Aikidoka | bxb

By xxdeathgirl

3.5K 446 466

"Ne yapıyorsunuz?" "Asıl siz ne yapıyorsunuz? Etek metek, hayırdır?" "Etek değil bu, hakama. Ne yaptığımızın... More

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8

0.9

443 59 77
By xxdeathgirl

02.09.2022
Teoman'dan

Asaf, eline aldığı mopla tataminin her bir köşesini ondan beklemediğim bir titizlikle silerken, birkaç dakika önceki düşünceler aklımdan silinip gitmişti.

Sırf onu kışkırttığım, biraz da gaza getirdiğim için aikiodaya başlamaya karar verdiğini düşünmüştüm... Ancak, şu anda ders alanını temizlerken o kadar şevkliydi ki insanın sırf heves için gelmeyi düşündüğü bir yeri böyle şevkle silmesine inanmazdım.

Akido kıyafetlerini giymesine yardım ettiğimde ve hakamayı giydiğim sırada, gözünü kırpmadan beni izlemişti. Açıkçası, tek izleyişte kemeri de hakamayı da bağlamayı öğrendiğine inanıyordum çünkü bakışları çok dikkatliydi.

Mopla önüme geldiğinde, başını kaldırıp bana aşağıdan baktı. Öne büküldüğü için olduğundan da kısa görünüyordu.

"Buraya ayakkabıyla bastığımı nasıl anladın?" diye sordu.

"Ders sonunda öğrencilere burayı temizletiyorum ve tatamiden son geçen kişinin ayak izi kalmıyor..." dediğimde, derin bir iç çekti.

"Buraya ayakkabıyla basılmadığını bilmiyordum," dedi. Ses tonu özür diler gibiydi, samimiyetine inanıyordum.

"Artık biliyorsun," dedim, kısaca. Asaf, başını onaylarcasına salladı ve mopla önümden geçerken, sesini yükselterek konuştu: "Ee, peki, sana nereden esti aikido antrenörü olmak?"

"Annem karete yapıyordu, babam aikido. Birini seçmem gerektiğini düşündüm ben de..." dediğimde, başını çevirip bana baktı. Sonra tekrar önüne döndü.

"Buradaki gerçek bir katana mı?" diyerek kamizadaki katanayı gösterdi.

"Evet, sakın kınından çıkarma, gerçekten keskindir..." dediğimde, tedirginlikle ona doğru bir adım attım ancak tedirginliğimi fark eder gibi kamizanın önünden çekildi ve "Tehlikeli değil mi burada olması? Dışarda çocuklar için aikido, yazıyordu. Buraya çocuklar da gelmiyor mu?" diye sordu.

"Çocuklar açamaz, yetişkinler de pek meraklı değiller..." diyerek, aldığım nefesi yavaşça bıraktım.

"Ben meraklıyım ama..." diyerek, bana döndüğünde, "En azından söz dinliyorsun," dedim. "Meraklı olup söz dinlemeyenlerin canı yanıyor genelde."

"Bir gün kınından çıkartır mısın?" diye sorduğunda, gözlerim katanayı buldu.

Annem onu bana verirken, gerçekten kullanmayacaksam kınından çıkarmamam gerektiğini söylemişti. Hafifçe güldüm. Katanayı ne için kullanacaktım acaba? Harakiri yapmamı falan mı bekliyordu benden?

"Sanmıyorum..." dedim, düz bir sesle. "İyi temizliyorsun da, elin çok ağır... Bitiremedin hâlâ," diyerek, sırtımı duvara yasladığımda, mopu kenara bıraktı ve "Bitirdim," dedi.

"Ee, onu orada öyle mi bırakacaksın?"

Bana dik dik baktıktan sonra mopu yerden kaldırmadan süpürmeye devam ederek aldığı yere kadar gitti ve oraya gelince, "Eee, burada kalan tozları ne yapacağım?" diye sordu.

"Orada faraş var, onunla alıp banyodaki çöpe dökersin," derken, keyifle sırıtıyordum.

Tuhaf bir herifti ama birlikte vakit geçirmesi keyifliydi.

Geri geldiğinde tam karşımda durdu ve gözleri üzerimde gezindi. "Cidden o etekle nasıl rahat hareket ediyorsun?" diye sordu.

Hafifçe gülerek, "Bir kere giyince hakamasız çıplak hissediyorsun..." dedim. "Senseimden habersiz hakamamı sipariş etmiştim evde de boyu boyuma uyuyor mu diye denedim tabii..."

