Mavi ve Siyahın Savaşı
B Ö L Ü M 16
“Birine önce vur, sonra otur yanına başını okşayıp sev onu; korkar senden, ‘tekrar vurursun diye.’
Birini önce sev, okşa başını, sonra vur ona; acısı geçince bekler yine seni, ‘tekrar seversin diye.’
En aciz olanı birincisi gibi durur belki; şayet en acı olan ikincisiydi.
Aydın Demirkol’un çocukları hangi imtihanın örnekleriydi ancak satırlar anlatırdı; şimdi bakılsa şayet her biri darmadağındı...”
🕊️
İstanbul, Nisan 2010
Titreme.. titreme.. titreme!
Ona uzatılan silaha bakarken kendisini teskin eden genç çocuk, dişlerini sıktı. Henüz on yedisindeydi, ancak soyadının laneti yüzünden diğer çocuklar gibi normal bir yaşantıya sahip değildi. Yıllarca bu güç takıntısından kaçmıştı, karşı çıkmıştı, ancak yine yolun sonu aynı noktaya varmıştı.
“İstemiyorum.” dedi, kısık sesle.
Aydın Demirkol, büyük oğlunun uzattığı silahı almayışına kaşlarını çattı. “Al, dedim.”
Esat, mavi gözlerinin içi titrerken hemen önündeki Pusat’a değdirdi bakışlarını. Her ikisinin üzerinde de okul üniformaları vardı. Aynı lisede okuyorlardı. Okuldan çıkar çıkmaz babalarının oltasına takılmışlardı.
Pusat, ona sırtı dönük bir şekilde beş metre ilerisinde duruyordu. Karşı çıkmıyordu yine babasına, çıkamıyordu. Üç yıl önceki gibi yine kendi içinde bir savaş veriyordu ama bunu dışarı yansıtmıyordu.
Oysa ilk kan döktüğü gün pes etmişti genç çocuk. Bir kere o yola girdiğinin bilincindeydi, bundandır sessizliğine sinişi
“Ne yapacağım?” diye sordu Esat, babasına dönerken. Aydın Demirkol, keskin hareleriyle ona baktı sessizce.
“Ne yapacağımı söyle önce!”
Göğüs kafesine çöken ağırlığı gideremedi, korkusunu üzerinden atamadı.
“Demirkol’lardan biri olduğunuzu hatırlatacağım size.” dedi, Aydın sertçe. “İkiniz de büyüdünüz, artık bana çalışacaksınız. Kuzenlerinizin yaşına yetişemezsiniz ancak onlara kafa tutabilecek gücünüzün olduğunuzu gösterebilirsiniz.”
Yutkundu sertçe, gitmek istedi. Üç sene önceki zavallı kuşla imtihan edilişi gibi yine imtihan edilecekti. Ama bu kez farklıydı, artık işin içine katılmak üzere eğitiliyordu. Çünkü büyüyordu. Eline silah veriliyordu.
Gitmek için geriye kaçınırken yakasından tutuldu.
“Yine korkaklık etme! Bak kardeşine, sesini çıkartmıyor! Aileni korumak zorundasın, ahmak! İşi biz devralacağız, aksi takdirde amcanlar bizim payımıza konup ezecekler bizi. Korkup kaçarak hiçbir zaman başaramayacaksın, bencillik etme! Bir kez olsun ailen için çalış!”
Yakasından silkeledi onu, Aydın. Silahı eline tutuşturdu. Esat, yüzüne savrulan sözler zihninde yankılanırken eline verilen silahın soğukluğuyla donakaldı. Her zerresi titredi, genç adamın.
Neden ailesini korumak için kendisini feda etmek zorundaydı? Ailesini ateşe sürükleyen bir baba olmasaydı, önde olmak zorunda kalmayacaktı oysa.
O sadece kurbandı. Diğer kurbanlar gibi.
