Qunila

By ezgyiste

10.2K 837 747

Ateş, Su, Toprak, Hava, Elektrik, Buz, Gölge ve Işık. Bir efsaneye göre bu sekiz element bir araya gelmesiyle... More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
-4
-3
-2
-1
0
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16

Bölüm 36

85 7 2
By ezgyiste

   "Oradaki adın..."

   "Demon dur dedim!" Nefes nefese kalmış bir şekilde yattığım yerden kalkıp etrafa bakındım. Vita yanımda diz çökmüş bana bakıyor, arkada da Casia Demon'u tutarak ona bağırıyor, diğerleri de salonda oturuyor ve bana sanki bir şey olmuş gibi bakıyorlardı.

   Demon "Size kumanda atsam daha kolay uyanır demiştim." diye sitem edip kendini havaya attı ve havada oturarak süzülmeye başladı. Evet, asla alışamayacağım buna.

   Vita Demon'a ters ters baktıktan sonra gözlerini devirdi ve tekrar bana döndü. Kalkmam için elini uzattığında ondan destek alarak oturur pozisyona geçtim. Bu sırada herkes bana garip bir şekilde bakıyordu, Demon dışında. Onun için her şey normalmiş gibi gözüküyordu şu an.

   Daha fazla dayanamayıp neden öyle baktıklarını sordum.

   "Kabus mu görüyordun?" Vita endişeli bir şekilde yanıma oturduğunda düşündüm. Ben ne görmüştüm rüyamda?

   "Hatırlamıyorum." diyerek elimi mahcup bir şekilde başımın arkasına koyduğunda Demon gözlerini devirdi.

   Derin bir nefes alıp düşünmeye başladım. Aklımda bir şeyler beliriyordu ama anında kayboluyorlardı o yüzden bir şey diyemiyordum.

   Elimi çeneme koyup "Locus..." diye mırıldandıktan sonra düşünmeye başladım. Kimdi bu Locus... Sanki birileri daha vardı, Lexy? Bilmiyorum, sanırım orman falan da vardı ama olayı hatırlayamıyordum ki. Vita ne dediğimi sorarcasına bana baktığında heyecanla ayağa kalktım. Aklıma bir şeyler gelmişti.

   "Sanırım hissi kullandım." diyerek sevinçle diğerlerine döndüm çünkü işimize yarayacak bir şeyler bulmuştum, galiba. "Locus Lexy ve abileri vardı, adı da J'li bir şeydi. Lexy yalvarıyordu ama gittiler... Evet! Ondan sonra Locus geri döndü ve Lexy'ye zarf falan verdi, hatta kimlik verdi! Sahte kimlik büyük ihtimalle sonra isim falan söyledi." dediğimde hepsi heyecanla bana döndü, benimle ilgilenmeyen Demon bile.

   Vita heyecanla "Ee, adı neymiş?" dediğine gözlerimi kapattım ve düşünmeye başladım. Adı neydi, adı neydi, adı...

   "Demon dur dedim..." diyerek Casia'ya döndüğümde şaşkın bir şekilde bana bakıyordu.

   "Pardon?" 

   "Dedim ki, 'Demon dur dedim!' En son hatırladığım şey bu!" diyerek öfkeyle ayağa kalktığımda Demon'a döndüm. "Yerinde duramıyor musun sen ya!" Bu tepkime şaşırmış olacaktı ki ellerini havaya kaldırdı ama süzülmeye devam ediyordu.

   Derin bir nefes alıp geri oturdum ve saati sordum. Vita cevap olarak "Bir" dediğinde şaşkın bir şekilde ona döndüm. Ben kış uykusuna falan mı yatmaya başlamıştım!

   "Bir şey bulduğumu sanmıştım!" dedim ve ayağa kalkıp odada tur atmaya başladım. Bir şeyler hatırla Lia, hatırlamak zorundasın! Buradaki tek anahtar sensin, gerekli gereksiz her şeyi hatırlayıp onu mu hatırlayamıyorsun...

   Pes edip kalktığım yere geri oturdum.

   Ümitsiz bir şekilde "Hatırlayamıyorum." diyip ellerimi suratıma koyduğumda Vita sanırım destek vermek amacıyla elini omzuma koydu.

   "Abileri demiştin, onunla ilgili bir şey-"

   Vita'nın sözünü kesip "Ben element sahibi olmak için yetiştirildim, siz element sahibi olmak için doğdunuz." dediğimde şaşkın bir şekilde bana bakıyorlardı. Ellerimi suratımdan çektim ve tekrar ettim. "Ben element sahibi olmak için yetiştirildim, siz element sahibi olmak için doğdunuz."

   "Lia, iyi misin? Vita şunun kafasına bir vursana." Demon Vita'nın yanına gelip kulağına nasıl yaptığını anlamasam da sesli bir şekilde fısıldadığında Vita Demon'un kafasına bir tane vurduktan sonra bana döndü.

   "Anlamadım, neyden bahsediyorsun?" diye sorunca tekrar ettim ama bu defa açıklamaya çalıştım.

   "'Ben element sahibi olmak için yetiştirildim, siz element sahibi-"

   "Lia niye bozuk plak gibi aynı şeyi tekrar ediyorsun?" Felix'in bu tepkisi üzerine gözlerimi devirdim ve kaldığım yerden devam ettim.

   "...olmak için doğdunuz.' Abileri Lexy'ye bunu söyledi." diyerek açıkladığımda Vita dışında hiçbiri anlamış gibi durmuyordu. Jade bile.

   Vita elini çenesine koyup düşünmeye başladığında Demon bana kafayı yemişim gibi bakmaya devam ediyordu. Ne var dercesine başım salladığında omzunu silkti ve yere indi.

   "Ben açım, bir şeyler yapacağım." diyerek gittiğinde Felix "Bizimle yeseydin ve Lia uyandığında onunla yiyeceğim diye tutturmasaydın yerdin salak!" diye arkasından bağırdı.

   Onları umursamadan düşünmeye çalıştım. Doğal olarak abilerinde bir element yoktu, başka element yoktu zaten. Kopyası vardı belki, o da ufak bir ihtimaldi ama. Ben element sahibi olmak için yetiştim... Aslında bir elemente sahip olması mı bekleniyordu? Hatırladığım kadarıyla onun da saçları Locus kadar olmasa da siyahtı, suratını göremediğim için bir şey diyemiyordum ama. Abileri olduğunu düşünürsek ya genetik bir sebepten dolayı bu kadar siyahtı ya da onda Gölgenin bir kopyası vardı. Ayrıca tam hatırlamasam da elementini alırım tarzında bir şey demişti Locus'a. Belki de elementlerle ilgili bir sorunu falan vardı?

   Demon'un bana seslenmesiyle düşüncelerimin arasından ayrıldım ve yanına gittim.

   Mutfağa girdiğimde masada bir defter vardı. Ah, dün gece beni uyandırıp kafa patlattığımız defterdi bu. Tabii, o yüzden bu kadar çok uyumuştum. Gece uyumamama rağmen ne bekliyordum ki, erken kalkmayı falan mı?

   "Tost yaptım." diyerek elindeki tostlardan birini bana uzattığında aldım ve teşekkür ettim. Beni düşünmesine bile şaşırmıştım ben.

   "Hayret, bana da bir şeyler yapmışsın." dediğimde masaya oturdu ve defteri önüne çekti.

   "Şu anda benim için bilgi kaynağısın, rüyanı unutmaman lazım yani bana gördüğün her şeyi teker teker söyle."

   "Emredersiniz kaptan." diyerek yanına oturdum ve tosttan bir ısırık aldım. Okul'da kendime yaptığım tostlara benziyordu genel olarak. Tek fark malzemelerin tadıydı ama onun aynı olmasını da bekleyemezdim zaten. Farklı bir bölgedeydik sonuçta.

   Kafamda cümleleri toparladıktan sonra anlatmaya başladım.

   "Öncelikle Lexy, Locus'a gitmemesi için yalvarıyordu. Ondan sonra Locus yanından ayrıldı, abileri devreye girdi. 'Ben element sahibi olmak için yetiştirildim, siz element sahibi olmak için doğdunuz' diyerek onun yanlarından ayrıldı. Öncesinde Lexy abisine bağırıyordu. Hatta bir yerde Locus ölse ne yapacaksın demişti sanırım. Janus da cevap olarak-"

   "Janus?" Demon şaşkın bir şekilde bana döndüğünde aynı şekilde ben de ona bakıyordum.

   "Janus?" dediğimde elini suratına vurdu ve "Janus dedin ya Lia." dedi. Biraz düşündükten sonra heyecanla ona döndüm.

   "Abilerinin adıydı bu." dedikten sonra devam ettim. "Cevap olarak elementini alacağını söyledi sonra o cümleyi söyleyip gitti. Hepsi gidince Locus geri döndü. Lexy'ye bir zarf ve bir kimlik verdi. Lens takmasını ve saçını boyatmasını söyledi. Ona bir kimlik uzattı ama tam adını söyleyecekken uyandım işte." Derin bir nefes aldım ve tosttan bir ısırık daha aldım. Bu sırada Demon hızlıca söylediklerimi not alıyordu. 

   Tahmin ettiğimden daha kısa bir sürede bitirip defteri önüme itti ve bir şey unutup unutmadığını sordu. Tostu yemeye devam ederken defterdekileri okumaya başladım.

   •Janus: Locus ve Lexy'nin abisi.
   •Janus Gölgeyi almak istiyordu. Büyük ihtimalle babası tarafından eğitildi ama ikizler doğunca kenarı atıldı. (Büyük ihtimalle bu sebep yüzünden Locus'tan pek hoşlanmıyor.)

   •Lexy dördüncü bölgede yaşıyor.
   •Adı farklı ve aynı şekilde görünüşü de Işığın sahibine benzemiyor.
   •Locus Lexy'ye yardım ediyor.

   Okumayı bitirip Demon'a döndüm ve eksik bir şey gözüme takılmadığını söyledim ama nereden yaptığını anlamadığım çıkarımlar vardı. Mesela Janus'un kenara atılması gibi ama mantıklı olduğu için üzerine çok düşünmedim. Demon'un kafasında hikaye kurup tamamlamadaki yeteneğine hayrandım.

   Oğlunu element sahibi olarak yetiştiren ama diğer çocuklar doğunca kenarı atan bir baba, sebeple kardeşlerinden nefret eden bir abi, ikizini korumak için onu terk etmek zorunda kalan element sahibi...

   Başlarına geldiğine inanamadığım şeyler yaşıyorlardı ve bu çok korkutucuydu. Eğer abim olsaydı ve benden nefret etseydi kendimi çok kötü hissederdim.

   Tostumu bitirdiğimde Demon ayağa kalktı ve içeriye doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada beni de çekiştiriyordu her zamanki gibi.

   Salona girip masanın üzerine defteri bıraktığında başta Vita olmak üzere bu ne der gibi bakıyorlardı. Vita defteri alıp incelemeye başladığında Demon onurlu bir şekilde elini beline koymuş tostunu yiyordu.

   "Yerlere kırıntı dökeceksin git mutfakta ye!" Luca öfkeyle oturduğu yerden kalkıp Demon'un üzerine doğru geldiğinde Demon arkama geçip yemeye devam etti. Gerçekten onun gibi bir devenin benim arkama geçmesi çok işe yaramıştı, hiç gözükmüyorsun ve çok güzel korunuyorsun Demon, tebrikler.