"Burada dayak yemişsin gibi hissediyorum..." dedi Asaf.

Başımı onaylarcasına salladım. "Senseim, aynı zamanda babamdı... Eee, bir de aynı evde kalıyoruz. Sen beni hakama giyerken gör... Beni şu katanayla evin için dört tur kovaladı... Hak etmeden hakamayı giyemezsin ve biraz daha etek demeye devam edersen seni ben kovalarım."

Asaf epey gür bir kahkaha attığında, gülümseyerek onu izledim. Gözünde nasıl bir senaryo canlandırıyorsa, epey eğleniyor olmalıydı.

Gülerek bana döndüğünde, gülüşünü izlerken yakalandığım için hafiften utandım ancak gözlerimi ondan uzaklaştırmadım. Böyle durumlarda, gözleri kaçırmak utancı daha da belli ediyordu.

Aldığım nefesi yavaşça bırakırken, "İstersen sohbet ederek başlayalım, sana biraz aikidonun felsefesinden bahsederim. Sen de nasıl bir şeye başladığını bilirsin..." dediğimde, yanıma geldi ve omuzunu omuzuma yaslayarak dojonun içinde gözlerini gezdirmeye başladı.

"Pekâlâ, dünyaya biraz da senin gözünden bakayım..." dedi.

Belli belirsiz bir şekilde gülümsedim.

"O zaman sor bakalım Aikido hakkında merak ettiklerini."

"Dövüşüyor musunuz? Hani böyle kim daha iyi, onu görmek için falan..." diye sorduğunda, hafiften gözlerimi kıstım ve "Hayır," dedim.

"Aikido'nun kurucusu O'sensei yani Morihei Ueshiba, kamizada gördüğün bu dedemizin tekniklerini uyguluyoruz," dedim, bu sırada O'sensei'in fotoğrafını göstermiştim. "Bu dedemiz, zorbalığı sevmezdi. Hatta çok sevdiğim bir sözü var. Der ki, karşındakini yaralamak, kendini yaralamaktır. Saldırganlığı yaralamadan kontrol edebilmek ise Barış Sanatı'dır... Aikido'yla bunu yapıyoruz. Bu bir savaş sanatı ama barış içinde yapıyoruz."

"Çok saçma..." dedi, Asaf.

Kulağa öyle geliyordu ama konu hakkında derin düşününce, aslında hiç de saçma değildi. Yin yang. Siyah ve beyazın bir arada oluşu. Denge. Bunlar aikidoyu insana hissettiren şeylerdi.

Asaf'a bakarak, kolumu omuzuna attım. Bu refleks olarak yaptığım bir şeydi. Öğrencilerimin omuzuna kolumu hep atardım...

"Aikido ruhu eğitmektir. Savaş ve barış ikilemi, bir paradoks gibi görülse de; bu, Aikido'nun en temel prensiplerinden biridir... Aikido doğa ile bütünleşmek ve onunla tek bir parça olmaktır. Nasıl yin yangda siyah ve beyaz birbiriyle bir bütünü oluşturuyorsa, aikido da öyledir. Savaş ve barışta bir bütüne ulaşır. Ne dediğin gibi bir dövüştür, ne müsabakası olur, ne rakip ne de hasım vardır. Sadece ruhumuz ve evrenin uyumudur söz konusu olan. Aikido uzlaşma ve barışın yoludur."

Gözlerini kısarak bir süre hareketsiz kaldı ve "Kolumu koparmaya çalıştığında, hiç de barış yanlısı gibi değildin..." dedi.

"Ama kolunu koparmadım..." dedim. "Koparmazdım da, sadece senin öfkeni sana iade ettim. Orada yaptığım tek şey bir adım atıp bileğini yakalamaktı ve bunu yaparken hiç güç sarf etmedim, hissettiğin bütün acının sebebi sendin. Ben seni sadece tutuyordum, kurtulmak için kıvrandığında baskıyı sen arttırdın. Ayrıca, seni yere yatırdığımda, elini tatamiye vurdun. Bunu fark ettiğim anda daha yumuşak tutmaya başlamıştım çünkü pes etmiştin ama gururuna yediremedin ve bırakmamı istemedin. Ben de seni bırakmadım."

Kısılmış gözleri beni bulduğunda, kahverengi gözleri floresan ışığı altında parlayarak dikkat çekici bir tona büründü. "Madem müsabaka yok, neden yapıyorsunuz bunu?" diye sordu. "Hırs yok, ilerlediğin yolda karşılaşma yok... Yani, sebep?" derken, o da benim gözlerime bakıyordu.

