Esmer prens sarayın bahçesinde ilerliyordu.
Her zamanki ellerini arkada birleştirmiş ve düşünür halindeydi.
Göletin yanına varmadan önce uzaktan baktı.
Su,göletin çevresindeki küçük ağaçlar sebebiyle yeşildi.
Adım atmaya devam ederken ayağının altında bir şey hissetti.
Başını ayaklarına indirdi ve sonra da ayağını kaldırdı.
Pembe hatta biraz da eflatuna çalan bir kumaş parçasına basmıştı.
Ne olduğunu düşünerek eğildi ve eline aldı.
Bir yerine iki kumaş parçası vardı.
Elleriyle iki yana açtı.Hanbokun altı ve üstüydü.
Kime ait olduğunu da merak ettiği için çevresine bakınmaya başladı.
Saraydan ses çıkmıyordu.Sanki saray ölmüş gibiydi.
Derin bir nefes aldı.
Bu yalnızlık hissi...Garipti.
Tekrar çevreyi kolaçan etti ve ilerdeki
göletin yanındaki büyük ağacın hışırtısını duydu.
Sonra da yere bırakılan beyaz kumaşı.
Elindekilerle ağacın yanına ilerlemeye başladı.
Gerçekten de sarayın bahçesindeki tek ses kuşların ötmesi ve
arada esen rüzgar yüzünden yaprakların oynamasıydı.
Ağaca ulaştı ve yere bırakılan kumaş parçalarını gördü.
Önce elindeki hanboku yere bıraktı ve sonra da çimendeki
beyaz şeyi eline alıp havaya kaldırdı.
İçliğin üstü ve altıydı.
Şaşırarak içliği yere bıraktı.
Kime ait olduğunu neden bu kadar merak ediyordu ki?
Çevresine baktı.
Gölette bir hareket yoktu.
Küçük göletin üstündeki köprüde de kimse yoktu.
Birden bir rüzgar esti.
Hışırtı sesleri artarken sudaki dalgalanmayı fark etti.
Suyun oynayışını görmüşken bakış açısına o büyük ağaç girdi.
Ve ağacın dalındaki beyaz şey.
Şeyler.
Hızla arkasına döndü ve kafasını kaldırarak ağaca baktı.
Kaşlarını çattı.
Şaşırmıştı.
Kölesi,ağacın dalında oturuyordu.
Çırılçıplaktı.
Beyaz bacakları daldan sarkıyordu.
Parlıyordu.
Köle çocuk gülümsedi.
Oturduğu dalın biraz altında olan dala ayaklarını koydu ve
ağaçtan indi.
Beyaz tenli ağaçtan indiğinde ağacın önünde dikilip esmer prense baktı.
Esmer prens de ona.
Kısa saçlara.Beyaz yüze.
Çıkık ve keskin üst dudağa.
Yaralara.
İnce bele.
Savunmasız görünen ince bacakların ortasında saflığıyla
duran erkekliğe.
Kalp atışlarını kulağında duyar oldu.
Nefes alamadı sanki.
Köle çocuk gülümsedi ve beyaz biçimli ayaklarıyla çimenlere bastı.
Prense ilerliyordu.
Prens şaşkınca olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu.
Köle,beyaz tenini önünde dikerek durdu.
Eli,bacağının yanından kalktı ve kendi eline uzandı.
Büyük eli tuttu.
Prens,ne yapacağını merak ettiği için gözlerini kahve gözlere dikmişti.
Göz gözelerdi.
Köle çocuk hafifçe dişlerini çıkarak gülümsedi ve tuttuğu büyük eli
beline götürürken bir adım daha attı.
Esmerin elini erkekliğine bastırdı.
Prensin eli titriyordu.
O özel,o saflığa nasıl dokunabiliceğini düşündü.
Ama aslında önceden de dokunduğunu hatırladı...
Rüzgar yine seslice esti ve beyaz tenlinin yaprakların hışırtısından duyulmayan
sözcüklerini dudaklarında okudu.
''Bedenimi merak mı ediyorsun?'' demişti.
Gülümsemişti.
Prens yutkundu.
Ve sonra da gözlerini açtı.
Örtünün altından elini çıkarıp eline baktı.
Saf erkeklik elini doldurduğu gibiydi.
Sesli sesli nefes alıyordu.
Bir dürtü onu kendi erkekliğine bakmaya zorladı.
Yer yatağında doğrulup örtüyü kaldırdı.