   "Edindiğimiz bilgiler bunlar yani öyle mi?" Vita defteri kaldırıp bize sorarcasına baktığında Demon'un yanından uzaklaştım ve Vita'yı onayladım.

   "Hâlâ çok az bilgiye sahibiz. Bu kadarı yeterli değil, Gölgeyi nerede bulacağız şimdi?" Casia umutsuz bir şekilde arkasına yaslandı ve derin bir iç çekti. Bu konuda haklıydı, nerede bulacaktık Gölgeyi? Hadi bir şekilde Işığı halletsek de dünyanın bir ucundan diğer ucuna ışınlanan birini bulmak biraz imkansızdı. O bizi bulursa ayrı tabii.

   "O zaman uzunca bir süre araştırma yapmamız gerekecek, değil mi?" Felix isyan edercesine yanında oturan Jade'e yaslandığında Jade onu başıyla onayladı. 

   Uzunca bir süre araştırma...

---

   Buraya geleli neredeyse bir hafta olmuştu ama hâlâ adam akıllı bir bilgiye sahip olamamıştık. her gün kütüphaneye veya okula gidiyor, Lexy'ye benzeyen birini arıyor ama umutlarımız tükenmiş bir şekilde geri dönüyorduk. Ayrıca burada dedikodular da artmaya başlamıştı. Yoldan geçerken bile insanların bize bakarak fısıldadığını duyabiliyordum. Genel olarak insanların olmadığı yerlere gitmeye çalışıyor, çok kişi gezmemeye özen gösteriyorduk. Özellikle Jade dışarıya çıkmıyordu çünkü fiziksel özellikleri onu çok ortaya çıkartıyordu. Normal insanların tenlerinin onunki kadar açık ve saçlarının beyaz, bazı tellerinin açık mavi, olmadığını bilmek için dahi olmaya gerek yoktu. Boya gibi de durmadığı için onu göz önünden uzak yani evde tutuyorduk. Demon çıkmadan önce de elementini kullanmadığından emin oluyordu böylece gözleri gri olmuyordu. Casia ve Vita hakkında yapabilecek bir şey yoktu.

   En son Demon'la yazdığım deftere bir şeyler ekleyememiştik. Zaten o defterdeki şeyler de bir ayda bulduğumuz şeylerdi. Bunun yanı sıra hissi uykumda kullanamıyordum uzun süredir. Bu iyi bir şey gibi görünse de Gölgenin yani Locus'un yakınlarda olmadığı sonucuna varıyorduk eninde sonunda. Onu bulmaya çalıştığımız için de pek güzel bir bilgi değildi bu.

   Günlerdir değişen bir şey olmamıştı. Her zamanki gibi salonda oturmuş bir şeyler düşünüyorduk. Elimizdeki bilgileri birleştirmeye çalışıyorduk ama başarılı olamıyorduk. Locus'un abisi olan Janus şu anda neredeydi mesela? Locus onun yerini biliyor muydu? Aynı taraftalar mıydı? 

   Kapının çalmasıyla düşüncelerimin arasından sıyrılıp bakışlarımı kapıya yönelttim. Herkes burada değil miydi zaten?

   Aramızda kapıyı ya Luca ya da ablası açacağı için yerimden hareket etmedim, bunun üzerine zaten ayakta olan Luca kapıya doğru ilerledi. Buradan koridorun ucu gözükmediği için net bir şey söyleyemiyordum ama hepimiz sessizleştiği için ne dediklerini duyabiliyordum.

   "Ah, söylenenler doğruymuş gerçekten de dönmüşsün." Bu bir kız sesiydi ve aşağılayıcı gibi duyulmamıştı. Daha çok mutlu ve heyecanlı gibiydi.

   "Evet ama sen?" Luca'nın sesinden anladığım kadarıyla o da bu kızın kim olduğunu bilmiyordu.

   "Lena abla beni tanıyor, onun eski öğrencisiydim ben. Adım Linda." Kızın bu açıklaması üzerine daha fazla ayakta kalmak istemediğim için bana en yakın olan boş yere hızlıca oturdum.

   Birkaç dakika sonra Luca kızı içeriye davet ettiğimde tedirgin olmuştum çünkü bizim Lena ablayla kalmamız ve Luca'nın arkadaşı olmamız ihtimali bile yeterince şüphe çekiciydi, birinin bunu doğrulaması ne kadar doğru olurdu bilemiyordum.

   Lena abla hızlıca içeriden buraya geldiğinde Luca ve kız çoktan yanımıza gelmişti. Adının Linda olduğunu öğrendiğim kıza daha dikkatli baktığıma gözlerinin Vita'nınki kadar olmasa da mavi olduğunu gördüm, saçları da açık kahverengiydi. Ayrıca boynunda bir kolye olduğunu fark ettim ama kolyenin ucunu göremiyordum çünkü içindeydi. Zaten boynundaki saçlardan zar zor görebilmiştim kolyeyi. Saçlarının ufak bir kısmı salık, gerisi tepeden topuz şeklindeydi ve salık olan kısımlar neredeyse kalçasına kadar gelmişti. Saçları benden uzun desem yeriydi yani. Kıyafetleri de birbiriyle çok uyumluydu. Altında beyaz ve geniş bir kot pantolon, üzerinde de koyu yeşil, dar bir tişört vardı. Koltuklardan birinde duran beyaz ceket de ona aitti tahminimce. 

   Lena abla kıza sarıldıktan sonra kız Jade'in yanına, Lena abla da benim yanıma geçti. Aslında onun Jade'in yanına geçmesi ne kadar sağlıklıydı bilmiyorum çünkü ona yaklaşınca bile içim ürperiyordu benim. Korkutucu olduğundan değil, buz gibi olduğundan. Bu havada çok anlaşılmaması için dua ettikten sonra derin bir nefes aldım.

   Lena abla ondan açıklama beklediğimizi fark etmiş olacak ki "Linda benim öğrencimdi." diyerek kısaca bağlantılarını açıkladı. "Elementlere karşı düzgün bir görüşe sahip olan nadir kişilerden. Luca sen gittiğinden beri her gün onunla konuşurum, her gün evime gelir." diye devam ettiğinde Linda kibarca gülümsedi. "Ama birkaç gündür gelmiyor." Lena abla sebebini sorarcasına kıza baktığında kızın suratından pişmanlık okunuyordu.

   "Kusura bakmayın, Luca'nın geri döndüğü dedikodularını duyunca rahatsız etmek istemedim. Sanırım birkaç arkadaşla geri dönmüş." Bizden bahsettiğini belli edercesine göz ucuyla bize baktığında yutkundum. "Tanıştığımıza memnun oldum." Gülümsemeye devam ederek bu defa saklama gereği duymadan bize döndüğünde derin bir nefes aldım. Umarım bizim hakkımızda da dedikodular çıkmamıştır.

   Kızın bu cümlesi üzerine Vita teker teker herkesi sadece adını söyleyerek tanıttığında Linda gülümseyerek yanındaki Jade'e döndü. "Daha önce hiç böyle bir saç rengi veya ten rengi görmemiştim. Gözlerin de çok açık bir mavi." dediğinde panikle Jade'e döndüm. O da ne diyeceğini bilemiyormuş gibiydi.

   "Şey, benim geldiğim yerde çok olmasa da var benim gibiler. Bu bir hastalık, sıcağa karşı dayanıksızım sebebini bilmiyoruz ama genetik. Annemde de vardı aynı sorun." Jade'in bu kurtarması üzerine tuttuğumu fark etmediğim nefesimi verdim. Neredeyse yakalanıyorduk.

   "Buzun sahibi değil misin yani?" Tam sakinleşmişken Linda'nın bu sorusu üzerine tekrardan panikledim. Ayrıca Jade de aynı durumdaydı, gözlerinden okunuyordu.

   Hepimiz sustuğumuzda sessizliği bozan kişi Lena abla oldu.

   "Linda, burada Lia dışında herkes element sahibi." diyerek açıkladığında Linda şaşkın bir şekilde ona bakıyordu, biz de aynı derecede şaşkınlıkla Lena ablaya.

   "Abla!" Luca öfkeyle karışık bir şaşkınlıkla ablasına döndüğünde ablası ne olduğu sorar gibi ona döndü. "Sen ne yaptığını sanıyorsun Zamanın sahibi bizimle değil farkında mısın?" Luca'nın bu tepkisi üzerine bu defa Linda araya girdi.

   "Bu harika, element sahibi olmanız yani. Merak etmeyin kimseye söylemem bana güvenebilirsiniz Mia ve diğer salaklar gibi değilim!" Ortamı yumuşatmak ve bize güven vermek için açıklama yaptığında ister istemez ona inanmamıştım. İçimden bir ses ona güvenmemi söylüyordu ama diğer ses ise bize ihanet edeceğini.

   "Çocuklar Linda gerçekten kimseye söylemez." Lena abla ona inanmamız için yalvarırcasına konuştuğunda derin bir nefes aldım ama hâlâ o kıza güvenmiyordum. En azından hissin sahibi olduğumu söylememişti.

   Aramızda beş dakika boyunca sessizlik olunca Linda ayağa kalktı "Ben iyi olup olmadığını öğrenmek için gelmiştim, sonra tekrar gelirim. Merak etmeyin, sırrınız benimle güvende." dedi. Bunun üzerine Lena abla her ne kadar kaması için ısrar etse de Linda evinde işleri olduğunu söyleyip gitti.

   Derin bir nefes aldım ve arkama yaslandım. Artık sırrımızı birisi biliyordu ve onun bunu bilmesi ne kadar doğruydu, bilmiyorum. Ona güvensem de kimseye güvenmemem gerektiğini uzun süre önce anlamıştım ben. Sanırım günlerimiz uzun bir süre böyle geçmeye devam edecekti.

---

   2 Hafta Sonra

   "Biz de her zamanki gibi liseleri dolaşalım bari." Demon'un bu teklifi üzerine onu onayladığımı belli ederek ayağa kalktım ve kapıya yöneldim. Buraya geleli iki haftadan da fazla olmuştu ama buna rağmen hâlâ doğru düzgün bir bilgi elde edememiştik. Bu gerçekten de canımı sıkmaya başlamıştı. Ayrıca Linda her gün geliyor, yardımcı olmaya çalışıyordu. Dışarıda olanlardan bahsediyor, okuldaki dedikodulardan -bizi ilgilendirenlerden- ve böyle şeylerden konuşuyordu. Dışarıdaki habercimizdi yani kısaca.

   Kapının önündeki askılıktan üstüme ceketimi aldıktan sonra dışarıya çıktım. Demon da peşimden gelip kapıyı kapattı. Düşününce, günlerdir yaptığımız tek şey gezmekti. Eğlenceli olsun ya da olmasın böyle şeylere çok alışkın biri değildim ben. Genel olarak evimde oturup kitap falan okurdum, okuyacak kitap kalmadığında da kütüphaneden kitap alır geri dönerdim. Kafe kafe gezen biri değildim. Sadece yalnız olduğumda da değil, Lorin ve diğerleriyleyken de o kadar çok gezmezdik. Merisa'nın gelip bok ettiği o alana giderdik, sonra odalarımıza. Bazen benim odama, bazen diğerlerinin odasına... Aramızda en çok gezen doğal olarak Rena'ydı. Rena sınır dışından gelmişti, ailesi hakkında bir şey hatırlamasa da en başında Okul'da değildi. Daha doğrusu bize ailesi hakkında bir şey hatırlamadığını söylese de. Lorin'in ihanetinden sonra kime güveneceğimi şaşırdığım için Rena'nın da düşmanımız çıkmasını falan bekliyordum. Zaten o yılandan başka  bir şey olmazdı. Albin, Marco ve Rena aramızda ihanet etmeye en yatkın olanlardı. Aslında Albin çok iyi biriydi ama Merisa'nın gelmesiyle birden onu korumaya başlamıştı. Bize gösterdiği iyi yanını onlara gösteriyordu. Mars'ın da pek farkı yoktu ondan, Merisa için benimle falan da kavga etmişti sonuçta. Lorin en azından bir süre de olsa yanımda durmuştu, Mars için onu bile söyleyemezdim.