Demirkol'lar nesilden nesilen güç uğruna çok oğlan çocuğu feda etmişti. Hepsi kullanılmak üzere yetiştirilmişti.
Tek kullanılmayan başa geçmeyi başarabilen aileydi. Bunun için çalışıyordu, Aydın. Kullanılmamak için.
“Ne işe yarayacak bu aptal sınav! Okumak istiyorum ben, silah tutmak değil!" diyerek bağırdı Esat, dayanamayarak. Gözleri dolmuştu, dişlerini sıkmaktan çenesi ağrıyordu.
“Ellerin titriyor, neden?” diye sordu, Aydın sert sesiyle. “Korkuyorsun! Korkaklar kaybeder aptal! Yıllar önce korkup kaçtığında da kardeşini kaybettin! Pusat, senin imtihanına tâbi tutuldu, çünkü sen başaramadın.”
Esat’ın bakışları bir anlığına yerinde çivilenmiş gibi hareketsizce kurban edilmeyi bekleyen erkek kardeşine kaydı.
“Bu dünyanın kötü tarafını bilmeden Demirkol'ların içinde mutlu mesut yaşayacak değilsin! Zehir ederler sana hayatını. Bugün dediğimi yapmazsan da korkunu üzerinden atamazsın. Ben kötü bir adam değilim seni kullanmıyorum, seni eğitiyorum, Esat! Başımızı ezmeye çalışıyorlar, ezdirtmeyeceksin!”
Nefesi genzinde takılı kalan genç adam, yaşamak zorunda kaldıklarına isyan etmek istedi. Gözlerinin içi kanıyordu, göz bebekleri titriyordu. Elindeki silahı, Aydın Demirkol havaya kaldırmasını sağladığında silahın ucu bulundukları dağın eteğindeki ağaçlıkları hedef aldı. Ancak beklemediği bir anda silahın yönü değiştirilerek önündeki Pusat’a çevrildiğinde tükürüğü boğazında kaldı.
“B-baba..”
Ne yapmaya çalıştığını anlamayarak telaşla babasına dönse de Aydın Demirkol, oğlunun dirseklerini düzeltip silahın hedefinin diğer oğlunun üzerinde olmasını sağladı.
“Eğer dediğimi yapmazsan okulundan aldıracağım seni. Korkaklığından vazgeç.”
Sözlerinin ardından yanından geçip giden babasının arkasından bakakaldı. Endişeyle, babasının beş altı metre ilerideki Pusat’ın yanına gidişini seyrederken silahı tutan elinin titreyişine engel olmaya çalıştı.
Aydın Demirkol, Esat’tan sonra büyük adımlarla Pusat’ın yanına vardığında kaşları çatıldı. Burnundan çenesine yol çizen kan damlaları yakasını kirleten ortanca oğlunun, kanı silmek için tek bir harekette bulunmaması gözlerinin kısılmasına neden oldu. Tıpkı kendisi gibi kara olan gözlerini dimdik ileri diktiğini fark ettiğinde, başını çevirdi. Esat’ın önüne Pusat’ı diktiği gibi Pusat’ın de beş altı metre önüne diktiği en küçük kızı Ferda’nın etrafındaki kuşları gördü, Aydın.
Kanat çırpan kuşlardan bakışlarını çekti.
“Sil burnunu.”
Cebindeki peçeteyi oğlunun eline vererek konuştuğunda Pusat, peçeteyi yere attı. Aydın onu izlerken henüz on beşindeki genç liseli tepki vermeden kanadığını yeni fark ettiği burnunu okul üniformasına sildi. Üç yıldır travmasını tetikleyen bir olayla karşılaştığında yaşıyordu bunu. Çocuk yaşına rağmen kullandığı ağır ilaçlar da travmaların etkisini azaltamamıştı ve bugün biliyordu ki, yeni bir travma daha yaşatacak bir durumla karşı karşıyaydı.
Tepkisizdi ancak bunları yaşamasına neden olan babasına hep tepkiliydi.
