Bana bir mutluluk söyleyin ki acı karşılığında elde edilmiş olmasın.
Üşüdüğünü hissedince hafiften uyanmaya başladı. Üzerinde ki ağırlık veren örtülerin altında ezilmiş gibiydi. Kat kat örtündüğü halde neden üşüyordu ki? Açmamak için direttiği gözlerini sonunda acınca olmak istemediği odada bulunduğundan dolayı hayıflandı. Halbuki uyuduğu zaman kabus gibi yaşadıkları bitecekti. Sonrasında kendini istediği yerde bulacaktı. Üzülerek görüyordu ki duası kabul görmemiş, talihsizliğiyle bomboş odada tek başına uyanmıştı. Babasının gözlerinde gördüğü hayal kırıklığını yeniden yaşıyor gibi olunca hışımla üzerindeki sıcaklıktan çok ağırlık veren örtüleri kenara fırlatıp yataktan kalktı.
Dün giydiği kıyafetleriyle uyumuştu. Zaten üzerini değiştirecek elbisesi yoktu. Koltuğun üzerindeki kabanıyla çantasına bakınca onlardan başka eşyasının olmadığını üzülerek farketti. Dımdızlak ortada kalmış gibiydi. Savunmasız ve yapayalnız hissediyordu. Buranın yabancısıydı, kendine ait hiçbir şey bulamıyordu. Başkalarının dünyasına bodoslama girivermişti. Hayır girmemişti zorla sokulmuştu.
Şimdi ise bu sıkıntılı duruma düşmesine sebep olan zorbanın odasında kara talihini düşünüyordu. Mahmur gözlerini odada gezdirdi. Yatağın karşısındaki şifonyere adımladı. Üzerindeki pahalı parfümlere ve çeşitli kremlere şaşırarak baktı. Doğaya tutkun olan birinin bu denli bakımlı olacağına pek ihtimal vermezdi oysa ki. Baştaki çekmeceyi açınca saatlerin, değişik takıların, yüzüklerin fazlalığı ve tertibi dikkatini çekti. Titizliği diğer eşyaların muntazam dizilmesinden de gözüküyordu. Şifonyerin yanındaki boşlukta açık kıyafet dolabı vardı ve oradaki düzende aynıydı. Askılar belli bir simetrik ölçüye göre asılmış, kıyafetlerde jilet gibiydi. Melisa kendi dağınıklığını düşünerek; "Yanlış kadını kaçırdın sevgili Osman." diye mırıldandı. Sonrasında çayırlıkta hayvanlara dokunduğu için elini yıkamadan bir şey yemediği geldi aklına. Hatta onun gibi yapmadığı için kaşlarını çattığında nasıl da kahkahayla gülmüş olduğunu hatırladığında istemsizce yüzünde tebessüm belirledi.
"Hem zorba hem de düzen manyağıymış demek." diye hayıflanarak söylendi Melisa. Camın kenarında iki tekli koltuk, ortada yuvarlak sehpa vardı. Camın karşısında karyola ve sağ tarafında şömine bulunuyordu. Koyu rengin ağırlıkta bulunduğu oda ferah ve çok sadeydi. Osman'dan daha evvel öğrendiğine göre otuz odalı koca bir binaydı. Her odasında şömine olup olamadığını düşündü. Bin yıllık tarihi geçmişe sahip yapıt olduğu için her odasında şömine olması muhtemeldi. Zaten zemini, duvarları taştan olduğu için ısınması da zor oluyordu. Oda soğuktu. Şömine yanmıyordu. Misafirleri olduğu sabahında uyandığı vakit yanan şömineyi hatırlayınca kendine acıyarak gülümsedi.