   Asansör durduğunda ve kapısı açıldığında derin bir nefes aldım. Şu anda onları düşünmenin zamanı değildi diyemiyordum çünkü aslında tam da zamanıydı. Yakın bir zamanda onlarla yüzleşmek zorunda kalacaktık çünkü Işığı bulmamıza az kalmıştı, buna inanıyordum. Bütün şehri iki haftadır aralıksız geziyorduk. Ayrıca artık telefonlar asla çalışmıyordu. Normalde sadece hat çekmese de şu anda telefonlar açılmıyordu bile ve o yüzden tarihten de bihaberdik. En azından ben öyleydim çünkü diğerleri gün sayıyor olabilirdi. Zaten genelde tarihe bakan biri olmadığım için pek de sorun olmamıştı benim için. Sadece yanımda telefon gezdirmediğim için kendimi garip hissediyordum. Mesela acil bir şey olsa diğerlerine ulaşamayacaktım çünkü telefonlar açılmıyordu. Açılsa da ulaşamıyordum ama en azından psikolojik olarak rahattım o aralar.

   En son geçen hafta gittiğimiz lisenin olduğu tarafa doğru yürümeye başladık. Burada toplamda on tane lise vardı sanırım. Hepsi de ağzına kadar doluydu, nüfusu çok yüksekti ve bunaltıcıydı burası. Özellikle son zamanlarda telefonlar işlevini tamamen kaybettiği için insanlar sokaklara çıkmıyordu. Çıkarlarsa da olay falan oluyordu genelde, ellerine kartlarla sokaklarda dolaşıyorlardı. Bu tarz şeyleri görmeye alışık olmadığım için dehşet verici geliyordu bana. Kim bilir belki de burada normaldi bu şeyler. Okul'da asla böyle şeyler olmazdı, zaten neyden şikayet edilebilirdi ki orada? Burayı gördükçe orası daha da cennet gibi geliyordu. İnsanları bile Okul'dakinden daha beterdi, bana aylar önce etrafımdakileri sorsalar büyük ihtimalle küfür edip giderdim çünkü soran kişilerden bile nefret ediyor olurdum.

   Sessizce yürümeye devam ettiğimiz için rahat bir şekilde düşünebiliyordum ama tekrardan bir grup insanı bağırırken gördüğüm için dikkatim dağıldı. Evet, tekrardan. Son yedi günü hesaba katarsak beşinciydi bu. Her gün dışarıda olduğumuz için mi bilmiyorum ama sürekli bu tarz olaylar görüyordum.

   Demon'un durduğunu görünce ben de durdum ve o kargaşanın olduğu tarafa döndüm. Polisler ellerinde kartla bağıran insanları durdurmaya çalışıyordu ama onlar da isteksiz gibiydi. Sanki diğerlerine katılmak istiyordu her bir polis.

   "Bu bölge de solacak, Toprak bir an önce bulunmalı ve bu kargaşayı düzeltmeli!" diye bağırdı kadınlardan biri.

   "Toprak bunu engelleyemiyor." Karşısındaki polis her ne kadar elementi savunuyormuş gibi bir cümle kursa da aslında söyleme şeklinden belliydi Toprağı suçladığı. Daha çok Toprak o kadar beceriksiz ki bunu engelleyemiyor, onun suçu dermiş gibi söylemişti. Sahibiyle tanışana kadar da fikirleri değişmezdi bu kaz kafalıların.

   "Birinci bölgeye gitmeliyiz, bizi oraya transfer edin. Burada kalırsak öleceğiz!" 

   "Burası çürüyor! O koruduğunuz korkak başkan yardımcısı bizi terk etmek için hazırlanıyor değil mi? Birinci veya İkinci Bölge'ye gitmeliyiz derhal!"

   "Bunu biz ayarlamıyoruz."

   "O zaman ayarlayın, öleceğiz, bizim çocuklarımız var!"

   "Bencilce çocuk yapmayı bırakın da en azından türümüz tükendiği için ölelim, açlıktan değil!"

   Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı başka bir tarafa çevirdim. Buradaki insanlar ne yapacağını bilmiyorlardı ve onlara kızamıyordum. Burası çürüyordu, şehrin bir kısmına kadar gelmişti bu alan. İnsanlar göç ediyor ama yatacak yer bulamadıkları için sokaklarda kalıyorlardı. Oysaki herkes birbirine yardımcı olsa bu kadar kaos olmazdı belki. Ormanda yaşamayı deneyebilirlerdi ama bu defa da ormanları yok ederlerdi. Hayvanların yaşam alanlarına saldırırlardı çünkü insanlar böyleydi. Burada kaldığım iki haftada bunu anlamıştım ben, nereye gitsek mahvediyorduk. Dünyanın bu halde olmasının sebebi de buydu belki de ama asla bilemiyorduk çünkü kitaplar yok ediliyordu. İnsanların tarihini öğrenmeleri engelleniyordu.

   Demon'a ilerlemeyi teklif ettiğimde beni reddetmedi ve yürümeye devam ettik. Bu kargaşada bile çocukları okula gönderiyorlardı, zorla. Devamsızlıklarını dondurmak yerine inatla gönderiyorlardı. Eminim ödev de vermeye devam ediyor ve sınav da yapıyorlardı ama bu kaosta kim ders çalışabilirdi ki? Dünya'nın sonunun geldiğini bile bile kim matematik çalışabilirdi? Kim proje yapabilir, kompozisyon yazabilirdi? Hiç kimse. İnsanlar insanları yok ediyordu, en büyük ve çözülemeyen sorun da buydu zaten. Birbirimizin sonunu getiriyorduk ama kimse buna dur demiyordu çünkü belki de sonumuzu getiren kişiler dur deme yetkisine sahip olanlardı. Başkan yardımcısı gidip geliyordu sürekli ve büyük ihtimalle kendine kaçmak için bir yer hazırlıyordu, kendi halkını ve ona güvenenleri terk etmek için bir yer.

   "Çok korkunç, değil mi?" Demon'un bu sorusu üzerine başımı onaylayarak salladım. Her şey çok korkunçtu ve biz bunu çözemezdik.

   "Büyüklerin bile çözemediği sorunları bizim gibi birkaç çocuk nasıl çözecek?" Bu konuyu son zamanlarda çok dile getiriyor ve sanırım morallerini bozuyordum ama elimde değildi. Birinin bana gelip mantıklı ve inanacağım bir açıklama yapmasına ihtiyacım vardı ama bunu yapabilecek kimse yoktu ortalıkta. "Elementlerle yaşlar da aktarılıyor falan filan, hikaye bunlar Demon. Siz daha çocuksunuz, olgunluk aktarılsa da siz hâlâ çocuksunuz. Gençliğinizi yaşamaya hakkınız var neden bunlarla uğraşmak zorundasınız?"

   "Lia, bizimle geldiğine pişman mısın?" Şaşkın bir şekilde Demon'a döndüm. Yüzünde belirgin bir üzüntü vardı, hayal kırıklığı vardı.

   "Hayır, asla. Sizinle geldiğim ve belki de son anlarımı sizinle geçirdiğim için ne kadar mutluyum bilemezsin. Sadece bunun adil olmadığını söylüyorum."

   "Bu dünyada hiçbir şey adil değil." Bu cevabı üzerine susma kararı aldım. Ne zaman konuşsam birilerinin keyfini kaçırıyordum son zamanlarda. Olaylara çok fazla negatif bakıyordum ve bunu belirtiyordum fakat elimde olan bir şey değildi. Belki de düşündüklerimi söylemesem daha iyi olurdu çevremdeki herkes için. Zaten dileği almam için yanlarındaydım, başka bir şey için değil. Bana ne kadar iyi davranırlarsa davransınlar sonuç benim dileği almam ve bir daha onlarla konuşmamam olacaktı.

   On dakikalık sessiz bir yürümeden sonra liseye gelmemizle yutkundum. İçerisi yeniden öğrenci kaynıyordu ve bizim kimliklerimiz olmadığı için kayıt olamamıştık. Gizli bir şekilde girmemiz gerekiyordu, her zamanki gibi saklanarak yaşamalıydık. Üniformamız da yoktu o yüzden çok göze batacağımızı düşünmüştüm buraya ilk gelişimde ama okulda üniforma giyenler daha çok göze batıyordu. Okula asla uygun olmayan şekilde giyindikleri için biz günlük kıyafet giyerek gayet de rahat bir şekilde girebiliyorduk. Ders saatlerinde bahçeye çıkıyor, kameraların veya insanların görmediği bir yere geçip oturuyorduk. Teneffüslerde de içeriye giriyor sınıfları falan dolaşıyorduk, gözümüze biri çarpsın diye. Şu ana kadar fark edilmememizin sebebi de müdürün işinin başından aşkın olmasıydı tahminimce. Şehirde bir başkan veya yetkili yoktu o yüzden alt makamda olanlar bile şu anda üst sayılıyordu. Müdürler bile şehri yönetmeye çalışıyordu. Tam bir kaos hakimdi burada ve kimse buna engel olamıyordu.

   İçeriye girdiğimizde dersin başlamasına daha vardı o yüzden sınıfları gezmeye başladık, her zamanki gibi.

   En üst kattan başlıyorduk aramaya, böylece alt kata zil çaldığı an inebilirdik ve yakalanmazdık. Asansörü de kullanamadığımız için merdivenler tek seçeneğimizdi. Aslında Demon da bir seçenekti ama ne yazık ki burada uçan birini gördüklerinde neler yaşanırdı, bilmek bile istemiyordum.

   On ikinci sınıfların bulunduğu en üst kata geldiğimizde derin bir nefes aldım. Önce A şubesinden başladık. Sınıfa girmeden bir göz attığımızda yine herhangi şüpheli biri yoktu.

   Sırasıyla diğer şubelere de baktık fakat herhangi şüpheli birini göremedik.

   Zilin çalmasıyla ikimiz de hızla alt kata indik ve bahçede kameraların ve insanların kör noktası olan kısma gittik. İki tane ağaç vardı ve ikisi de eğikti o yüzden yapraklarını iterek oraya giriyor ve zil tekrardan çalana kadar oturuyorduk. Sonra kimsenin bizi görmediğinden emin olarak çıkıyor ve aramaya devam ediyorduk. Bu lise favori lisemdi bu bölgede. Sırf o kısım yüzünden favorimdi çünkü gerçekten de çok hoş bir yerdi. Ağaçların arkasında bizim olduğumuz yerde bizi kapatan birkaç sarmaşık da vardı ve çiçekler de vardı. İnsanlar buraya nasıl gelmemişti anlamamıştım. Yasak falandı sanırım ama bu yasak bizim için geçerli değildi. Öğrenci değildik sonuçta.

