Gözlerim filtreli camın diğer tarafında birbirinin üstüne çıkmaya çalışan, tek bir poz için birbirini öldürmeye hazır onlarca zavallı erkek ve kadının üzerinde geziniyordu. Ellerindeki kameralarla koyu camın ardındaki beni veya elini tuttuğum adamı görebilmek için canhıraş bir çabanın içerisindeydiler. Korumaların etten duvar ördüğü kapıdan tek bir sinek bile geçmiyor, olduğumuz tarafa dair kimse bir haber alamıyordu. Menajerime göre arka kapıda da durum farklı değildi.
"Bu koşullarda çıkamam buradan," diyerek bu gece kameraların beni çekmesine asla izin vermeyeceğimi belirttim. Bugün herhangi bir gün değildi; bugün içimde öldürmek için çaba sarf ettiğim o korkak çocuğun sırasıydı. Hiçbir flaş ışığına ya da hiçbir muhabir sorusuna hazır hissetmiyordum. Üstelik yanımda dikilen işi çoktan bitmiş adamla görünmek yürüyen namıma yapacağım büyük bir haksızlıktı.
"Onca insanı evine göndermem mümkün değil."
Menajerim kaygılı ifadesiyle bana bakıyordu. Ağzımdan çıkacak herhangi bir komutu yerine getirmeye bu kadar hazır olmasını sağlıklı bulmasam da çevremde daima bana hizmet etmeye aç insanların bulunduğunu bilmek ilginç bir ego tatmini yaşatıyordu bana ve gözleri benimkilerle buluştuğunda tırnaklarımla kazıyarak geldiğim bu şöhret basamaklarının tepesinde dikilirken onun için ne kadar ilahlaştığımı fark ediyordum. Onun için geri çevrilmesi imkansız biriydim. Gençtim, güzeldim, zengindim ve istediğim herkesi elde edebiliyordum. Ona, hatta beni tanıyan herkese göre basit dinamiklerden oluşan basit biriydim sadece. Kadınların kulaktan kulağa fısıldaşırken benim hakkımda ne dediklerini, gazetelerin ilk sayfalarına devasa puntolarla atılan manşetleri ya da geceleri başımı yastığa koyduğumda hissettiğim tarifsiz yalnızlığı hiç bilmese de olurdu; onun için basit biri olarak kalmak, belki hayatta edinebileceğim en konforlu alandı. En basit halimle dahi olsa ona hükmedebilmekse beni tatmin eden bir imtiyaz.
"Para ver, tehdit et... Ne yaparsan yap gönder bu insanları."
"Ne parasından bahsediyorsun sen?" Menajerim duyduğuna inanamıyormuş gibi baktı bana. "Onca insana para mı teklif edeyim?"
İstemsizce devirdim gözlerimi. Alt tabakadaki insanların asla anlayamayacağı güçlerden biri de paranın yalnızca sahibine hizmet ettiği hususuydu. Basit bir denklemle, elimdeki parayla, bugün burada tek bir kare fotoğrafımı çekmek için sıraya girmiş herhangi bir muhabirin çalıştığı şirketi almak çocuk oyuncağıydı. Ben olmasam asla var olamayacakları bir sektörde de, dinamikleri yalnızca ben belirleyebilirdim. Para konuşurdu. Doğru şeyi söyletmeyi bilmek bunun için yeterliydi.
"Ne dediysem yap. Ver paralarını gitsinler."
"Hayatım, ayrı kapılardan çıkalım istersen. Senin arka kapıdan çıkacağını söyleyip oraya çekeriz herkesi. Sonra da sen ön kapıdan çıkarsın."