O vakit misafirleriydi ve değerliydi. Şimdi ise el kızı gibi gördüklerinden olsa gerek üşümesi de pek sorun değildi. Açlığını hissetti ve akşam aç karnına uyumuş olduğunu düşününce gerçekten el evinde olduğunu anladı. Anası yanında olsaydı ne üşütürdü onu ne aç yatırırdı. İçi daraldı bu düşüncelerle. Nasıl ailesini görmeden onlarsız yaşamına devam edecekti. Böyle bir şeyin oluru yoktu. Bu çok ağır bir yüktü ve bunu kaldırmak için yeterince güçlü değildi. "Hayır" dedi Melisa odada dolaşırken, "Böylesine kayıp bir hayatı kendine yakıştırmayacaksın." Kabanını giydi çantasını taktı ve kapının yanındaki botlarını geçirdi ayağına. Alıkonulduğu bu evden, olması gerektiği yere gidecekti. Af dileyecekti babasından, ayaklarına kapanacaktı. Anne ve babalar yavrularına uzun süreli küsmez, hatalarını af edip bağırlarına basardı değil mi?
Sabahın erken vaktinde güneşin henüz aydınlatmağı güne uyanan Melisa elinde kabanıyla merdivenleri sessizce iniyordu. Belki bir hırsız gibi kaçmış olacaktı ama haberli de gidemezdi sonuçta. Çünkü zorbası ona bu izni vermeyecekti. Nihayet koridorun çıkışındaki dış kapıya ulaştığında arkasında adını tatlı bir nota gibi mırıldanan sesi duyunca olduğu yerde kaldı. Sesin sahibine içinden yakalandığı için söverek baktı, sonra önüne döndü ve yapmak istediği şeyi gerçekleştirdi. Dış kapıyı acele ederek açtı fakat gördüğü manzarayla küçük dilini yutmak zorunda kaldı. Yarım metreye yakın kar yağmış, şiddetli bir tipi fırtınası ise hala devam ediyordu.
"İnanamıyorum!" dedi Melisa yanına yaklaşan ayak sesiyle tedirgin olarak.
"Kaçıyordun galiba ama bugünlerde şans benden yana gözüküyor." dedi Osman müstehzi bir ifadeyle.
Melisa, Osman'a yandan bir gülüş atarak savunduğu şanslı tezini çürütmek için insanın iliklerine işleyen soğuğa ve gözleri kör eden tipiye aldırmadan kendini karların içine atıverdi. Birkaç adımı zorla atabilmişti ki sonrasında karlara gömülmek zorunda kaldı.
"Kahretsin." diye hayıflandı gömüldüğü karlardan çıkmak için uğraşırken.
Osman ise kapının pervazına dayanmış kaçmak için çırpınan güvercinin karlarla mücadelesini biraz keyifle biraz da kaygıyla izliyordu.
"Çiftliğe gidebilmen için bir saat bu soğukta yürümen lazım. Donmadan veya kurtlara yem olmadan gidebilmen ise çok büyük şans olacaktır." dedi Osman ikna edici bir ifadeyle.
"Senden açıklama beklemedim sayın Alekos hazretleri."
"Melisa, kaçak ceylanım bana kızınca Alekos diye seslenmen hoşuma gidiyor. Sebeplerini öğrenmek ister misin?" diye sordu Osman.
"Hayır, merak etmiyorum Alekos. Ama senin yerinde olsaydım pek sevinmezdim buna. Çünkü bu isim senin ilkesiz inançlı bir karakterin olduğunu hatırlatıyor bana." diyen Melisa bir yandan laf yetiştirirken bir yandan da düşmemek için adımlarını daha dikkatli atmaya çalışıyordu.
Melisa'nın kırıcı cümlesiyle incinse de duygularını belli etmeden; "Bu durumda yozlaşmış oluyorum sanırım." dedi Osman mahcupça.
"Aferin, çabuk öğreniyorsun." dedi Melisa küstah ve küçümseyici bir ifadeyle. Sonrasında zahmetli uğraşına geri döndü. Dizlerine kadar ulaşan karda yürümek zor da olsa çıkmış olduğu yoldan geri dönmeyecekti. Çıkış kapısına ulaşmak üzereyken başının arkasına aldığı sert bir darbeyle olduğu yerde dikiliverdi.
"Bu kar topu muydu?" diye sordu Melisa çakmak çakmak olmuş gözlerini Osman'a yöneltince.
Tek kaşını muzipçe havaya kaldırarak; "Sabahın köründe karlara kendini attığın için kar topu oynamak isteyeceğini düşündüm." dedi Osman elinde başka bir kar topunu evirip çevirirken.