   "Her geçen gün ümidimi daha da kaybediyorum." Derin bir çekip kendimi yere attığımda Demon da beni onaylayarak yanıma oturdu.

   "Belki de yanlış yerde arıyoruz." Bu da gayet mantıklıydı, sonuçta okula gitmiyor ve evinden çıkmıyor bile olabilirdi. Saklandığı biri vardı Lexy'nin. Tabii ki de çıkmayacaktı.

   Derin bir nefes aldım ve toprak kokusunu içime çektim. Burası bana Okul'u hatırlıyordu. En azından bu küçük alan.

   "Hey!" Birinin yaprakları kenarı çekip bize seslenmesiyle panikle ayağa kalktım. Daha önce hiç kimse bizi bulmamıştı, daha yeni mi fark etmişlerdi? "Siz burayı nereden biliyorsunuz bakayım?" Sarışın bir kız içeriye daldığında Demon da ayağa kalktı. Kızın saçları sapsarı, gözleri de anlamsız bir şekilde sarıydı. Yoksa...

   Demon'a döndüğümde onun da şaşkın bir şekilde kızı izlediğini gördüm. Lexy'i bulmuş muyduk? Hayır, daha karar vermek için çok erkendi. Kızın ten rengi çok açık, neredeyse Jade'inki kadar açıktı. Ama soğuk gibi gözükmüyordu. Saçları açık sarı ve gözleriyle aynı renkteydi. Üzerindeki kıyafetlerin de açık tonlarda olması onu neredeyse tamamen Işığın sahibi yapıyordu.

   "Şey, biz bir süredir burada kalıyoruz. Dersleri falan ekiyoruz anlayacağın." Demon elini başının arkasına koyup kıza baktığında kız elini beline koydu ve gülümsedi.

   "Güzel, dersleri ekerken benimle burada kalacak arkadaş buldum demek ki." Yanımıza gelip oturduğunda Demon'la birbirimize baktıktan sonra evet dercesine başını salladı ve kızın karşısına oturduk.

   "Ee, isminiz ne?"

   "Ben Demon, bu da Lia." Demon ikimizi de kısaca tanıttıktan sonra kız elini uzattı ve "Amara." dedi. Bu ismi ilk defa duyduğum için biraz şaşırsam da bir şey demedim, farklı bir bölgedeydik sonuçta.

   Ben bir şey demesem de Demon "İsmini ilk defa duyuyorum." dediğinde ister istemez onayladım.

   "İsmimi abim koydu, sonsuzluk gibi bir anlamı vardı sanırım. Zaten çok bilinen bir isim değil, daha adaşımı hiç görmedim." Heyecanla anlatmaya başladığında ona hemen elementlerle ilgili bir şey sormak istesem de konuya böyle girmek belki de onu korkutabilirdi, sonuçta onu arayan bir babası vardı. "Burası çok güzel değil mi? Sanki Toprak ruhu buradaymış gibi." Bu cümlesi üzerine kendimi biraz garip hissediyordum. Ayrıca heyecanlıydım da.

   "Şu anda sadece Elektriğin yeri biliniyor, çok kötü bir durumdayız." Demon konuya direkt girdiğinde sessizce onları izlemenin benim için en iyisi olduğunu düşünerek sustum.

   "Evet, gerçekten de öyleyiz. Aslında ondan bu kadar nefret etmek yerine gücünü bizim iyiliğimize kullanmayı öğrenseler böyle olmazdı belki de. Anlamsız bir nefret yüklüyorlar, sanki onun elindeymiş gibi." Derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. Her geçen saniye onun Işığın sahibi olması ihtimali kafamda artıyordu.

   "Bu konuda sana katılıyorum. Özellikle Işık ve Gölge zaten kayıpken diğerlerinin üzerine gitmelilerdi." Demon anladığım kadarıyla sert bir şekilde konuya girmeye ve ondan laf almaya çalışıyordu. Bu ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama insanlarla ilişki bakımından o çok daha iyiydi o yüzden susmaya devam ettim.

   "Acaba nasıl kayboldular? Sonuçta element bu, belli bir yaşta alınıp verilir. Kaybolması imkansız değil midir?"

   "Sahiplerini kaçırdılar ve yaşları geldiğinde kendileri seçtiler yenilerini belki de."

   "Ama element sahibi olmayan birine element verilebilir mi ki?

   "Neden olmasın?"

   "Bu onun için zararlı olur."

   "Eğer bu fikir üzerinden yürürsek elementlerin sahibi kaçıran biri yeni sahibin iyiliğini düşünmez bence."

   "O da doğru."

   Aralarındaki sohbet biraz hararetlenmeye başladığı için olduğum yerde ecel terleri dökmeye başlamıştım. Işığın sahibiyle kavga etmemiz çok büyük bir sorun olurdu ama anladığım kadarıyla sadece konuşuyorlardı.

   "Sence ne zaman bulurlar?"

   "Neyi?"

   "Işığın sahibini." Demon'un bu sorusu üzerine yutkundum ve Amara'ya döndüm. Yüz ifadesi bile bize bir ipucu olabilirdi ama yıllardır oynadığı rolünü çok iyi oynuyor da olabilirdi.

   "Bence bulamadan öleceğiz. Şehrin bile bir kısmı çürümeye başladı, en güvenli yer çürüyor." Amara iç çekip uzaklara daldığında Demon'u daha fazla üzerine gitmemesi için dürttüm. Sonuçta laf almaya çalışırken kızı kendimizden soğutmayı hiç istemezdik.

   Aramızda sessizlik olduğunda bir şey demem gerektiğini düşündüm ama benim diyeceğim herhangi bir şey durumu daha da kötü yapabilirdi. Kız hakkında daha çok bilgi almamız gerekiyordu ki istediğimizde bulabilelim.

   "Aslında telefon numaranızı falan isterdim ama telefonlar şu anda boş kutudan başka bir şey değil. Yarın buluşmak ister misiniz? Bildiğim güzel bir kafe var." Amara'nın bu teklifi üzerine heyecanla Demon'a döndüm. Demon bu fikri onayladığında sevinçten çığlık bile atabilirdim çünkü Işığın sahibini bulmuştuk, büyük ihtimal.

   "Yarın okulun önünde buluşalım buradan gideriz." Onu onayladığımızda zilin çalmasıyla Amara ayağa kalktı ve üstünü düzeltti. "Bundan sonraki dersimde sınav olacağız, kaçırırsam sıfırı yerim o yüzden gidiyorum. Görüşürüz!"

   "Başarılar." Amara buradan çıkıp normal bir şekilde binaya girdiğinde Demon'a döndüm.

   "Onu bulduk Demon!" Ben her ne kadar heyecanlı olsam da onun neredeyse hiç heyecanlı olmadığını fark ettim.

   "Sanmıyorum. Işık burada saklanacak, herkese kendini göstermeyecek. Bence o değil." Demon'un bu fikri üzerine biraz düşündüm. Aslında haklıydı ama belki de herkes böyle düşüneceği için böyle geziyordu Amara.

   "Herkesin senin gibi düşünmesini istediği için böyle geziyor olamaz mı? Hem, sarı göz doğal değil." Demon başını iki yana sallayıp sustuğunda ben de susma kararı almıştım. Bugün anlamadığım bir şekilde çok durgundu ama üzerine gitmek istemiyordum. Söylemek istese söylerdi herhalde değil mi?

   Birkaç dakika ikimiz de bir şey demediğimiz için kendimi kötü hissediyordum. Normalde zille birlikte bizim de etrafa bakmamız gerekirdi ama zaten bulduğumuzu düşündüğüm için kalkmamıştım. Madem Işığı bulmuştuk ne diye burada oturmaya devam ediyorduk?

   "Demon, bugün biraz durgunsun bir şey mi oldu?" Bu sorum üzerine bakışlarını bana çevirdi e derin bir nefes aldı.

   "Hiç sormayacaksın sandım. Seninle en son konuşmamız üzerinden iki hafta geçti ve hâlâ bize güvenmiyorsun Lia. Bana iyi olup olmadığımı sorarken bile tereddüt ettin." Gözlerindeki hayal kırıklığını gördüğümde derin bir nefes aldım. Onlara böyle hissettirmek elimde değildi. "Şu an bile bana cevap vermeden önce düşünüyorsun." 

   "Elimde değil, gerçekten. Size güveniyorum hem de kimseye güvenmediğim kadar. Ben... Haklısın. Sonuna kadar haklısın ama nasıl davranmam gerektiğini bilmiyorum ki ben. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum." Gözlerimi kaçırdığımda Demon'un iç çekişini duydum.

   "Sorun değil, eninde sonunda güvenirsin. Senin suçun da değil zaten, hepsi Lorin ve Mars denen heriflerin başı altından çıktı."

   "Teşekkür ederim." Neden bilmiyorum ama cesaret edip yanına yaklaşıp başımı omzuma yasladım. Bir süre böyle kalmak istiyordum.

   "Sonuçta bir kere takıldın peşimize, üzgün görmek istemeyiz seni. Ayrıca şu negatif duygularından da kurtul artık. Hep negatif negatif." Kendi kendine söylenmeye başladığında güldüm ve cevap verdim.

   "Elimde değil."

   "Zaten bir şey de elinde olsa şaşarım Lia." Söylenmeye devam ettiğinde sadece gülüp onu dinledim. Gerçekten de artık elimde değil demek bir bahane sayılmayacaktı. En azından Demon için. Bir süre daha burada kaldıktan sonra eve gidebilirdik, zaten kameraların izlediği bir yerden kaçmak çok riskli olurdu.

---

   "Ben de görmek istiyorum biz de gelelim ne olur!" Felix Demon'a yapışmış bir şekilde gelmek için yalvarıyordu ama ikimiz de bunun tehlikeli olduğunun farkındaydık. Felix'in dışarı çıkması sorun olabilirdi, Felix sorun çıkartabilirdi, Amara bundan rahatsız olup bizimle bir daha görüşmek istemeyebilirdi ve bunun gibi birçok ihtimal vardı.

   Demon yaklaşık onuncu defa Felix'i reddettiğinde Felix üzgün bir şekilde yanıma oturdu ve bu defa da bana yalvarmaya başladı.

   "Lia hadi sen beni kırmazsın değil mi?" Bana yalvarırcasına baktığında her ne kadar tamam gel demek istesem de bu mümkün değildi.

   "Üzgünüm Felix." Bu cevabım üzerine yüzündeki ona acımamı sağlayan ifade gitmiş, yerine öfke gelmişti.

   "Ben seni korudum ve bana yaptığın geri dönüş bu mu!" Neyden bahsettiğini anlamadığım için ona boş bir ifadeyle bakıyordum. Beni mi korumuştu? 

   Anlamadığımı farkına vardığında ellerini göğsünde birleştirdi ve duruşunu dikleştirdi. "Okul'da kütüphanedeyken diğerleri gelmemeni istemişti ama ben gelmeni istedim. Ayrıca sırf senin için sekiz yıllık arkadaşlarıma karşı çıktım." dediğinde gözlerimi devirdim. Ben böyle bir şeyi adam akıllı hatırlamıyordum bile, bu nereden aklına gelmişti?

   "Sence de biraz eskide kalmadı mı o?"