Elimi sıkı sıkıya tutan adama baktım. Bana hayatım derken suratındaki tükenmiş ifadeyi görmek asabımı bozuyordu. Neredeyse bir aydır beraberdik ve yaşadığımız olaylardaki pasif duruşu beni çileden çıkartıyordu. Bu da, parası için bile olsa ona katlanamayacağım bir noktaya geldiğimizi gösterirdi. Beni yetiştirirken, babaannemin çok sevdiğim bir sözü vardı. Bunu her zaman, saçlarımı tararkenki antika ses tonuyla söylerdi: "Unutma ki Hyunjin, bu hayatta her şeyin bir sırası ve gerçekleşmesi gereken bir zamanı vardır. Sabredersen, her şey olması gereken şekilde ilerler ama olur da sabırsız davranıp erken adım atarsan düzenle inşa edilmiş hayat yapını koca bir gülle savurmuşçasına yıkarsın." Büyükannemin bunu, kendimi gerçekleştirmem için söylemediğini biliyordum fakat ilk günden son güne kadar kalbine, evine, hatta yatağına girdiğim her erkekte kullandığım sabır taşım kendimi gerçekleştirmeme sebep olmuştu. Sabrettiğim için buradaydım ve sabrettiğim için ağlasam bile göz yaşlarımı ipek kumaşlarla silebiliyordum. Yani yanımda dikilen bu adam, artık bir işime yaramasa da, eşi birkaç ay sonra kapıma dayanıp yuvasını yıktığımı tokat gibi suratıma vuracak olsa da sabretmek zorundaydım. Onun zamanı henüz dolmamıştı.
"Hayır," dedim direterek. "Gidecekler. Hemen."
Menajerim, birçok insana nazaran daha uzun bir süredir benimleydi, ne kadar ısrarcı bir karakter olduğumu bilir ve daima buna göre hareket ederdi. İstemesem de lüks apartman dairemin şehri ayaklar altına seren manzarasında geçirdiğim sinir krizlerine çok kez şahit olmuş biri olarak, gitmeleri gerektiğini söylediğimde gitmezlerse neler yaşanacağını tahmin edebiliyordu. Ben şöhretin kirlettiği, arsızlaştırdığı ve burnunu kaf dağına çıkardığı insanlardan biriydim; ben istediğimde dünya bile dönmeyi bırakırdı. Herkes bilirdi bunu.
Oflayarak ayrıldı yanımdan. Bir şeyler düşünmüş olmasını diliyordum yoksa bu sene içinde şutladığım üçüncü kişi olacaktı. Etrafında güvenilir kişiler bulmak şimdi bile zorken yerine yenisini koyamayacağım düşüncesi beni geriyordu. Herkesin ağzı onunki kadar sıkı değildi.
Bir süre sıkıntıyla bekledim onu. Sonunda bir asır kadar uzun gelen sürenin ardından yeniden yanıma geldi. Koşuşturduğu için solukları düzensizleşmiş, dar alnında birkaç damla ter yer etmişti. Gözlerini bana çevirip kurumuş dudaklarını hızla yaladı.
"Çok para gerekti," diyerek kısaca özetlediği duruma karşın ellerimi kulaklarıma götürdüğüm gibi pahalı bir çift küpeyi çıkarıp onun avuçlarına bıraktım. Tek kelime etmeden elimdeki küpeleri alıp cebine attıktan sonra eliyle hiç kimsenin kalmadığı kapıyı göstererek çıkışımıza eşlik etti.
Temiz hava yüzüme sertçe çarptığında gözlerimi kırpıştırarak kapattığımda yüzümdeki silik gülümsemeden kimsenin haberi yok gibiydi. Çok basit bir gövde gösterisi bile dünyayı bana aitmiş gibi hissettiriyordu. Öyle bir tatmindi ki bu, başka hiçbir şeyden aynı hazzı alamıyordum. Sadece yönetmek ve devranı kendimin döndürdüğünü zannedecek kadar tanrı kompleksine kapılmış olmak beni güçlü hissettiriyordu. Korkunç olduğunun farkındaydım; hayatımdan öylece gelip geçen onlarca erkeğin beni gerisinde bırakmasının da tek sebebi buydu. Onların üstüne basarak yürüdüğümde, bundan rahatsız oldukları halde benden alabildikleri yüzünden sessiz kalmalarının acısını ufak terk edişlerle çıkarıyorlardı fakat bunlar beni yaralamak bir kenara dursun, çok daha hırslı hissettiriyordu ve her şeyde olduğu gibi bu ayrılıklarda da birkaç kötü söylem dışında yanıma kâr kalanlar saymakla bitmezdi. Bu yüzden dün ne yapıyorsam bugün de aynısını yapıyor, çevremde nefes alan her şeye ve herkese hükmümü geçiriyordum.
