Okunmamasına rağmen atıyorum. Yazım yanlışları ve mantık hataları varsa üzgünüm.
İyi okumalar..
___
"Kimmiş bunlar? Bir fikrin var mı?" diye sordu Yoongi Taehyung'a hitaben, Jimin'in de burada olmasını umursamadan. Jimin'in soruyla birlikte kaşları sonuna kadar çatılırken 'ne' dercesine bir bakış attı hepimize.
Taehyung konuyu dağıtmak adına elini yumruk şeklinde ağzına kapattı ve ufak öksürükler bıraktı boğazından. Tek eliyle direksiyonu kavrayıp bir diğer eliyle ağzını kapatarak ufak ufak öksürmeye devam ediyordu.
"Bu sonbahar aylarıda alarji yapıyor bende." dedi Taehyung konudan alakasız bir şekilde, öksürüklerine son vererek. Bu söylediğine karşılık sanki daha fazla olabilecekmişçesine daha da çatı Jimin kaşlarını. Muhtemelen Taehyung'un konuyu değiştirme çabasını anlamıştı.
Taehyung dikiz aynasından Jimin'in mimiklerini keserek anladığını anlamıştı. Elini suratına çarpıp sinirle Yoongi'ye döndü ve içine sabır dilercesine sert bir nefes çekti. Jimin'in hiç bir şeyi öğrenmemesi lazımdı, yoksa yerinde duramaz ve bunu bize yapanları bulur kendi elleriyle cezasını keserdi.
"Kim kim?"
Jimin kuşkulu bir şekilde sorduğunda, Yoongi üzerindeki bütün ciddiyet kırıntılarını bir çırpıda attı ve Jimin'e dönerek büyük bir kahkaha patlattı. Ortalığın gerginliği bir an da yok olurken araladı dudaklarını.
"Ya bizim holdinge ortak olmak isteyen başka bir holding vardı onları sordum, kimmişler diye." Gülmesine son verdi. "Hem sen neden bu kadar kastın ki kendini?" Jimin kuşkulu bakışlarıyla doğrulduğu yerden tekrar koltuğa yaslanırken, gözünün önüne gelen saçlarını eliyle hafifçe itti.
"Siz ikinize hiç güvenmiyorum." dedi gözlerini kısarak. Ölümcül bakışlarıyla üçümüzün arasında mekik kuruyordu. Ona yine yalan söylemiştik ve kendimizi her an eleverebilirdik. Hiç istemezdim böyle olmasını ama her şeyi öğrenir ise kendini suçlar ve fazlasıyla üzülürdü. Bu yüzden hiç gerek yok böyle bir şeye.
Ortalığı büyük bir sessizlik esiri altına alırken bakışlarımı pencereden yana çevirdim. Dün çocuklar ile biraz vakit geçirdikten sonra Taehyung Yoongi'yi aramış ve bizi almasını söylemişti. Yoongi'de dün yaşananlardan haberdardı ama oda bilmiyordu bunu kimin yaptığını.
Taehyung dünden beri birilerini arıyor ve araştırıyordu. Fakat hâlâ bir sonuca ulaşabilmiş değildi. Birilerinin hâlâ peşimizde oluyor olması korkutuyordu beni, tam iyileşmeye adımlarken birilerinin tarafından öldürülmeye çalışıyor olmak üzüyordu beni.
Ne zaman bir şey için adım atsam hayat bana ters köşe yapardı. Eskiden okuyup bir veteriner olmak isterdim ama korkularım yüzünden üniversiteye gitme şansım bile olmamıştı. Mesela ömür boyu ailemin yanından asla ayrı düşmek istemezdim küçükken, fakat ölüm onları lanet olası bit trafik kazasında almıştı benden ve benim yaşamam için olanak sağlamıştı.
Oysaki çok isterdim onlar yerine ölmeyi. Aylarca hastanede yatmıştım ve sonrasında amcam beni defalarca psikoloğa göndermiş ve ayakta kalmam için sürekli bana destek olmuştu. Kendi ördüğü duvarları yine tekrar kendisi un ufak etmişti. o daha da çok parçalamıştı beni. Geçmişimi, geleceğimi, güven duygularımı ve temiz vücudumu...
Her şeyimi almıştı benden. En çokta sırf beni elde edebilmek için bana sahip çıktığı üzüyordu beni. Keşke diyorum keşke bunları yaşatacağına hiç sahip çıkmasaymış bana. Güven duygusu bir kalkan gibidir, sizi koruduğunu ve sahip çıktığını hissedersiniz. Fakat bir kere kırıldımı o kalkan sizi bir daha koruyamaz, güvenmezsiniz ona ve sizi yarıyolda bırakır. Güven duygusu da aynen böyleydi.
Bazen düşünmüyor değilim Taehyung'da acaba güvenimi kıracak bir şey yapar mı diye. Acaba oda mı beni elde etmek için bu kadar iyi davranıyor ve kolluyordu. Ya öyle ise? Ya ona olan bu güvenimi boşa çıkarır ise? Eğer böyle bir şey yaşanırsa bu benim sonum olur. Tek sığındığım duvarım başıma bayloz gibi yıkılırdı.
Lâkin Taehyung'un böyle bir şey yapacağına asla inanmıyorum. Sadece amcamdan kalma saçma düşünce topluluğuydu bu.
Jimin benim yüzümden eğitimine bir süreliğine ara vermişti. Ona gidebileceğini ve Taehyung'un benim yanımda olduğunu söylediğimde ise, bana 'O mendebur kılıklılara hiç güvenmiyorum.' diyordu. Cidden beni fazlasıyla düşünüyordu. Üniversite dışında her zaman yanımda oluyor ve beni koruyup kolluyordu.
Onunda karşısında çoğunlukla maske takmaya çalışırdım. Fakat o genellikle bu maskeyi saniyesinde düşürürdü. Her şeyi çok çabuk anlayabilme gibi bir özelliğe sahipti. Çoğu zaman bana yaşadıklarımı anlatmam için baskı yapardı ama ben hiç bir zaman tek bir kelime dâhi bile etmedim. O bunları öğenirse beni bırakıp gitmezdi, aksine destek çıkardı. Ama çokta üzülürdü.
Taehyung'un dünki öpücükleri doluştu aklıma ve ister istemez suratıma tembel bir gülümseme yapıştı. Dudağımdan öpmüştü beni, mahzeninin kapılarını aralamıştı bana.. İçimi titiriyordu o an aklıma doluştuğunda, sadece dudağını bastırmış olsa da çok büyük bir etki yaratmıştı bende. Ve ben o an hiç iğrenmemiştim ondan.
