Mahalleye girince biraz yavaşladım. Okuldan gelen çocuklar vardı. Arabayı istop etmeden indim aşağı. Koşarak bahçeye girdim, kapıyı çaldım alacaklılar gibi. Allah'tan Ece hemen açmıştı kapıyı.
"Gel ağabey, gel!" Dedi telaşla. İçeri girdim, oturma odasında iki büklüm olmuş yatıyordu. Öksürüyordu. İçimin gittiğini hissettim.
Yanına gidip diz çöktüm.
"Sevgilim," dedim yüzündeki saçları geriye itip. Gözleri kapalıydı. Yanıyordu.
"Hıım," diye mırıldandı.
"Hadi gidiyoruz," dedim. Kaşlarını kaldırdı.
"I ıh," dedi kısık sesle.
"Ateşin çok yüksek güzelim, hadi!" Dedim kolunu tutup. Annem, Hale Nur'un kimliğini ve telefonunu elinde tutuyordu.
"Ben de mi gelsem oğlum?" Diye sordu.
"Yok anne," dedim. Telaş yapardı şimdi hastanede. Tansiyonu çıkıyordu hastaneye gidince.
"Ağabey ben geleyim," dedi Ece. Başımı saladim. Hale Nur'un kalkmaya niyeti olmadığı gibi koltuğun üzerinde örtülü olan örtünün altına girmeye çalışıyordu.
"Gel bakalım küçük hanım," dedim. Bir elimi bacaklarına bir elimi de beline sardım. Acıyla inledi. Başı boynuma düştü.
"Ellerin çok soğuk," dedi zorla kıpırdanırken.
"Şşh, sus bakayım." Dedim kapıya ilerlerken. Ece arkamızdan geliyordu. Bahçe kapısından çıktıktan sonra ön kapıyı açtı. Hale Nur'u yan tarafıma koydum, kemerini taktım. Ben kendi yerime geçerken Ece de kendi yerine geçmişti.
Hastaneye varana kadar gözüm bir yolda bir de uyuklayan sevgilimdeydi. Elleriyle kendini sarmıştı. Üstümü örtün diyordu arada. Yoldayken Neri teyze aramıştı. Hande ablalar şehir dışına çıktığı için o Yavuz'a bakıyordu. Telaş yapmamasını, hastaneden sonra bize götüreceğimi söylemiştim. Yavuz ile Hale Nur'a bakmak onu yorabilirdi. Hem Yavuz'a da hastalık bulaşabilirdi. Hale Nur bu gece bizde kalırdı.
Neri teyzeyle anlaşmayı sonraya bıraktım. Arabayı boş bir yere bıraktığım gibi indim. Anahtar üzerinde kalmıştı. Ece'ye kapıları kilitleyip gelmesini söyledim. Güzelimi kucağıma aldım yeniden. Sayıklıyordu bir şeyler ama anlamıyordum.
Koşarak sensörlü kapıdan içeri girdim. Veznedeki kadın kayıt almadan giriş yapamayacağımızı söyledi. Sabırla nefes aldım. Ece yanımıza doğru gelirken muhtemelen çantasında Hale Nur'un kimliğini arıyordu.
"Hale Nur Okçu," dedim sabırsızca. Ardından T.C. kimlik numarasını söyledim hızlıca. Hemşirenin gösterdiği alana doğru ilerledim.
Hale Nur'u yatağa yatırdıktan sonra çıkmamı istediler. Başka hastalar da olduğundan dolayı çıktım. Geçen insanlar bana bakıyordu. Şöyle bir kendimi süzdüğümde hala üniformamla olduğumu gördüm. Muhtemelen ona bakıyorlardı.
Hale'nin kaldığı odaya en yakın olan sandalyeye oturdum. Ece nihayet gelmişti. Kimliği veriyordu biz odaya geçerken. Gelip yanıma oturdu.
"Ne yapıyorlar içerde?" Diye sordu. Omuz silktim.
"Çıkarttılar beni dışarı," dedim. "Sen bir baksana, ben girmemeyim şimdi odada başka bir kadın hasta vardı. Rahatsız olur. Sen de çok durma ama ne yapıyorlar ona baksana." Dediğimde ayaklandı.