Kolum hâlâ omuzunda olduğu için gereğinden fazla yakındık.

"Ben burada ne konuşuyorum yarım saattir?" diye sordum. "Bu spor sabır işidir, fazla hırslı olanların çok canı yanar."

"Desene benim canım baya yanacak..." dediğinde, gözlerimi, güçlükle gözlerinden ayırdım ve omuzunu serbest bıraktım.

Bir anlığına elimi çektiğim omuzuna baktı ve kaşları çatılır gibi oldu ardından bana döndü. "Yanacak mı?" diye sordu.

"Bir süre sonra alışırsın, hepimiz alıştık."

"Sen de hırslı mıydın?"

Başımı iki yana salladım. Ben sabırlıydım. Beklemeyi biliyordum. "Hırslı değildim ama çok fazla hırslı insan gördüm..." dedim yavaşça. "Nasıl yıprandıklarını da izledim."

"Peki, bıraktılar mı?"

"Bırakanlar da oldu, devam edenler de..."

"Şu an dojoda kaç kişi hırsını eğitiyor?"

"Dağhan, Nazlı, Demir, Ethem, Anıl..." duraksadım. "Asaf, ben saymaya devam edersem bu liste uzar gider..." derken, sırıttım.

Asaf, bakışlarını kamizadan ayırmadan, "Sen..." dedi ve boğazını temizledikten sonra cümlesini devam ettirdi. "Bu Dağhan'la çok mu yakınsın?"

"Eh," dedim. "Yakınızdır epey. Dağhan buraya geldiğinde 15 ya da 16 yaşında falandı... Çocuktu daha, elimde büyüdü kerata. Zaman insanları yakınlaştırıyor."

Gerçi Dağhan'la beni yakınlaştıran şey, ailevi yaralarımızdı. İkimizin de kalbi, annelerimiz tarafından kırılmıştı.

"Çocuk olarak görüyorsun yani?"

"Seni bile çocuk gibi görüyorum..." dediğimde, bakışları çok hızlı bir şekilde beni buldu.

"Beni?" diyerek, parmak uçlarında yükseldi ve gözlerini kısarak üstüme yürüdü. Şu an daha da çocuksu göründüğünden haberi yoktu, eminim. "Abi diyeceğin yaştayım, haddini bil."

"Öylesin ama burada senin üstün benim," dedim ve işaret parmağımla omuzuna fiske attım. "Dojolarda hiyerarşi söz konusudur. Japonlar saygıya önem verirler, bu işin ustası karşısında yaşının önemi pek yoktur."

"Bir dakika... Ben en yeni olduğuma göre?" kaşları çatıldı ve elini ağzına kapattı. "Dağhan da benim üstümde mi yani?"

Sırıtmadan edemedim. "Dağhan'a gelene kadar üstünde kaç öğrenci var, haberin var mı senin?" diye sordum. "Kuşak renklerinin olayı da o zaten. Yetişkinlerde renkli kuşak kullanmıyorum, kahverengi kuşağa kadar beyaz kalıyorlar. Yani sen," elimi omuzuna koyarak ayaklarının üstüne tam inmesini sağladım. "...bir buçuk yıl boyunca bembeyaz olacaksın, kar tanesi," dedim.

Dudakları birkaç kez açılıp kapandıktan sonra, "Sıkıcılaşmaya başlıyor," dedi.

"Sabır işte," diyerek gülümsedim.

"Sen aikidoya kaç yaşında başladın?" diye sordu, elimi omuzundan çektiğimde.

"Türkiye'ye geldiğimde başladım, 11 yaşımdaydım..."

"On yedi yıldır bu sporu mu yapıyorsun?" diye sorduğunda, başımı onaylarcasına salladım. Onayladığımı görünce, "...ve hiç sıkılmadın mı?" diye ekledi.

"Sıkılmadım."

"İnanılmaz..." dediğinde, bir anda bileğimi sımsıkı tuttu. Bana gülümseyerek bakarken, "Katatetori," dedi.

"Bir şey öğrenmişsin..." derken gülümsedim. "Peki, o zaman düşmek mi istersin takla atmak mı?" diye sordum.

"İkisini de istemiyorum çünkü bu sefer bileğini bana bıraktıramayacaksın," dedi.

Elimi dairesel hareketle çevirerek, alttaki bileğimi yukarı çektim ve onun bileğini altta bırakırken, parmaklarımı bileğine sardım. Şimdi ikimiz de, birbirimizin bileğini sıkıca tutuyorduk.