Yok olmak istemiştim o kiraz dudaklar arasında, kaybolmak. O mahzenin içerisinde hayat bulmak istemiştim. Sonra bana o cennetin madenlerinin kapısını aralamıştı. İçerisindeki elmaslar o kadar güzel, o kadar parlaktı ki... Daha çok istedim onlardan fakat bünyem buna izin vermedi. Ben bunu ne kadar istesem de bedenim buna karşı çıktı çünkü o iğrenç anlar doluştu aklıma.
Çocuklara olan sevgisi, benim ona olan hislerimi daha da körükledi sanki. Onların yanındayken beni bile unutacak raddeye geliyordu. Hıh! Ama olsun onun şevkatli kollarının küçük bedenleri iyileştirme çabası beni de iyileştiriyordu. Böylece ona olan güvenim daha da artıyordu. O bir tek beni iyileştirmeye çalışmıyordu, o yüzlerce bedene yetmeye ve onlara can katmaya çalışıyordu.
Şimdi bunlardan bağımsız bir şekilde yine Taehyung bizi 'süpriz' adı altında bir yere götürüyordu. Seveceğimizi düşündüğünü söylüyor ve şuan hepimizden daha heyecanlı gözüküyordu. Gözleri parlıyordu resmen, demek ki gerçekten sevdiği bir yere gidiyorduk. İçimden arabanın tekrar patlamamasını diliyordum şuan.
Bakışlarımı Jimin'e çevirdiğimde donuk bir şekilde Yoongi'yi izlediğini gördüm. Aralarında bir şeyler geliştiğini düşünmüyor değildim. Fakat Jimin'in Yoongi'ye hâlâ güvenmediği aşikâr bir şekilde ortadaydı. Yoongi dışarıdan buz gibi, kalpsiz bir adam gibi gözüküyordu.
Fakat Jimin'in yanında böyle değildi, yüzünü güldürebilmek adına elinden gelen her şeyi yapıyordu. O buz gibi kalpsiz görünümünü yıkıyor ve sadece Jimin için değil, bizim için de bir neşe kaynağı olmaya çalışıyordu. O gerçekten fazlasıyla yakışıklı ve tam da Jimin'in boyuna göre biriydi.
Jimin'in bebeksi bir suratı ve eşsiz bir fiziği vardı. Erkekleri bile baştan çıkartabilecek de bir tutuma sahipti. İnsanları izole etmekte ve etkisi altına almakta üstüne yoktu. Yoongi ise onun tam tersi birine benziyordu, ağır başlı, ağır ve korkutucu biri. Fakat tek istisnası Taehyung'du galiba, ona karşı böyle değildi ve mecburen de bizim yanımızda da etkisini gösteriyordu.
Şehrin tam merkezindeydik sanırım şuan biraz trafik ve korna sesleri vardı. Çevrede dev binalar ve banka şirketleri hüküm sürüyordu. İnsanları da epey nazikti, birbirlerine yol verebiliyordular en azından. Bunu İtalya ve Türkiye'de göremezdiniz mesela. Oradaki insanlar biraz daha gergindi trafik konusunda. Bunu YouTube da görmüştüm.
Çok sevdiğim bir sanatçının şarkısı çalıyordu arabada; XXXTentacion'un changes şarkısı. Bu şarkı benim kalbimi yakıyordu ama çok seviyordum. XXXTentacion'u tanımaya başladıktan bir sene sonra bir suikasta uğradı ve vefat etti. Çok üzülmüştüm o öldüğünde ve şimdi ölümü üzerinden beş sene geçmişti. Eğer vefat etmeseydi şuan sırf onu görebilmek için tüm zincirlerimi yıkar ve konserlerindeki kalabalığın içerisine karışırdım.
Gözlerimi tamamen dışarıda gezdirdiğimde kaşlarım tamamen çatıldı. Lunaparka mı gelmiştik? Ahh Tanrım, hayır! Akşamın karanlığını yıkıp geçen rengarenk ışıklar, dev lunapark aletleri ve hafif müzik sesi. Burası bana basardı özellikle içerisi kalabalık ise. Fakat aklıma takılan bir şey vardı; aletler buradan bakılınca bomboş gözüküyordu. Lunapark dışı ne kadar kalabalık olsa da, içerisi boş duruyordu.
"Taehyung cidden burasımıydı süpriz diye söylediğin yer." dedi Yoongi bozguna uğramış bir şekilde. Bu sırada da Taehyung arabayı boş lunapark otoparkına park ediyordu. Cidden bizimle dalga geçiyor olmalıydı, ne yani dört tane koca adam bu aletlerde eğlenecekmiydik?
"Ayy lunaparklara bayılırım." dedi Jimin coşkulu ince sesiyle, ellerini havaya kaldırıp çırparken. Bu gözlerimi sonuna kadar açmama sebep olmuştu. Jimin ile hiç böyle yerlere gelmediğimiz için, daha doğrusu dışarıya çıkmadığımız için bundan haberim yoktu bile.
"Ayy öyle mi? Ben de çok severim."
Yoongi'nin söylediği şey ile birlikte bu sefer Taehyung'un kaşları sonuna kadar çatılmıştı. Yoongi az önce bundan şikayet ediyordu ve şimdi ise sırf Jimin sevdiğini söyledi diye birden döneklik yaptı. Sanırım bu hayatımda gördüğüm en büyük U dönüşüydü.
Jimin etrafa gülücükler saçmaya devam ederken ben ve Taehyung çatık kaşlar ile Yoongi'ye odaklanmıştık. Yoongi bizi fark etmiş olacak ki yüzündeki gülüşü silinmiş ve elini alnına koyarak, alnını ovalamaya başladıktan sonra dudaklarını araladı.
"Ben siz sevmezsiniz diye öyle demiştim canım. Yoksa lunaparklar sevilmez mi. Öyle değil mi Jimin?"
"Ay öyle, öyle."
Araba durur durmaz Jimin hızla kapıyı açtı ve aşağıya indi, ardından dolanarak ön koltuğun kapısının önüne vardığında açtığı gibi Yoongi'yi de çekiştire çekiştire çıkardı içeriden. Yoongi ona ayak uydurarak hızla arabadan indi.
"Ay biz kaçtık sizi bekleyemeyeceğiz. Orada buluşuruz." dedi ve ardından cevap dahi vermemize izin vermeden, Yoongi'nin koluna girerek koşar adımlarla gitmeye başladılar. "Woow." dedim bu enerjisi karşısında. Onun enerjisinin yüzde biri bile bende yoktu.
"Sen sevmiyorsun anlaşılan." Kafamı olumlu anlamdan salladım.