"Arabanız bu tarafta."
Valenin uyarısıyla aralanan gözlerim yeniden menajerimi buldu. Sonrasında elimi tutmuş, bir türlü de bırakmak bilmeyen koca iş adamını yanağından öptüm. Bu gece için onun yatağıma girmesi yalnızca başımı ağrıtacağından, klişe bir cilveyle kaçan kovalanır oynamak çok daha mantıklıydı. O da bunu kabul etmiş olacak ki burnunu yanağıma sürtüp kulağımın hemen altından bir öpücük bahşettikten sonra kendi aracına yürümüştü.
Menajerimle arabaya binip arka koltuktaki yerimi çabucak aldım. Üstümdeki kürkten, ince ve uzun parmaklarımı saran deri eldivenlerden kurtulduktan sonra boylu boyunca arka koltuğa uzanıp araba tavanını dikizlemeye başladım. İnanılmaz yorucu bir günün ardından bana kalan buydu işte. Şehrin karanlığında yolları arşınlayan bu lüks arabanın arka koltuğunda uzanıp hayatı sorgulamak.
"Yorgun musun?" dedi menajerim. Dikiz aynasından beni kontrol ettiğini biliyordum.
"Hayır." Yalan.
"Bugün zor bir gündü ha?"
"Her gün öyle. Kolay bir şey yok."
Yalnızken onunla konuşmamın hoşuna gittiğini biliyordum. Aklınca herkesin içinde ortaya koyduğum kişiliğin kurmacadan ibaret olduğunu ve onunlayken esas benliğime döndüğümü falan düşünüyordu. Oysa iki karakter de oynadığım rolden ibaretti. Uzun bir süredir kendimi oynayabileceğim hiçbir ortam olmadığından bir zamanlar kim olduğumu bile unutmuştum. Artık elmaslarının içinde huzur bulan, kürkü boynunu sarmadıkça ısındığını hissedemeyen ve şarabın tadı ağzından hiç gitmeyen biriydim. Bir zamanların azla yetinen Hyunjin'i artık burada yoktu.
"Birkaç iş teklifi geldi. Yarın detaylıca konuşuruz ama hepsinin iyi olduğunu bilmeni isterim. Kariyerini zirveye taşıyacak projeler."
"Konuşuruz," diyerek kestirip attım. Onun kariyer olarak gördüğü şey yalnızca bir basamaktı benim için. Aşağıda ya da yukarıda olmak fark etmiyordu çünkü esas işi yapan ben değildim; başrol yüzüm ve bedenimdi. Paralı iş adamları, bazen genç dünya yıldızları, hatta benimle yalnızca bir kadeh içmek isteyen sosyetik kadınların hepsi yüzüme para ödüyorlardı. Beni değil, ben olanı seviyorlardı yalnızca. Bu da askıda duran şahane bir ceketten farksız kılıyordu beni. Şikayetçi de sayılmazdım.
"Sabah avukatla toplantımız var. Mahkemenin sonuçlanmasından önce son bir görüşme yapmak istedi. Kesinlikle kazandığından emin olmak istiyor."
"Kazanmama gibi bir durum söz konusu değil. Böyle bir şey olursa başına gelecekleri biliyor olması lazım."
"Bay Kang'ın kesin emri var," dedi on dakika önce elini tuttuğum adamı kastederek. "Avukatın işi zor."
Zaten Kang Eun'ın bundan başka bir yararı yoktu bana. Bağlı olduğum ajansla ipleri koparmak zorunda kaldığımda rastgele tanışmıştım onunla. Benim için çalkantılı bir dönemdi çünkü sahip olduğum her şeyi kaybetmekle karşı karşıyaydım. Ajans sahibi benimle ilgili hiçbir şeyi sevip tasvip etmediğinden anlaşmamı feshetmek istemişti fakat ben onun elinde basit bir kukla olmamaya çok kararlıydım. Oldum olası birinin beni hizaya getirmeye çalışması ya da çoktan benimsediğim yaşam biçimimi değiştirmeyi görev edinecek kadar hadsizleşmesi huzurumu bozardı. Ajans sahibi de tam da böyle bir kadındı, ki beni kıskandığına adım kadar emindim. Bu kıskançlık da bizi sayısız sürtüşmeye, ardından da mahkeme salonlarına itmişti.
