Kapılar sonuna dek açıldığında, sana söylemek istediğim son sözlerim var. Ve sen, tüm kapılarını bana kapatmadan önce, tuz basasın diye sana bırakacak derin yaralarım var.
"Söylesenize; Ruhtaki en derin yara nedir?"
"Panzehir diye içtiğin ilacın, zehirlediği kalbindir."
"Yani, ihanetten bahsediyorsunuz Bayım?"
"Öyle de denebilir."
*
Küçük bedenini siper etti sıska bedene, öyle soğuktu, öyle sessiz her yer. Kırık camdan içeriye dalan fısıltılı rüzgar titretiyordu bedenlerini, ne yapılırdı şimdi?
"Neva, hala üşüyor musun?" Diye sordu endişeyle, neden bu kadar üşüdüğünü anlamıyordu. Sonunda tıklanan kapıya koştu, açtığı gibi içeriye dalan iki çocuk da küçük kızın etrafına oturdu.
"Kıyafet vermedi mi?" Diye sordu umutsuz yeşil gözleriyle. İkisinin suratlarındaki ifadeden her şeyin bir hüsran olduğu belliydi, her zamanki gibi. Sessizce iki yana salladı kafasını Ufuk.
"O çok titriyor." Dedi en büyükleri, oldukça dik başlıydı henüz o yaşında. Asla gerçek hislerini belli etmez, kalbini kimseye açmazdı. İsmi gibi; Özgür ruhluydu o. Bu özelliğini ondan almış olmalıydı Neva. Her şey kan bağı demek değildi bu küçük dört kalp için.
Hızla beresini çıkararak sarı saçlarını açığa çıkardı ve küçük kardeşinin örülü saçlarını geriye atıp başına yerleştirdi Atlas. Diğerleri de ceket ve eldivenlerini çıkararak ona giydirdi. Birlikte koltuğa uzanıp sıkıca sardılar küçük kardeşlerini. Yumuşak, siyah saçlarını okşarken buruk bir gülümseme eşliğinde daha sıkı sardı kardeşini Atlas;
"Üşüme artık kardeşim, sevgim seni ısıtacak."
*
Geriye çekilerek arkasında saklanan bedeni açığa çıkardı. Kapüşonu geçirdiği başını öne eğip diğer kolunu tutmuş, öylece duruyordu. Kafamın içerisinde bir şarkı çalıyordu, sanki oğlunu kaybeden bir anne ağıt yakıyordu. Gözlerimin içine bakmadı, bende bakmasın istedim. Olur da bakarsa, belki ona üzülebilirdim. Bu gece içtiğim panzehir, kalbime bir zehri işlemişti; beni yavaş yavaş öldürecek bir zehri. Dik duruşumu bozmadım. Haldun haklıydı; şimdi beni çekip vursa canım yanmazdı.
Hepimiz şok içerisindeydik, edecek tek kelimem yoktu.
"Durma." Dedim sadece, "ne yapacaksan yap." Çok keyif alıyordu bu durumdan, kahkahalar eşliğinde işkence yaparak öldürecekmiş gibi bakıyordu hepimize, özellikle bana, fakat dediğim gibi; sorun değil.
"Alın şunları." Gözlerini benden ayırmadan adamlarına verdiği emirle hepsi harekete geçti. Kolumdan tutan iki adama hiç karşı koymadım, ruhum bedenimden çekilmiş gibi hissediyordum. Gözlerimin ardındaki derin keder ve hayal kırıklığını bir tek o anlayabilirdi, gözüme bakacak yüzü olsaydı tabii.
Kollarımdan tutan adamlar beni arabalara doğru sürüklerken kafasını hafifçe kaldırarak göz ucuyla baktı, çok pişman görünüyordu. Biliyordum, o zehrin bağımlılığındayken onu alabilmek için kendini satanlar bile vardı. Hayır, hala zihnim onu haklı çıkarmak için bahaneler arıyordu.
Gözlerimdeki bağları çözdüklerinde bir sandalyede, bağlı bir haldeydim. Yol boyu gözlerimi kapadıklarından nerede olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu ve saatlerdir burada öylece oturmaktan her yanım ağrıyordu. Muhtemelen işimi burada bitirecekti fakat diğerlerinin yanında olmayı ummuştum. Loş ışıklı bir bodrum katındaydım, burada insan doğranıyormuş gibi bir hava hakimdi. Etrafta şeffaf muşambalar ve kurumuş kan lekeleri olan bir tezgahtan başka bir şey göremiyordum. Korkmuyordum da aslında pek bir şey hissedemiyordum.