En son küçük bir çocukken ailem ile gitmiştim, pek eğlendiğim söylenemez. En ufak alette bile kusup durdum hep. Ama ailem yanımdaydı ve bu bana, onlar içerisinde olduğu için güzel bir anı olarak kalmıştı.. Aslında onlarla yaşadığım her şey bana güzel bir anı olarak kalıyordu. Hiç kötü bir anı yada kavga tarzı bir anı bırakmamıştılar bende. Onlar bizim yanımızda kavga etmezdi, onlar kavga etmezlerdi.
Aslında sırf onları anımsamak için girebiliridim buraya. Zaten kimse de yoktu, muhtemelen herkes işinde gücündeydi. Kimse bizim gibi çocukça aktivitelere katılmıyormuş burada.
"Senin için özel kapattırmıştım burayı.." diye söyledi Taehyung yüzünü asarken.
"Ne?"
Şaşırmıştım. Benim için bir lunaparkı bile kapatabilirmiydi ki? Bu kadar değerli hissetirmesi için ne vermiştim ona?
"Genelde buralar çok kalabalık olur. Bu senin için fazla diye düşündüm. Rahat etmeni istiyorum bebeğim."
İşte ben de bunu soruyorum. Neden her zaman benim için bir şeyler yapıyordu? Neden benim için çabalamaktan sıkılmıyordu? Ben ona bir şey vermemiştim ki? Yoksa oda amcam gibi mi yapacak düşüncesi beynimi kemirip duruyordu. Benim güvenim bir kere en yakınım tarafından sarsımıştı, şimdi Taehyung'un sebepsiz yere bu kadar iyimser davranması korkutuyordu beni.
"Neden?" diye sordum içimdeki sıkıntıları bastırarak. Bana anlamsız bakışlar aterken 'off' layıp yineledim
"Neden benim için bu kadar zahmete gidiyorsun? Neden benim için uğraşıp duruyorsun? Ben sana güveniyorum ama bu bana bir şeyleri anımsatıyor. Anlayabiliyor musun?" Sonlara doğru kısılan ve içerisinde her türlü duyguyu barından sesimle sitem etmiştim.
En yakınımdan yediğim kazık senlerdir talan ediyordu bütün duygularımı. Ellerimi yüzüme kapattım ve sessiz bir şekilde göz yaşları dökmeye başladım. Arabanın en köşesine gömdüm yüzümü ve saklanmaya çalıştım ondan. Beni bu halde görsün istemiyordum, onun karşısında sürekli ağlıyordum ve bu benden sıkılmasına, bıkmasına sebep olabilirdi.
Gözümden akan her damla yaş bir bir doluşturuyordu anılarımı beynime. Bir hançer gibi saplanıyordular tüm düşüncelerimin derinliğine. Zedelenmiş güven duygusu, kahrolmuş düşünceler ve anımsanmaya meyilli anılar... Bunların derinliğinde yok oluyordum beni. Çıkış olmayan bir labirentin içerisinde kaybolmuştum sanki, ve her şeyden habersiz o çıkışı arıyordum. Fakat nerden bilebilirdim ki, o düşüncelerin, rabirentin derinliğinin beni bir ömür tutsak edeceğini.
Omzuma değen eller sanki çekip çıkarmıştı şuanlık beni o tutsak edildiğim rabirentten. Sağlam omzumdan tutarak yavaşça çekti bedenimi neredeyse bütünleştiğim koltuğun üzerinden. Daha sonra gözlerimi dâhi açmadan çok gaip bir şey gerçekleşti. Taehyung belimden kavradığı gibi, bedenimi dikkatli bir şekilde iki ön koltuk arasında çekerek kucağına yerleşmem için olanak sağladı.
Kafam tavana çarpmasın diye tek elini başımın üzerine koydu ve yan bir şekilde beni kucağına oturttu. Ardından elini koltuğun arkasında bir yerlere atarak koltuğu biraz geri itti ve önde daha geniş bir alan olurşturdu. Daha sonra sağımda ondan tarafa duran bacağımı bilek kısmında kavradı ve onu da koltuğun bir diğer tarafına attı. Şuan sürücü koltuğunda, bacaklarımı iki yanına atmış bir şekilde kucağında oturuyordum.
Bu yakınlığımız yetmezmiş gibi bir de üstüne, boşta kalan kollarımdan tuttu ve boynun iki tarafına yerleştirdi. Kalbim deli gibi çarparken göz yaşlarım yerini saf bir heyecana teslim etti. Gerçekten fazlasıyla yakındık şuan ve nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Alan darlığından dolayı bir de kafam tavana çarpmasın diye, iyice onun yüzünün üzerine gömüştüm yüzümü.
Sokak dev lambalarla aydınlatılmıştı ve bunun ışığı onun yanık tenini ve kahveyle harmanlanan gözlerini, bir görsel şölen misali önüme sermişti. Kalbim tekledi bu güzelliği karşısında, yanık, esmer teni âdeta yüzüne vuran ışığın ardından parıl parıl parlıyordu. Tek bir kusur dahi yoktu suratında, anlaşılan o yara izleri suratını esir tutmaya kıyamamıştılar. Pürüzsüz bir yüzü vardı ve bu gecenin karanlığında daha da çok belli ediyordu kendini.
Daha önce hiç bu kadar yakından incelememiştim güzelliğini. Klinikte de en az bu kadar yakındık ama suratına vurup tüm şerbetini ortaya çıkaran ışıklar yoktu orada. Ahh Tanrım.. Beni öptüğü bir mahzeni andıran, kiraz dudakları tam benimkilerin altındaydı şuan. Ve bu bir kaç defa sertçe yutkunmama sebep olmuştu.
Gözlerinin içerisinde saklı olan galaksilerin içerisindeki yıldızlar tamamen ortaya çıkmıştı şuan.
Bir saman yolu galaksisini andırıyordu gözleri. Eğer Kim Taehyung ileyseniz uzaya çıkmanıza gerek yoktu, çünkü zaten o uzayı gözlerinin içerisine hapsetmişti. Gökteki uzay nasıl bir yer bilmem ama, gözlerindeki beni kendine aşık etmeye başlıyordu.