Tipinin şiddetli esintisiyle şimdiden yeterince üşümüştü Melisa. Yanakları ve burnu soğuktan kızarmış titriyordu. Osman onun bu haline daha fazla seyirci kalmak istemeyerek yanına daha da yaklaştı ve; "Üşüdün, ıslandın. Hadi bırak çocukluğu da sıcak yuvamıza gidip ısınalım." dedi.
Yuva kelimesinin ailesini hatırlamasıyla hüzünlendi Melisa. Yuvası burası değildi ki. Burası tutsak tutulduğu mekandı. Zorla koparılmış bir çiçek gibi yabancı topraklarda kök salmasını istiyordu. İçinde biriken hıçkırığı tutarak; "Ben yapamayacağım Osman." dedi.
"Biliyorum senin için kolay değil." diyen adam teselli umuduyla kıza sarılmayı dilerken birden göğsünden itildi.
"Bana bir daha sokulmana izin vermeyeceğim." dedi Melisa ve sesini yükselterek devam etti; "Senin tuzun kuru. Evinden barkından koparılan sen değilsin. Bana bu kötülüğü anlamsız bir resim için yaptığına inanamıyorum. Hayır, hayır yapmadım de."
Osman, omuzlarına yüklemiş olduğu sorumluluğuna koparılmış bir çiçeği de eklediği için üzülse de bencil yanı genç kızın yanında olmasından dolayı memnundu. Melisa'nın hüznüne yoldaş, ızdırabına ise aşkıyla merhem olmak istiyordu. Bu sürecin ikisi için pek kolay geçmeyeceğini biliyordu. Zamanla kendisine alışacağını biliyor, şimdi yabancı gördüğü eve zamanla yuva diye bakacağına inanıyordu.
Üşüyen ellerini ceplerine koyup yere bakarak; "Senin için her şeyi göze alan adamın hırsıyla hareket etmiş olabilirim. Daha fazla üzülmemen için geri çekilmeye hazırdım ama Kenan beni kışkırtınca kendimi tutamadım. Seni kaybetmek korkusu dayanılmaz geldi bana." dedi Osman başını hiç kaldırmadan. Suçluluk duygusuyla vicdanı sarsıldığı için kızın yüzüne bakarak daha fazla açıklama yapmak istemiyordu. Bu yüzden derin bir nefes alarak; "Mantıklı düşünürsek eğer bir araya gelmemiz için bundan başka yolumuz yoktu."
"Hala anlamadığın bir şey var. Senden bunu istemedim ve yüz kere sorsaydın da cevabım aynı olurdu. Beni nasıl bir duruma düşürdüğünün farkında değilsin. Tek istediğin bana sahip olmaktı. Benim ne hissedeceğimi düşünmedin çünkü bu yolla intikamını da almış olacaktın değil mi?" diye sordu Melisa.
Dumanlı nefesini veren Osman başını evet anlamında sallamıştı. Artık yalanlar veya inkar etmeler yoktu. Eğer bir yola baş koyacaksalar dürüst olmaları ilk kural olmalıydı.
"Beni hayal kırıklığına uğrattın. Bana sorsaydın sana onun bir anlamı olmadığını söylerdim. Ama sen ne yaptın-"
"Anlamı yokmuş. Külahıma anlat sen. İkna edersin belki." dedi Osman artık kızı devamlı alttan almaktan bunalarak konuşmaya başladı. Sonrasında biraz daha sesini yükselti; "Seven bir kadın anca böyle bir şeye tenezzül ederdi."
"Madem ki buna inanıyorsun beni ne diye burada tutuyorsun? Başkasını seven birinden ne diye sevgi dileniyorsun?"
"Sus bir kelime daha söylersen boğarım seni." dedi Osman gözü dönmüş bir şekilde. Melisa'ya karşı son derece hiddetliydi. Öfkeyle yanlış bir şey yapmaktan korkarak geri çekildi.
"Eğer beni istiyorsan şüphelerinden kurtulman gerekiyor. Bana karşı ön yargılı olduğun sürece birlikte olmamız da imkansız." dedi Melisa ama öfkeli adamdan hiç ses çıkmıyordu. Arkasını dönmüş ayağındaki karları siliyordu. Melisa devam etti konuşmaya; "Dinlerimiz de ırklarımız da bize izin vermiyor. Çok farklıyız bunu görmelisin artık."
