- insan nedir?
+ biçim almış yokluk
sahibine verilemeyen mektup
Bir gün bir sonbahar
Kaldırıma çöküşün canlanıyor gözümde
yine kendime kızıyorum..
Öfkeliyim sana, öfkeliyim İnşirah..
Buhran Eroğlu
Günlerdir tanımlamak adına uğraş verdiğim bu hissin esması nedir..
Ebeveyni bencilik, ebesi mantık, doğduğu hastane göğsün sol ilçesinde sözde özel bir kurum, tarihi ise dokuzuncu ayın on biri.
Bu hissi sancıyla doğurduğum gün Said ile gitmeyi reddettiğim gündü. O gittikten sonra kapıyı kapatacak kadar bile kendimde değildim, ruhum onunla katiline gitmeyi tercih etmişti. Açık kapı, aydınlanmaya yüz tutmuş hava, öten kuşlar ve evinin salonunda nefes almakta zorlanan bir ben.
11.09.
O gün doğurmuştum işte üç aydır kucağımda büyüttüğüm hissi. Sancılarım çığlık olarak yükselmiyordu belki semaya ama canım yanmıştı. Ziyadesiyle.
O his, pişmanlık.
Evet pişmanım. Bunu yüzlerce kez tekrar etmek, bağıra bağıra evvela kulaklarıma, ardından âlemin canlı cansız her varlığım üzerine kazımak istiyorum.
Pişmanım, pişmanım, pişmanım, pişmanım, pişmanım, pişmanım, pişmanım...
Pişman olmalı mıydım olmamalı mıydım bilmiyorum, tek bildiğim pişmanlığım tarifi mahiyetinde ayak altında çiğnenmiş bir ekin gibi hissettiğim. İçim dışına vurmuş, dışı içine kusmuş, pörsümüş, rengi akmış bir ekin. Çünkü o seher vaktinden sonra göğsümde eski işi bir soba kuruldu, torba torba kendimden harcayarak gece gündüz yakıyorum. Yanıyor bağrım, tüten duman gözlerimi yakıyor, göğüs kafesim eriyor ama o denli sıcak ki parmaklarımı bile dokunduramıyorum..
Kendime dokunamıyorum.
Göğsümün orta yerini satın alan bu pişmanlık hissinin doğurduğu iki his daha var üstelik. Biri merak, bir diğeri özlem..
O katili merak ediyorum.
O katili.. Dilim varmaz ki söylemeye, katiyyen ikrar edemem hissettiğim hissi.
Bu nasıl zelil bir durum Allah'ım. Kendimi öyle küçük, öylesine küçük hissediyorum ki..
Ben nasıl bir katili merak edebilirim, nasıl geçen dokuz ay sonrasında bile onun adını gerdanımda mühür diye, anlımda yazgı diye, el ayalarımda nasip diye hissedebilirim..
İnsanım ben, neden diğer insanlarla gibi kendime hükmedemiyorum peki. Neden bu bedene, ruha, zihne hükmedemiyorum. Ben neden birtek bana ait değilim. Zihnim babamın yanında, ruhum o katilin yanında, bedenim aylardır bir eve hapis. Yoruldum Allah'ım. Yoruldum duyuyorsun beni. Duyuyorsun yardım et ne olur.
Topla beni. Topla parçalarımı. Ufaldım yeterince, un edip aş etme kulunu inançsızlığa.
Kırık bir nefes aldım tekrar tekrar. Ön dişlerimi yetmemiş gibi birbirine biraz daha bastırdım. Neredeyse bir buçuk saattir olduğu gibi nemli gözlerle göğü süzmeye devam ettim. Güneşin batışına doğru çığlık atarcasına uçan kırlangıçları seyre daldım dalgın dalgın. Şiirlere konu olan ufak kuşların ay şeklindeki kuyruklarını göz önüne serdikleri halde koyu lacivert, siyah ve gri renklerdeki kanatlarını aynı ritimle hareket ettirip güneşin göğü terk ederken bıraktığı turuncu havadaki ahnekli uçuşlarını izlemeye devam ettim bir süre daha.
Uçuyorlar..
Çoğu aynı yöne, aynı toplulukla beraber uçuşuyorlar. Onları böyle dikkatle izledikçe yüce yaratıcının hikmeti kalbime aktı. Göğün yer yüzüne düşmeyip görünmez direklerle havada asılı kalması, kuşların özenle dizilmiş tüylerinin intizamlı güzelliğiyle semâ aleminde koşuşturuşları bir kere daha büyüledi. İster gök, ister yer alemi olsun kimse başı boş değil..
Uçan kuşun yönünden dahi haberi olan Allah'ım.
Yolunu kaybetmiş şu kuluna yol göster.
O katilim yanı sıra dün babamın şahit olduğum konuşmasını hatırladıkça güçlü bir nefes daha alma ihtiyacı hissettim. Daha çok iç çekişti.
Arka bahçede oturduğum için bana bakarak yoldan geçen komşuları görmezden gelmeye çalışıp eski ahşap sandalyeden hafifçe eğilerek üzeri yapraklarla donanmış masaya dirseğimi dayayıp yüzümü aldım avuç içime. Geçen onca mevsimde olduğu gibi renksiz gözlerimi kapadım sıkıca. Kulağımda hiç susmayan o konuşmaları duymamak adına, Said'in iki ay önceye yakındır o caniden bahsettiği cümleleri duymamak adına, o katilin yorgun, ağlamaklı bir o kadar da "Beni kurtar.." dercesine çaresiz çıkan sesini duymamak adına tüm dikkatimi gök aleminin uçuşan fertlerine verdim.
Birtek kırlangıçların çığlığı duyabildiğim.
Onların kanat çırpış sesleri...
Zihnime ansızın gelen "Kırlangıç ve Öfkeli adam" hikayesiyle dudaklarım buruk bir tebessüme ev sahipliği yaptı.
"Ne acı.." diye geçirdim içten içe.
Hani bir Kırlangıç bir adama aşık olmuştu. Bir gün cesaretini toplayıp gagasıyla cama tıklamış, "Beni içeri al adam, Seni seviyorum.." demişti de öfkeli adam alayla "Hiç bir kuş bir adama aşık olur mu?" deyip kovmuştu onu. Kuş bir kaç kere daha cesaretini toplayıp reddedileceğini bilmesine rağmen cama tıklatmış, üşüdüğünü söylemiş, içeri almasını istemiş ama ne yazık ki öfkeli adam her defasında red etmişti. Kırlangıçta kovulduğu için mecbur terk etmiş sevdiği adamın pencere önünü..