Kang Eun da karşıma çıktığı bu dönemde beni mutlu edebilmek, yüzümü bir saniye olsun güldürüp istediğini alabilmek için avukat ordusunun basit bir askerini bu dava için önermişti. O günden beri, yaklaşık üç ay olmuştu, avukatı ajansımla olan davamla ilgileniyordu. Bu da Kang Eun'ın kıçına tekme basamamamdaki en büyük engeldi. Dava sonuçlandığı gibi de onunla tüm iletişimimi koparacaktım çünkü orta yaş sendromunda feci halde sürüklenmekten kendini kaybetmiş gibiydi. Bana aşkım diyordu. Bana.
"Sen bunlarla güzel kafanı yorma," dedim sonunda. Menajerim haddinden fazla ilgili davranıyordu. "Kang Eun bunu halletmenin bir yolunu bulur."
Başıyla sessizce onayladı beni. Sonrasında da arabanın tavanıyla bakışmama devam etmem için yeniden konuşmadı. Yol boyunca gözlerimin önünde akıp giden sokak lambalarını ve bazen de tek tük görünen yıldızları izlemiştim. Menajerim beni eve bıraktığındaysa artık acımaya başlayan topuklu botlarımı adeta sürüyerek, kürkümün arasına gömülü bir şekilde lüks apartmana doğru ilerleyen taşlık patikada yürümüştüm.
Evin kapısından içeri girdiğim gibi kürkümü yere bıraktım. Ardından hızla ayakkabılarımdan kurtulup odama yürümeye devam ettim. Bu esnada ipek gömleğimin ilikli olan birkaç düğmesini, bir yandan da evin ışıklarını açıyordum. Kocaman bir evde yalnız kalmanın en büyük dezavantajı korkularınızın hep bir adım uzağınızda olmasıydı. Ayrıca çocuk gibi karanlıktan korkmak da hiç bana yakışan bir hareket değildi fakat her fani gibi, her ne kadar kabul etmek istemesem de, benim de aşamadığım korkularım vardı. Bu durumu önemsemeyi de uzun bir süre önce bırakmıştım.
Odama ilerleyene kadar üzerimdeki her bir parçadan kurtulmuştum bile. Şimdi yalnızca çamaşırım ve boynumda alabildiğine parlayan elmas kolyem vardı üzerimde. Boy aynam da tam karşımda duruyordu. Standart bir şekilde geceleri yatmadan önce aynada kendimle yaptığım yüzleşmemin sırasıydı. Parmaklarım kolyemin üzerinde dünyanın en narin parçasına dokunuyormuş gibi dolanırken bedenimdeki her bir noktayı inceliyordum. İnsanlar işte bunun için tapıyorlardı bana. Bu beyaz ten için, bu ipeksi hazzı için, bu kolyeyi parlatan mis kokulu gerdan için ve kırmızıya bulanmış bu taze dudaklar için...
Gözlerimi tedirgince çektim aynadan. Ardından tek hamlede boynumda asılı duran kolyeyi çekip koparttım. Etrafa saçılan zerreler ise umrumda değildi. Şimdi dresuarın üzerinde duran kırmızı kadife kutunun içerisinde onlarcası vardı. Bu boyunda sergilenmeyi bekleyen, kendine bir türlü yer bulamayan ve yenilerinin gelmesini bekleyen onlarcası... Koparıp attığım kolye ise sadece bu geceye ait kalabilecek bir şeydi. Kang Eun'dan basit bir hediye işte.
Ayaklarıma batan mücevher parçalarını önemsemeden banyoma doğru ilerledim. Soğuk bir duşun ardından yarın sıfırdan bir güne başlamak için can atıyordum. Suyun altına girdiğimde gözlerimi sıkıca kapatıp su damlalarının her bir noktamda ilerlemesine izin verdim. O an tek dileğimse bu su kadar soğuk ve özgür olabilmekti. Fakat asla bu su kadar şeffaf ve temiz olabileceğimi zannetmiyordum.