“Neden geldik buraya?” diye sordu, her şeyden habersiz.
Dakikalardır tek yaptığı gözleri siyah bir bez parçasıyla bağlanmış kız kardeşi Ferda’yı ve etrafındaki kuşları izlemekti. Arkasında olduğunu bildiği abisi Esat’a omuz üstünden kısa bir bakış atmak isterken kendisine doğrultulan silahla göz göze geldi.
Kara irislerine derin bir durgunluk yayıldı, yerinde öylece kalakaldı. Bakışları, eli titreyen Esat’ın dolmuş olan gözlerine kaydığında tek kelime etmeden başını eğdi. Adana’da dilden dile dolanan güçleri yüzünden yaşamak zorunda kaldıklarına yumruklarını sıktı.
Yetmez miydi yaşadıkları? Daha ne kadar mahvolabilirlerdi? Yok muydu bu yolun bir sonu?
Belki de vardı...
“Ölmem mi gerek?”
Aydın Demirkol, ortanca oğlunun kendisine doğrultulan silahı gördüğündeki tepkisizliği ve korkudan yoksun baskın sözleriyle duraksadı. Ellerini arkasında bağlarken onun bu dik duruşu karşısında dikkatle gözlerinin içine baktı.
O günden beri kendisine bir yabancıymış gibi bakan, evin içinde dâhi mesafeli duran oğlunun dik duruşu, kendinden taviz vermeyişini yadırgamıyordu. Onun yüreğini soğutmasını sağladığı sürece kendinden nefret etmesine sebep olmaya razıydı. Çünkü her şeye hâkim olma çabasında olan abileri ve yeğenlerini geride bırakacak biri gerekti. Bu işi ancak yüreğini soğutmaya elverişli olan biri yürütebilirdi. O da kendi eğiteceği oğullarından biri olacaktı.
Koruması gerektiğinde koruyacak, ihanete boyun eğmeyecek, hükmedecek ve gücü kendi elinde toplayacaktı. Merhametini, soğukkanlılığıyla örtecek biri lazımdı.
Ancak biliyordu ki, Esat hiçbir zaman Pusat’ın yerini tutamayacaktı. Aydın Demirkol, oğullarının ciğerlerini biliyordu. Pes edecek biri varsa o da Esat’tı. Onun korkak olduğunu bilse de eğitilmesi gerektiğinin farkındaydı. Çünkü Pusat başa geçtiğinde kardeşleri onun arkasında olmak zorundaydı.
Aydın, oğlunu kendine çevirip omuzlarına koydu elini.
“Benden nefret ettiğini biliyorum. Ama yemin ederim ki, her şeyi bizim için yapıyorum, oğlum. Canın yanıyor, ama canın yanmadan başaramazsın. Kendine dön bir bak, o gün ki çocuk değilsin artık. Korkmuyorsun, ağlamıyorsun çünkü canın bir kez yandı, beni Esat’tan daha iyi anlıyorsun.”
Pusat, babasının gözlerinden bir an kaçırmadı bakışlarını. Farkındaydı, üç sene önceki o çocuk değildi, ama hâlâ korkuyordu, ağlamamak için kendisini zor tutuyordu.
Ceketinin altından diğer silahını çıkartarak eline veren babasına karşı çıkmak isteyerek dudakları aralandığı an susturuldu.
“Öl dersem öleceksin. Öldür dersem öldüreceksin.”
Babasının sözleriyle başından aşağı dökülen kaynar sular içini yaktı cayır cayır.
“Bugün sen benim sözümü dinleyeceksin, yarın da herkes seni dinleyecek. Başa seni geçireceğim, o gün geldiğinde ailemiz tehlikeye girecek. Baş edebilecek misin?”
Başını iki yana salladı, Pusat. Nefes alamıyordu, genzi yanıyordu.
“Başa geçmek istemiyorum.” dedi, güçsüz bir sesle.