Osman iyice sıkılmıştı. Ellerini beline koyarak bembeyaz gökyüzüne baktı. Yüzüne düşen kar tanelerine izin verdi. Ağzına eriyen birkaç kar sanki sinirini almış gibi Melisa'ya dönerek yanına yaklaştı.
"Ailenden ayrıldığın için verdiğin bu tepkileri anlıyorum. Seninle etnik kökenlere ve dinlere dair fikir alışverişinde bulanmasaydık sana inanırdım ama biliyorum ki bu söylediklerin gerçek düşüncelerin değil."
"Osman kendini kandırma eski eskide kaldı. Şimdi neler oluyor bizim yüzümüzden bunlara bak. Kaç kişi bizim yüzümüzden etkileniyor bunu gör artık. Lütfen gör." dedi Melisa yorgun çıkan sesiyle. Osman'a laf anlatmaktan yorulmuştu artık. Anlatamıyordu ona hiçbir şey ya da anlamak istemiyordu. Ona baktı, kederli gözlerine. Yenilmek üzereydi. Daha fazla karşı çıkacak gücü de kalmamıştı. Çok üşümüştü, yorgundu, gurbet kuşu gibi dertliydi.
Osman, Melisa'nın pes etmiş halini görünce uzandı ve onu göğsüne çekip sarmaladı. Teselli umuduyla konuşmaya başladı; "Dinleri öylesine tapu haline getirmişiz ki sevginin önüne engel etmişiz. Irkları üstünlük diye bellemiş, kaynaşmayı unutmuşuz. Bunlar insanca değil. Benden seni, sevgimi bulmuşken vazgeçmemi isteyemezsin. Buna hakkın yok. Bize kıymaya hakkın yok."
Osman'ın göğsünde sıkışan Melisa; "Seni kazanırken beni bu yaşıma getirmiş, merhametiyle sarıp sarmalamış sevdiklerimi kaybediyorum. Sana borcum yok ama aileme karşı..." diyen Melisa cümlesini acıyla inleyerek tamamladı.
"Aşktan kaçamazsın Melisa! Bedeli ne olursa olsun kaçamazsın. Bazen yıkıcı ve sarsıcı olacak bazen de onaracak. Senden aldığı kadar verecekleri de olacak. Ama en önemlisi de ne biliyor musun?"
"Ne?"
"Cesaret sevgilim çünkü sevmek korkakların ve zayıfların göğüs gereceği kadar basit bir tutkudan ibaret değil, bilâkis ilmek ilmek işlenmesi gereken yumaktır. İzin ver, beraber işleyelim sevgimizi."
"Yine yapıyorsun." dedi Melisa başını kaldırıp Osman'a umutla bakarken.
"Neyi yapıyormuşum?"
"Etkili cümlelerinle beni kandırmayı başarıyorsun." dedi Melisa içini çekerken.
Gülümseyen Osman; "Hayır, seni kazanmaya çalışıyorum." diye düzeltmek isteğiyle cevap verdi.
"Ne fark eder ikisi de aynı kapıya çıkıyor sonuçta."
Yoğun kar yağışına aldırmayan Osman, alnını kızın alnına yaslayıp; "Ailene kavuşman için elimden geleni yapacağıma söz verirsem benimle kalır mısın?" diye fısıltıyla soran adama başını olumlu anlamda sallayınca Melisa bundan dolayı yüreklenerek kalbinden geçenleri diliyle söylemeye başladı Osman; "Sevincime ve hüznüme ortak olup benimle paylaşır mısın? Beni ailen bilip ömür boyu sevgiyle, sadakatle ve şefkatle bağlanır mısın?" dediği vakit kar, tipi, fırtına demeden karların içinde dizini kırıp sevdiğinin önünde bir ömür boyu eğileceğini beden diliyle de gösteriyordu. Melisa'nın elini tutarak devam etti; "Melisa! Evlen benimle, sana sevgimin sonsuzluğunu göstereyim. İzin ver, seni mutlu edeyim." diyerek masumiyetin simgesi olan beyaz karlar içinde bir kadının kalbini yumuşatacak teklifini gözlerinin içine ümitle bakarak ediyordu.