Tabi adam kırlangıçların sıcağı sevdiğini, soğuk estiği vakit sıcağa göç etmeleri gerektiğini bilememiş o zamanlar. Kuşun gidişinde sonra vicdandan mı yoksa sevdadan mı bilememiş lakin derin bir pişmanlık duymaya başlamış. O kırlangıçı beklemeye başlamış.
Tam altı ay geçmiş. Adam pişmanlıkla altı ay kırlangıcı beklemiş de beklemiş. Şehre sıcak hakim olduğunda nice kırlagıçlar gelmişte bir adamın Kırlangıç'ım" dediği, özlemle beklediği kırlangıcı gelmemiş..
Sonradan öğrenmişki kırlangıçların ömrü altı aymış. Ufacık kırlangıcın onun penceresinin önüne konduğu gün son günleriymiş..
Altı ayım çoktandır doldu ve ben o sıcağı seven İnşirah'ı soğuğa alıştırdım.
Şimdi onsuz yaşadığım sekizinci aydayım.
Göç etmeden başka bir sıcağa, göç etmeden o adamın sıcaklığına, beni kovan, bana "Git!" diyen o adamın pencere önünü terk edişimin neredeyse sekizinci ayındayım.
Eskisi kadar hatırlamıyorum artık o katili. Gündelik yaşamımda eskisi gibi her anımda, hemen arkamda değil pek. Yüzünü hayalimde kalan bir kaç andan dolayı zar zor hatırlıyorum lakin kokusu, bana dokunan ellerinin sıcaklığı, ses tonu hâlâ yerini koruyor kalbimde ama onları da ben görmezden geliyorum.
Evet pişmanım ve bu duyguyu çok yoğun hissediyorum ama en nihayetinde düzene koymaya çalıştım hayatımı.
Evde hapis kalmak onu daha çok hatırlamama sebep olduğundan, hem babam olacak adamın haftalardır yanıma bir kere bile uğramayışından sonra Asmin ile derslere başladım bende. Onun gittiği özel sohbet halkalarına, okuma kamplarına, dini ve gönüllü faaliyetlere katılıp kendime bunca ağır şey içerisinde huzurlu bir sayfa açtım. Hatta en son Suriye sınırına gidilecek ziyaret listesine yazdırdım adımı.
Suriye sınırında okuma yazma öğrenmek, Kur'an-ı Kerim okumak isteyenlere yardımcı yapabilmek ve yardım da bulunabilmek olacak amacımız. Aslında ben de çok mükemmel bilmiyorum Kuran'ı okumayı. Şunun şurasında daha bir kaç yıl oldu Asmin'den öğreneli. Yine de faydam dokunsun istiyorum birilerine. Buralardan uzaklaşmak istiyorum.
Babamın haberi bile yok hâlbuki. Artık iznini bile umursamıyorum. Onun benden kaçtığı gibi bende ondan kaçacağım. Uzaklaşmak istiyorum buradan. Uzaklaşmak istiyorum babam olacak adamın gözlerimin içine baka baka beni aldatışından.
Daha dün akşam..
Daha dün akşam günler sonra yüzüne görmüşken kapının önünde konuştuğu adama kurduğu cümleleri hatırladıkça içim ağrıyor çünkü. Bağırmak istiyorum! Bağıra bağıra hesap sormak, sen nasıl babasın diye daha çok bağırıp bana dokunan herkesi yakmak istiyorum!
Lakin susuyorum.
İçimde ağıtların yükseldiği onca şehrin ışıklarını kapatıp kendimi karanlığa gömmeyi tercih ediyorum yine. Said'in "Yaşadığın hayat sahte!" deyip bağırışının nedenini öğrenmeden babamın karşısına geçip hesap sormayacağım.
Çünkü yalan söyler, kendisine kanmak isteyen beni kendisine inandırır..
İçimde biriktirdiğim öfke gittikçe daha da çok yayılıp kalbim de mesken edinen o küçük kız çocuğunun saç uçlarını yakmaya başladı. Kız çocuğu kulağımı ağrıtan çığlıklarıyla beraber ufacık elleriyle saç uçlarından başına doğru yayılan alevleri söndürmeye çalıyordu yine. Onun içimi acıtan çığlıkları eşliğinde bir anda Asmin'in de sesi kulağıma ilişti.
"İnşirah" deyişi ile korkuyla irkilip ıslak gözlerimi araladım yorgun argın. Korkudan kalp ritmim bile değişmişti. Çünkü artık ansızın duyduğum ses bile iğne batırırcasına bir hızla korku hissettiriyor. Ben her ne kadar eski günleri atlattım deyip kendimi rahatlatmaya çalışsamda o caninin "Seni bulamama izin verme!" deyişi, o sesi silinmiyor hafızamdan. Korkuyorum.
Asmin'in tekrardan bana sıralayacağı sitemkâr cümleleri duyamamak adına yanıma gelene kadar avuç içlerime alıp sıktığım ince kazağımın uçlarıyla hızla sildim her fırsatta akan göz yaşlarımı. Şuan benimle konuşsun bile istemiyorum. Tüm öfkemi ondan çıkarırım da kalbini kırarım diye korkuyorum.
Kendisine cevap vermeyişimden ötürü hızla yanıma gelip anlar gibi yüzünü yüzüme eğdi. Gözlerimin içine içine bakıp bekledi bir süre.
"Ne oldu? Kitapları almak için mi geldin?" deyip kendisinden uzaklaşmak adına sandalyeden ayağa kalkacaktım ki fırsat vermeden omzumdan tutup güç uygulayarak az önce kalktığım sandalyeye oturttu tekrardan.
"Ne bu gözler!"
Anlamamazlıktan gelmenin fayda etmeyeceğini biliyordum. Gözlerimi ondan kaçırıp yavaşça oturduğum sandalyeye yasladım sırtımı.
"Sana diyorum İnşirah hâlâ mı? Cidden hâlâ o aptal adamı düşünüp ağlayabiliyor musun!"
Sustum. Aylardır olduğu gibi.
Beni üzen o adam değil ki birtek. Babam yetiyor paramparça hissettirmeye. Hem o caniyi neredeyse unuttum ben.
Asmin cevap alamadığından bir süre ayakta bekleyip, büyük ihtimal kendisini sakinleştirdikten sonra yavaşça karşımdaki sandalyeyi sürterek hemen yanıma getirip oturdu.
"Bak İnşirah.. Bak bu yaptığın bir tek seni yıpratıyor."
Yavaşça kapadım gözlerimi. Akmalarını istemiyorum. Artık güçsüz görünmek, o adam ve babam yüzünden ağlamak istemiyorum!