"Dur geliyorum hemen," dedi ve az önce çıktığım odaya girdi. O gelene kadar bakabildiğim mesajlarıma bakmıştım. Beş dakika geçtiğinde Ece yanıma gelmişti.
"Serum takmışlar, uyuyor." Dedi. Rahatça nefes aldım.
"Neri'yi de aramak lazım." Dedim. Ayaklandım. "Sen dur burda ben konuşup geliyorum." Bahçeye çıktım. Neri'yi aramak için rehberime girmiştim ki telefonum çaldı.
Egm Feray arıyor....
Sınanıyordum resmen!
Derin bir nefes alıp telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim," dedim oldukça mesafeli bir sesle.
"Anıl ben çok özür dilerim," dedi birden. Sesi tuhaftı. Kaşlarımı çattım. "Ben kendime engel olamadım. Seni ve o kızı gördükçe kıskançlığıma engel olamadım, ben..." Durdu, nefes aldı. O kız değil Hale Nur. "Ben aşamadım bazı şeyleri Anıl. Senin o kızı sevmeni kabul edemedim bir türlü. Özür dilerim, çok özür dilerim." Burnunu çekti. Ağlıyor muydu? O kız değil Hale Nur! "Evleniyorsunuz siz, ben sizin aranızı açmak istemezdim. Çok özür dilerim ben... Ben kendimi tutamadığım için çok özür dilerim..."
"Feray sen benim sevgilimle aramı bozmazsın," dedim yükselerek. "Bozamazsın." Dumura uğradığını biliyordum. "Yıllar evvel de uyardım seni. Yanlış düşünüyorsun dedim. Beni yanlış anlama dedim. O zaman beni anladın sandım ve ben bunu unuttum. Hadi bu zamana kadar kendi içinde bir umut beklentilere girdin, tamam. Ona da tamam! Sevgilim var benim Feray. Evleneceğim kadın o. Bakışlarınla, hal ve hareketlerinle onu rahatsız edemezsin! Etmemeliydin!" Diye çıkmıştım. Böyle bir şeyin konusunu bile konuşuyor olmak beni oldukça rahatsız ediyordu.
"Anıl çok özür dilerim..." Dediğinde araya girdim.
"Özür dileme! Senden bunu istemiyorum. Senden istediğim şey bakışlarınla, tavırlarınla ne beni ne de sevgilimi rahatsız et." Dedikten sonra derin bir nefes aldım.
"Ben... Ben bitireceğim bunu.... Söz veriyorum, bir daha rahatsız etmeyeceğim." Dedi. "Anıl ben çok üzgünüm. Başta kabul edemedim o kızla seni, ben... Ben seni beklerken-" daha fazlasını duymaya tahammülüm yoktu. Konuşma gittikçe iğrenç bir hal alıyordu. Acelem vardı.
"O kız değil, Hale Nur!" Dedim ilk sertçe. "Ayrıca Anıl değil Anıl komiserim ya da komiserim, tercih sana kalmış. Bu konu burada kapanıyor Feray. Bir daha açılmayacak. Şimdi kapatıyorum ve bir daha da böylesi saçma bir konuyu konuşmuyorum!" Dedikten sonra telefonu kapattım.
Sinirlenmiştim. O, bu, şu, o kız değildi; Hale Nur'du.
En nefret ettiğim işlerin içinde kalmıştım. Hale Nur'un uyanması gerekiyordu, iyileşmesi gerekiyordu ve bizim acilen evlenmemiz gerekiyordu.
Ben yarını, öbür günü düşünmeden sadece Hale Nur'la yaşamak istiyordum. Tüm hafta sonumu karımın koynunda geçirmek istiyordum.
Bu yüzden bizim evlenmemiz gerekiyordu!
Neri'ye haber verip içeri girdim. Hemşire ateşinin çok yüksek olduğunu, kan tahilili yapacaklarını söyledi. Ece yanına girmişti. Bense oturmuş bekliyordum.
Yanıma bir amca geldi. Onunla sohbet ettik. Hanımını getirmiş doktara, onu beklerken de canı sıkılmış. Beni görünce de yanıma gelmiş, öyle söylemişti.