Dilim damağım kurumuştu, kimse gelip gidecek gibi değildi. Aklım karman çorman, benimle tehdit edebileceği kimse yoktu. 'Belki de diğerleri kurtulmuştur?' Diye geçirdim içimden, sonuçta onları benimle tehdit ediyor olabilirdi. Burada biraz daha durursam delirerek bir sürü senaryo türetebilirdim.
Öylece duvara bakarak geçirdiğim bilmem kaç saatin daha ardından eski püskü kapı açıldı. Gözlerim kapıya çevrildi hemen, sadece bir haber istiyordum. Sadece iyi olduklarını bilmek istiyordum.
Aman Tanrım, biz nasıl düşmüştük bu tuzağa!
İçeriye giren ardına doğru tarayarak özenle sabitlendiği fakat artık azalmış saçları, yaşına göre fit vücuduyla Harun'du. Kendisini öyle çok seviyordu ki, etrafındaki kimseyi umursamazdı o. Mideme bir bulantı çöktü aniden, belki bir şey yemediğimdendi fakat onunla alakası olduğunu düşünmek bana daha açıklanabilir geldi.
Pis gülümseyişi loş ışığın altında ürkünç bir hal almıştı, yorgun olsa da keskin çıkarmaya özen gösterdiğim sesimle sordum.
"Nerede onlar?"
"Nerede olmalarını isterdin?" Diye sordu bana doğru aheste aheste gelirken. Çenem ağrıyana dek dişlerimi sıktığımı fark etmedim fakat sıkmaktan da vazgeçmedim. Derin bir nefes verdim.
"Senden uzakta." Aniden güldü ve kafa salladı. Bakışı bakış değildi bu adamın, tüylerim ürperdi aniden. Bana her türlü işkenceyi yapabilirdi... o şey hariç.
"Bunu gerçekleştirebilir veya onları tek hamlede öldürebilirim." Harun'dan nefret ettiğim aşikardı fakat onun hakkında herkesin bildiği en net şey, sözünün eri olduğu. Yutkundum sessizliğin içinde. Rutubet öyle yoğun kokuyordu ki burnum alışmış olması gerekirken sanki gitgide artıyordu koku. Burada ne pencere vardı ne de bir havalandırma, kaçabilecek bir yer, nefes alacak bir delik bile yoktu. Bu fare deliğinde tamamiyle kapana kısılmıştım.
"Buradan kurtulduğumda bana çaresizce yalvarıyor olacaksın, biliyorsun değil mi? Ama ben senin gözünün yaşına bakmayacağım Piç herif!"
Sıktığım dişlerimin arasından kin içinde fısıldadım ona doğru. Öyle boştu ki burası fısıltım bile yankılanıyordu sanki.
Etrafımda dolaşırken arkamda durdu ve kulağıma eğildi;
"En sevdiğim yanın bu biliyor musun Kuzgun, ne kadar batmış olursan ol aptal bir balık gibi çırpınıp duruyorsun." Omzum havalandı kulağıma doğru, pis sesini işitmemek için kulaklarımı tıkamak istedim. Keskin bakışlarımla ona bakarken çoktan karşıma geçmişti, kindar bir ifadeyle gülümsedim ve yaklaşması için kafamı eğip kaldırdım. Yüzüme doğru yaklaşınca beklemediği bir anda tükürdüm suratına, hızla geri çekildiğinde sinirle gülümsedim. Bayık bakışlarım yüzümle bütünleşmişti artık, bir parçamdı sanki. Suratını kolunun tersiyle silip bir tokat attı suratıma. Ardından tek eliyle yanaklarımı tutarak sıktı yüzüme olabildiğince yaklaşarak, ellerim bağlı olmasa bu pislik herife yapacağım çok şey olurdu.
"Bu hareketlerin beni daha çok tahrik ediyor ama." Dedi sırıtarak. Şimdi durup kusacaktım suratına doğru, bakalım o zaman da tahrik olacak mıydı.
"Fahişe olan annen, seni yabancı bir adamdan peydahlarken de böyle söylemiş olmalı. Sahi, baban seni istemedi diye mi böyle bir piç oldun sen?"
Dediğim an değişti suratı, onu en beklemediği yarasından vurmanın zaferi vardı suratımda. Nereden bilebiliyorsun der gibi bakıyordu. Açıkçası, bana saldırmasını falan bekliyordum fakat çenemi bırakarak geriye çekildi ve öylece süzdü beni. Cebindeki elleriyle, çenesini sağa sola oynatarak süzmeye devam ediyordu ki aniden durup kafasını sağa eğdi.