"Sana borçluyum Jungkook." dedi mahçup bir şekilde. "Sana borçluyum çünkü sana uyuşturucuyu satan o baron bendim. Neden sattım biliyor musun?" Cevap dahi vermeme izin vermeden sinirli bir şekilde kendisi açıkladı. "Çünkü bencil bir şerefsizin tekiyim. Varlığımdan bile haberin yokken sırf benden uzak kalma diye sattım sana. Gidipte başkasından alma diye. Sonra pişman oldum fakat her şey için çok geçti. Defalarca çıkmak istedim karşına mesafeler olmadan sevmek istedim fakat kaygılarım buna engel oluyordu. Eğer bi uyuşturucu mafyası olduğumu öğrenirsen ve uyuşturucuyu sana satan kişinin ben olduğumu anlarsan benden ömür boyu kaçar, nefret edersin diye düşündüm-"
"Senden hiç bir zaman nefret etmedim Taehyung, etmeyeceğim de. İnsan huzur bulduğu cennetinden nasıl nefret edebilir ki?" dedim gözlerine mekik kurarak. İçimden geçen şeylerdi bunlar. Ben bunu öğrendiğim zaman bile ona karşı en ufak bir nefrette bile bulunmamıştım. Çünkü ben kendi rızamla gidip almıştım o uyuşturucuyu ondan. Ve o bir uyuşturucu satıcısıya, ben de bir uyuşturucu bağımlıydım. Pekte aşağıya kalır bir yanımız yoktu aslında.
O bir satıcı olmasına rağmen beni kurtarmaya çalışıyordu. Sizce var mı bundan ötesi?
"Sen benim cehennemimin içerisinde açan bir nevi bir cennetsin Jungkook.. O cennetin asıl sahibi sensin, sen olmadan önce o cennet herkesi içerisinde cayır cayır yakarak yok eden bir cehennemdi."
"O cehennemin sahibi sen değildin Taehyung. Söyler misin bana, bir cehennem içerisine saf bir cenneti nasıl kabul edebilir ki?"
Alnımı alnına yaslayarak usulca, fısıldar bir tonda söyledim dudaklarının üzerine. Kalbim onun üzerinde atıyordu şuan, öylesine alışmıştı ki birleşmiş olan göğüslerimizin arasında atmaya, sanki üzerinden kalktığım an tuzla buz olacak gibiydi.
"Söylesene küçük meleğim, kor cehennem bile cennetin temizliğini kabul etmişken, sen bu adamın kâinata kafa tutabilecek aşkını kabul edebilecek misin?"
Nefesim kesilmişti bu sözlerine karşılık. Ciddi anlamda ona olan hislerimin bir aşka dönüştüğünü hissetmeye başlıyordum. Şakasız hayatıma ilk kez birine karşı böylesine derin duygular hissetmeye başlamıştım. Daha öncesinde aşka ve gerçek sevgiye inanmadığım için hiç umursamazdım böyle şeyleri. Fakat şuan ki durum bambaşkaydı, kalbim şuan tam onun içi atıyordu. Ona teslim olmak istercesine çarpıyordu.
"Kalbimin sesini duyabiliyor musun Taehyung?" dedim heyecan içerisinde titreyen sesimle fısıldayarak. Daha sonra belime sarılı olan elini tuttum ve göğüslerimizi elinin geçebileceği kadar ayırdım. Ardından elini çırpınmaya yüz tutan kalbimin tam üzerine koydum. "Bu kalp.." dedim çekinerek "Bu kalp şuan deli gibi atıyor ise tek sebebi sensin..." diyerek cümlemi sonlandırdım.
"Ben senin sevginden şüphe duyabilecek kadar güveni sarsılmış bir haldeyken, sen benim neyimi sevdin ki yıllar boyunca, böyle güzel bir şekilde?"
Fazlasıyla mahçup hissediyordum şuan. Dakikalar öncesine kadar onun sevgisinden şüphelenmek üzere olan ben, şimdi neredeyse ona ilanı aşk edecektim. Sözleriyle olsun dokunuşlarıyla olsun çok çabuk manipüle edebiliyordu beni. Bir kaç gün önce ona olan hislerimin ne olduğunu ben de bilmezdim ve şuan aşk olduğunu tahmin etmeye başlamıştım.
Bunun düşüncesi bile kalbimi yerinden sökmek üzereyken, ben bunu onunla yaşarsam kalbim buna dayanabilirmiydi bilmiyorum. Yıllardır Jimin dışında gerçek bir sevgi tatmamış kalbim yavaşça buna adımlamaya başlıyordu. Bu sevgiden de öte bir şeydi. Aşka inanmadan önce, bunun sadece bir kız ve bir erkek arasında geçen basit bir duygu olduğunu düşünürdüm.
Fakat bu öyle bir şey değildi, aşk mı bilmiyorum ama bu hislerin cinsiyeti yoktu.
"Ateşli dudakların..."
Dedi ve ardından bir an bile duraksamadan sıcak ve yumuşacık dudaklarını, dudaklarımın üzerine yavaşça kapattı. Dudaklırımın üzerine geçenkilerin aksine, bu sefer sert bir öpücük kondurdu. Ardından üzerinde bir kaç kez soluk aldıktan sonra dudaklarımız sessiz bir şekilde ayırdı.
O mahzene içim titreye titreye tekrar giriş yapmıştı fakat bu sefer pekte uzun sürmemişti.
"Gamzeli yanakların..."
Dedi bu sefer, daha sonra sıcak dudaklarını çoğunlukla güldüğüm zaman ortaya çıkan gamzelerimin üzerine sıra sıra bastırdı. Bu öpücükleri karşısında göz kapaklarıma kadar titrediğimi hissetmiştim. Kendimden geçiyordum dudaklarının bedenime her değişinde. Kendime hakim olamıyordum bir türlü ve daha fazla istiyordum.
Birinin öpücükleri içerisinde yok olmak istemişmiydiniz daha önce? Sizi bilmem ama ben şuan karşımdaki esmer adamın kucağında, onun öpücüklerine mahkum kalmak istiyordum. Muhtaçmış gibi hissediyordum, her öpüşünde ölü zerrelerim bir bir canlanıyordu sanki. İğrenmiyordum, aklıma o iğrenç anlar doluşmasına rağmen iğrenmiyordum şuan öpücüklerinden. Zaptedebilmişmiydim yoksa kötü anılarımı? O bok çukurunun içerisinden kurtarabilmişmiydi beni?
Dudaklarını gamzelerimin üzerinden ayırdıktan sonra gözlerini gözlerime sabitledi ve tekrar araladı içerisinde yok olmak istediğim kiraz dudaklarını.
"O gün ki gördüm seni..."
Alnını tekrar alnıma yasladı ve iç çekerek devam etti.
"Yaktın ahh, yaktın beni..."