Onunla yarım saat kadar sohbet ettik. Odadaki diğer hasta taburcu olup çıkınca soluğu sevgilimin yanında almıştım. Uyanmıştı.
"Sevgilim," dedim yanına gidip. Gözleri kısık kısık bakıyordu.
"Uyumak istiyorum," dedi. Gözlerini yumdu. Saçlarını öptüm.
"Uyu güzelim," dedim.
"Hasta olmasam göstermeyecektin herhalde kendini?" Diye mırıldandı uyur uyanık. Güldüm.
"Düğünden önce damadı görmek uğursuzluk getirirmiş," dedim. Güler gibi oldu ama gülmesi öksürüğe dönünce yüzünü buruşturdu.
"Hayret," dedi burnunu çekip. "Evlenmek istediğime ikna oldun galiba?" Maşallahı var oğlum, şu halde bile laf sokmadan duramıyor.
"Uyu güzelim hadi," dedim el mecbur. Şimdi cevap versem konu uzayacaktı. Uyusundu. Yorgundu.
Yanından kalıp sandalyeye oturdum. Ece annemle konuşuyordu. Başımı duvara yasladım. Gözlerimi yumdum. Gergindim. Düşünmeye başladım.
Düşünmek için yumduğum gözlerimi yarım saatlik uyku sonunda açmıştım. Hemşire ve doktor vardı odada. Hale Nur uyanmış yine her an uyuyacak gibi duran gözlerle doktora bakıyordu.
"Bağışıklıklığınız çok düşük Hale Hanım," dedi doktor. Sevgilimin yanına gittim. Elini tuttum. "ayrıca kan değeriniz de normalin altında." Dudaklarını büzdü.
"Çocukken de bana hep vitamin verirlerdi," dedi. Kedi mırıltısı gibiydi sesi.
"İlaçları yazdım. On beş gün vurulacağınız bir iğne de var. On beş gün sonra yeniden gelin, o zaman bakalım sonuçlara bir daha. Geçmiş olsun." Dedi doktor. Reçeteyi uzattı. Aldım.
"Çıkabilir miyiz peki?" Diye sordum.
"Elbette," dedi ve çıktı odadan. Hemşire, kolundaki biten serumu taktı. Hale'nin koluna girdim. Doğruldu. Yalnız bir sorunumuz vardı.
Ben Hale Kucaklayıp gelmiştim ve ayakkabı almamıştık. Deja vu!
"Yine mi ya?!" Diye söylendi çatallaşmış sesiyle. "Beni sırtına atıp atıp getiriyorsun hastaneye aklına gelmiyor ayakkabı almak!" Dedi haklı olarak. Yanına gittim. Kollarını açtı. Neyse ki bu sefer geçenki gibi yapmadan hemen kaldırmıştı kollarını. Ellerini boynuma sardı.
"Maşallah be!" Dedi Ece sırıtarak.
"Hadi git de kapıları aç sen," dedim anahtarı verip. O önden çıktı. Biz de arkasından başını boynuma sokmuştu. Böyle kalabilirdik hep. İşime gelirdi.
"Uyumak istiyorum," diye mırıldandı.
"Eve gidelim uyuyacağız," dedim.
"Sen de mi uyuyacaksın?" Diye sordu.
"Hı hım," dedim. "Beraber uyuyacağız."
Eve gelene kadar uyumuştu. Eczaneye uğradığım zaman gözlerini açmış susadığını söylemişti. Eve gelince direkt bize geçtik. Onların evde kimse yoktu. Tek kalamazdı. Annem de bizim eve geçmiş yemek yapıyordu. İki ev arası git gel olmasın diye bize geçtik.
"Ah uyuyor mu?" Diye sordu annem. Başımı salladım. "Çorba yapmıştım. Uyanınca içer o zaman."dedi sonra.
"Tamam annem," dedim merdivenleri çıkarken. "Ben haber veririm sana."
Odama geçtim. Odanın sıcaklığını iyiydi. Yatağıma yatırdım sevgilimi. Kıpırdandı. Üzerine pikeyi örttüm. Hazır o uyurken eşyalarımı alıp banyoya geçtim. Hızlıca duş alıp rahatladım. Üzerimi giyinip odama geri döndüğümde Hale Nur yatağın orta yerinde yatıyordu.