Karanlıkta da olsa bacaklarının arasında dimdik duran şeyi
görebilmişti.
Gözlerini büyüttü ve pijamanın kuşağını çözüp yavaşça aşağı indirdi.
'Benim...Neyim var...'
Erkekliğinin baş kaldırısı ona korkutucu gelmişti.
Ve zonklaması.
Yatağa geri yattı ve rüyasını düşündü.
O beyaz tene...Yeniden dokunmak istiyordu.
Elinde bıraktığı his...Kendisinde bıraktığı his...
Bunu nasıl tarif edebileceğini hiç bilmiyordu.
Kelime haznesinde böyle bir kelime olduğundan emin bile değildi.
Gözlerini kapattı.
Yine o dürtü onu bir şeyler yapmaya zorladı.
Elini örtünün altına, pijamanın içine soktu.
Erkekliğini kavramak istedi.
İçindeki bir ses zonklamayı durduracak şeyin bu olduğunu söylüyordu.
Eline anlam veremediği sıcak sıvı damlamaya başladığında
kendinden geçmiş gibiydi.
Birkaç saat öncesini tekrar düşündü.
Kölenin beyaz teninin ilgisini nasıl topladığını....
- - - - -
Bir beden onu nasıl bu kadar etkileyebilirdi?
Baştan aşağı...
Yaralarla kaplı...
Damgalı...
Prens,yatak minderinin ayak ucunda sanki birisi ona büyü
yapmış gibi hareket etmeden duruyordu.
Beyaz bacaklara bakıyordu.
Küçük ama çıkık kalçalara.
Her parça uzun süreliğine hipnoz etmişti.
Elini kaldırdı ve beyaz bacaklardan birinin üstüne indirdi.
Yutkundu.
Dokunuşları,köleyi kaldırdı mı diye baktı.
İnip kalkan sırtı ve omuzları gördü.
Yavaşça parmak uçlarını bacağa sardı.
İnce ayak bileğini kavradı.
Sonra yine parmak uçlarını kaldırdı ve elini yukarıya
doğru çıkarmaya başladı.
Parmak uçları beyaz bacaktaydı.
Yaralara değmemeye çalıştı.
Göz kapakları titredi.
Bu etki...Garip etki...
Daha fazlasını istiyordu.
Bu keşifi detaylandırmalıydı.
Dizleri üstünde ilerledi ve Jaejoong'un suratına baktı.
Masumca uyuyordu.
Üst dudağına karşı bir takıntısı oluşmaya başladı sanki.
Parlak üst dudak o kadar dikkat çekiyordu ki.
Bakmamak mümkün değildi.
Yastığın üstündeki ince bileği kavradı ve onu önüne döndürmeye çalıştı.
Beyaz bacağa da elini atıp döndürüşü kolaylaştırmaya çalıştı.
Nazikçe hareket ederken baktı ki çoktan ince sır minderdeydi.
Ve dikkati toplayan erkeklik de ince bacakların arasındaydı.
O kadar kitap okumuş,yabancı kelimeler öğrenmişti ki.
Ama önünde savunmasızca yatan köleyi anlatacak bir kelime gerçekten bilmiyordu.
Jaejoong'un elleri başının iki yanında yastığın üzerindeydi.
Günlerdir o kadar yorgundu ki.
Hem bedenen hem de zihinen.
Kendini prensin yatağına bu yüzden bu kadar kolay bırakabilmişti.
Yunho hala iki uzun bacağın arasına bakıyordu.
Dokunmak istiyordu.
Seslice yutkundu ve kendi yutkunma sesini duyduğu için utanmış hissetti.
Dizlerinin üstünde ilerlemeye başladı...
Uyuyan köleye doğru...
Titrek gözleriyle bir Jaejoong'un yüzüne bakıyordu bir de
saflığıyla duran erkekliğe.
Elini kaldırdığında titremeye başladı.
Uzun bacakların arasına kadar elini uzattığında titremesi durmamış
sanki daha da artmıştı.
Hızını alamayıp elini beyaz erkekliğin üzerine kapadı.
Elinin titrememesi için kendisini sıkıyordu.
Ama bu sefer de nefesi titremişti.
Parmak ucunu değdirdi.
Kutsal bedenli prens,değersiz bir bedene merak salmıştı...
Bacaklar arasındaki et parçası revaçtaydı onun için.
Nasibini alınca ince örtüyü beyaz tenlinin üstüne örttü.
Köle Jaejoong'un uyanınca utançtan renkten renge gireceğini tahmin edebiliyordu.