"Sana bileğimi bıraktırabilirim," dedim, derin bir nefes alarak. Tam karşısında duruyordum.

Asaf'ın kolu kasılarak gerginleşti. Biraz gevşetse aslında üstünlük ondaydı ama o yakalanan bileğine odaklandığı için kolunu farkında olmadan kasıyordu.

"Bıraktıramazsın, şu anda çok sağlam tutuyorum," dedi, inatla.

"Bıraktırırım."

"Sadece elini kurtarırsın ama bana bıraktıramazsın," dediğinde, hafifçe gülümsedim.

"İddiaya var mısın?" diye sordum. Parmakları hafifçe gevşedi, sanırım iddiaya karar verdiğimizde daha sıkı tutmak için gücünü toplamaya çalışıyordu.

"Varım," dedi hızlıca.

"Neyine?" diye sordum.

"İddiayı sen attın ortaya, bir talebin yok mu?" diye sorduğunda, omuz silktim.

Yavaşça, "Yok," dedim.

"Benim var," dediğinde, kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım.

"Dinliyorum?"

"Eğer bileğini bırakmazsam..." dedi, ardından sertçe yutkunarak gözlerini dudaklarıma indirdi. Kelimeler dudaklarından dökülmeden bakışlarıyla dile gelmişti sanki. "...seni öpeceğim."

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdığımda, dudaklarımdaki bakışları gözlerimi buldu. Bir anda böyle açıkça söylemesini beklemediğim için şaşkınlıkla, "Bıraktırırsam?" derken, ben de dudaklarına baktım. Gerginlikle birbirine bastırdığı dudakları incecik bir çizgi halini almıştı.

"Ne istersen..." dedi. "Her şeyi yaparım."

"İyi, çok zorlamayayım seni... Eğer bileğimi bıraktırırsam, sana bulduğum iş yerinde uslu uslu çalışırsın," diyerek gülümsedim. Ağırdan almalıydım.

"Bana iş mi buldun? Ayrıca, bunun için bileğini bıraktırmana gerek yok, biliyorsun, değil mi? Sonuçta geçimimi sağlamak için işe ihtiyacım var..." dediğinde, hafifçe güldüm.

"Sadece ne yaptıracağımı bilemedim..." dedim.

"Başka bir şey talep et, bu sayılmaz. Mesela bıraktırırsan sen beni öp..." dediğinde, kahkaha attım.

"Tamam o zaman, buldum..." diyerek gözlerine baktım. "Burayı güzel temizledin, eğer bileğimi bıraktırırsam... Evimi de temizlersin."

Asaf önce sırıttı sonra da gülmeye başladı.

"Çıkarcı herif..." derken, hâlâ gülüyordu.

"Sen sanki hiç çıkarcı değilsin..." diyerek, derin bir nefes aldım ve "...on saniye içinde bileğimi bırakacaksın," dedim.

Gözlerini gözlerime dikti ve son derece sıkı bir şekilde bileğimi tuttu.

"Bırakmayacağım."

Baş parmağımı bileğindeki hassas bir noktaya getirerek damarının üstüne sertçe bastığımda, Asaf, "Sikeyim, ne yaptın sen öyle?" diyerek elini anında geri çekti.

Ona sırıtarak, "On saniyeyi fazla söylemişim, beş saniye bile olmadan bıraktırdım bileğimi..." dediğimde, "Seni de sikeyim!" diye bağırdı.

Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Epey sinirlenmiş olmalıydı. Sırıtmadan yüzüne bakmam imkansızdı ama sırıtışım da onu sinirlendiriyor gibiydi.

"Sırıtma bana!"

"Üzgünüm, elimde değil," derken, geri çekiliyordum çünkü Asaf sinirle üstüme yürüyordu. Canı yandığı için mi bu kadar sinirliydi yoksa kaybettiği için mi, bir türlü karar veremiyordum.

Sinirli bir tavırla, "Bu hamlenden sonra bileğini bırakmayan oldu mu?" diye sordu.

Başımı iki yana salladım. Bastığım yer, damar üstüne denk geldiği için elde uyuşmaya sebep oluyordu. Direnenler bile en sonunda bileğimi serbest bırakıyordu çünkü bir noktadan sonra parmakları hissizleşiyordu ve tutacak güçleri kalmıyordu.

"En uzun ne kadar dayandılar?"

"Sanırım on, on beş saniye kadar."