“Ezilmeyi mi tercih ediyorsun?”
“Neden bunu ben yapmak zorundayım ki!” diyerek bağırdı, en sonunda. Silahı yere atarak üzerine ayağıyla bastığında Aydın izledi sadece. Esat, hemen arkasında titreyen elindeki silahı indirmeden ona bakıyordu.
“Silahını yerden al.” Silahıyla bakışan genç çocuk, nefes nefese hiddetle soluklanırken babasının sözleri üzerine gözlerini ona çevirdi. Hareket etmedi, silahı yerde bıraktı.
“Sana silahını yerden al, dedim! Korkak olma abin gibi!”
Pusat ve Esat aynı anda babalarının bir asker gibi kuvvetle yükselen sesi karşısında irkildiklerinde, Aydın oğluna silahı işaret etti. Pusat, yerden silahı kasılmış bedeniyle aldığı an Aydın onu önüne döndürdü. Henüz on beşinde, babasının boyuna yetişmek üzere olan çocuk, babasının elindeki silahı ilerideki kız kardeşi Ferda’ya doğrultmasına engel olamadı.
Elleri tıpkı Esat’ın elleri gibi zangır zangır titremeye başlamıştı. Soğuk soğuk terliyordu, çünkü korkuyordu. Hem kurban, hem katil olacaktı. Ne azap dolu bir imtihandı ki, kardeşi tarafından vurulacak, bir diğer kardeşini vuracaktı.
Bu.. imkansızdı.
“Ferda daha on yaşında.” Pusat, göz pınarları dolarken konuştuğunda ciğerleri yanıyordu. “Bunu yapamam!”
Aydın Demirkol, aldırmadan onun parmağıyla silahın emniyetini açtı.
“Feda etmezsen, feda edilirsin.”
Daha çok titredi, Pusat.
“Merhameti sahiplenirsen, ölümü göze alamazsın.”
Nefes alamadığını hissetti, Esat.
“Bugün feda etmeyi öğrenin, yarın ölüm korkutmasın sizi. Merhamet ederseniz ihanete boyun eğersiniz, vicdanınıza diz çökersiniz ve kaybedersiniz!” Aydın Demirkol’un sesi iki oğlunun ecel terleri dökmesine sebep olurken Pusat’ın kulağına yaklaştı.
“Bana adını söyle.”
“Aytun-“
“Bana adını söyle!”
“Pusat...” diyebildi, kısık sesle. Gözyaşları tane tane dökülmeye başladı yanağına. Gözlerini kız kardeşinin üzerinden çekemedi.
“Adının hakkını ver. Elindekini kullanamayacaksan utan halinden.”
Geri çekildi, Aydın. Adımları onlardan epey uzaklaşacak şekilde geriledi. Ne Pusat hareket edebiliyordu korkusundan, ne de Esat.
Aydın Demirkol, adımlarını onları tam karşısına alacak şekilde durdurduğunda karşısındaki manzaraya sıkkın bir iç çekti. Eğitim süreci bir baba olarak ona da ağır geliyordu. Evlatlarını imtihana tutmak zorunda kalışı onu da geriyordu. Ancak bir türlü taht peşinde koşmaktan vazgeçemiyordu. Çünkü ileride hükmedilecek olmayı göze alamıyordu.
“Üçten geriye sayacağım! Aynı anda ateş edeceksiniz!” diye bağırdığında aynı anda bağırarak karşılık verdi iki oğlu.
“Yapamam!”
"Yapamam!"
Esat, Pusat’ı hedef alırken; Pusat, evin en küçük üyesi, kız kardeşi Ferda’yı hedef alıyordu. İkisi de gerginlikten öylesine terlemişlerdi ki, çeneleri ve burun uçlarından akıyordu ter taneleri.
“Beni dinleyin,” dedi, Aydın derin nefes alırken. Bakışları kısa bir an gözlerini siyah bir kumaşla bağladığı kızına kaydı.