"Sen eve geleli neredeyse dokuzuncu aya gireceğiz. Bak geçti herşey. Geçti İnşirah.. Geçti.."
Daha da sıkı sıkıya kapadım nemli ve ağrı düşen gözlerimi. Geçmedi demek istedim.
Geçmedi hiçbir şey..
O katil çekip gitmedi kalbimden. O gitsede,yanağımdan silinip gitmedi ellerinden bana akıttığı kan. Geçmedi babamın ihaneti. Geçmedi..
Bıkkın bir nefes alıp halsizce gözlerimi araladım.
"Haklısın Asmin, geçti."
Asmin'in bana bakan öfkeli ve bir o kadar da acıyan gözleri daha çok yaktı canımı. "Ben kendime acıyorum zaten, bari sen bana acıyarak bakma." diye bağırmakta istesem sustum.
Bir anda baş parmağıyla hafifçe yanağıma dokunup göz altlarıma dokundu.
"Öyleyse bu göz yaşları hâlâ ne diye akıyor?"
"Bilmiyorum."
Gözlerimi tekrardan artık kuşların bile yanlız bıraktığı göğe sabitledim, sonsuzluğu düşündüm küçük bir an. Sonsuz bir yaşam için dünya hayatında çektiğimiz bunca zorluğu.
"Bilmiyorum." diye tekrar ettim bir daha.
Bu tek bir kelime çaresizliğin anahtar kelimesi ilan edilmeli.
Neden böyleyim bilmiyorum!
Neden hala o adamı hatırlıyorum bilmiyorum!
Neden aptal gibi ağlıyorum bilmiyorum!
Neden! Neden bilmiyorum!
Neden bağıra bağıra susuyorum bilmiyorum.
"Bana neden bu kadar uzaksın İnşirah? Neden bir yabancı gibisin. Neden dilden dökülenlerle değil de kalbinden geçenlerle konuşmuyorsun benimle.."
Tekrardan "Bilmiyorum." diyebildim.
"Sen böyle içine kapanık, böyle kendini yiyip bitiren bir kız değildin İnşirah. Bana verdiğin onca nasihat onca konuşmayı niye kendin uygulamıyorsun şimdi? Nasıl kendini bu kadar boşluğa bırakabilirsin! Nasıl bu kadar yenilebilirsin yaşadıklarına! Geçti işte bak sekiz aydır biri bile çaldı mı kapını? Biri bile düştü mü peşine? Düşmedi işte. Onlar seni unuttu, boş verdi sen de boş ver hayatına bak artık! Yeter bu kadar doğrul artık! Unut o adamı da!"
Daha haftalar öncesinde Said'in geldiğinden habersizdi..
Aylardır olduğu gibi susamadım bu defa. Bu zamana kadar susmanın bana verdiği öfke patlayıp yayılsın istedim herkese.
İçimdeki yangın bu sefer Asmin'i de yaksın istedim. Paylaşayım, o da benim yangınımı paylaşıp yükümü paylaşsın.
İstemsizce sıktım ellerimi, öfkeden ısınmaya başlayan gözlerimi bu defa kendisine kaldırdım. Öfkeden göğüs kafesim normalin dışında bir seyirle inip kalkıyordu ve bunu artık Asminde farkındaydı. Dayanamayıp ayaklandım. Kendisinden uzaklaşıp kontrolsüzce ellerimi kaldırıp hareket ettirerek bağırmaya başladım.
"Bilmiyorum diyorum! Bilmiyorum diyorum neden bana her gün, her zaman sorular sorup duruyorsun! Bana ne oldu bilmiyorum anlıyor musun! Neden böyle davranıyorum bilmiyorum! Düşünemiyorum, muhakeme edemiyorum, akıl edemiyorum işte! Bilmiyorum anlıyor musun bilmiyorum!
Yalnızca.. Yanlızca durmadan, hiç durmadan yandığımı hissediyorum!"
Sesim yavaş yavaş yükseldikçe bunca zamandır içimde bastırdığım öfkede uyumla gün yüzüne çıkmaya başladı. Asmin'in şaşkın ve bir yandanda ürktüğünü belli eden bakışları yüz hatlarımda dolanıyordu. "Dur! Sus!" deyip kızdım kendime içten içe. Ama kalbimde ki çocuğun saç uçları yandıkça bağıran sesi benim sesimden döküldü..
"Neden böyleyim bilmiyorum Asmin! Yemin ederim canım neden lime lime olurcasına, keskin bir bıçakla neden bu denli kesilirmişcesine yanıyor bilmiyorum! Koca sekiz ay! Koca sekiz ay geçti sekiz ay! Bir çok şeye katıldım güya, bir çok şey yapıyorum biliyorsun aklımdakiler sussun diye ama olmuyor! Olmuyor ve ben nasıl olduracağımı bilmiyorum!"
Yükselen sesimin yanı sıra Asmin'in hızla yanıma gelip omzumu sıvazladığı halde "Tamam İnşirah.. Tamam atlatacaksım!" deyişiyle, içimde artık bastıramadığım öfke yüksek bir bağırışla dışarı vurdu kendisini. Bir daha da durduramadım kendimi. İçimde bastırdığım krizin gün yüzüne vuruşunu durduramadım.
Hakimiyetimi öfkem aldı ellerine. Daha da çok uzaklaştım kendisinden.
"Sana bilmiyorum diyorum! Bilmiyorum diyorum ve sen bilmediğim şeyi atlatacağımı söylüyorsun! Bilmiyorum diyorum! Ben hiçbir şeyi bilmiyorum! Hadi ben aptalım siz neden aptalı oynuyorsunuz bu kadar! Susuyorum.. Yalnızca susuyorum ama bak! Bak gör işte içimde herkesi yakıp yıkmak isteyecek böyle bir yangın var! Susuyorum diye herkes atlattım sanıyor! Kimse benim o zaman ne yaşadığımı bilmiyor! Babamın öldüğünü söylediklerinde nasıl canım yandığını, şimdi ise kızını nasıl aldattığını kimse bilmiyor! Hem o katil.. O katil.."
Her ne kadar o katili devamlı düşünüyor olsam da Asmin'e pek anlatmadığımdan yine ondan bahsettiğimi duyduğu an hızla attığı bir kaç adımda aramızda oluşturduğum mesafeyi kapattı.
O da sinirliydi. Üstelik ben de gizlemiyordum o da.
"O katil sana birşey mi yaptı İnşirah! Sana hiç yaklaştı ya da dokundu mu?! Neden! Neden bu kadar kalıcı hâlâ sende?"