Asıl sen beni yaktın Taehyung. Kül ettin beni o cennetin içerisinde, bir insanı sadece sözler ile yakabilmek mümkünmüdür ki? Mümkünmüş demek ki.. O beni her şeyiyle kül ediyor, yakıyordu. Daha fazla dayanamadım ve gözlerimi mühürlediğim gözlerinden aşağıya dudakların indirdim. Yapacaktım bu sefer ben öpecek, kendi ateşimle kül edecektim onu.
Titreyen göz kapaklarımı usulca kapattım ve içimde bir tarla misali yeşeren cesaret tohumlarıyla dudaklarımı dudaklarının üzerine kapattım. Acemi bir şekilde öpmeye başladım dolgun dudaklarını. İçim titriyordu, eriyip, bitiyordum her öpüşümde.
Çok geçmeden öpücüğüme karşılık verdiğinde yavaş ve ağır bir şekilde harmanlandı dudaklarımız. Ağır bir şekilde alt dudağımı dudaklarının arasına çekerek emmeye başladı. O mahzenin içerisi aydınlanırken, ben de onu kendi mahzenimin içerisine çektim. Üst dudağını yakaladığım gibi doyumsuzca ama bir o kadar da bitmemesi için yavaş yapıyordum bunu.
Daha önce kendi istediğimle hiç kimseyle öpüşmemiştim. Taehyung benim ilkimdi, Taehyung benim bir çok ilkime ev sahipliği yapan o cennetin sahibiydi. O mahzeninin, bulutlarının, bahçesinin, madeninin... Her şeyin sahibiydi o. Benim duygularımın en büyük zifiriydi o. Şimdi hiç ayırmak istemiyormuşçasına, sakin bir şekilde yiyip bitiriyorduk birbirimizin dudaklarını.
Öpücük sesleri beynimin duvarlarında yankılanıyor ve bir bir alaşağı ediyordu hepsini. Dudaklarımızın birbiriyle uyumu titretti bu sefer içimi. Kalbim zaten bir kuş misali uçuşa geçeli çok olmuştu, onun kalp atışlarının sesini de duyuyordum yakınlığımızdan dolayı. Oda aynı benimki gibi çırpınıyordu göğsümün altında.
O kadar yavaş, o kadar sakin öpüşüyorduk ki, arada nefes alma ihtiyacı için bile ayrılmamıza gerek kalmıyordu. Birbirimizin soluklarıyla besleniyorduk.
Ellerimi iyice boynuna doladım ve bu sefer ben kaptım alt dudağını. Acemi hamlelerim karşısında hafif kıkırtısını işitti kulaklarım. Buna karşılık daha da sert çektim onu içime, o da aynı benim gibi üst dudağımı sertçe çekti içine. Bu öpüşmemizi haraketlendirmişti biraz da olsa. Yerimizde saymıyorduk en azından.
Ellerini sıkıca belime doladı ve daha da yapıştırdı bedenlerimizi birbirine. Dudaklarımız aheste bir şekilde dans ediyordu gecenin karanlığına ayak uydurarak. Şimdi tamamen birbirimizin olmuştuk ve o cennetin bütün kapıları benim için sonuna kadar aralanmıştı. Onun cehennemi mi? O hâlâ yerli yerindeydi.
Çünkü cennet cehennemini yok etmek istemiyordu. Sadece onu iyileştirmek ve ateşini biraz olsun söndürmek istiyordu. Cehennem cennete âşıktı ve cennetini yakamıyordu, aksine kendini onun ritmine bırakıyor ve tüm alevlerine son veriyordu.
Dudaklarımızı sesli bir şekilde ayıran ben olmuştum. Nabzım kulaklarımda atıyordu resmen ve kalbim işlevini yitirmek üzereydi. Alımlarımızı ayırmamıştım hâlâ en az az önceki kadar yakındık birbirimize. Sıcak nefesleri tenimi eritip geciyordu, her değdiğinde tekrar ve tekrar titriyordu bedenim. İlk defa krizlerim dışında titriyordum onun kollarının arasında.
"Ben senin aşkını kabul ediyorum Taehyung. Fakat tanrı bizi kabul edecek mi?" dudaklarının üzerine fısıldayarak söylediğimde, kahve gözleri mümkünmüş gibi daha da parlattı içerisindeki yıldızları.
"Tanrı bile zaten bize yüz çevirmiş, varsın kabullenmesin bizi, affetmesin. Söylesene sevgilim kalplerimiz bir olduktan sonra, ne önemi var cinsiyetlerimizin. Varsın bu sefer de Tanrının cehenneminde yanalım.."
Tanrı zaten cehenneminde yakmak için kendine günahkâr arıyordu. Artık ona olan inancım neredeyse sıfırdı, adaletine ise hiç inanmıyordum. Neden sevmiyordu ki eşcinsel insanları? Onun kurduğu düzene tersmiydi bu? Madem öyle düzenini sikeyim. O bile aşkın sadece kadın ve erkek arasında gerçekleşen basit duygular olduğuna inanıyordu.
Peki ya ne zararı vardı eşcinsellerin onun yüce kudretine? Bu sapkınlık değildi, bu asktı. Asıl suçlu olan biz değildik; onun yarattığı pis zihniyete sahip kullarıydı.
"Ben seninle Tanrının cehenneminde bile yanmaya razıyım Taehyung." dedim Tanrıya inat bir şekilde. Ardından bedenimi hızla göğsüne çarptı ve beni sıkıca kollarının arasına aldı. Sevgilim demişti bana, biz gerçekten sevgili miydik artık.
"Sevgilin miyim gerçekten?" diye sordum merak içerisinde, heyecanla.
"Hmhm, sevgilimsin. Hem de benim biricik sevgilim..."
"Öyle mi gerçekten?"
"Öyle bir tanem."
"Gerçek yani?"
"Seni seviyorum, sevgilim.."
Ben bunun gerçekliğini sorgularken, derin sesiyle tüm algılarımı yıkıp geçmişti. Yüzümün kızardığını hissediyordum sanırım. Karnımda kelebekler uçuşuyordu sanki. Utancımdan yerin dibine girmeden önce bu konuyu dağıtmaya karar verdim. Aksi takdirde bu arabadan kalbim yerinde bir şekilde çıkamayacaktım.
"Ahh s-sevgilim... Hadi bizimkileri daha fazla bekletmeyelim." dedim ve ardından suratımadaki kızarıklığı görmemesi adında, cevap dahi vermesine izin vermeden hızla kapıyı açtım ve çevik bir haraketle kucağından indiğim gibi, suratımı ellerimle kapatarak, hızlı adımlarla park girişine doğru ilerlemeye başladım. İçim içime sığmıyordu sanırım.
....
