Çağrı'nın Anlatımıyla
Dün, Eylem babasıyla konuştuktan sonra çok dalgındı. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama Eylem'in hoşuna gitmeyen şeyler olduğu kesin. Ne olduğunu sormak istemiyorum, çünkü baba-kız arasında bir mesele olduğunu söyledi ve eğer aralarında bir sorun varsa buna karışmamam gerekir.
Mutfaktan Eylem için hazırladığım kahveyi alıp salona girdim. Koltukta dizlerini kendine doğru çekmiş, karşısındaki duvarda asılı olan düğün fotoğrafımızı izliyordu. Elimdeki kupayı ona uzattım.
"Seni bir tek bu kendine getirir diye düşündüm." Kupayı avuçlarının arasına alıp yorgun yorgun gülümsedi.
"Teşekkür ederim." Yanına oturup, omzundan kendime doğru çekerek sarıldım ona. "Eylem, anlatmak ister misin?"
"Neyi?" Her zamanki gibi bir şeyleri bilmezden gelerek sorunlardan kaçmaya çalışıyordu. "Neyden bahsettiğimi biliyorsun bence." Bunu da görmezden gelip bambaşka bir konu açtı.
"Çağrı, şu fotoğrafta duvağım yamuk mu çıkmış?" dedi başıyla karşımızdaki fotoğrafı göstererek.
"Eylem, bir şey var. Fark ediliyor, neden anlatmayıp dert etmekte ısrarcısın?" Hiçbir şey söylemedi tek yaptığı şey bana doğru dönüp sarılmak oldu. Yüzünü boynuma gömüp onu görmemi engellemişti. Elimi sırtına bastırıp burada, onun yanında olduğumu anlatmak istedim.
Burnunu çektiğinde ağladığını anlamıştım. İçimde kötü bir his vardı. Çok derinden birisi; bana Eylem'in canının çok yandığını, çok üzüldüğünü fısıldıyordu. Sessiz ağlamaları hıçkırığa dönüştüğünde sanki mümkünmüş gibi daha sıkı sarıldım. Bağıra bağıra 'Ben buradayım Eylem, yanındayım sevgilim. Daima burada olacağım!' demek istiyordum ama kendime hâkim olmalıydım. Sakin olmak zorundaydım, onun için.
Eylem'in Anlatımıyla
Çağrı bana sarılıp, tek kelime etmeden yanımda olduğunu hissettirmişti. Çağrı'nın beni bu kadar sevmesi, benim onu çok sevmem maalesef beni mutlu etmiyor. Daha çok vicdan azabı çekmeme neden oluyordu. Belli etmemeye çalışsam da babamın söyledikleri beni korkutuyor. Çünkü o kafasına koyduğunu yapar ve Çağrı ile ilgili ne düşündüğünü bilmiyorum. Bir gün Çağrı'yı bırakmak zorunda olmak beni ölesiye korkutuyor.
Onun bunlardan haberi olmadan beni mutlu etmeye çalışması canımı çok yakıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum, olacakları beklemekten başka çarem yok.
Balkonda soğuğu iyice hissedene kadar durduktan sonra içeri girdim. Çağrı salonda yoktu, yanına gidip şiş ve kızarık gözlerimle onun canını daha da sıkmak istemiyorum. Bu yüzden yan yana duran tekli koltuklardan birine oturdum. Telefonuma gelen bildirimleri görmezden gelmiştim ama şimdi bakabilirdim bence. Sehpanın üzerindeki telefonumu alıp gelen dokuz bildirime baktım. Bilge, Pars ve babamdan gelmişti.
Bilge kişisinden 4 yeni mesaj
Eyleeeeeem!
Pars Instagram'da ne paylaşmış gördün mü?
Ay çok iyi yalnız.
Eylem?
Görmedim, bakarım birazdan.
Bilge'nin sohbet sayfasından çıkıp diğer bildirime tıkladım.
Pars kişisinden 1 yeni fotoğraf
Bir yatın fotoğrafını atmıştı.
Yenge, Çağrı'ya söyle de gelin.
Gerçi sen söyleyene kadar ben söylerim ona.
Mesajına cevap vermemiştim. Çünkü gitmeyeceğimizi düşünüyordum.
Babamm kişisinden 2 yeni mesaj
Kızım yarın bize gel de bu meseleyi konuşarak halledelim. Kalbini kırmak istemem.
Seviyorum seni.
Bu mesaja da cevap vermemeye karar vermiştim. Ben telefonu tekrar sehpaya bırakırken Çağrı "Kumralım." diyerek salona girdi.
"Hadi, Pars bizi yatına çağırıyor."
"Yatına mı?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak. "Yani, kiralamış galiba ama yatım da yatım diyor. Hadi hazırlan gidelim. Kafan dağılmış olur."
"Ben gelmesem? Sen git istersen." İşaret parmağını kaldırıp sağa-sola doğru salladı.
"Cık cık cık, asla kabul etmiyorum."
Olaylar nasıl gelişti bilmiyorum ama kendimi birden Pars'ın kendine ait olduğunu iddia ettiği yatta buldum, hatta Bilge de buradaydı. Aslında onu kimin çağırdığını sorardım ama konuşmak istemiyordum. Pars oturduğu yerden kalktı,
"Biriniz bana yardım edebilir mi?" Bilge hızla oturduğu yerden kalktı. "Ben geliyorum." Pars önden, Bilge de arkasından içeri girdiler. Biz Çağrı'yla yalnız kalmıştık. Çağrı kısık sesle konuşmaya başladı.