Tipiden ve duygusallığından nükseden gözyaşının acısıyla gözlerini ovuşturan Melisa önünde eğilmiş, ağzının içinden çıkacak kelimeler için dikkatle ona bakan adama yoğunlaştı. Yeşil gözlerin umut vaat eden anlamına duyarsız kalamadı. Birden aralarına örmüş olduğu ağlar kopuverdi. Sevgisi su üzerine çıkmış, arta kalanlar önemsiz gözükmüştü. Ama yine de bir yanı tamamıyla teslim olma diyordu. Bu yüzden elini çekmek istediğinde Osman izin vermedi. Daha bir sıkıca tuttu onu ve daha bir ümitlice baktı ona. Eğer Melisa'nın kalbi buzdan değilse mağrur ve aşk dolu bakan adama hayır dememesi gerekiyordu. Lakin kalbi buzdan değildi ve o yüzden hafif sesli bir evet ağzından çıkmıştı. Osman bunu duyunca Melisa'yı kendine çekerek birlikte karların üzerine gömülmelerini sağladı. Yeni yağan kar yumuşak olduğu için sevenleri bağrına basarak bulutların üzerinde yatma keyfini onlara yaşatıyordu.
"Osman ne yapıyorsun?" diye çığlık atan Melisa'yı hiç duymadan kızı üzerine çekip teşekkürünü bütün yüzüne öpücükler kondurarak veriyordu.
"Seviyorum, seviyorum." diyen Osman mutluluğunu sesine yansıtarak haykırıyordu.
"Bırak beni, birileri görecek bizi." diyen Melisa ahtapot gibi sarılan kollardan zorda olsa koparak ayağa kalktı. Osman'a kötücül bakışlarını yollayarak yüzünde beliren gülümsemeyle yuvası olacak konağa doğru adımladı. Salonun tülünün oynadığını gördüğünde seyircileri olduğunu anlayınca utancından dolayı Osman'a sövmeye başladı.
"Melisa bu saatte burada ne işin var?" diyen Zeynel'in sesiyle olduğu yerde sıçradı. Elinde kürekle ahırların olduğu taraftan geldiği belli olan adam kapının önünü temizlemeye gelmiş olmalıydı. Adama gülümseyerek; "Kar yağarken gezmeyi seviyorum. Kendimi farklı bir dünyadaymış gibi hissediyorum. İçime çekilip düşünmek için önüme çıkmış fırsatı değerlendireyim dedim."
"Doğru düşünmüşsün Melisa. Doğa bu güzelliği kaç kere sunar ki bize. Bu sebeple bir daha yaşayacağımız belli olmayan her anımızı, son saatimiz gibi değerlendirmemiz gerekiyor. "
"Çok güzel konuşuyorsun. Seni bütün sabah dinlemek isterdim ama görüyorsun ki donmak üzereyim."
Zeynel baştan aşağı karlara gömülmüş kadına bakınca durumu tuhafına gitse de belli etmedi. Ama söyleyeceği bir şey vardı. Bu yüzden lafı uzatmayarak zorla da olsa konuşmaya başladı.
"Dün Osman'ın tutuklanmasına izin vermediğin için kendi adıma teşekkür ederim. Seni tanıdığı günden itibaren nasıl değişime uğradığını bizzat kendi gözlerimle müşahede ettim." diyen Zeynel nefes almak ve kelimeleri özenle söylemek için ara verdi. Melisa'nın yaşaran gözleriyle doğru yolda olduğuna emin olunca devam etti meramını anlatmaya; "Senden evvel ışığını kaybetmiş kör bir adamdan farksızdı. Kendini salmıştı ve sadece başkalarını mutlu etmek için yaşıyordu. Sen ona ışık oldun ve kendisini görmesine sebep oldun. Eğer dün onu bırakıp gitmiş olsaydın ha-"
"Ellerinden çok çenen çalışıyor." diyen Osman sayesinde sözü yarım kalan Zeynel'in karlarda yuvarlanmış gibi üzeri beyazlamış Osman'ı görünce şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ama olayın üzerine durmadı.