Taehyung'dan
"Taehyung öleceğiz!" diye bağırdı Jungkook, büyük bir korku içerisinde. Ellerini daha da çok sıkarken, dudaklarımı aralayacağım sırada yüzüme çarpan hava basıncı yüzünden tekrar kapatmak zorunda kaldım. Siktir! Bu cidden fazlasıyla nefes kesiciydi.
"Taehyung amına koyayım senin çocuk!"
Yoongi haykırarak sitem ettiğinde kahkaha atmadan edemedim. Hız trenine bindirmiştim onları ve hepsinin götü tutuşuyordu şuan. Benimde boğazımdan feryatlar kopmuyor değildi fakat onlar kadar korktuğum söylenemezdi.
"Woaaaa çok eğlenceli." diye bağırdı Jimin ters döndüğümüz sırada. Siktir! Bu cidden midemi bulandırmıştı, inince feci şekilde kusacaktım.
"Jungkook diğerlerini siktir et. Sen korkma sevgilim, hiç bir şey olmayacak."
Yoongi "Biz it miyiz lan" diye bağırdığında cığlıklarımın arasında büyük bir kahakaha karışmıştı. Bu sırada da zaten tren yavaşlamış ve hatta perona varmıştı.
Emniyet kemerleri üzerimizden kalktığı gibi Yoongi'nin koşarak çöp kovasıma gitmesi ve kusması bir oldu. Fakat ardından Jungkook'ta koşarak aynı yere gittiğinde içimi büyük bir panik kapladı.
"Jungkook iyi misin?" diye bağırdım inip yanlarına gittiğim sırada. Ahh lanet olsun, o da kusmaya başlamıştı.
Yanına vardığım gibi elimi sırtına koyarak sıvazladım ve çevremizdeki adamlara hitaben "Su getirin lan şuraya iki üç şişe!" diye emir verir tonda bağırdım. "Taehyung senin cidden amına koyayım!" Yoongi kusmuklarının arasında kesik kesik söylediğinde, gülme isteğimi zar zor bastırdım. Jungkook bu haldeyken gülemezdim.
"Geçti sevgilim.." dedim daha fazla kusmasına engel amaçlı onu karnından yakaladığım gibi kendime çekerken. Bu sırada da Yoongi'de suratını ekşiterek kusmasına son vermişti. Adamlardan biri elindeki su şişeleri ile geldiğinde beklemeden bir şişeyi aldım ve Yoongi'ye fırlattım. Ardından bir tane daha alarak kapağını açtığım gibi bebeğimin ağzına dayadım.
"Siz de ama dandik cıktınız." dedi Jimin kahkahalarının arasında, ukala bir şekilde. Hepimizin aksine onda hiç bir şey yoktu, fazlasıyla sağlam duruyordu. Asker olmasından kaynaklı diye düşünüyorum.
"Daha iyi misin bebeğim." dedim şişeyi ağzından çekerken. Kafasını sallayarak bana döndüğü sırada aniden kollarımın arasına sarıldı. Gözlerinin kusmaktan dolayı dolduğunu görünce içimin sızladığını hissettim.
"Çok korktum Taehyung."
"Ah kıyamam ben sana bebeğim." diyerek şefkatle saçlarının arasına ufak bir öpücük kondurdum. Ahh lanet olsun bana, onu buna bindirmemeliydim. Nasılda titriyordu kollarımın arasında, gerçekten de çok korkmuş olmalıydı. Jimin'in kahkahaları bizi bu halde gördüğünde daha da büyüdü. Buna karşılık burnama sertçe bir nefes çekerek, Jimin'e kafa göz dalma isteğimi bastırmaya çalıştım.
"Özür dilerim sevgilim. Bir dahakine hafif bir şeye bineriz olur mu?" dediğimde kafasını usulca sallayarak kollarımın arasından çıktı. Yıldız gibi parlayan gözlerini gözlerime çıkardığında, masum bir gülümseme takındı suratına. Bunu görmemle birlikte içimdeki bütün sinir yerle bir olurken, tavşan dişlerini konuşmak adına araladı.
"Önemli değil Taehyung. Çok eğlenceliydi sadece her insan gibi ben de biraz korktum."
Yalan söylüyordu. Gözlerinden belliydi bu, fazlasıyla korkutmuştum onu. Kendimi tekmeleyesim geliyordu şuan.
Jimin "Bir tur daha var mısınız?" dediğinde üçümüzde hep bir ağızdan "Hayır!" diye sertçe çıkıştık. Jimin 'uff' larcasına yanaklarını şişirdikten sonra yere sertçe bir iki kere vurdu. Bu çocuk cidden fazlasıyla cesurdu, parkta binmediği tehlikeli alet kalmamıştı neredeyse. Ve kendiyle birlikte Yoongi'yi de sürüklüyordu.
"Atlı karıncaya binelim mi?" dedi Jungkook büyük bir sevinçle ellerini kaldırıp birbirine vurarken. Ellerimi sevinçle gülümseyen yanaklarına koydum ve yüzünü yüzüme yaklaştırdım. Ellerimin baskısından dolayı balık gibi şişmişti suratı, şuan onu ısırmamak için büyük bir savaş veriyordum içten içe.
"Sen istersinde binmez miyiz güzelim." diyerek alnına ufak bir buse kondurdum. Sevinçle yanağıma bir öpücük kondurarak elimden tuttuğu gibi, merdivenlerden inerek koca lunaparkda atlı karıncayı aramaya başladı. Öpücüğünün etkisiyle tüm uvuzlarım titrerken, dona kalmış gibiydim. Eğer beni çekiştirmeseydi şok etkisiyle dakikalarca orada haraket etmeden durabilirdim.
Arkamda kalan Yoongi'ye kaş göz yaparak yanımıza gelmemeleri için işaret verdim. Ardından ben de sıkıca onun eline asılarak, gözlerimi boş lunaparkta atlı karıncayı bulmak adına gezdirdim. Çok geçmeden gözlerim turuncu ve rengarenk ışıklarla donatılmış atlı karıncaya takılınca, parmağımla aletin olduğu yeri işaret ettim.
"Jungkook bak orada." dedim zaferle. Ardından elini daha da sıkı kavrayarak aletin olduğu yere doğru koşmaya başladım. O sevinçliyken ben de sevinçliydim, ikimiz de çocuk gibi coşku içerisindeydik şuan. Onunla filmlerdeki gibi romantik anlar yaşamak adına diğerlerinin gelmesine engel olmuştum. Yalnız kalalım istiyordum biraz çünkü sabahtan beri Jimin ve Yoongi'nin didişmelerinden başka hiç bir konu dönmüyordu aramızda.