   "Çok kötüsün Lia bir daha seni korursam ne olayım!" Öfkeyle yanımdan kalktığında ben hâlâ gülerek ona bakıyordum. Küçük çocuk gibiydi Felix, sanki büyüyememişti. Şu ana kadar onu hiç ciddi bir şekilde görmemiştim. Beni korurken bile dalga geçiyor gibiydi, en azından öyle hatırlıyorum. Son zamanlarda kafam allak bullaktı. Evet, sürekli kafamın karışık olduğunu düşünüyordum ama gerçekten de öyleydi. Neyi ne zaman nasıl yaptığımı hatırlamakta güçlük çekiyordum. Düzgün hatırlayabildiğim tek şey geçen haftaydı, gerisi yoktu.

   Arkama yaslandım ve derin bir iç çektim. Şimdi sırada Gölge vardı, onu nasıl bulacaktık ki biz? Tahminimce o da birilerinden saklanıyordu ikizi gibi. Ayrıca abisi de biraz sıkıntılı bir tipti o yüzden ondan da kaçıyor olabilirdi. Lorin ve Mars, Locus'la birlikteydi. Hatta çok uzun zamandır birliktelerdi, en azından bundan emindim. Kesin bir bilgi olmasa da parçaları birleştirince ortaya bu çıkıyordu.

   Tekrardan derin bir nefes aldım. Sonuçta onlarla yüzleştiğimizde her şeyi anlatacaklardı, anlatmak zorundalardı. Benden nefret ediyor olabilirlerdi ama o kadar birlikte geçirdiğimiz yılların hatırına bir şeyler söylerlerdi bundan emindim.

   Felix Jade'in yanına geçip bana ters ters bakmaya başladığında tekrardan gülümsedim. Sanırım bana biraz kızmıştı.

   "Hadi artık uyuyun, özellikle Lia. Zaten çok uyuyan birisin yarın Işığın sahibini kaçırmak istemezsin." Lena ablanın seslenmesiyle onu onayladım. Haklıydı, çok uyuyan biriydim ve Işıkla olan buluşmamızı kaçırmak kıyametten farksız olurdu benim için. Kıyamet yakındı ama yarın olmasa benim için çok daha iyi olabilirdi.

   Ayağa kalkıp her zaman yattığım odaya gittim ve kapıyı kapattım. Bu küçük oda her geçen gün beni daha da boğuyordu ama bu konu hakkında kimseye şikayet edemezdim. Eğer uyuyabilmek istiyorsam ufak da olsa bir ışık olması gerekiyordu ve diğerlerini rahatsız etmek istemediğim için bu odadaki küçük masa lambası tek şansımdı. 

   Koltuğa kendimi attım ve gözlerimi kapattım.

---

   "Abi?"

   "Seni çok özledim."

   "Uzak dur!"

   "Locus!"

   Gözlerimi açtığımda sanki günlerdir uyuyormuşum gibi hiç uykum yoktu, kendimi çok enerjik hissediyordum. Bugün Lexy'yle buluşacağım için miydi? Belki de. En son bu kadar enerjik hissettiğimde element sahipleri için seçmeler olacaktı, bok gibi geçmişti ama her iyi hissettiğimde bir şeyler bok gibi olacak diye bir şey yoktu değil mi?

   Kendimi yataktan dışarı attım ve etrafa baktım. Lena abla her zamanki gibi bir pantolon ve bir kazak bırakmıştı odaya. Onun yanı sıra çorap falan da bırakmıştı ama onlar gereksiz detaylar olduğu için düşünme gereği bile duymuyordum.

   Hızlıca üzerimi değiştirdim ve Lena ablanın bıraktığı kıyafetleri giydim. Geniş paçalı ve siyah renkli bir kot ve soluk yeşil bir kazak bırakmıştı. Saçlarımı da gelişigüzel topladıktan sonra odadan çıktım ve salona gittim. 

   Salona girdiğimde Felix hâlâ uyuyordu ve Luca da ortalıkta yoktu. Vita ve Casia kitap okuyor, Jade bir şeyler karalıyordu. Demon da telefonuna bakıyordu. Evet telefonuna bakıyordu, simsiyah ekrana.

   Saate baktığımda çoktan on iki olduğunu gördüm. Buradan okula yürümemiz on beş dakika kadar sürse de yolda oyalandığımız için erken gitmemiz daha iyi olurdu. Demon da zaten hazır bir şekilde oturuyordu.

   "Günaydın." Seslenmemle şaşkın bir şekilde bana döndü.

   "Saat daha on iki nasıl uyandın sen?" diyerek benimle dalga geçince "Aman çok komik." diyerek geçiştirdim ve kapıya doğru yöneldim.

   "E hadi çıkalım neyi bekliyoruz?" diye sorduğumda beni onayladı ve telefonunu koltuğa fırlatarak yanıma geldi. 

   "Normalde hep ben seni çekiştirirdim." Ceketimi üzerime giydiğimde bu cümlesine ister istemez güldüm. "Ve bu hep böyle kalacak hadi gidiyoruz." diyerek beni kolumdan tutup çekiştirmeye başladığında gözlerimi devirdim. Zaten geliyordum, çekmesine gerek yoktu. Hem zaten onun kadar heyecanlıydım hatta ondan daha heyecanlı bile olabilirdim.

   Binanın dışına çıkarken sessizdik, ikimiz de tek kelime etmiyorduk. Heyecanlandığım için miydi? Hayır, ben zaten normalde konuşan biri değildim ama Demon'un bu sessizliği bir gün beni öldürecekti. Onun gürültücü haline alıştıktan sonra sessiz bir şekilde görmek beni mahvediyordu.

   Dışarıya çıktığımızda bu defa apartmanın bayağı bir yakınında insanların ellerinde kartonlarla oturduğunu, bazılarının bağırıp çağırdığını gördüm. Bu defa herhangi bir polis veya güvenlik yoktu, tek başlarına bağırıyorlardı. kimseyle kavga etmiyorlardı. Kartlar dünkü kartonlarla aynıydı. Zaten amaçları da dünküyle aynıydı büyük ihtimalle o yüzden değiştirmelerine gerek de yoktu.

   Gideceğimiz yönün tersinde oldukları için onlara sırtımı döndüm ve yürümeye başladım. Ortalığı ayağa kaldırarak neyi amaçlıyorlardı bilmiyorum ama bu kaostan başka bir şeye sebep olmazdı. Gerçi onları da suçlayamazdım sonuçta evleri başlarına yıkılıyordu. Yaşadıkları yer çürüyordu ve onlar bu konuda hiçbir şey yapamıyordu çünkü önüne geçilemezdi bunun. 

   On dakikalık bir yürüyüşten sonra fırınlardan birinden poğaça alıp kahvaltımı da yaptıktan sonra liseye gelmiştik. Tahminimce bire on falan vardı şu an.

   Birkaç dakika sonra Amara nefes nefese kalmış bir şekilde yanımıza geldi. Dizlerine kadar gelmeyecek ama kısa da sayılmayacak siyah bir etek giymişti. Üstüne de siyah bir kazak ve ceket almıştı. Dün dikkatli bakmadığım için mi fark etmemiştim bilmiyorum ama boynunda ucunu göremediğim bir kolye vardı, içinde saklıyordu kolyeyi.

   "Kusura bakmayın, uyuyakalmışım." dediğinde cevap olarak "Sorun değil zaten biz erken gelmiştik." dedim. Bunun üzerine gülümseyerek bana baktı.

   Gitmeyi teklif ettiğinde onu onayladık ve peşinden yürümeye başladık.

   Kısa bir yürüyüşten sonra bir kafenin önünde durduğumuzda bize burdan bahsettiğini söyledi. "İçeride kafenin sahiplerinin evcil hayvanları da var, umarım korkmuyorsunuzdur sormadım ama gerçekten çok tatlılar özellikle köpekleri var adı neydi acaba... Unuttum neyse çok tatlılar yine de." Heyecanla içeriye doğru ilerlediğinde biz de peşinden gittik. Benim hayvanlarla bir derdim yoktu ama Demon'u bilmiyorum. Umarım arası iyidir hayvanlarla. Aslında tam da köpeklerin saldıracağı tipten ama Amara çok uysalmış gibi anlattı hayvanları o yüzden belki de bir şey olmaz.

   İçeriye girdiğimizde tarif edemediğim bir koku yayıldı etrafa. İçerinin ferah hissettirmesini sağlıyordu bu koku her neyse.

   Amara masalardan birine oturduğunda biz de peşinden gittik. Duvar kenarına oturmuştu. Karşısındaki koltuğa oturduğumda Demon da yanıma geldi.

   "Ee, birbirimizi adam akıllı tanımıyoruz neden tanışmıyoruz." dediğinde bir şey demesi için Demon'a baktım çünkü böyle konularda pek iyi değildim. "Sizi daha önce hiç görmedim buralarda, hangi okuldasınız? Şehrin farklı bir bölgesinden mi geldiniz? Yoksa göç etmek zorunda falan mı kaldınız çok geçmiş olsun!" Arka arkaya sorularını sorup kendi kendine cevapladığında şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. Işığın sahibinin de kırık olması sanırım Vita, Jade ve Casia için büyük bir problemdi. Dua edelim de Locus öyle olmasın.

   Amara sipariş verirken Demon kulağıma eğilip "Sence element sahibi olduğumu söylemeli miyiz?" dediğinde başımı bilmiyorum dercesine salladım. "Eğer söylemezsek bize kendi elementini söylemez ama söylersek güvenebilir. Işığın sahibi olduğu kesin değil ama." deyince tekrardan onu onayladım. Kesin değildi, çok yüksek bir ihtimaldi ama kesin değildi ve bu her şeyi bozuyordu.

   Siparişleri verdiğinde garson yanımızdan ayrıldı. Bu sırada Demon hızlıca benden uzaklaştı ve boğazını temizledi. Sessiz bir şekilde "Biz aslında sınır dışından geliyoruz." dediğinde elimle yüzümü kapattım. Bilmiyorum demiştim söyle dememiştim.

   Amara heyecanlı bir şekilde bize yaklaştığında Demon devam etti. "Işığın sahibini bulmaya geldik. Elementlerin ona ihtiyacı var bizi o yüzden gönderdiler, Dileği çıkartmak için." Amara heyecanlı bir şekilde Demon'u dinlemeye devam ediyordu. "Ve sen ona çok benziyorsun." dediğinde Amara'nın suratındaki gülüş soldu. Bu kadar hızlı söylemememiz gerekiyordu neden söylemişti ki?

   Amara tam bir şey diyecekken birinin Amara'nın yanına oturmasıyla susmak zorunda kaldı.

   İlk başta gelenin kim olduğunu anlayamasam da daha sonra Linda olduğunu fark ettim. Amara'nın yanına oturduktan sonra gülümseyerek "Merhaba." dedi. Nefes alış verişinden anladığım kadarıyla bir sebepten dolayı koşmuştu. Bizi gördüğü için yanımıza mı koşarak gelmişti yoksa acil bir işi falan çıktığı için mi koşmuştu bilmiyordum ama her türlü biraz şüpheli gelmişti. Eğer bir buluşma için koştuysa neden bizimle oturarak zamanını harcamak isterdi ki?

   Demon Linda'ya karşılık olarak "Selam." dediğinde Amara Linda'yla arasındaki mesafeyi arttırarak duvara doğru yaklaştı. Rahatsız mı olmuştu Amara'dan? Aslında ben arkadaşlarımla konuşurken biri koşarak yanımıza gelip arkadaşlarıma selam vererek yanıma otursa ben de rahatsız olurdum. Belki de Amara tahmin ettiğimin aksine benim gibi biriydi, kim bilir.