- - - - - - -
Jaejoong yattığı yerde bacaklarını oynatıyordu.
Bu yumuşak his...Günlerdir yattığı yataktan farklıydı.
Gözleri hala kapalıyken yan döndü.
Yatağın yumuşak kumaşını teninde nasıl hissedebildiğini düşününce
hızla gözlerini açtı.
'Hayır...Hayır olamaz...'
Prens Yunho'nun odasındaydı.
Yatağındaydı.
Çıplaktı.
Çevresine bakındı.
Prens ortalıkta yoktu.Oda karanlıktı.
Kapı açıktı ve nöbetçi askerler de yoktu.
'Bunu nasıl yapabildim...'
Prensin odasında uyuyakalarak yaptığı saygısızlık
yüzünden kendini son derece suçlu hissetmeye başladı.
Tabi bunu hissederken bir daha prensin yüzüne nasıl bakacağını
da düşündü.
Şuan onunla karşılaşsa ne diyeceğini...
Bu yüzden üstündeki örtüyü attı ve yer yatağından kalktı.
Karanlık,çıplak bedenini bir oraya bir buraya sürükledi.
Giysilerini arıyordu.
Küçük yer masasına bırakıldığını gördü.
Ses yapmamaya çalışarak masaya ilerledi.
Hızla kıyafetlerini giyerken bir gözü de kapıdaydı.
Biri gelecek mi diye endişe ediyordu.
Hanbokunun kuşağını yarım yamalak bağlayıp oda kapısına koştu.
Eşikten kafasını uzatıp koridora baktı.
Kimse yoktu.
Esmer prense yakalanma korkusundan hemen kaçtı.
- - - - - -
''Prensim,bir sorun mu var?''
Yunho elinde yazı fırçasını tutuyordu.
Öylece kağıda bakıyordu.
Dünü düşünüyordu.
Gözünün önüne sürekli beyaz tenden parçalar geliyordu.
Bunu neden bu kadar düşündüğüne,aklından ayrılmadığına
anlam veremedi.
Derken çay servisi yapan saray hanımının sesini duydu.
''Prensim,bir sorun mu var?''
Yunho hemen başını kağıttan kaldırdı.
Afallamışcasına saray hanımına bakıyordu.
''N-ne? Şey hayır...Yok.''
Sabah,kahvaltı servisinde de yardımcı olan saray hanımı
prensin dalgınlığını fark ermişti.
Prensin fark ettiği şey de sabahtan beri Jaejoong'u görmediğiydi.
Aklında sorular vardı.
Saray hanımı çayı yer masasına bıraktı.
''Sabahtan beri pek iyi görünmüyorsunuz.
Bir sorun mu var? Sağlığınız yerinde mi?''
Yunho yer masasından kalktı ve gözlerini daldırarak karşıya baktı.
Aklına bir şey gelmişti.
''Ben...Benim gitmem gerekiyor.''
Kapıya doğru ilerledi ve arkasından seslenen
saray hanımının sesini umursamadı.
''Prensim! Çayınız!''
Odasına döndüğü gibi dolabını açtı ve mektup kağıdını aldı.
Mürekkebi ararken çekmeceleri hızla açıp kapatıyordu.
Yer masasına oturup kısa mektubunu yazdı.
Hızla yamuk bir şekilde katlayıp zarfa koydu.
Kapıdaki muhafızların mektubunu hemen ulaştıracağını
duyduğunda içi biraz olsun rahatlamıştı.
- - - - - -
Gece prensin uyku saati gelmişti.
Gün içerisinde Jaejoong'u bir kez bile görmemişti.
Sabah yoktu.Öğlen yoktu.
Banyo saatinde yoktu.Akşam yoktu.
Yer masasının önünde oturuyor ve klasikleri okuyordu.
Bir muhafızı içeri çağırdı.
Ve sonra da bütün gün aklını kurcalayan kişi geldi...
Karşısında dikilirken ona hükmedici sözü söyledi.
''Soyun.''
Kendi keşfini onun üzerinde denemek istiyordu.
Savunmasız kölenin eli hanbokunun kuşağına gitti...
Evet evet biliyorum.Söylemeyin.
Çok uzun süre yazamadım ve bölüm de kısaydı.
Sanırım 5.bölümü iki part halinde koyacağım.
Sırf siz hasret kaldınız diye kontrol bile etmeden hemen paylaşmak istedim :(
Yorumlarınızı bekliyorum <3