Bedenlerimiz bir birine yakın olsada daha da çok uzaklaştım Asmin'den. Eğdim başımı. Aldığım nefeslerin beni sakinleştirmesini diledim.
"Neden.. Neden bu kadar canını yakıyor bu adama İnşirah?"
Duyduğum cümleyle izlediğim zeminden yavaşça kaldırdım başımı. Sinirden titreyen ellerimi uzattım kendisine doğru.
"Sanki.. Sanki bir ateş var onun dokunduğu parmak uçlarımda. Bak, bak görüyor musun. Yanıyorum."
Öfkeden mi çaresizlikten mi olduğunu ayırt edemediğim titreyen ellerimle bu defa haki yeşili şalımın örttüğü başımı sıkmaya başladım. Zihninde o caninin hiç susmayan sesini kesmek adına, kafatasımı tuzla buz etmek istercesine daha da çok sıktım. Daha da çok..
Git gide yükseldi içimde tutmaya zorladığım öfkeli sesim.
"Bir ateş var onun o gece gördüğü saç uçlarımda! Yanıyorum anlıyor musun?"
Başımı ne kadar çok sıkıyorsam Asmin buz tutmuş bir yüz ifadesiyle ellerimi tutup birşeyler deyip bağırarak ellerimden kurtarmaya çalışıyordu başımı. O kadar büyük bir güçle kendimi kaybederek başımı sıkıyordum ki bir süre sonra bilinçsizce bana engel olan Asmini bulduğum tüm gücümle kendimden ittim. Kriz geçiriyordum ve bunun farkındaydım. Yine de durmak istemiyordum.
Asmin dengesini kaybedip yere düştü. Sesinden ufak bir çığlık döküldüğü an onu tutup kaldırmak istesemde içimdeki o yangın daha da çok boğuyordu beni.
"Durdurma beni! Bu yangından kurtulmak istiyorken durdurma! Kimsem yok benim! Bak hiç kimsem yok! Babam.. Babam bile! Babam bile istemiyor beni! Babam bile kapı dışarı etmek istiyor! O bile aldatıyor."
O caninin elini değdirdiği yaşlı göz kapaklarıma bu defa ben titreyen ellerimi bastırdım. Asmin'in kulağımda yankılanan bağırışlarına rağmen tek duyabildiğim o adamın, o caninin sesiydi sanki.
"burada benim rengim var İnşirah."
Onun kalbimde yankılanan cümlesiyle göz kapaklarıma daha çok baskı yapıp bağırdım.
"Söndüremediğim bir yangın var her bir kirpiğim de sanki! Onun dokunduğu her yerimi kesip almak istiyorum bedenimden! O katil! İğrenç zavallı bir adam! O cani! O eli kanlı bir katil! Çocukların katili! Bak duydun işte! Kendisine ağladığım adam bir ailenin katili! Ve ben aptal gibi o vicdansız uğruna yiyip bitiriyorum kendimi! Ya bir insan.. Bir insan nasıl çıkmaz birinin zihninden.. Neden söküp atamıyorum onu.. Ben.. Ben onun ellerinde ki kanı aynı şekilde ellerimde hissettiğimi söyleyip onu anlamaya çalışırken o kanlı elleriyle dokundu bana.. Üstelik buna ben izin verdim.. Ben!"
• gel, iyileştir beni
kesiklerimi kesiklerine eşleştir
yırtıklarımı kendinle yama
Asmin'in yerden kalkıp doğrulmaya çalışınca uzaklaşıp kaçmak adına geriye doğru yürümeye başladım. Ayaklarımı yerden kaldırmakta zorlanıyordum hâlbuki. Yinede kendime meydan okuyarak ne babamın ne de beni kandıran başka hiç kimsenin yanında olmadığım bir yere kaçmak istedim.
Çünkü artık alığım her nefes sıcağım ben deyip delip geçiyor boğazımı.
"İnşirah! İnşirah lütfen.. İnşirah lütfen dur!"
Hızlı adımlarım koşar adımları aldı bir süre sonra. Koştum..
Ardıma bile bakmadan, Asmin'in peşimden duyduğum çığlık atarcasına bağırışlarına rağmen bir an bile duraksamadan sokağı aydınlatan gece lambalarının yoldaşlığıyla nefese nefese koşmaya devam ettim.
Nefes almak istiyorum Allah'ım.
Yalnızca nefes alabilmek istiyorum.
Merhamet nazarınla bak bana.
Kendime kendi ellerim ile kıymama izin verme.
Ne kadar yürüdüm, ne kadar koştum, ne kadar yoruldum bilmiyorum. Artık attığım her adım koşmaktan çok zar zor yere sürtünüyor, yorgun argındı. Aldığım nefesler son nefeslerimmişcesine güçsüz güçsüz..
Bilincim sanki yeni yeni gözlerimdeki perdeyi aralıyordu. Yorgun ayaklarımı durdurup, nefes nefese etrafıma bakındım. Göğsüm nefessizlikten sıkça inip kalkıyor, kuruyon boğazım yutkunmamı engelliyordu. Kuruyan dudağımı ıslatıp, avuç içlerimde sıktığım kazağımı özgür bıraktım. Avuç içlerime kadar terlemiş, bedenime sıcak hakim olduğundan dışarı verdiğim her nefes fazla sıcaktı lakin benim gözüm geldiğim yoldaydı.
Burası mezarlığa giden yoldu.
Annemin mezarına.
Yolun eve uzaklığından anlaşılacağı üzere en az yirmi dakikaya yakındır koşmuştum. Belki de daha fazla.
Yol ıssızdı. Üstelik tehlikeli ve sessizdi.
Boğazımda yer eden yumruyu yutkundum boğazım acıya acıya. Herşeyi, herkesi boş verip dinlenmek istedim yanlızca. Dinlenmek.
Akşamın karanlığına rağmen kendimi daha da çok karanlığa gömme isteğiyle ıslak gözlerimi kısıp kaldırma oturdum yorgun argın. Asfalt soğuktu. Sert ve soğuk. Bazı insanlar gibi.
Said'in o gece dinlettiği ses kaydında o katilin "Yapamıyorum.. Dayanamıyorum Said.." değişine inat mezarlığa giden ıssız yola fısıdadım.
"Asıl ben.. Ben yapamıyorum. Ben dayanamıyorum."
Said'in gittiği günden beri, "Ona dur demezsen öldürülecek!" dediği ve benim red ettiğim günden beri zar zor düzene koymaya çalışmıştım hâlbuki hayatımı.