"Bilge'nin bitmek bilmeyen Pars aşkını anlamıyorum." Cevap vermedim sadece yüzüne baktım. Benim konuşmayacağımı anlayınca o konuşmaya devam etti. "Madem aşıksın, git Eylem'in bana yaptığı gibi aşkını itiraf et." Bunu yalnızca beni güldürmek için yaptığını biliyordum. Çünkü aşkını itiraf eden ben değildim, oydu. Ben yine cevap vermedim ve gülümsemekle yetindim. Pars ve Bilge ellerinde birer tepsiyle geldiler. Pars'ın getirdiği tepside limonata, Bilge'nin getirdiğinde ise tabaklara koyulmuş yaş pasta vardı. Önümüzde duran geniş sehpaya ellerindekileri koyup az önce oturdukları yerlerine oturdular.
"Sen yaş pasta seversin, meyveli seçtim senin için." dedi Bilge ilgiyle. Gözlerimi kısıp başımı reddeder gibi salladım. "Hayır, canım istemiyor. Teşekkür ederim." Bilge kaşlarını çatıp bana biraz daha yaklaştı. Elini sırtıma koyup kısık sesle konuşmaya başladı.
"İyi misin canım? Sen meyveli pastayı reddetmezsin."
"İyiyim, sorun yok." dedim gülümseyerek. "Sorun var." diyerek itiraz etti. "Ve sen şimdi bana ne olduğunu anlatıyorsun?"
"Bilge, bir şey yok gerçekten."
"Eylem, iyi görünmüyorsun." Bilge anlatmam konusunda ısrar ederken Çağrı araya girdi.
"Bilge, bir şey olmadığını söylüyor. Neden sıkboğaz ediyorsun, bir sorun olursa bana anlatır zaten. Lütfen rahat bırak karımı."
Bilge yanımdan uzaklaştı. Çağrı'ya 'Bilge kırıldı.' der gibi bir bakış attım. O da derin bir iç çekip başını salladı. Bu 'Ne olacak senin bu kendinden başka herkesi düşünmelerin?' demekti.
Şu an sadece uyumak istiyordum. Hiçbir şey düşünmek, görmek, duymak istemiyorum. Kendimi hayattan soyutlamak tek çarem sanırım. Denizin cılız dalgaları yatı hafifçe salladığından mayışmıştım. Gözlerim kapanırken Bilge Hawai dansı yapılan şarkılara benzeyen bir şarkı açıp dans ederek yanıma yaklaştı. Ellerini bana uzatıp ayağa kalkmamı istedi.
"Bilge" Cümlenin devamını getiremeden ellerimden tutup beni ayağa kaldırdı. Kollarımı hareket ettirip beni de ritme uydurmaya çalışıyordu. Bir bakımdan başarılı olmuş uykumu açmıştı ama hâlâ neşem yoktu. Yaklaşık yirmi dakika boyunca dans ettik, daha doğrusu zorla dans ettirildim. "Bilge, ayaklarım ağrıdı. Yeter artık." Ellerimi ondan kurtarıp kendimi koltuğa attım. Çağrı gülerek bana bakıyordu.
"Sende ne cevherler varmış." dedi tek kaşını kaldırarak. "Sorma." diye karşılık verdim.
Yattan inip arabaya bindiğimde, başım çatlayacak gibi ağrıdığı için eve kadar uyumuştum. Eve nasıl gittim, üzerimi nasıl değiştirdim bilmiyorum ama şimdi salonda Çağrı'yla kahve içiyorduk. Çağrı büyük bir ciddiyetle okuduğu kitabı bana doğru uzattı. Gösterdiği sayfadaki altı çizili yerde Nazım Hikmet'ten bir alıntı yazıyordu;
Dün seni sevdim,
Bugün de seviyorum
Öbür gün borcum olsun.
Yaşarsam söz, yine seni seveceğim.
"O zaman, birbirimize verdiğimiz yüzlerce söze bir tane daha eklendi." dedim duygularımı ifademin arkasına gizleyerek. "Öyle olsun bakalım."
Çağrı kitabını okumaya, ben de iç savaş yaşadığım düşüncelerime geri döndüm. Yarın babamların evine, onunla konuşmak için gidecektim. Gitmek istemediğimi babam da biliyordu ama gitmeyip babamı kıramam. Çağrı hâlâ ne olduğunu bilmiyordu. Olanları anlatmak ne kadar doğru bilmediğimden bir şey anlatmamaya kararlıydım.
Babamın Çağrı'dan hoşlanmadığını en başından beri farkındaydım. Fakat bunun için yapacak bir şeyim yoktu. Çağrı benim ruhum, babamsa kanımdı. İkisinden de vazgeçemezdim. Gerçi; üzerine bu kadar düşünülüp, kendimi bu denli yıpratacak kadar önemli bir soru muydu? Peki babam, bana soruyu sorarken bu kadar önemseyerek ya da benim fazlaca ciddiye alacağımı düşünerek mi sormuştu? Babamın gözünde, Çağrı'ya olan sevgime önem verecek kadar değerli miydim? Bu soruların sonu 'Acaba babam beni gerçekten seviyor mu?''ya dayanınca düşüncelerime son vermem gerektiğini düşündüm.
"Çağrı, uykun gelmedi mi? Saat gecenin biri." diye sordum, Çağrı dikkatle kitap okuyordu.
"Geldi, ama senin gelmemiştir diye ses etmedim." Yorgun gözlerle gülümsedim ve cevap verdim. "Benim uykum olmasa bile sen gidip yatabilirdin."
"Sen üzgünken, seni bir saniye bile yalnız bırakmak istemiyorum."
'Keşke' dedim içimden. 'Keşke bana bu kadar düşkün olmasan.' Dolu gözlerle gülümseyerek Çağrı'ya bakarken içimden içimden konuşmaya devam ettim. 'Canımız yanacak eşim. Ama en kötüsü de birbirimizin merhemi olamayacağımız.'