   Linda panikle yanında oturan Amara'ya dönüp "Kusura bakma ben rahatsız etmek istememiştim. İstersen sandalye çekebilirim." diyerek ayaklandığında Amara Linda'yı kolundan tutu ve buna gerek olmadığını söyledi. Buna karşılık Linda kalktığı yere yeniden oturdu ve arkasına yaslandı. Nefesleri yavaş yavaş düzene giriyordu. Amara hakkında yanılmıştım benim gibi asla değildi çünkü eğer biri beni rahatsız ederse ben kesinlikle gitme teklifini reddetmezdim veya kibar olmaya çalışmazdım.

   "Ee bu kadar nefes nefese kalmanı gerektirecek şey ne?" Demon'un bu sorusu üzerine benim de merak ettiğimi belli edercesine başımı salladım.

   "Sizi okulun önünde gördüm ama birkaç arkadaşım geldiği için selam veremedim Amara'yla birlikte bir yere gittiğinizi görünce ben de onun gittiği her yere teker teker baktım." Nefeslerinin düzenli olmamasına rağmen bunları tek bir nefeste söylediğinde şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. Bu kadar cümleyi tek nefeste söylemek normal miydi?

   Derin bir nefes alıp aşağı doğru kayan gözlüğünü yerine geri kaldırdı. Linda'yı en son Lena ablanın evinde gördüğümde gözlük taktığını hatırlamıyordum, belki de ben dikkat etmemiştim. Hem Lena ablanın evine giderken gözlük takmasını gerektirecek bir durum yoktu ve takmaya gerek duymamıştı belki de.

   "Şey, benden rahatsız olduysanız gidebilirim." Linda eliyle kulağının önündeki saçla oynamaya başlamıştı.

   "Hayır, sadece birden gelmene şaşırdık." diyerek cevap verdiğimde saçıyla oynamayı bıraktı. Saçı bu defa yarım toplu değildi, tamamen topluydu ama yüzünün iki tarafına düşen saçlar vardı. Kıyafetlerini tam göremesem de üzerindeki açık kahverengi ceket ve beyaz tişörtüyle gözlükleri çok uyumlu duruyordu. Belki de güzel durması için gözlük takmıştı?

   Amara'nın sessizleştiğini fark ettiğimde ona doğru döndüm. Linda'ya nefret kusarcasına bakıyordu ama bir şey söylemiyordu. Sanki o buradayken konuşmak istemiyormuş gibiydi. Ayrıca Linda da bunu fark etmişti büyük ihtimalle ama bir şey demiyordu. Aralarında bir şey olmuştu da o yüzden mi böylelerdi? Belki de Linda'nın bizi görünce bu kadar koşmasının sebebi de buydu, onunla arkadaş olmamızdan ve sohbet etmemizden rahatsız olmuştu ve bizimle konuşmaya gelmişti. Eh, kavga sebebine göre değişirdi o yüzden ikisinin de üstüne şu anda gitmek yanlış olurdu.

   Demon sessizliği "En son Işıktan bahsediyorduk." diyerek bozduğunda Amara rahatsız olmuş bir şekilde ayağa kalktı ve Linda'nın önünden ben daha ne olduğunu anlayamadan hızlı adımlarla kafeden çıktı. 

   Şaşkın bir şekilde Demon'a döndüğümde omzunu silkti ve Linda'ya döndü. "Linda, aranızda bir şey falan mı oldu?" Benim de merak ettiğim o soruyu sorduğunda Linda işaret parmağını dudağının altına koyup gözlerini kıstı ve düşünmeye başladı.

   Birkaç saniye sonra ne olduğunu bulmuş olacaktı ki heyecanla bize döndü ve anlatmaya başladı.

   "Ben okulda çok olmasa da popüler biriyim. Gerek ders notlarım gerek arkadaş çevrem, beni tanırlar yani. Hatırladığım kadarıyla bir süre önce benim arkadaşlarımdan bazıları birilerine zorbalık yapıyordu ve bunu öğrendiğimde tabii ki de birilerine bir şeyler yapmalarını engelledim. Hâlâ onlarla arkadaşım ama artık kimseye bulaşmadıklarından eminim. Amara da sanırım benimkilerin kavgalı olduğu bir arkadaş grubundandı o yüzden benden pek hoşlanmıyor." Bu açıklaması üzerine ne olduğunu tam olarak anlamasam da pek üzerinde durmadım.

   Demon öfkeyle karışık bir şekilde iç çekip arkasına yaslandı ve Linda'ya döndü. "Onunla Işık hakkında konuşacaktık, bir şeyler biliyor olabilir ve ne kadar ihtiyacımız olduğunu biliyorsun." Linda'ya çıkışması üzerine Linda da sessiz kalmadı.

   "Ben de elementler hakkında bilgiye sahibim. Yardımcı olabilirim hem sizi daha çok tanıdığım e ondan daha güvenilir olduğum aşikar." Linda kollarını göğsünde birleştirip gözlerini kısarak Demon'a baktığında Demon gözlerini devirdi.

   "Tamam da onun Işığın sahibi olma ihtimali vardı." Demon'un bu savunması üzerine Linda cevap olarak "Gördüğünüz her sarışına ihtimal verirseniz işiniz yaş sizin." dedi. Ona karşı çıkamazdım çünkü iyi bir noktaya değinmişti.

   Bu işin sonunun kavgaya dönüşmesinden korktuğum için araya girmek istiyordum ama ne yazık ki bunu yapacak cesaretim yoktu. Mutlaka bir taraf tutmam gerekirdi ve ikisini de yalnız bırakmak istemiyordum.

   "Tamam da kızın gözleri de sarıydı."

   "Ee ne olmuş gözleri sarıysa? Lens diye bir şey icat edildi!"

   "Kim sarı lens takıp dikkatleri üzerine çekmek ister ki?"

   "Bilmiyorum belki de diğer kullanıcıların onu bulmasını bekleyen Işığın sahibi."

   "Sence kendisini saklamak isteyen biri bu kadar açık verecek kadar salak mı?"

   "Kendini saklamak istediği ne malum?"

   Onlar sözlü bir şekilde tartışmaya devam ederken garsonlardan biri masamıza gelip kahvelerimizi bıraktı. Garsonun gelmesiyle sonunda ikisi de sessizleşmişti.

   Demon kahvelerden birini önüne çekip içemeye başladığında gözleri hâlâ Linda'nın üzerindeydi. Aynı şey Linda için de geçerliydi, kahvesinden öfkeyle birkaç yudum alırken dik dik Demon'a bakıyor ama bir şey söylemiyordu.

   Demon homurdanarak "Sende çok garip bir şey var." dediğinde Linda gözlerini devirdi ve kahvesini içmeye devam etti.

   Bu konunun daha fazla uzamasını istemediğim için her ne kadar istemesem de aralarına girip konuya açıklık getirmem gerekiyordu ve ben bunu biliyordum. Kahvemden bir yudum alıp bardağı önümden biraz uzaklaştırdım. "Kavga ederek bir yere varamayacağımızı biliyorsunuz umarım o yüzden bu konuya değinmeyeceğim bile. Işığın sahibinin kendini gizlemeye çalışması hakkında Linda haklı ama bütün sarışınları listemize ekleme konusunda da biz haklıyız Linda. Üzgünüm ama Işığın sahibini bulmanın tek yolu bu, önce sarışınlardan emin olmalıyız." Ayrıca his sayesinde Lexy'nin buradaki adını öğreneceğiz en yakın zamanda, umarım. Bunu da söylemek istesem de şu anda ona daha fazla bilgi sızdırmak çok tehlikeliydi. Her ne kadar Lena abla ona güvense de ben güvenmiyordum, güvenemiyordum. Tanımadığım birine nasıl güvenebilirdim ki?

   Linda derin bir iç çekip "Kusura bakmayın biraz üzerinize gittim sanırım." dedi. "Ama bu işten kurtulmanız bu gidişle imkansız. Dilek'e sahip olamadan ölüp gidersiniz bu hızda ilerlerseniz. Onu bulmanın daha kesin bir yolu yok mu?" diye devam ettiğinde dudaklarımı dişledim. Evet, daha kesin bir yolu var fakat bunun için Locus'u yakalamamız lazım ve o da kolay lokma değil. Ben hâlâ onu nasıl kendi tarafımıza çekeceğiz onu düşünüyorum.

   "Başka bir yerde konuşmak ister misiniz?" Demon'un bu teklifini başımla onayladım. Şu anda burası çok sessizdi ve içerideki tek tük insanlar da bizi dinliyor gibi gelmişti bana.

   Linda kasaya gidip kahvelerin parasını verdiğinde Demon ve biz de kafeden çıktık. Aslında kahveleri ona ısmarlatmak istememiştim ve şu anda bu yüzden vicdan azabı çekiyordum ama yanımızda para da yoktu ki.

   Linda da kafenin önüne geldiğinde derin bir nefes aldım. Gerçekten de burada nefes aldığıma pişman eden saçma sapan bir hava vardı.

   "Ben konuşabileceğimiz bir yer biliyorum, benimle gelin." Önümüzden hızla yürüdüğünde Demon'a baktım ama bilmiyorum dercesine omzunu silkti ve onu takip etmeye başladı. Sürekli birilerini takip etmekten çok yorulmuştum çünkü günlerdir yaptığım tek şey yolu bilen birini takip etmek oluyordu.

   Sessiz bir şekilde yürürken Linda "Oraya gittiğimizde bana her şeyi anlatmanızı istiyorum, size yardımcı olmamın tek yolu bu." diyerek sessizliği bozduğunda emin olamayarak Demon'a döndüm. Şu anda Demon'un havanın sahibi olduğunu biliyordu Linda ve bizi bununla tehdit edebilirdi. Kötü birine benzemiyordu ama yine de beni korkutmayı başarmıştı, birine her şeyi anlatmak mı? Bu biraz, hayır bayağı tehlikeliydi bunu kabul edeceğimizi nasıl düşünebilmişti?

   Durduğumuzda önümüzde çocuk parkından başka bir şey yoktu. Asıl garip olan parkta oynayan çocuklar da yoktu. Linda önden ilerleyip piknik masasına benzeyen masalardan birine oturduğunda karşısındaki sandalyeye oturdum. Demon da aramızdaki sandalyeye oturdu.

   İkimizden de çıt çıkmayınca Linda boğazını temizledi ve bize baktı. "Size yardımcı olmamı istiyorsanız bana yardımcı olmalısınız. Ne biliyorsunuz? Buraya gelirken ne yaşadınız. Hepsini geçtim buraya nasıl geldiniz?" Bize yalvarırcasına baktığında bakışlarımı kaçırdım.

   "Linda, sana bir şey anlatamayız. Üzgünüm ama şu anda senin element sahibi olduklarını bilmen bile hata." Gözlerine bakmaya cesaret ettiğimde yüzündeki o hayal kırıklığını görsem de devam etmek zorunda kaldım. "Biz burada Işığın sahibi arıyoruz ve yoldan geçen herhangi birine anlatamayız olanları. Lena abla sana güvense de onun bile bilmemesi gereken şeyler vardı."

   "Ama biliyor." Linda sözümü kestiğinde derin bir nefes aldım ve ona baktım. "Bakın, amacınız Işığın sahibini bulmak ve ben size yardımcı olabilirim. Bana güvenmemekte haklısınız ama eğer bildiğiniz şeyleri anlatmazsanız yardımcı olamam ki ben size." Bu dediğinde haklıydı, bildiklerimizi anlatmazsak yardımcı olamazdı ama belki de yardımcı olmaması daha iyi olurdu.