Geride kaldı demiştim herşey. Geride kaldı bir daha geçmişten kimseyi görmem dedim ama babamın gerçek yüzünü görmemi sağladığı dün geceden sonra daha rezil bir yaşama sahip oldum. Hakan denen, hep yanında olan adam ile konuşmalarını dinlediğim dün geceden sonra herkesi kaybettim ben.
En başta da kendimi.
"İnşirah sonum olacak Hakan! Herkese bela olacak, en çokta bize! Bir çaresini bul! Keskin sonum olmadan bir çaresini bul!"
"Gönderelim mi sence? Onlara verirsek öfkesi diner belki."
"Hayır hayır daha başka bir plan lazım bize. Keskin'nin bana olan ihanetini, onun bana olan güveniyle cezalandıracağım!"
"Seni bulmasına izin mi vereceksin yoksa?"
"Aptallık etme!"
"Peki ya Buhran? Ondan bahsediyor bizim taraf! Bir tek bizim taraf da değil, herkesin dilinde. Doğru mu söylenenler? İyice şuurunu yitirdi diyorlar."
"Bende tam emin değilim ama korkum yok o deliden. Neticede bize yaklaşamaz bile. O anca annesinden sonra yitirdiği aklını toparlamaya çalışsın!"
Ağladım, ağladım.. Ağladıkça ağardım.
Ruhum bedenime sığamayıp gözlerimden kustu hiç durmadan.. Babama ağladım. Kendime ağladım. Kendimden hep gizledim ama en çokta annesini kaybeden o katile ağladım.
Çünkü aklını yitirdi dedi babam. Dün gece aklını yitirdi dedi.. O cümleyi duydum ya Said ile gitmediğime, onun kan akıtmasını durdumadığıma pişmanım. Çok pişmanım.
Çünkü Buhran ölmemişti ama yaşayamadığınada eminim.
Oturduğum asfaltın soğukluğunun yanı sıra yüzüme yüzüme esen rüzgarın hırçınlığı dahi bana öfkeliydi sanki.
Ben kendime, tabiat da bana.
Kendimi akşamın karanlığa teslim ettim.
Ne kadar sürdü, ne kadar kendimi kaybettim bilmiyorum. Kaç saat..
Akşamın karanlığına karanlık eklenmişti. Kalkmalıydım. Kalkmalı ve doğrulmalıydım artık. Düşüncemle eş zamanlı hiçbirşey olmamış, bunca dakika ağlayıp kendini ağartan ben değilmişim gibi kırık beyaz kazağımın örttüğü ellerimle soğuk asfalttan destek alıp ayaklandım. Bacaklarıma yayılan uyuşmaya rağmen duraksamadan, kendime nefes alma izin bile vermeden mezarlığa doğru attım halsiz adımlarımı.
Karanlık yolda yürüyen birtek ben değildim sanki. O caninin hayali bırakmıyor peşimi.
İleriye attığım bir kaç adımın beraberinde duraksadım. Onu hissediyorum çünkü yakınlarımda. Hemen arkamda o katilin nefes seslerini duyuyorum sanki. Sesi bir vesvese gibi kulağımda konuşup duruyor. Hissettiğim korku yumruk yaptığım ellerime birikti, çoğalmaya başladı yavaş yavaş.
Ya buradaysa? Ya geldiyse ve beni izliyorsa. Ya yine aynı şeyleri yaşatırsa, öldürürse beni..
Korkudan daha çok sıktım avuçlarımı. Cesaret kırıntılarımla vesveselerimin ne kadar doğru olup olmadığını anlamak adına bedenimin yönünü yavaşça arkama döndürdüm.
Yoktu. Birtek o da değil, kimse yoktu.
Olmasını ister miydim ondan da emin değilim. Sanırım artık gerçekten görmek istemiyorum onu. Onun gözlerine bakmaya ne cesaretim ne de hakkım yok. O gün Said ile gitmeyerek annesinin ölümünün sorumlusu bendim belki de. Eminim, zarar vermiştim ona ama o gece gidip kendimi yine bilmediğim planlara kurban edemezdim. Gidemezdim.
Halsizce önüme dönüp dalgın dalgın ileriye attığım bir kaç adımda tekrardan duraksadım. Ama bu defa duraksamama sebep olan arkamdan hissettiğimi düşündüğüm birinin hayalî değil, karşımda gördüğümdü..
Daha dün gelmiştim mezarlığa ve duvardaki bu yazı kesinlikle burada yoktu.
Kalbime ağrı yapan korku hissi birden bire dozunu fazlasıyla arttırıp nefesimi kesti. Abartısız hissettiğim dehşet korkuyla duvara yanaştım. Yazan yazıyı okudukça bu korku hınçla boğazımdan sıkıp yakaladı.
"Seni izliyorum"
Seni izliyorum yazıyordu...
Okuduğum yazının beraberinde bedenim soyuldu ruhumdan. Tuttum nefesimi..
Hızla döndüm arkamı. Belki başkası.. Belki başkası yazmıştı ama ben onu aradım baktığım her köşede, baktığım her her yerde.
Kendime o kadar çok şaşırdım ki..
Çünkü kalbim korkuyla değil özlem hissiyle öyle çok, öyle hızlı attıki bedenimin içerisinde göğüs kafesimi teker teker kırdı adeta. Tek bir cümle, kirli duvara yazılan tek bir yazıyla bu hale gelir mi hiç insan.
Hızla inip kalkan göğsüme bastırdım sol elimi. "Dur! O.. O değil.." diye telkinde bulundum kendime defalarca. "Hem o seni bulsa yaşatmaz." diye de duyurdum kalbime.
O beni yaşatmaz.
Korku mu hissettiğim, özlem mi bilmiyorum. Görmek istiyorum. Hem ardıma bile bakmadan kaçamak hem de yanlızca bir kere.. Bir kere görmek istiyorum.
Soğuk hava gözlerimden akan her bir göz yaşını kurutmaya niyetlenir gibi esiyordu. Rüzgar okşuyordu özlemimi.
Hissettiğim özlemin yanı sıra hissettiğim korkuyla uzaklaşmak ister gibi ileriye doğru bir kaç adım attım daha atmaya başladım. Kendimde değildim, katiyyen bu ben değildim.
Sesli bir şekilde O değil, o değil, o değil.. diye tekrar ettim defalarca. Ne yazık ki biraz daha ileride gördüğüm yazıyla kalbim işte o diye feryat etti.
"Her yerdeyim! Her zaman!" yazıyordu.
Hissettiğim korku artık göz yaşı olarak akıp yanaklarımı çizmeye başladı, ellerimi kaldırıp sıkıca kapadım kulaklarımı. Bir anda tüm gücüm çekilmişcesine beni yarı yolda bırakan ayaklarım üzerine asfalta çöktüm.