“Silahlarınız birbirleriyle bağlantılı. Eğitim silahı. Eğer komutuma uyup aynı anda tetiği çekmeyi başarabilirseniz, patlamayacak. Ama farklı anlarda tetiği çekerseniz,” Dudaklarını ağır ağır ıslattı. “Ya katil olursunuz, ya da ölürsünüz.”
Esat ve Pusat, aynı anda bakışlarını eğitim silahı olduğunu öğrendikleri silaha indirdi. Ancak bu bilgi, oğullarının yoğun stresten ve korkudan bayılmalarını önlemek için Aydın’ın uydurduğu bir şeydi. Oğullarının bilgisizliğini kullanarak aslında onları farklı bir şekilde de test edecekti.
Tetiği aynı anda çekmeye mi çalışacaklardı, yoksa yaşamak için bu yüzde ellilik ihtimali göze alamayıp pes etmeyi mi tercih edeceklerdi, bunu öğrenecekti.
“Üç!” diyerek süreyi başlattı, Aydın.
“Baba!” Vazgeçmesi için aynı anda korkuyla bağırdı, ikili. Aydın Demirkol, gergince gözlerini kıstı ve devam etti.
“İki!”
Dökülen terlere gözyaşları eklendi.
“Bir! Şimdi!”
Bulundukları tenha çayır Aydın Demirkol’un gür sesiyle şahlanırken iki silahın tetiğine aynı anda basıldı. Saniyeler içinde derin bir sükûnet oluştuğunda Pusat’a gözleri büyürken afallayarak bakan Aydın'ın, arkasında bağladığı elleri iki yana düştü.
Esat, tetiği çekmesinin ardından yaşlı gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Pusat'ın da aynı anda tetiğe basmış olduğunu diliyordu. Bir patlama sesi duymadığında derin bir rahatlamayla gözlerini araladı.
Kimseden ses çıkmıyor oluşunu garipserken bakışları elindeki silahı kendi kafasına dayamış olan kardeşine denk geldi. Elindeki silahı yerle buluştu, yutkunamadı. Dizlerinin bağı çözüldüğünde kulaklarının çınlamasıyla birlikte sırt üstü yere devrildi. Bayılmıştı.
Silahta mermi olduğunu sanmasına rağmen Ferda’yı öldürmektense, ölüm ihtimalini göze alarak kendi kafasına sıkmayı seçen Pusat hiçbir silahın patlamadığı o dakikalarda, gözyaşları içinde derin bir soluk çekerken gözleri karardı. Aydın Demirkol, bayılacağını anlayarak ona koştuğu esnada on beşinde olan genç çocuğun silahı parmakları arasından yere düştü. Kendisi de silahının ardından bilinçsizce yere serilmişti.
Bu bölüm, hikâyenin önemli bir kesitiydi. Uzun zamandır bu satırlarları sizinle paylaşmayı istiyordum.
Esat'ın kaçma nedenini, Aydın Demirkol'un çocuklarının dağılma sebeplerini, Pusat'ın şuan ki hâlinin sebebini geçmişte yaşananları okuduğumuzda daha iyi anlıyoruz.
📍Burada aslında ufak bir detay vardı. Bunu sizinle paylaşmak isterim;
Geçmiş bölümlerden birinde Pusat'ın kendi evindeki resim odasına Dildar bir gece girme fırsatı yakalamıştı. Duvardaki boydan boya olan resimler arasında dikkat çeken bir resim daha vardı. Hatırlarsanız, o resim de gözleri siyah kuşakla bağlı küçük bir kıza silah doğrultuluyordu. Ancak patlayan silahtaki mermi küçük kızı hedefine almış olan kişiye isabet ediyordu.
Bu bölüm için geçmişte size bir spoi bırakmıştım. O resimdeki mesajı anlamak size kaldı. :)
İg: wattynacless