"Eğer kardeşlerini serbest bırakmamı istiyorsan teklifimi kabul etmelisin. Ya da hepiniz ölürsünüz."
Kaşlarım çatıldı, bakışlarından az çok tahmin edebiliyor fakat bilmek bile istemiyordum.
"Ne teklifi?" Diye sorduğumda gülümsedi. İlk defa korkuyla çarptı kalbim, öyle ki göğüs kafesimi delip geçecekti sanki. Yutkundum sadece. Bir yol ayrımında hissediyordum kendimi fakat iki yol da bir uçuruma çıkıyordu. Titreyen dudaklarımla başımı öne eğdim, korktuğumu bilmemeliydi. Böyle bir şerefsizin bunu anlamaya hakkı yoktu.
"Hiçbir şeyi zorlamaktan hoşlanmam kuzgun. Bu sadece basit bir anlaşma."
Annesine söylediğim laftan sonra kendimi öyle hissetmemi sağlamak istiyordu. Aklınca intikam alacaktı, bu pisliğin bedeni benim için çöpten başka bir şey değildi. Düşünmek bile midemi bulandırıyordu ama diğer yanda kardeşlerim vardı.
Biliyordum ki onlar benim için her şeyi yapardı.. En azından Ufuk ve Özgür yapardı.
Kalbim konuşmam için yalvarıyordu fakat aklım ve ben çoktan karar vermiştik. Bu öyle lanet bir karardı ki kendimi bir darağacına götürüyordum. Gözümden bir damla yaş düştü kalbim sınırlarını yumruklayarak bağırırken. 'Evet.' Diyemedim ya da 'kabul ediyorum.' Boğzıma düğümlenen kelimeler dahi öyle bir yanıt vermemi istemedi. Daha fazla saklayamazdım gözyaşlarını, nefesimin kesildiğini hissediyordum, sanki düşüp bayılacaktım oturduğum yerde. Fedakarlık bir aptallıktı.
Bu, yalnızca aptalların yapacağı bir şeydi. İyilerin değil.
Ve ben bugün, hiç olmadığım kadar aptal olacaktım.
Kafa salladım yalnızca, gülümsedi ve gözlerimi bağladı. Bunu yapması bir yandan iyiydi, sadece canım yanacaktı ve bitecekti. Kalbim artık öyle ağrıyordu ki havayı içime ne kadar çekersem çekeyim yetmiyordu. Birkaç damla daha ıslattı gözümdeki bandanayı.
Birkaç adım sesi duyuldu ve kapı açıldı veya kapandı. Sessizce beklemeye başladım kapı kapanmış olmalıydı çünkü kapanınca hiçbir şey duyulamıyordu veya benim kulağımdaki uğultuydu duymamı engelleyen.
Ardından tekrar açıldı kapı, bana doğru yaklaşan adımı her duyduğumda kalbim daha şiddetli çarpmaya başladı. Sanki o gelene kadar bana kalp krizi yaşatıp gebertmek istiyordu öyle bir şeyi yaşamamak için.
Az öncekinden daha ağır basıyordu adımları yere, sonunda önümde durduğunu hissettim. Kulağıma yaklaşınca boynuma çarpan nefesinden önce saldal ağacı, ahududu ve lavanta kokusunun karışımını hissettim. Hemen içerisinde yoğun bir tütün kokusu vardı. Bu yabancıydı şu anlık fakat duyduğum kokuyla kaskatı kesildiğimi hissettim, Haldun'un ağır parfüm kokusundan eser yoktu şimdi. Siyah saçlarımı parmağının etrafında döndürdü boynumdaki nefesini sürdürürken. Burnundan verdiği nefesten gülümsediğini fark ettim. Boynumdan uzaklaşarak yüzüme yaklaştı, burnu burnuma değerken kafasını sağa eğdi. Nefesini dudaklarımın üzerinde hissedebiliyordum. Bir anlık uzaklaştı, dudaklarında eriyen tütünün kokusunu duydum sessiz bodrumda. Aniden yüzüme doğru üfledi dumanı, geri çekmedim kafamı kim olduğunu biliyordum artık karşımdakinin. Dudaklarıma değen şeyin sigara olduğunu biliyordum, ot değildi sıradan bir sigaraydı bu. Teklifini kabul ederek dudaklarımın arasına aldım ve içime çekerek dudağımın kenarından dışarıya saldım zehirli dumanı. Yavaşça diğer kulağıma eğilince irkilerek omzum havalandı.
"Kurtarıcı Şeytan'ın geldi aptal Yarasa."