Kalbimi sıkan korkuyla "Yeter!" diye bağırdım bağıra bildiğim kadar.
Duysun istedim. Biliyorum burada. Burada hatta belki bir duvarın arkasında izliyor acizliğimi.
Duysun beni. Duysun.
"Duy beni yeter! Yeter ölümüne korkuttuğun! Yeter hayatımı yaşanmaz kıldığın! Uyuyamıyorum! Evden dışarı adımımı atamıyorum! Yaşayamıyorum! Yeter çık.. Çık git benden! Çık git! Defol git hayatımdan! Git! Git! Yada çık karşıma artık! Yeter! Yeter! Yeter!"
Küçüldüm küçülebildiğim kadar. Başımı kollarımın arasına alıp yasladım dizlerime. Gizlemeye çalıştığım her bir hıçkırığımı kendisini göremediğim halde bile beni bu denli korkutabilen katile armağan ettim. Nefesimin sıcaklığı beni ısıtmaya yetmiyor artık. Korkum dinmiyor.
Görsem.. Görsem bu denli korku, bu denli özlem, bu denli acı duymam belki ama şuan hiç görmediğim bir düşmanın ayak seslerini duyar gibi bir korku içersinde kapana sıkıştım.
Biliyorum, buradasın.
Ne acınası bir haldeyim halbuki.
Daha ona karşı tattığım hissi bile bilmiyorum. Korkuyorum, çok fazla korkuyorum lakin onu canıma can katacakmışcasına da görmek istiyorum. Sanki onu görsem bu kavgadan aklanacağım.
Yavaşça dizlerime kapadığım başımı kaldırıp daha da çok korkmama sebep olan karanlık yola baktım ürkerek. Bir yandan da heyecan vardı ıslanan gözlerimde. Ona görebilme heyecanı.
Başımı kaldırıp gözlerimi karanlığa sabitlediğimde ne bir ses vardı, ne de bir nefes.
Yoktu..
İçime sığmadığından bu zamana kadar bastıra bastıra sıkıştırdığım tüm özlemim, tüm merakım artık ortaya koymak istiyordu kendisini. Bugün taşmak istiyorum. Utanmadan, korkmadan, birinin kalbini kırarmıyım diye susmadan, söylediklerime pişman olmadan duyurmak istiyorum sesimi.
Duyuracağım da.
Duymasa bile hisseder belki.
Said ile konuştuktan sonra ilk defa "Katil!" demek yerine kendi ismiyle çağırdım.
"Buhran." diyebildim zar zor.
Kazağımın örttüğü ellerimle kendime gelmek ister gibi hızla sildim göz yaşlarımı. Ayağa kalktım hemen. Korku ve özlemin birlikte sindiği harelerimle etrafıma bakındım. "Çık artık karşıma" dercesine yalvaran gözlerimle her bir karanlık köşeye bakındım tekrar tekrar.
Bir süre sonra artık ağlamaya dönen sesimden çaresizce isim döküldü.
"Buhran.."
Sanki birinin yardımına dilenen bir çaresiz gibi bu sefer daha bir yüksek sesle ismini andım. Artık ağlıyordum.
"Buhran! Neredesin.."
Onu bulmak umuduyla boş karanlık yolun ortasında kendi çevremde dönüp durdum.
"Çık karşıma. Korkuyorum çık. Üzgünüm çık karşıma. Pişmanım görün bana ne olur.."
Görmek istiyorum seni.
Bir kere, bir kere görmek.
Ne bir ses, nede bir adım.
Cevap yoktu. Belki kendiside yoktu burada.
Sarsıldığım onca andan sonra ümitsizce kaldırıma oturdum. Başımı dizime kapatıp gözlerimi kapattım.
Dinmek, sakinleşmek, sönmek adına sessizliğe bıraktım varlığımı.
Zihnim sussun artık.
Bedenim uyusun artık.
Bir anda duyduğum erkek sesiyle yavaşça başımı kaldırdım dizimden. Ağlamaktan şakaklarım ağrıyordu.
"Yardıma ihtiyacınız var mı?"
Kısa bir süre karşımdaki adama bakmakla yetindim. Karanlık bile örtemiyordu teninin pürüzsüzlüğünü. Gece vakti bu yoldan geçmeyecek bir giyimine sahipti. Açık gri bir takım içerisinde ben buradayım diye kokan buram buram parfümü, özenle seçildiği belli olan marka olduğunu düşündüğüm saati bu semte uygun değildi. Üstelik dikkatle hatta belki acıyarak bakıyordu yüzüme. Bir adama göre fazla masum bakan gözlerine bakmaya devam ettiğim sıra zihnim de çakılan haram ikazıyla bakışlarımı indirdim. O da usulca uzun bacaklarını kırıp önüme oturdu.
"İyi misiniz? Yardıma ihtiyacınız var mı?"
"İyiyim."
Bir süre daha ne yapacağını, ne diyeceğini bilmez halde bekledi baş ucumda. Nedense korku vermiyordu. Ciddi ve düzgün giyiniminden mi yoksa acır gibi bakışlarından mı emin değilim ama daha çok bir abi edasıyla biraz da tedirginlikle bakıyordu gözlerime. Burada, bu yolda, bu giyinimle olması da garipti ya.
Çalan telefon sesiyle başımı kendisine kaldırdığımda ayaklandı. Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana baktı bir süre. Gözleri bana kaydığında anlamayan bakışlarla kendisine baktım.
"İyiyim ben gidebilirsiniz."
Gitmek yerine bana bakıyor olduğu halde telefonu kulağına götürdü. Dikkatle dinliyordu karşı tarafı. Bir yandan da artık bana rahatsızlık vermeye başlayan gözleriyle durmadan bana bakmaya devam ediyordu. Ayaklanmak yerine olduğum yerde oturmaya devam ettim. Giderdi büyük ihtimal.
"Tamam. Tamam geliyorum."
Telefonu kapar kapamaz birşey demeden arkasını dönüp yürümeye başladı. Tavrına anlam veremeyen gözlerle arkasından bakıyordum ki yavaşça ardına dönüp bana baktı bir süre. Anlatmaya çalıştığı birşey var gibi durup bakmaya devam etti gözlerimin içine.
"İyi olmalısın.." diyerek söze başladı. Telefon ekranınada bakıyordu ara ara.
"İyi olmalısın çünkü hayat daima çok daha acımasızca yakmak isteyecek canını. Güçlü ol! Çünkü bundan sonrası için güçlü olmak zorundasın.."