Duştan sonra ipek geceliklerimle birlikte göz bandımı indirip derin, hatta tasasız uykuma daldığımda sabah gözlerimi bir şok dalgasıyla açacağımı kestirememiş olmam büyük talihsizlikti. Öyle ki alacaklı gibi çalan kapım yüzünden nefesim kesilerek doğrulmuştum yataktan. Ardından aceleyle karyolanın kenarında asılı duran sabahlığı kaptığım gibi kapıya koşmuştum. Uyku sersemliğinden kimin geldiğine bakmak bile geçmemişti aklımdan. Sadece kapıyı hızla aralamış, kapıda dikilen menajerimi gördüğümdeyse derin bir nefes verip geri çekilmiştim. Neden bu kadar korktuğumu da bilmiyordum; kabuslarımdan fırlayan bir çift el boğazımdaymış gibi hissetmiştim.
"Sabah sabah ne oluyor?" dedim öfkeli çıkan sesimi engelleyemeden. "Ödümü patlattın."
Menajerim kapıyı çaldığı aceleci tonla evime daldı. Gergin olduğu her halinden belli oluyordu fakat sebebini henüz çözememiştim. Uyku sersemliğiyle zihnimin çarkları durma noktasına geldiğinden sadece sıkıntıdan kızarmış suratına bakıyordum.
"Konuşacak mısın?"
Hiçbir şey demeden çantasına uzandı ve özensizce içine tıkıştırıldığı belli olan gazeteleri bana doğru uzattı. Korktuğumun başıma geldiğini biliyordum; tereddüt ederek de olsa uzanıp elindeki gazeteleri aldım. Kendimi ön sayfada, ki bu görmeye çok alıştığım bir konumdu, dev puntoların altında gördüğümde yalnızca hızlanan kalbimi hissediyordum. Koca harflerle atılmış başlık beni çileden çıkarmak üzereydi zira.
"Zengin koca avcısı," diyerek mırıldandım istemsizce. Ardından yanımda duran Kang Eun ile iliştirilmiş fotoğrafımıza baktım. "Ünlü model Hwang Hyunjin, dün akşam katıldığı etkinliğin ardından, mekandan iş adamı Kang Eun ile birlikte ayrıldı. İkilinin samimi hareketleri gözden kaçmadı. Hwang Hyunjin'in uzun süredir bekar olduğu bilinirken, Kang Eun'ın iki yıldır süren bir evliliği bulunmakta."
Gazeteden gözlerimi çekip menajerime baktım. Bunun geleceğini zaten biliyordum. Dün herkesi bertaraf etmek istememin sebebi buydu. Başka bir zaman olsa kaldırabileceğim bir yükken bugün yalnızca acı verici bir deneyimmiş tadını bırakıyordu damağımda.
"Şimdilerde pek gazete okuyan yok," diyerek savunmaya çalıştığında gazeteyi suratına doğru fırlattım.
"Sen aptal mısın? Söylediğin şeyin farkında mısın?"
"Hyunjin, sakin ol. Daha önce de karşılaştık böyle haberlerle ama bak! Buradasın hâlâ."
"Bir boku beceremedin ve şimdi gelmiş beni teselli ediyorsun. Siktir git lan evimden!"
Menajerim sakin kalmaya çalışarak iki eli havada yavaşça yaklaştı bana. Öfkeden deliye dönmek üzere olduğumu ve bir krizin eşiğinde beklediğimi biliyordu. Dediği gibi, bu karşılaştığımız ilk sorun değildi ve kimse beni ilk defa zengin koca avcısı olarak çağırmıyordu.
"Sakin ol," diyerek yineledi. "Para verir kaldırtırız haberi."
Arka planda yüksek sesle çalan telefonumu duyabiliyordum. Muhtemelen arayan Kang Eun'dı ama onunla konuşmak bir yana dursun tekrar görmek istiyor muydum bundan bile emin değildim. Tek istediğim kaçmaktı. Kapana kısılmışlık hissi yalnızca ruh halimin kötüye gidişatını tetiklemekle kalmıyordu, işlerime ve kariyerime de sıçrıyordu.