"Benim yüzümden konuşmaya daldı. Ahırlardaki hayvanların sağlığını konuşuyorduk." dedi Melisa imalı bir ifadeyle.
"O hayvan ben oluyorum galiba." dediği vakit Osman, Zeynel'in tok kahkahası bahçeyi kuşattı. Gülmekten omuzları sarsılmaya devam eden Zeynel; "Aslında bugünlerde hislerinle hareket ettiğin için birazcık hayvan tarafın ön plana çıkmış olabilir." dedi.
Melisa'nın sesli gülmesine ve Zeynel'e kaşlarını çatarak baktı ve elindeki küreği alarak Melisa'ya döndü.
"Hadi git sen üşüteceksin." dedi Osman.
"Sende gel, kazakla üşüten sen olacaksın." dedi Melisa.
"Endişelenme seninle evlenmeden yataklara düşmeye niyetim yok." dedi Osman gülümseyerek.
Zeynel'in yanında daha fazla utanca maruz kalmamak için kızarmış yanaklarıyla konağın içine doğru adımladı. "Mahsus ediyor." diye mırıldanırken salondan gelen kıkırdamalara doğru yöneldi. Handan hanımı ve Azelya'yı sevinçle konuşurken bulunca olayı az buçuk tahmin ediverdi. Melisa'yı kapının eşiğinde gören Azelya çığlık atarak çocuk gibi zıplayarak yanına gelip kucakladı genç kızı.
"Çok romantik teklifti. Millet bunu yapabilmek için yapay kar yağdırıyor ama sizin ki çok doğal oldu." dedi Azelya çoşkulu bir ifadeyle.
"Azelya kızı boğacaksın." diyen Handan hanım uyarıcı bir tarzda konuştu.
"Affedersin." dedi Azelya yapmacık hüznüyle. Ama sakin hali çok sürmemiş ikinci çığlığı koparmıştı.
"Sen çok ıslanmışsın. Donmak üzeresin." diyerek Melisa'yı cayır cayır yanan şöminenin yanına götürdü.
"Bu böyle olmaz. Üzerindeki kıyafetleri değiştirip sıcak banyo yapmalısın." dedi Handan hanım.
Boynu bükük bir şekilde ısınmak için ellerini uzatan Melisa yanında eşyası olmadığını hatırladığı için yeniden kederlendi.
"Azelya kızım senin ölçülerin Melisa ile aynı gözüküyor." diyen annesinin lafını ikiletmeden Melisa'yı çöktüğü koltuktan kaldırıp ıslak kıyafetlerinden kurtulması için gönüllü olarak hevesle öne atıldı Azelya.
Osman'ın odasındaki aynada giymiş olduğu kıyafetleri süzüyordu. Kot pantolon ve uzun bir kazak giymişti. Ayaklarının ısınması için Azelya'nın puflarını ayaklarına geçirmişti. Bu görüntüsüyle kız çocuğu gibi görünmüştü. Burun kıvırdı Osman'ın maskülen halini düşününce. Osman ne kadar erkekse Melisa çocuk gibiydi. Aynada sağına soluna bakarak; "Neyimi sevmiş?" diye mırıldanmadan edemiyordu. Evlilik teklifini kabul ettiğinde o yeşil gözlerinin bahar mevsimi gibi nasıl da canlandığını görmüştü. Reddememişti çünkü o yeşilliğe bakınca içinde tarifi mümkün olmayan sevgi ve şefkat karışımı bir şeyler oluşuyordu. Vermiş olduğu bu karar için ilerde pişman olmayacağını ümit ederek odadan çıktı. Merdivenlerden inerek ilk defa tarihi malikaneyi incelemeye koyuldu. Duvarlarda doğa resimleri köşelerde çini saksılar vardı. Uzun koridorda yürürken kapalı kapıları açıyor, neler sakladıklarını keşfediyordu. İkinci açtığı kapının içine girdiğinde gördüğüyle ağzı bir karış açık kalarak kubbeli bir kütüphanenin ortasında şaşkınca etrafı inceliyordu. Cemal Arkan'ın kütüphanesi büyük gelmişti lakin buradakinin sadece dörtte birini oluşturuyordu. Kütüphanenin loş havasını ve antika el yazmalı eserleri, binlerce kalın ciltli kitapları, gotik romanları görünce o denli sevindi ki kendi etrafında dönmeye başladı. Ayağı koltuklara takılınca düşmemek için kendini tutarken arkasından beline sarılan elle dengesini sağlamış oldu.