Öyle çok tuhaf olup şaşırdım ki. Bilir gibi konuşmuştu. Hayatımı bilir gibi, hatta sonrasını bilir gibi. Şaşkınlıktan kocaman açılmış gözlerle kendisine bakakaldığım sıra bana sırt dönüp ileriye doğru hızla bir kaç adım attığında yüksek çıkmasına zorladığım sesimle seslendim.
"Kimsin!"
Cevap vermedi. Tam doğrulmak istediğim, peşinden gitmek istediğim sıra bir araba göründü yolun başından. Farları tüm yolu aydınlatırcasına kuvvetli olduğundan benimle konuşan adamı daha net görüyordum. Telefonu ellerinde sıkı sıkıya tutup gelen arabayı bekler gibi yolun kenarına geçmişti.
Farlarından camına kadar siyah olan ve içeriyi hiçbir şekilde göstermeyen araba bize yaklaştıkça o katilin kaza yaptığımız gün bindiğim arabası canlandı gözümde. Tam net hatırlayamıyorum ama çok benziyordu.
"Hatırlama! Hatırlama!" deyip kızdım kendime. Tekrardan eğdim başımı yere. O sıra genç adam da arabaya binmişti lakin araç devam etmiyordu. Bekliyorlardı. Korkmaya başladım. Öyle ki amaçlarının kötü olma ihtimaliyle hızla kalkıp ardıma bakmadan eve gitme düşüncesini gerçekleştirmeyi düşündüm.
Ama aracın sürücü tarafındaki siyah kaplamalı camına baktığımda zihnim bir yüzü görür gibi oldu.
O canlandı gözümde..
O katil..
"Belki belki odur.." diye seslendi kalbim. Aracın camından gözlerimi ayırmadığım halde kalbim atışlarını hızlandırdı. Daha fazla kaldırımda oturmaya devam edemezdim. Üstelik önümde bir araç durmuş ve gitmiyorken.
Araçtaki kişilerin neden beklediğini yada kimin beklediğini öğrenmek istiyordum ama gidip bakmaya cesaret edemedim ilkin. Hatta eve gitmek adına aşağı yöne doğru birkaç adım atıyordum ki duraksadım.
Kaçmayacağım
Bu defa iç sesimden kaçmayacağım.
İlk defa "O katildir belki." diyen iç sesime itaat edip soğuktan kasılan avuçlarımı sıkıp araca doğru bir kaç adım attım.
Bir kaç adım daha atıp neredeyse yakınına geldim ama hâlâ duruyordu. Hissediyordum içeride birinin beni izlediğini.
Biliyorum, hissediyorum.
Sanki daha da çok yaklaşmamı istiyordu şoför koltuğunda oturan kişi. Daha
da yaklaş der gibi kendisine gelmeme izin veriyordu. Sergilediğim tavrın aptalca olduğunuda düşünsem de yaklaşamaya devam ettim.
Ne kaybedebilirdim ki daha.
Adımlarım son bulduğunda arabayla aramızda en fazla iki adımlık mesafe vardı. Kalbimin o katile karşı duyduğu özlemi hissettim her zerremde. Kurumaya yüz tutmuş gözlerim yaşardı tekrardan.
bana ne yaptın sen
bu nasıl bir büyü
Ağlamamak adına kendimi sıktığım hâlde başımı eğmek yerine göremediğim şoför koltuğundaki kişiye dik dik baktım. Ve bir hareketlilik oldu, nefesimi tuttum..
Şoför camı inmeye başladı.
O değil, o değil, değil..
Şoför camı çok az açıldı ve durdu. Avuç içi sargılı bir el göründü camdan, avucunda birşey tutup sıkıyordu.
Korkuyla avuçlarımı daha da çok sıktığım sıra onun kokusunu duyumsar oldum. Burnuma doldu kokusu. Mizacının ve bakışlarındaki sert görünümün tersine kullandığı parfüm daha yumuşak kokardı. Yine aynı kokuyu hissediyorum. Yada hayali bir yanılsama yalnızca.
Ben aldığım kokunun gerçekliğini sorguluyorken gördüğüm sargılı el elindeki şeyi tokat atarcasına yüzüme fırlattı, aciz hissettim...
Ve araç, beklemeden çekip gitti..
Aciz hissediyorum, ufacık kalmış..
Ayaklarımın altından asfalt titredi bir anlığına. Şaşkınlıkla yolun ortasında kaldım öylece. Attığı şeye baktım. Acınası olduğumu iliklerime kadar hissettiğim halde eğilip aldım. Mendildi. Siyah bir ceket mendili. Katlanamaktan çok öfkeyle atılmışcasına buruşturulmuştu. En az mendil kadar hor görüldüğümü daha çok hissedip mendili sıktım avuçlarımda
Buraya kadar gelen, ümit eden ayaklarıma kızarak geriledim tekrardan. Üşüdükçe daha da çok sıktım avuçlarımda eziyet ettiğim siyah mendili. Ne kadar da çok bana benziyordu. Bendim o mendil. Siyaha boyanmış, öylesine dümdüz üretilmiş, sımsıkı tutulmuş, buruşturulmuş, fırlatılmış..
Sustum.
Ona bağırmak, ona kendisini duyurmak isteyen sesimi susturdum.
Yoktu. Bir daha da olmayacaktı.
Hem gördüğü yerde öldürecek ki o beni.
Sineme dolan hayal kırıklığı ile sırtımı döndüm mezarlığa giden yola. Gitmeliyim artık diye ikna etmeye çalıştım bir süre kendimi. Göz yaşlarımı engellemek ister gibi kazağımın örttüğü ellerim ile gözlerimi kapayıp aldığım kararla yolun geldiğim yönüne doğru yürüdüm çaresizliğin yorgunluğuyla.
Yorgunum, kendime bile katlanmayacak kadar.
Çaresizim..
O katilin dokunduğu bu bedenin içinde sıkışıp kaldım. Onun kanlı elleriyle imzasını bıraktığı bu bedenin içinde sıkışıp kaldım..
__________________
Halsiz ayaklarım karanlık onca yolu bilinçsizce aşıp beni evimin yakınlarına getirdiğinde bizim mahallenin başında bekleyen Savaş'a değdi adeta rengi akmış gözlerim. Sanki hiç farketmemiş gibi geri çektim bakışlarımı. Onu görmemezlikten gelmeye kararlı olup bir kaç adım sonra tam yanından geçeceğim sıra seslendi.
"Neredeydin?"
Bakmadım kendisinden taraf. Bir boşluğu izler gibi baktım kısa bir mesafeden görünen evime.
"Eve geçiyorum"
Daha fazla konuşmasını istemediğimden beklemeyip ileri adım atacağım sıra seslendi tekarardan.