"Hayır," dedim müthiş bir kararlılıkla. "Hayır, en başından doğru yapman gerekirdi. Sana hepsini yollamanı söylemiştim ama sen beceremedin. Siktiğimin muhabirlerini evlerine yollayamadın!"
Şimdi adımlarım durdurulamaz şekilde hızlıydı. Antreyi turlarken bir şeyleri parçalamak için inanılmaz bir istek duyuyordum fakat kendimi sakinleştirmek için derin nefesler almaya koyuldum. Onun önünde bir kez daha küçük düşmeyecektim. Zaten olanların hepsi öncesinde gösterdiğim tavizlerden dolayı başıma gelmişti. Zayıf anlarıma tanıklık ettiği için beni yakın arkadaşı falan sanıyordu. Bu yüzden ona söylediklerimi önemsemiyor, emir olarak değil de rica olarak algılıyordu. Oysa tek görevi benim çıkarlarım için hareket etmekti.
"Hyunjin, bir tanesi aradan kurtulmuş işte. Ben elimden geleni yaptım."
"Hayır, hiçbir zaman yapmadın."
"Aşırı tepki veriyorsun."
"Aşırı mı?" Sabahın bu saatinde tüm komşularımı rahatsız edecek yüksek desibelli kahkahamı durduramadım. Bu adam beni deli ettiği yetmezmiş gibi durumun vahametini de bir türlü anlayamıyordu. "Önümde çok önemli bir duruşma var ve eski patronum benim elimden var olan her şeyimi almak için gözünü dahi kırpmadan yapacağım herhangi bir hatayı kolluyorken eline verdiğimiz malzemenin farkında mısın sen?"
"Bunu sana karşı kullanamaz."
"Siktir git! Bal gibi de kullanır. İtibarımı beş paralık eder, şimdi telefonlarımın susmasına müsaade etmeyen o markalar bir bir aramayı keser. Beş parasız kalırım lan! Anlıyor musun beni? Tarihte milletin kocasını çalan bir sürtük olarak anılırım. Ne kadar önemli olduğunu anladın mı şimdi?"
Bunu kabullenmek zordu ve çok da zamanımı almıştı. Ben elimdekiler olmadan bir hiçtim. Herkes beni böyle sevmeye başlamıştı. Güzel bir yüzüm vardı, fiziğim dikkat çekici ve sıradanın dışındaydı. Küçük küçük ajanslarda başladığım işim gittikçe büyüdü; onlarca markayla çalıştım ve sahip olduğum her şeyi bu şekilde elde ettim. Kimse benim nasıl biri olduğumla ilgilenmedi. Onlar için iyi göründüğüm müddetçe ben bir gelir kapısıydım ve onların kullanımına açıktım. Evli, bekar, genç, yaşlı fark etmeksizin onlarca insan girdi hayatıma. Hepsi de benden tek bir şey istedi: Güzelliğim. Onlar için yürüyen bir vitrindim sadece. Yanlarında ben olduğumda tüm dünyanın gözü önünde "Bakın, işte ben öyle biriyim ki yanımda bu kadar muhteşem görünen bir adamla gezebiliyorum." diyebilmek içindi tüm uğraşları. Bunu fark ettiğimde, koca bir yalnızlık girdabının esiri olduğumu anladığımda kabullendim ben de. Onların istediği kişi olmak için yaşadım ve elimde maddiyatım dışında kendime verebileceğim hiçbir şey kalmadı. Yani kariyerimi, sahip olduklarımı yitirdiğimde ben yine bir insan artığı olacaktım. Kimsenin sevmediği ve değer göstermediği bir kenar mahalle dilberi...
"Sadece sakin ol, çözeceğiz bu işi."
"Çözmeyeceğiz," dedim gayet ciddi bir tavırla. "Çünkü kovuyorum seni. Defol git evimden."
Menajerim suratıma dik dik, anlamayan bir ifadeyle bakmayı sürdürdü. Ondan neden hazzetmediğimi bir kere daha anlamıştım. Gerçekten küçük beyinli ve dar vizyonlu biriydi; bu işte hiç tecrübesi yoktu. Ayrıca gerçekten arkadaş olabileceğimizi düşünerek iş ve arkadaşlık sınırının ötesine geçmişti. Hiç profesyonel değildi.