   "Linda," Demon aramıza girip Linda'nın dikkatini üzerine çektiğinde şaşkın bir şekilde ona döndü. Demon'un sağı solu belli olmuyordu o yüzden ben de ne diyeceğini merak etmiştim. "Işığın sahibinin adı Lexy. İkizinin adı Locus ve Gölgenin mevcut kullanıcısı. Janus isimli bir abileri var, babaları onlara şiddet uyguluyordu tahminimce. Janus Locus'tan nefret ediyor ve Gölgeyi almak istiyor. Lexy burada ve adını değiştirmiş bir şekilde saklanıyor." Demon ona bir şey dememe fırsat vermeden bildiğimiz her şeyi Linda'ya anlattığında şok olmuş bir şekilde ona bakıyordum. Bunları söylememesi gerekiyordu bu kadar fazla bilgiyi vermemeliydi. Bu yaptığı çok tehlikeliydi.

   Linda'ya döndüğümde onun da şok olmuş bir şekilde Demon'a baktığını gördüm. Birkaç saniye aynı şekilde baktıktan sonra başını iki yana salladı ve derin bir nefes aldı. "Bu kadar çok şeyi nereden biliyorsunuz?" diye sorduğunda ona döndüm. Nereden biliyorsunuz, demişti. O da mı biliyordu?

   "Biz sana bildiklerimizi anlattık, gerisi işine yaramayacak bilgiler." Demon hisle ilgili bir şey söylememişti hâlâ ve bu güzel haberdi. En azından benim kimliğim gizliydi aman ne güzel!

   "Bunların doğruluğundan ne kadar eminsiniz?" Linda tekrar sorduğunda Demon "Yüzde yüz eminiz." diye cevap verdi. Bunun üzerine Linda düşünmeye başladı.

   "Bunları nasıl öğrendiğinizi söylerseniz daha çok yardımcı-"

   "Olamazsın ve bunları söylediğimize şükret." Demon net bir şekilde Linda'nın sözünü kestiğinde Linda sustu. Daha fazla üstümüze gelmemesi gerektiğini anlamıştı sonunda, sanırım.

   Aramızda bir sessizlik olduğunda etrafa baktım. Salıncakta sallanan çocuklar, kaydıraktan kayan çocuklar, banklarda oturup çocuklarını izleyen, bizim asla sahip olamadığımız aileler... Acaba Linda'nın ailesi nasıl kişilerdi? Kişiliğinden tahmin yürütmem gerekirse gayet enerjik ve iyi anne babaya sahipti fakat Luca'nın da kişiliği gayet enerjikti ama ailesi hiç de öyle değildi. Belki de kardeşlerine karşı öyleydi ama biz bunu bilemezdik. Lexy... Şu anda nerede ne yapıyordu acaba?

   "İkizler ve abileri var, babaları tam bir şerefsiz öyle mi?" Linda'nın bu sorusu üzerine başımı onaylarcasına salladım. "Bu kadar bilgiyle nasıl bir yere varalım biz lan başka bir şey bilmiyor musunuz?" Başımı iki yana salladığımda oflayarak kendini geriye attı. "İşiniz yaş kızım sizin. Geçmiş olsun." diyerek olmayan moralimi daha çok yerin dibine vurduğunda derin bir iç çektim. Gerçekten de ne halt yiyecektik biz? Ne yani bütün sarışınları durdurup Işığın sahibi olup olmadıklarını soracak değildik herhalde.

   "Zaten keyfimiz yerinde değil iyice içine ediyorsun moralimizin." diyerek isyan eden Demon'a hak veriyordum.

   "Ne yapayım bir bok bilmiyorsunuz bir de Işığın sahibini arayacaksınız. Bulmanız biraz imkansız-"

   "Sussana be!" Demon Linda'nın sözünü kestiğinde Linda gülerek Demon'a döndü. Ona birkaç saniye baktıktan sonra bana dönüp "Sen buna nasıl dayanacaksın kızım bir ömür boyu?" dediğinde gözlerimi devirdim. Felix üç. Felix iki de Luca zaten.

   "Tamam!" Linda aceleyle oturduğu yerden kalktı ve bize döndü. "Kütüphaneye gidelim ve Gölge ile ilgili edinebildiğimiz kadar bilgi edinelim." dediğinde oflayarak arkama yaslandım. Daha fazla kitap okumak istemiyorum...

---

   Gölgenin zayıf noktası tabii ki de ışıktır. Herhangi bir ışık kaynağı onu güçsüzleştirir. Bu ışık kaynağını yeterince güçlüyse yok edebilir elbette fakat bu enerji harcamasına sebep olur bu sebeple ışık kaynağı eğer element olarak Işık olursa Gölge yenilebilir. Bunun için Işığın onun karşısında durması ve karanlığı reddetmesi gerekmektedir.

   Karanlığın ve gölgelerin hafızası vardır. Hassaslık bakımından en hassas elementlerden biridir Gölge. Kendini koruması bakımından güçlüdür fakat kalkanı kırılırsa o an en güçsüz elemente dönüşebilir. Bu yüzden Gölgeyi yenmenin en iyi yolu ona fiziksel değil psikolojik yapılan saldırılardır.

   Elimi ağzıma götürüp esnedikten sonra kitabın bu sayfasını da elimdeki not defterine zaten yazan şeyleri eklemeyecek şekilde kısaltarak özet halinde geçirdim.

   •Gölgenin kalkanı kırılırsa hassaslaşır.
   •Gölge fizikselden çok psikolojik hasarlar alır.
   •Işık elementi onu reddederse işi zorlaşır.
   •Sınırsız bir ışık kaynağı onu durdurmaya yeter bu yüzden öğlen saatinde ışık alan bir yerde -açık bir alanda- Gölge en güçsüz halindedir.

   Kalemi elimden bırakıp yanımdaki kitaplara baktım. Şu ana kadar elimdeki bütün bilgiler dört maddeden oluşuyordu ve kitaplar olmasa da tahmin edilebilecek şeylerdi. Bu kadar az bilgiyle ne elde edilebilirdi ki? Yanımdaki kitaplardan okumadığım daha onlarca kitap vardı. Elementler bölümünün koridorlarından birinde oturuyor ve bütün kitaplardan teker teker gölgeyle ilgili her şeyi okuyordum. Işıkla ilgili araştırma yapmak Demon'un göreviydi, ben sadece Gölgeye bakıyordum. Linda da ikisine de bakacağını söylemişti ama benim aklım hâlâ Amara'daydı. Onun Işığın sahibi olduğuna çok inandırmıştım kendimi ve reddetmek istemiyordum. Büyük ihtimalle de zaten Işığın sahibiydi ama yine de burada Gölgeyi araştırmak yararımaydı. Her ne kadar bilgi toplayamasam da.

   Okumadığım kitaplardan birine uzandım ve Gölgeyle ilgili olan kısmını açtım. Bu kitap diğerlerine göre daha kalındı fakat diğerlerinin aksine içerisinde bolca resim bulundurması buna sebep oluyor olabilirdi.

   Işık zayıf noktası olan Gölge kayıp elementler arasındadır. Engellenmesi için Işığa ihtiyaç vardır fakat mevcut durumda insanlar Işığa da sahip olmadığı için Gölgenin sahibinin yakalanmasının tek yolu onu elementini kullanamayacak şekilde yaralamaktır. Bir süre boyunca kullanamaz ve bu sürede elementi ondan alınabilir veya gücünü kullanamayacak kadar aydınlık bir alana hapsedilebilir. Işığa sahip olunmaması durumunda onu durdurabilecek iki element vardır ve bu elementler Ateş ve Elektriktir. Ateşin Gölgeyi dizginleyeceği düşünülse de daha önce denenen bir şey değildir.

   Gölge ile ilgili sadece bir paragraf olması canımı sıksa da kitabı kapatıp okuduklarımın arasında koydum ve defterdeki sayfaya iki madde daha ekledim.

   •Gölgeyi yenmek için Ateş ve Elektrik de ışık kaynağı olarak kullanılabilir.
   •Gölgeyi durdurmanın en kolay ve garanti yolu onu gücünü kullanamayacak şekilde yaralamak ve büyük bir ışık kaynağının önüne çıkartmaktır.

   İkinci maddeyi yazarken derin bir nefes aldım. Bu ne kadar canine bir yöntemdi? Bir kuş uçup kaçar diye kanatlarının ucunu kesmek ve uçmasını engellemek gibi bir şeydi bu ve bunu not bile etmemeliydim fakat Gölgenin sahibi bize başka seçenek bırakmayabilirdi. Kendi öz babasından şiddet gören biri nasıl başkasına güvenebilirdi ki? Onu suçlayamazdım.

   Derin bir nefes aldım ve gözlerimi ovuşturdum. Gerçekten de ağrımaya başlamıştı ve sanırım biraz moladan zarar gelmezdi.

   Birkaç dakika sonra Demon ve Linda'nın yanıma gelmesiyle birlikte tekrardan esnedim ve onlara döndüm. Sanırım onlar da sıkılmıştı kitap okuma işinden. Linda hakkında bir şey söyleyemezdim ama Demon'a hak veriyordum çünkü zaten çok kitap okuyan biri değildi, bu kadar dayanması bile bir mucizeydi. Günlerdir yaptığımız tek şey okul okul gezmek ve kitap okumaktı zaten.

   Demon defterini önüme koyduğunda okumaya başladım. Linda hepimize not tutmamız için birer defter vermişti -ki bu iyi olmuştu çünkü Demon'un defterinde onun bilmemesi gereken şeyler vardı ve başka defterimiz yoktu.

   •Işığın hassas noktası Gölgedir. Her ne kadar Işığın da ışınlanma gibi yetenekleri olması beklense de aslında Işığın yetenek bakımından Gölgeyle olan tek ortak noktaları ortamın ışığını ayarlayabilmektir.
   •Işık elementi ışık oyunları yapabilir ve halüsinasyon yaratma bakımından çok yararlı bir güçtür bu. Işınları bükebilir bu sayede renk değişikliğine sebep de olabilir.
   •İnsanları kör edecek kadar şiddetli ışık patlamaları yaratabilir bu element.

   Demon'un defterinde Işıkla ilgili benim Gölgeyle ilgili bulduğumdan daha az bilgi duruyordu ve bu biraz sıkıntıydı sanırım çünkü şu anda aradığımız kişi Işığın sahibiydi, onun güçsüz noktalarını bulup kıstırmamız gerekiyordu.

   "Işık hakkında kitaplarda hiç bilgi yok, Gölgeyle bile daha fazla bilgi var." dediğinde onu onayladım. Asıl güçlü olan element Gölge değil miydi, onun hakkında daha az bilgiye sahip olduğumuzu sanıyordum ben. 

   "Belki de yıllardır Gölgenin kuvvetli olduğu bahanesi altına yatıp Işıktan yararlanılıyordu, Işık ondan daha güçlü olduğu için güçsüz gibi gösterilip yok sayıldı böylece kimse onu almaya çalışmadı?" Bu teorim üzerine ikisi de şaşkın bir şekilde birbirine baktı.

   Demon fikrime katıldığını "Aslında çok mantıklı." diyerek belli ettiğinde Linda da başıyla onayladı. Tamam, sonunda bir yere varmıştık sanırım.