"Neredeydin dedim İnşirah."
Her ne kadar bir an önce yatağıma uzanıp saatlerce uyumak istesemde içimde kalan son öfke kırıntılarıyla yavaşça Savaş'a döndüm yüzümü.
"Seni ilgilendirmez!"
"Nasıl ilgilendirmez?!" deyip yakınıma gelince geriledim. Gözlerime daha da sert bir bakışın yerleştiğini bilerek ciddi bir yüz ifadesiyle tekrardan sesimi yükselttim.
"Benimle muahatap bile olmaya kalkışma bir daha! Sana hiç mi hiç güvenmiyorum! Sende biliyorsun bunu zorlama!"
"Neden?" deyip, uzun bacaklarından dolayı koca bir adımda dibimde durdu.
"Neden güvenmiyorsun İnşirah. O katil kadar kafayı sıyırmadığımdan mı? Ya da sana zor kullanmadığımdan?"
"Zor kullanmamak mı?" diye tekrar ettim cümlesini. Halbuki düşündüğüm tek cümle "O katil kadar kafayı sıyırmadığımdan mı!" deyişiydi. İşte biliyor herşeyi. Savaş biliyor onun şu anki durumunu. Herşeyi..
"Ben aptal değilim Savaş! Son zamanlar da planladığın saçmalıklardan habersiz gibi mi görünüyorum! Kendini uzak tut benden!"
Ardıma bakmadan ileriye doğru adım atacağım sıra tekrardan seslendi. Ama bu sefer farklı bir tondaydı sesi. Daha kısık, daha içten belki.
"Ama ben sana yakın olmak istiyorum İnşirah. Yıllardır olduğu gibi. Hatta daha yakın, biliyorsun.."
"O halde!" deyip yönümü döndüm. Gözlerimi bir an bile kaçırmamaya dikkat ederek niyetini anlamaya çalıştım bir süre.
"O halde ne?"
"O halde bana gerçekleri anlat? Neden sahteyim ben anlat!"
Yüz hatlarına yayılan şaşkın ifadeyle bir küçük adım geriledi yavaşça. Anlatmayacağını biliyordum ama bir kere şansımı denemek istemiştim. Sonuç tahminimden uzakta değildi ne yazık ki..
Suskunluğu cevap veremeyeceğini ortaya koyuyordu. Beklemeyerek arkamı dönüp eve yönelmiştim ki gitmeden evvel son bir kaç cümle kurdu.
"Sahte değilsin. Belki farkında değilsin ama sahte değilsin İnşirah. Yalnızca kaderin bu. Benim bildiğimi biliyorsun farkındayım ama olmaz. Olmaz anlatamam. Üzgünüm.."
Sırtım dönük olduğu halde cümlesinin devamını getirir diye bekledim bir süre. O da herkes gibi yarım bırakıp kulağıma ilişen adım sesleriyle uzaklaştı.
Gülümsedim..
Lakin gülümseyişim dahi acı bir tat bıraktı dudaklarımda.
"Ne bekliyordum ki."
Artık yorgunluktan adeta zemine sürünen ayaklarımla kısa yolu da aşıp evin bahçe kapısını araladım. Yavaşça dış kapıya yöneldip babamın evde oluşuna imkan vermediğim halde belki gelmiştir de uyuyordur diye hafif kalın siyah trençimin cebinden çıkardığım anahtarla olabildiğince sessizce açtım kapıyı. İçeri girdiğimde yüzüme çarpan yalnızlık kokusuna rağmen beklemeden odama yöneldim. Üzerimi bile çıkarmadan kendimi yatağın üzerine attığımda gelen mesaj bildirim sesiyle halsizce elimi daldırdım cebime. Elime gelen ilk şey o mendildi. Suratıma atılan o siyah mendil.
Mendili avuçlayıp daha da çok sıktığım halde çıkardım cebimden. Ağrıyan vücudumla doğrulup yavaşça oturdum yatağa. Baktım bir süre.
Baktım, baktım..
Kimdi? Ne diye tokat atmak istercesine bir öfkeyle attı ki bu mendili yüzüme? Neyin öfkesi bu..
Hem bu koku.. Bu koku..
Yavaşça burnuma yaklaştırdım mendili. Burnuma dolan kokuyla içime bir daha tek bir nefes bile çekemedim. Şaşkınlıkla açılan gözlerim buğulandı, daha da çok burnuma yaklaştırdım mendili.
O kokuyordu. Bizzat onun parfümüydü. Bizzat o..
Göz yaşları git gide birikip karanlık odanın tek bir yerine sabitlenen görüş alanımı bulanıklaştırıyorken yavaşça yanağımda süzüldü sıcak damlalar.
Oydu..
Onun kokusu eşliğinde gözlerimi usulca kapayıp öfkeyle yüzüme attığı mendile akıttım ruhumu. Göğüs kafesimi zorlayan kalbimin ağrısını durdurmak adına ellerimi bastırdım göğsüme.
Sıkışıyorum. Bedenim daracık geliyor onun adına hissettiklerime. O gece ona gitmeyerek ona karşı duyduğum pişmanlığıma.
Ne kadar olduğunu hesap edemediğim bir süre sonra mendili kendimden hafifçe uzaklaştırıp her bir kısmına dikkatle bakmak istedim. Bizzat ona dokunurmuşcasına ürkekçe açmaya başladım buruşturulan siyah kumaş mendili.
Ona ait olan bir bez parçasını bile incitmekten korktum.
Tamamen düzelttiğimde içinde gördüğüm kağıt parçasıyla kalakaldım bir süre. Üşüyen bedenim ve onu özleyen yüreğimle yavaşça elime aldım kağıdı. Titriyor ellerim. Engel olamıyorum..
Kağıdı kendime eziyet edercesine bir yavaşlıkla açıp yazan şeyi okuduğumda adeta boğuldum. Onun kokusu, onun bana karşı duyduğu öfkede boğuldum.
Yazan yazıyı tekrar tekrar, tekrar tekrar okudum..
"Boşa ağlama! Çünkü ben sönmüyorum!"
O mezarlık yolunda benimleydi katilim.
Daha da acısı beni bulmuştu.
"Seni bulmama izin verme!" dediği tutsağını tam sekiz ay sonra bulmuştu.
Beni bulmuştu..
Karantina 3.Gün
02.Kasım.20| Pazartesi
22.mayıs.22|Pazar|21:30
14.Mayıs.24 |Salı|02:15
Hakkını vermediğimi düşündüğüm bir pazartesi gününden..
Bölüm biraz uzun. Umarım okurken sıkılmazsınız.