"Nasıl yani?"
"Duydun. Siktir ol git."
Yeniden duraksadı. Bir şeyler söylemek ister gibi birkaç kez dudakları aralandı ama kendini tuttu. Gözlerimi devirdim.
"Patronla konuş, tazminatını talep et. Daha fazla çalışmayacağım seninle. Şimdi tekrar ettirmeden, defol git evimden."
Bunu duyduğu gibi arkasını dönüp ayrıldı apartman dairemden. Ben de ısrarla çalan telefonuma doğru ilerledim. Sinirlerim hâlâ yatışmamıştı ama durup sakin kafayla düşünmem gerektiğinin de farkındaydım. Bu yüzden derin bir nefes verip patronun aramasını cevapladım.
"Hyunjin? Neler oluyor, ne bu haberler?"
"Bilmiyorum. Köstebeğin biri sızdırmış işte. Herkese para verip yollamıştım."
"Kim bu dikkatsizliğin sorumlusu?"
"Az önce evimden kovdum. Muhtemelen bir saat içinde kapına gelip tazminat isteyecek. Kusura bakmazsın artık."
Sıkıntılı nefesi hoparlörü adeta gümbürdetti. Şimdiki patronum yaşlı bir adamdı fakat garip bir şekilde onunla yakaladığımız frekansı seviyordum. Beni anlamak için çabalıyor gibiydi ve çoğu zaman yaptığım işleri gerçek anlamda yakından takip ediyordu. Tüm bunların yanında, hata yaptığımda da beni sertçe uyarmaktan geri durmuyordu. Çok sık hata yaptığımı düşünecek olursak da onunla bu şekilde karşı karşıya gelmek alışık olduğum bir durumdu.
"Sana yeni bir menajer ayarlamak lazım. Bu haberleri de hemen medyadan kaldırtmak icap ediyor. Bir de şu haberinin çıktığı adam," Muhtemelen şu anda karısından fırça yiyordu. "Onun çıkıp açıklama yapması yararına olur. Karımla boşanma aşamasındayız gibi bir şeyler işimizi görür."
"Karısından boşanmayı düşünmüyor ama."
"O zaman derhal iletişimini kes. Bilmiyordu, haberi yoktu diye açıklama gireriz."
"Olmaz," diyerek reddettim onu. Şimdiki avukatımı o sağlıyordu bana. Tek kuruş da ödemiyordum.
"Niye?" Sesi oldukça meraklıydı..
"Önceki şirketimle davalık olduk biliyorsun. Avukatım onun tarafından sağlandı. Şimdi böyle bir şey yaparsam dava sıkıntıya girebilir. Bir ton prosedürle uğraşmak gerekir ki bunu da istemiyorum."
"Daha iyi bir avukat yok mu sanki? Hallederiz, orası kolay."
"Olmaz," diyerek yeniden reddettim onu. Sinirlendiğini biliyordum ama birçok duruşmamda yer almış ve artık konuya son derece hakim olan avukatımı yenisiyle değiştirmeye çalışmak sürecin uzamasını ihtimalini arttırıyordu. Bu yüzden de olabildiğince aynı kişiyle kalmak istiyordum.
"Bak Hyunjin, sana seçenekleri sundum. İyice düşün karar ver. Öğlen de ofise gel, aklımda biri var senin menajerlik pozisyonu için. Onunla tanış, onay verirsen direkt başlasın."
"Tamam," diyebildim sadece. Ardından da telefonu kapatıp Kang Eun'ın ardı arkası kesilmeyen mesajlarına baktım. Hepsi de anlamsız, altı boş özür mesajlarıyla doluydu. Özür dilemesi gereken hiçbir konu olmamasına rağmen bu derece ısrarcı davranması onun salak bir adam olduğunu gösteriyordu. Açıkça karısı ihanetini öğrenmişti ama o hâlâ beni düşünüyor ve dün gece mekandan daha erken ayrılmadığı için benden özür diliyordu. Ben de hepsini kabul edip ona patronumun anlattığı şartlardan kısaca bahsederek bugün konuşmak istemediğimi belirttim.