   Demon "Şu anda Işıkla ilgili gerçekten hiçbir bilgiye sahip değiliz ve bu canımı sıkmaya başladı." diyerek isyan ettiğinde onu onayladım.

   Birkaç saniye sonra Linda kolundaki saate bakıp bize döndü ve "Artık gitmem lazım saat yedi olmuş, yarın tekrardan burada buluşalım olur mu? Saat..." dediğinde cümlesini tamamladım.

   "Birde." 

   "Evet, birde buluşalım. Görüşürüz." diyerek merdivenlere doğru gitti ve saniyeler içerisinde gözden kayboldu. Demon'a döndüğümde esniyordu.

   "Uykun mu geldi?" diye sorduğumda gözlerini devirdi ve "Sence?" dedi. Bu tepkisi üzerine güldüm ve önümdeki kitapları alıp yerlerine koymaya başladım.

   "Umarım evde güzel bir yemek vardır."

   "Burada insanlar genelde yemek yemiyor Demon, Lena ablaya özel bir şey bu ve onun da parası sınırlı biliyorsun." Bu hatırlatmam onu rahatsız etmiş olacak ki sustu ama gerçekleri söylemiştim, benim suçum muydu insanların doğanın ağzına sıçmaları ve sonra yemek yok diye ağlamaları.

   Kitapları yerleştirmeyi bitirdiğimde Demon defterleri çantasına attı ve merdivenlere doğru ilerledik. Linda'nın verdiği defterler zaten elimden daha küçük bir boyuta sahipti o yüzden bir yere sığdırmak da zor değildi. Demon'un çantası olduğunu bile daha yeni fark etmiştim ama neyse.

   Kütüphaneden çıktığımızda Amara'nın arabalardan birinin önünde beklediğini gördüm. Bizi görünce duruşunu düzeltti ev kendini sakinleştirmeye çalıştı, en azından ben öyle düşündüm. Demon da onu fark etmiş olacak ki duruşu biraz daha dikleşti.

   "Bugün olanlar için özür dilerim, onunla aram pek iyi değil. En azından sizi evinize bırakmamı ister misiniz?" diyerek arabayı gösterdiğinde Demon'la birbirimize baktık. Evin adresini bilmiyordum ama Demon tahmin edebilirdi veya yolu gösterebilirdi, sanırım.

   "Önemli değil, biz kendimiz de gidebiliriz." Amara'nın teklifini kibarca reddettiğinde Amara daha çok ısrar ettiği için reddedemedik. 

   Arabaya ikinci binişimi gerçekleştirdim. Bu araba daha önce bindiğime göre daha farklıydı gerek içi gerek dışı olsun ama sanırım arabaların da markaları farklıydı bu sebeple farklı olması da normaldi. Zaten ilk binişim de Boris sayesinde mahvolmuştu. O salak şu anda ne yapıyordu acaba?

   Demon şoföre yolu tarif ettikten sonra anladığını söylercesine başını salladı ve araba ilerlemeye başladı. Tahminimce on dakika sonra araba durduğunda Lena ablanın evinin önündeydik. Arabadan inmeden önce Amara'ya teşekkür ettim ama hâlâ ona karşı garip hissediyordum.

   Asansör sayesinde hızlıca Lena ablanın katına gelip kapıyı çaldığımızda kapıyı açan kişi Felix olmuştu. Ayağında herhangi bir hasar kalmasa da Jade dışarı çıkamadığı için inatla dışarıya çıkmıyor ve onunla birlikte evde kalıyordu. Jade'in bunu isteyip istemediği de tartışılırdı ama her ne kadar Felix'ten sıkılmış gibi gözükse de aslında onu sevdiğini düşünüyordum. Aralarında anlayamadığım bir şeyler vardı ama üzerine pek düşünmedim.

   "Saat kaç oldu neredesiniz siz?" Felix bileğini gösterip bize döndüğünde boş bir ifadeyle ona bakıyordum. Bileğinde saat yoktu ama sanırım takılmam gereken kısım bu değildi. "Bir daha bu kadar geç gelmek yok." diyerek kollarını göğsünde birleştirdi ve kapının önünden geçmemize izin vererek çekildi.

   İçeriye girdiğimde herkes odadaydı. Casia ve Luca masada satranç oynuyor, Vita ve Jade de onları izliyordu. Lena abla da çizgi roman tarzında bir şey okuyordu. Felix de arkamızdan gelip Jade'in yanına oturduğunda üzerimdekilerden kurtulmak için yattığım odaya gittim.

   Üzerimdekileri çıkartıp daha rahat bir şeyler giydikten sonra içeriye diğerlerinin yanına geçtim. Luca ve Casia çok ciddi bir şekilde satranç oynamaya devam ediyorlardı ve Demon da izleyiciler arasına katılmıştı. Okul'da satranç kursuna katılmıştım ve üç yıl boyunca da birinciliğim vardı ama bir süre sonra ilgimi kaybetmiştim. O sıralar her şeye olan ilgimi kaybettiğim dönemlerdi gerçi.

   Casia'nın şahının yanında sadece bir piyonu ve bir kalesi kalmıştı ama piyonu neredeyse Luca'nın tarafına ulaşmıştı. En son kareye piyonuyla geldiğinde istediği taşını geri alabilirdi oyuncu. Luca'nın sadece bir tane atı ve bir kalesi kalmıştı. Casia sonunda piyonunu aldığında istediği taş olarak kalesini aldı, garip. Normalde vezirini kaptıran biri hemen veziri geri alırdı. Sanırım kale matı yapmak istiyordu ama vezirle de bunu yapabilirdi, eğlencesi çıkması için falan kalesini almıştı tahminimce.

   Birkaç dakikanın ardından Casia zar zor Luca'nın filini yedikten sonra şahını sıkıştırmak için kalelerini harekete geçirdi. Geriye sadece at kalmıştı ama at da ne kadar engelleyebilirdi ki? Aslında çok yararlı bir taştı ama oyunda taş varken çünkü zaten atın olayı taşların üstünden atlayabilen tek taş olmasıydı. Eğer ortada bir taş yoksa atlamasının da bir anlamı yoktu.

   Casia "Şah, mat." diyerek arkasına yaslandığında Luca öfkeyle kollarını göğsünde birleştirip arkasına yaslandı. Luca'nın atını bile yemeden kazanmıştı Casia.

   "O zaman ben Casia'yla olacağım bir sonraki turda." Vita kendini bilmiş bir şekilde Casia'ya döndüğünde Jade gözlerini devirdi.

   "Kendinden bu kadar eminsen neden önceki turda kazanmadın ve berabere kaldık Vita?" dediğinde Vita da aynı şekilde gözlerini devirdi. Bizden önce Vita ve Jade oynamıştı ve berabere mi kalmışlardı? Aslında tahmin edilebilir bir şeydi çünkü ikisinin de zeka seviyesi aynı gibiydi. Kişilikleri bile benzerdi ki bunun sebebi büyük ihtimalle elementleriydi. Sonuçta buz suyun donmuş haliydi ve Jade de Vita'nın daha sakin haliydi.

   Vita "Az önce sana kazanma şansı verdim ama verdiğim bu şansta bile kazanamadın ve berabere kaldık, bu defa kazanmama şansım yok." diyerek Jade'i kendi kafasında yendiğini belli ettiğinde gülümsedim. Onların maçını izlemek isterdim şahsen.

   "Köyde yıllarca satrançta birinci oldum, sen benim için kolay yemsin." diyerek Vita'ya meydan okuduğunda Vita cevap olarak "Göreceğiz." dedi ve atışmaları sona erdi.

   "Ben seni tutuyorum Buz Küpü'm." Felix Jade'in yanına geçtiğinde Vita onları umursamadığını belli edercesine güldü.

   "Sağol Ateş Böceği'm." Jade'in bu cevabına gülmemek için kendimi zor tuttum. Jade bunu der demez Felix yüzünü buluşturdu, böcek fobisi olan birine takılacak son lakaptı gerçekten de bu ama dalga geçtiği için ona bir şey demiyordum.

   "Bana şunu demeyi ne zaman keseceksin?" Felix huzursuz bir şekilde Jade'in elini kendi alnına koydu. Elleri soğuk olduğu için Felix'in hoşuna gidiyordu sanırım.

   "Şimdi boş verin onu da, Demon ve Lia?" Vita bizden bir şey bekliyormuşçasına bize döndü ve devam etti. "Işığın sahibiyle ne yaptınız bugün?" Bu sorusu üzerine utançla bakışlarımı çevirdim.

   "Aslında onunla birlikte değildik." 

   Herkes şaşkın bir şekilde bize bakarken Demon'a anlatmasını söyledim. Başımızı belaya sokan oydu sonuçta.

   "Aslında Amara'yla birlikteydik ama sonra Linda geldi. Araları iyi değilmiş Amara birden gitti. Günün geri kalanını Linda ile kütüphanede bilgi edinmeye çalışarak geçirdik." Atladığı yerleri fark etsem de bana söylemememi söylercesine bakıyordu. Ama Lia onu dinler mi, asla. Eninde sonunda zaten açığa çıkardı Linda'nın bildikleri.

   "Ayrıca Demon Locus ve Lexy ile ilgili bildiğimiz her şeyi anlattı." diyerek tamamladığımda Demon kızgın bir şekilde bana bakıyordu. Bu yaptığımın sonuçları olacaktı kesin ama pişman değildim.

   Vita kızgın bir şekilde Demon'a dönüp "İyi bok yedin Demon." dediğinde güldüm. Vita'ya hak veriyordum bu konuda.

   Ondan sonra bugün yaptığımız her şeyi defterleri de göstererek diğerlerine anlattık. Pek bir bilgi elde etmesek de bu elde ettiklerimizi Demon'un defterine geçirdik, en azından Demon geçirdi ve ben okudum. Bütün akşam bu konu hakkında konuşsak da Lexy'i nasıl bulacağımızdan hâlâ emin değildik ve diğerleri de benim not ettiğim o canavarca fikri asla uygulamamayı savunuyordu. Locus'u yaralamayı yani, katil değildik biz sadece Dilek'i çıkartacaktık.

   "Yarın Linda ile buluşacağız yani çok geç kalmayalım, siz de başka zaman yapın maçınızı lütfen, izlemek istiyorum." diyerek oturduğum yerden kalktım. Jade ve Vita her ne kadar bana uyumamam ve maçı izlemem konusunda ısrar etse de onların inadı birleşse de benimkine yetişemezdi.

   Uyuduğum odaya geçtim ve kendimi o koltuğa attım. Uzun bir süre kitap okumak istemiyordum ama yarın da aynı şeyleri yapmaya devam edecektim, her şey isteklerime göre gidecek değildi ya. Tek umudum Lexy'i bir an önce bulmaktı, kitap okumaktan da kurtulmamın tek yolu buydu.

Continue Reading

You'll Also Like

321K 13.5K 53
İronisine yazılmış bir gerçek ailem+mafya kitabıdır düzenlenmeye alınmış olmasına rağmen saçma kısımları vardır 'Kraliçe Elsa' isimli ilk ve tek kurg...
65.4K 4K 27
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
8.1K 136 6
Kısa korku hikayeleri,uzun korku hikayeleri severseniz okumanızı tavsiye ederim. okuduktan sonra lütfen oylayın
22.1K 1.4K 23
Ailesi büyücü olan Angel, daha güçlerine kavuşamamıştır ve birkaç kişi tarafından kaçırılıyordur. En yakın arkadaşı ve aynı zamanda kuzeni olan Dest...