"Kim?"

"Dağhan," derken sırıttım. Dağhan çok hırslıydı ama o bile başarısız olmuştu.

"Ondan daha uzun dayanırım."

"Neden herkes Dağhan'la yarışıyor anlamıyorum..." dedim.

"Adama ilah gibi bakıyorsun da ondan?"

"Abartıyorsun," dedim. "Öyle bir şey yok."

"Gerçekten yok mu? Ona karşı hassas olduğunu söylemiştin..." dediğinde, derin bir nefes aldım.

"Neden şu anda Dağhan'dan bahsediyoruz Asaf?" diye sordum. Sırtımı duvara yasladığımda, önümde durdu ve kollarını göğsünde bağladı.

"Merak ediyor olamaz mıyım?" dediğinde, aldığım nefesi yavaşça bıraktım.

"Olamazsın." Sesim netti. "Bak, sana sadece yardımcı olmaya çalışıyorum," dedim, bir kez daha. "...hayatımı sorgulamana izin vermiyorum. Bunu aklından çıkarma."

Söylediklerimle birlikte yüzündeki ifade sertleşirken derin bir nefes aldı. Gözlerini kırpmadan, "Bana neden yardım ediyorsun ki?" diye sordu.

Ciddi sesi karşısında ürperdiğimi hissederek kesik bir nefes aldım.

"Fazla yardım severim."

"Bana iş bile bulmuşsun. Gören de kırk yıllık dostunum sanar."

"Belki olursun..." dedim, yumuşak bir sesle. "Neden olmayasın? Aikido sabır ve zaman istiyor, sabır ve zaman her şeyin başını getiriyor..."

Yüzündeki sertlik kırılırken, ciddi sesini bozmadan yanıt verdi.

"Hiç ciddi anlamda teşekkür edemedim..." dedi. Gözleri gözlerimle buluştuğunda, "Teşekkürler," diye fısıldadı. Ardından dudaklarında minik bir gülümseme oluştu ve yavaşça, "Arigato," dedi.

Aldığım nefesin içimi yaktığını hissederken, gülümsedim. Minik jesti bir andan hoşuma gitmişti.

"Çok gülümsüyorsun," dedi, gözlerini dudaklarıma indirirken. "Kaybettiğime üzüldüm ya. Peki... Evini ne zaman temizleyeceğim?" diye sordu.

Aklımdaki fırtınaya kapılmama saniyeler kala içinde bulunduğumuz ana tutundum ve gözlerimi kısarak, "Önümüzdeki hafta sonu," dedim. "10 Eylül'de."

"Neden yarın değil?"

"Çünkü yarın gelmesi için çoktan bir temizlikçiyle anlaştım, son dakikada iptal edemem, ücretini henüz ödemedim."

Asaf bir an duraksadı. Yüzündeki ifade daha da yumuşarken, "Sırf ücretini vermedin diye mi iptal etmiyorsun?" diye sordu.

"Evet."

"Ücretini vermiş olsaydın iptal eder miydin yani?"

"Ederdim..."

"Sen... Fazla iyisin, Teoman... Çok canını yakarlar haberin olsun," dediğinde, istemsizce gülümsedim.

"Yakabilirlerse... Tabii."

Asaf gözlerini kısarak yüzüme baktı ve gülerek, "Ne o? Yoksa duyguların da mı aikido biliyor?" diye sordu.

Kahkaha attım. "Acının da bir seviyesi vardır. Bir noktadan sonra hiçbir acı canını yakmaz..." derken, derin bir nefes aldım. "Benim uzun zamandır canım yanmıyor Asaf."





Ehehe hadi bakalıım :)

Teoman bu aralar favori karakterim haline geldi. Ortalıkta Teoman, Teoman diye geziyorum...

Siz de sevdiniz mi?

Gelecek bölümde görüşürüüüz >.<

Sizi seviyorum.

Continue Reading

You'll Also Like

359K 25K 15
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
35K 1.7K 21
Okulun zengin, şımarık çocuğu Ersan ve zeki, kuralcı kızı Aslıhan. BU HİKAYE 13/09/2024 TARİHNDE YAZILMIŞTIR BÖLÜMLER SIKLIKLA GELECEKTİR
105K 8.9K 35
"Delibal, hem şifa hem zehir."
2.7M 122K 71
05**: Öncelikle yaşanan durum için sizden özür dilerim. Adamlarım adına da kusura bakmayın meslek icabı fazlasıyla ketumdurlar. Bayılttığınız adamıma...