Yanına gittim, yatağa oturdum. Sırtımı başlığa yasladım. Öksürüyordu arada. Uykusunda rahat olmadığı belliydi. Kıpırdandı yine. Dibime sokuldu. Başını karnımın üzerine koydu. Saçları gövdeme dağılımıştı.
Yumuşak saçlarını sevmeye başladım. Derin derin nefesler alıyordu ara ara. Bazen kaşlarını çatıyordu bazense dudaklarını büzüyordu.
"Küsmeyelim bir daha," dedi uyurken. Güldüm.
"Küs değiliz ki," dedim. Başını salladı.
"Kırgınlığın geçti mi?" Diye sordu alıngan bir edayla.
'"hı hım," dedim. "Geçti." Gülümsedi. "Peki senin kızgınlığın geçti mi?"
"Hı hım," dedi kaşlarını kaldırıp. "Ben zaten sana oh olsun diye kızmıştım."saçlarını seven elim durdu.
'"ne olsun diye kızdın?" Diye sordum anlamazdan gelerek.
"Oh olsun diye!" Dedi. Kıkırdadı.
"Oh oldu mu bari?" Diye sordum. Saçlarını sevmeye devam ettim.
"Oldu oldu," dedi memnuniyetle. "Çok da güzel oldu hem de!"
Gülümsedim. Saçlarını öptüm. Yatağa doğru kaydım onu rahatsız etmeden. Eli, yüzüme çıktı.
"Duş mu aldın?" Diye sordu.
"Evet," dedim yattığım yere kurulurken.
"Hmm," dedi uzatarak keyifle. "sana hastalık bulaştırabilirim, haberin olsun." Dedi sonra.
"Hiç problem değil," dedim memnuniyetle. "Senden bulaşan bana şifa olur sevgilim."
Aradığı cevabı almış olacak ki çok geçmeden uykusuna daldı. Az önceye nazaran daha rahat uyuyyordu. Gözlerimi yumdum. Üç gece olmuştu beraber uyumayalı. İşkence çektirmistim ikinize de.
Sevgilimle beraber uyumayı hiçbir şeye değişmezdim. Sevglimle uyanmak, uyandığımda sevgilimi görmek başkaydı.
Hale Nur başkaydı.
Bambaşkaydı.
⛓️⛓️
Bölüm hakkında 🌱
Bayağı da uzun olmuş bölüm.
Şu zincir ve fidan emojisi çok uzun zamandır son kullandığım emojilerde yoktu. Ama artık var 🥺🫶🏻
O kadar özlemişim ki... Tüm yorgunluğuma, uykusuzluğuma rağmen direnip gece yarısına kadar yazdım.
Ben yorgunluğumu yazarken atıyorum. 🥺
Bu arada ben Kardelen'i yeniden yazıyorum. Şahane oluyor. Şu an birinci bölümü yazıyor olsam da gelecekte olanları da planladım. İçime ennn ennn ennnn çok sinen şeklinde olacak.
Neyse bölüme gelelim şimdi.
Feray olayını biraz çetrefilli bir şekilde kapattık. Anıl da hatasını anlamış oldu, bir taşla iki kuşu vurdukkk.
BİR DAHAKİ BÖLÜM KIZ İSTEMEMİZ VAAARRR TUZLU KAHVE Mİ İÇECEĞİZ ŞEKERLİ KAHVE Mİ BAKALIMMMM 🙊🙊
Bir dahaki bölüm düğün bile yapabiliriz ben de bilmiyorum neler olacağını ndjfkfodk (şaka cnm o kdrda değil yaniiiiskdkdkxm)
Tatil... Tatil... Canım tatil... Her şey çok sıkıcı... Sınavdan sonrasını hiç böyle hayal etmemiştim ben ya 🥲
Düzenlicez inşallah be. Şu olaylar bitsin...n
Umarım sizin tatiliniz çok güzel geçer çocuklar 🥺
Sizleri seviyor ve Allah'a emanet ediyorum. 🧚♀️
Kendinize çooookkk iyi bakınnnnn. En kısa zamanda yeni bölümüzde buluşmak dileğiyle,
Kalın sağlıcakla!
🫀