Onların arasında bir şey var olduğuna emindim fakat onlar bile bunun farkında değillerdi. Birbirlerine çok yakışıyorlardı ve birbirlerini tamamlıyorlardı. Kim bilir belki de bir süre sonra çifte düğün yapardık. İçimde büyük bir sıkıntı vardı fakat bunu bir şekilde gecistiriyor ve kötü düşünmemeye çalışıyordum. Hayatımın en mutlu gününü yaşıyordum bu gün. Gerçi Jungkook'tan önce her günüm bir öncekinin aynısı ve bir kabustan farksızdı.
O beni her geçen gün daha da iyi bir adama dönüştürüyordu. Bu benim mizacıma ne kadar ters olsada, bazı şeylerden vaz geçmeye çalışıyordum. Mesela ona söz verdiğimden beri bize zararı olmayan hiç kimseyi öldürmemiştim. Bu büyük bir başarıydı benim için, ben öldürmeden duramazdım. Bir seri katil olduğumdan beri içimde sürükeli birilerini öldürme isteği doğardı. Fakat onu tanıdıktan sonra bu bağımlılıktan vaz geçmiştim, daha az insan öldürmüş ve daha vicdanlı birine dönüşmüştüm.
Atlı karıncanın yanına vardığımızda "Hangisine binmek istersin?" diye sordum gözlerimle turuncu unicornları işaret ederek. Elini çenesine koyarak gözlerini kısıp aletlerin üzerinde göz gezdirdi. "Hmm, çift boynuzlu olan." dedi ve bakışlarını bana çevirdi. Cevabını almamla birlikte dilimi damağıma vurup şıklatarak, elimi küçük ellerinden ayırdım ve bir elimi diz kapağının altına yerleştirdim. Ardından bir diğerini de sırtına koyduğum gibi onu dikkatli bir şekilde kucağıma aldım.
"Taehyung yiaa!" diye çığırdı kulaklarımın pasını silmek istercesine.
"Şşh itiraz istemiyorum."
Gösterdiği unicornun yanına vardığım gibi ilk olarak onu oturttum, ardında kendimde köşelerdeki basamaklardan yardım alarak tam önüne bindim. Kulübenin içerisinde bekleyen görevliye başlat dercesine bir bakış attıktan sonra, omzumun üzerinden bebeğime baktım.
"Belime sarıl güzelim yoksa düşeceksin."
Çekinerek ellerini belime doladığında allette yavaş bir şekilde, aşağı yukarı git gel yaparak dönmeye başladı.
"Ben senin güzelin miyim gerçekten?" diye sordu masum bir şekilde. Bu sorusuna karşılık ne kadar dönüp onu öpmek istesemde, düşme riskimizin verdiği tedirginlikle bundan vaz geçtim. O kadar şirin, o kadar masum bir şekilde sormuştu ki, ağzını yüzünü yemek istiyordum.
"Sen benim güzelimsin. Sen benim güneşi olmayan kalbime gökkuşağı açtırabilecek kadar güzelsin..."
Söylediğim kelimelerden dolayı utanmış olacak ki, daha sıkı sarıldı belime ve yüzünü sırtıma gömdü.
"Taehyung Yoongi hyung ve Jimin neredeler?"
"Ahh şey sanırım hız treninde bir tur daha atıyorlar." dedim tren raylarından savrulan onları gözlerimle işaret ederek. Kulağıma doluşan kıkırtısıyla birlikte ben de gülmeye başladım. "Jimin Yoongi'yi dize getirebilmiş tek insan." dedim bilmiş bir tavırla. "Jimin'in en büyük yeteneği budur. Birilerini hemen manipüle edebilir, karşısındaki kişi Yoongi ise bile." makina biraz daha hızlanırken kollarımı iki yana açtım.
"Desene sana çekmiş diye."
Alet hızını arttırmasından dolayı biraz daha eğlenmeye ve gülüşmeye başlamıştık. Jungkook'da ara sıra belimi bırakıyor ve doyasıya kollarını açarak bağırıyordu. Fakat düşecek gibi olduğunda tekrar belime sıkı sıkıya sarılıyor ve içimi titretmekten geri kalmıyordu.
Ciddi anlamda hayatımın tek mutlu ve en güzel gününü geçiriyordum. İnanabiliyor musunuz, üç yıldır platonik olduğum insanla sevgili olmuştum bu gün. Dahası oda beni seviyordu, öpüyordu, sarılıyordu. Bunların her biri bir rüyadaymış hissiyatı veriyordu bana.
Onu tanımadan önce 'mutluluk ve sevgi' kavramlarına inanmazdım. Fakat o benim hem sevgi, hem de mutluluk kaynağım olmuştu benim. Bu kelimelere sığdırılamaz, tarif edilemez bir histi. Keşke diyorum hep, keşke onunla daha önce tanışacak cesareti kendimde bulabilseydim.
Yaklaşık bir on dakikanın ardından makine durduğunda indiğim gibi onu da kucağıma alarak indirmiştim. Şimdi ise gözlerim Yoongi ve Jimin'i arıyordu, hız treninden çoktan inmiş olmaları lazımdı.
"Bunlar birbirlerine kapılarak bizi unutmaya başlıyorlar sanırım." dedi Jungkook üzgün bir edayla. Muhtemelen arkadaşını kaybetme korkusu ile yanıp tutuşuyordu fakat hiç bir zaman birbirinden uzak kalmalarına izin vermeyecektim. Evlenip California ya gittiğimizde bile Jimin'i yanımızda getirtecek ve üniversiteyi orada okuması için olanaklar sağlayacaktım ona.
"Aramamı ister misin?" dedim elimi cebime atarak telefonumu almaya koyulduğum sırada. "Aslında iyi olur." dedi gülümseyerek. Gülünce orataya çıkan gamzelerinin üzerine birer öpücük kondurduktan sonra telefonumu cıkardığım gibi Yoongi'nin numarasını tuşlayıp, telefonu kulağıma yasladım.
Yaklaşık otuz saniye çalmasına rağmen kimse açmayınca kaşlarımı çatarak aramayı sonlandırdım. Normalde saniyesinde açan biriydi. "Noldu?" Jungkook'un meraklı sesini işittiğimde gerilen yüz hatlarımı gevşeterek dudaklarımı araladım. "Muhtemelen her hangi bir alettedirler ve aramayı duymamıştır. Birazdan geri dönüş yapar." dediğimde dudaklarını büzerek kafasını olumlu anlamda salladı.
'Ahh yapma böyle ama' dedim içimden kendi kendime. Durup karşısına geçerek tek elini tuttum ve ardından boşta kalan elimi büzdüğü dudaklarına götürüp, baş parmağım ve işaret parmağımı dudakların iki köşesine koyarak, gözlerimi kısıp onlara parmaklarıma onlara güler yüz şekli verdim.