Şok edici gelişmelerle mahvolan sabahımın ardından öğlen ofisteydim. Taşıdığım matem havası her bir yanımı sardığından simsiyah giyinmiştim. Ofisin içinde de takmaya devam ettiğim güneş gözlüklerim herkesin dikkatini çekse de sabahki olaydan sonra gözümdeki dehşet ifadeyi henüz silemediğimden bu stili uygun görmüştüm.
"Günaydın bay Hwang!"
Sekreter kızın gereksiz enerjisiyle karşılaştığımda tokat yemiş gibi oluyordum her seferinde. Ne olursa olsun bu kadar geniş gülümseyebilmesi takdire şayandı. Aynı zamanda da hiçbir koşulda sahip olamayacağım bir özellikti.
"Bay Kim odasında mı?"
"Evet efendim. Geçebilirsiniz."
Sahte ve silik gülümsemememle içeri geçtikten sonra beyaz cam masasına kurulmuş Bay Kim'e hafifçe selam verdim. Hemen karşı koltuğunda da bir başkası oturuyordu.
"Tam zamanında!" diyerek ayaklandı Bay Kim. Ardından hafifçe belime yerleştirdiği koluyla beni koltuğa yönlendirdi. Genç görünümlü, gayet ciddi ifadesiyle koltukta oturan adam bana döndü ve basit bir baş selamıyla selamladı. Bay Kim ise bugün haddinden fazla enerjikti. Sabah aldığı haberleri düşünecek olursak, başına muhteşem bir şey gelmediyse, davranışları absürt derecede pozitifti.
"Hyunjin, yeni menajerinle tanış: Kim Seungmin. Seungmin, bu da bizim şirketimizin esas yıldızı Hwang Hyunjin."
Seungmin denilen adam kibarca elini uzattığında aynı kibarlıkla karşılık verip elini sıktım.
"Memnun oldum," dedi yalnızca. Pek de memnun olmuş gibi görünmese de ciddi olması hoşuma gitmişti. Bu ikimizin arasında her zaman bir mesafe olacağını ve önceki menajerimde olduğu gibi gereksiz samimiyetlere girmeyeceğimizi gösteriyordu.
"Hyunjin, Seungmin çok güvendiğim biridir. Bu işte de uzun zamandır görev alıyor. Yaşına başına bakma, çok tecrübelidir ve işini de ciddiye alır. İyi anlaşacağınızda hiç şüphem yok."
"Siz öyle diyorsanız..." Ağzımda geveledim çaktırmadan. Patronum vermişti yine kararını. Önceki birçok menajerde de olduğu gibi güvenmiştim kararına. Günün sonunda hepsini siktirli kovsam da pes etmeden aynı cümleleri bana kurup yeni insanları getiriyordu önüme. Bu yüzden iyi anlaşıyorduk işte.
"Bir de..." dedi sanki söylemekten çekiniyormuş gibi. "Önceki menajerlerin şoförlüğünü de yapıyordu senin. Artık sana bir şoför ayarlayacağız. Menajerin sadece kendisini ilgilendiren kısımlarda görev alacak. Onun dışında ayak işlerini yaptıracaksan bir de asistan temin edebilirim."
"Asistan istemem." Ayak bağı.
"Peki, nasıl istersen. Ya şoför?"
"Şoför olur. Gün içinde fazlaca ihtiyaç oluyor. Bazen getir götür yapılması gerekiyor veya menajer yoğun oluyor. Bu zamanlarda taksi pek güvenli değil."
"Anlaşıldı o zaman. İş ilanını veririz, mülakatlardan sonra da anlaşırız biriyle."
Başımla onayladım sakince. Patronumun bir anda benim etrafımı bu kadar fazla insanla çevirmek istemesi hayra alamet olmasa da kabul etmekten başka çarem yoktu. Beni kontrol etmek istiyordu ve hataya tahammülü gittikçe azalıyordu. Bu yüzden sessiz kalıyordum. Benim gibi bir süs bebeğinden beklenilen şey de buydu zaten.
•••
selam !!
yeni bir hikayeye daha başladım. umarım gören ve severek okuyan birileri çıkar. şimdiden teşekkürler🩷