"Tutmasaydım düşecektin." dedi Osman neşeyle.
"Osman bana böyle bir kütüphanen olduğunu neden hiç söylemedin? Burası büyülü bir yer."
"Gözlerindeki ışıltıya bakacak olursak ayıp etmişim. Hatta bu sebeple bana koşacağını tahmin etmem gerekiyordu."
Melisa muziplik yapan adamın koluna vurarak; "Tabiki de koşmazdım." dedi. Kütüphanenin büyülü atmosferine yine kapılarak; "İstediğim vakit kitapları inceleme iznim var değil mi?" diye sordu Melisa neşeli sesiyle.
Melisa'yı kolundan tutup belinden sararak; "Onlara dalıp beni ihmal etmediğin sürece." diye cevabını vermiş oldu.
"Sen hep böyle arkamda bitiverdiğin sürece pek olası gibi gözükmüyor." dedi Melisa sevecen bir ifadeyle.
Kahkaha atan Osman bundan sonra ki günlerinin hep böyle küçük atışmalarla geçeceğini şimdiden görüyordu. Bu durumdan dolayı da pek hevesliydi. Daha fazla uzatmadan Melisa'yı hazırlanmış kahvaltı masasına götürmek için kütüphaneden itekleyerek çıkarmak zorunda kaldı. Ama Melisa aç midesini unutmuş gibi açık gördüğü bir kapıdan başını uzatınca hevesle odaya dalıverdi.
"Aman Allahım ne büyük bir oda!"
"Zamanında kutlamalar ve davetler için kullanılırdı."
Otuz kişilik masaya ve devasa avizelere, duvardaki peşi sıra dizilmiş adam resimlerini inceledi.
"Büyük büyük dedelerin mi?"
"Evet."
"Hım yeşil gözler mirasmış baksana hepiniz aynısınız." dediği vakit salonun en köşesindeki kuyruklu piyanoyu görünce bir çığlık atıverdi. Koşarak yanına gitti ve karşı duvarda asılan kendi panosunu görünce aklına peyda olan düşünceyle Osman'a döndü
"Sen piyano mu çalıyorsun?" diye sordu.
Melisa'nın çocukça neşesini sevinçle izleyen Osman yüzünü kaşıyarak; "Şey birazcık." dedi.
"Bilmediğim daha ne gibi yeteneklerin var Alekos efendi?" dedi Melisa ellerini göğsünde çaprazlayıp kaşlarını çatarak yavaş adımlarla yanına gelen adama bakıyordu.
"Çoğunu öğrenmiş sayılırsın." dedi Osman pişkin bir ifadeyle.
"Ceza olarak benim için çalmanı istiyorum."
"Önce kahvaltımızı yapalım. Sonrasında ömrüm boyunca senin için çalacağım."
"Panomu asmış olduğun yer çok anlamlıymış ama bana hala bir milyon borcun var."
Osman, bir zamanlar yüzüne savrulup atılan çekin anısını hatırlatma gereği duymadan;
"Neyim varsa senindir." dedi.
Melisa ise ilk defa içinden gelen dürtüyle elini sevdiği adamın kalbine koyarak; "Ben sadece kalbini istiyorum." dedi.
"Senindir." diyen Osman'ın buğulu sesi büyük salonda sevgiyle yankılandı. Hayatına renk, neşe, anlam katan genç kıza sıkıca sarılarak; "Sana söylemiştim." dedi.
"Neyi?" dedi Melisa başını göğsünden kaldırmayarak.
"Sislerin içinden uzanan elin, bana ait olduğunu."
Melisa değer gördüğü adamın kollarında olmaktan dolayı huzuru bulmuş gibi; "Biliyorum." diye mırıldandı.