Bu haraketime karşılık içten bir şekilde gülerken, gözlerinin içi parladı. Üzerine eğilip tam da parlayan gözlerinin üzerinden öptüm onu. Öpücüğüm göz kapaklarını titretirken benden etkileniyor olmasının verdiği heyecanla ayırdım dudaklarımı göz kapaklarının üzerinden.
Bakışlarımı tekrar Yoongi ve Jimin'i aramam adına etrafta gezdirdiğimde gözüme rengarenk pamuk şekerler ile süslenmiş, pamuk şeker tezgahı takıldı.
"Pamuk şeker sever misin Jungkook?" diye sordum tezgaha bakmaya devam ederken. "En son çocukken yemiştim ama sevdiğimi hatırlıyorum." dediğinde buruk bir gülümseme sundum ona. Anne ve babasından sonra bir daha yememiş olma olasılığı beni derinden üzüyordu. Kalbim parçalanıyordu. Keşke o zamanlar babamın yanında tutsak olmasaydımda onu bulup, ona güzel bir çocukluk vaad etmek için elimden geleni yapsaydım. Ahh cidden lanet olsun bana.
"Hadi gel gidip alalım o zaman." dedim neşeli bir şekilde, ardından bir elini tekrar tutarak pamuk şeker tezgahına doğru ilerlemeye başladım onunla birlikte.
Geçenki olaydan sonda temkinli adımlar atıyor ve her yere adam yerleştiriyordum. Bunu yapan her kimse onu hâlâ bulamamıştım. Hiç bir iz yoktu ne bir telefon numarası, ne de bir mesaj. Bogum gittikten sonra başımız beladan kurtulur diye düşünmüştüm fakat hâlâ bela çukurunun içerisinde yuvarlanıyorduk. Bunu Jungkook'a belli etmemek adına üstün bir çaba sarf ediyordum.
Düşmanlarım çoktu, hatta her ülkede bir düşmana sahibimdir fakat hiç biri bırakın suikast düzenlemeyi, karşıma dâhi çıkamazlardı. Tabii Bogum buna dahil değildi; o diğerlerinde farklıydı. Beni çok iyi tanırdı ve asla benden korkmazdı. Onunla yaşadığımız güzel anıları bile yok etmişti son yaptığı şeyden sonra.
Jungkook'a dokunarak çok büyük bir hata yapmıştı. Onu kendi ellerimle en acı şekilde öldürmek istiyordum fakat Jungkook bir anda çıkagelmiş ve benden önce davranmıştı. Oda birilerini öldürmüştü ve bu öldürdüğü kişiler sonuna kadar ölmeyi hak ediyorlardı. Her ikisi de sevdiğime, sevdiklerime dokunmuşlardı. Bu beni mahvediyordu, yakıp kül ediyordu.
Birilerinin gelip sevdiğinize dokunup, ona istismar etmesi ve sizin hiç bir şey yapamamanız çıkmaz bir sokakta çıkışı aramak gibiydi. Bu cidden beni öldürüyor ve o çıkmaz sokağa hapsediyordu. Hiç bir şey yapmamamış olmak beni intihara sürükleyecek raddede büyük bir suçluluktu. Ben daha sevdiklerimi koruyamıyorken, kendimi nasıl zapdedeyim ki? Şuan yaşıyorsam onun başına bir daha kötü hiç bir şey gelmemesi için yaşıyor olduğuma yemin edebilirdim.
Düşüncelerimin derinliğinde savrulurken bir an da beynime bir mızrak gibi saplanan çınlama ile olduğum yere çökerek Jungkook'un elini bıraktığım gibi sertçe ellerimi kulaklarıma kapatarak, gözlerimi sıkı sıkıya yumdum. Kulaklarım sanki patlıyacakmış gibi yüksek bir radde de çınlıyordu.
Acı içinde inleyerek ellerimi daha da çok bastırdım kulaklarıma, o derin çınlamayı susturmak istercesine. Büyük bir gürültü yükseliyordu, anlam veremediğim sesler dolanıyordu beynimin içerisinde. Bu seslerin kalabalığı oldukça büyüktü ve büyük bir acı veriyordu. Beyin damarlarım kasılıp gevşeyor ve işlevini yitiriyordu sanki.
Tanrım bu da neydi böyle? Gözlerimi aralamak adına bir harakette bulunduğumda sanki aletlerin rengarenk ışıklarının hepsi yüzüme tutuluyormuş gibi hissettiğinde hızla geri kapattım gözlerimi. Kafam patlayacak gibiydi, acı ile vurmaya başladım ellerimin olduğu yerlere. O derin çınlamayı ve gürültüyü oradan söküp almak istercesine sertçe vurmaya başladım kafama.
Lunaparkda çalan müziğin sesi sanki yüz mat daha açılmıştı. O kadar gürültü ve ses vardı ki, kulak zarlarım her an patlayabilirmiş gibi hissediyordum. Acı ile kırılarak tamamen yere attım bedenimi. Cenin pozisyonunda uzanarak kafamdaki gürültünün yok olması adına başımı sertçe bir kaç defa soğuk asfalta vurdum. Fakat acıdan başka hiç bir işe yaramıyordu.
Delirmiş gibi hissediyordum, tüm algılarımı teker teker yitiriyor ve çaresizlik içerisinde derin sokuklar almaya çalışıyordum.
"Jungkook..." diye mırıldandım kesik kesik çıkan soluklarımın arasında. Ardından onu kontrol etmek amaçlı yüksek ışığa kafa tutarak araladım gözlerimi. Zonklayan beynim ve çınlayan kulaklarımı umursamadan etrafta göz gezdirmeye başladım. Fakat Jungkook'u görüş açımda göremeyince daha çok panikledim.
"Jungkok." diye bağırdım bu sefer sesimi yüksek tutmaya özen göstererek. Ardından ellerimi kanamaya başlayan kafamdan çektim ve soğuk zeminde birleştirdim. Ayağa kalkıp Jungkook'u aramak adına bir hamlede bulunsamda tekrar yere yığılmam kaçınılmaz oldu.
Bu sefer ağrı kendini iki katına yükseltmişti. Feryat edercesine bir çığlık koptu sıktığım dişlerimin arasından. Ciddi anlamda beynim patlıyormuş gibi hissediyordum. Fakat şuan bunu düşünemezdim, bir an önce kendime gelip Jungkook'u bulmam gerekiyordu. Bir an da ortadan kaybolmuş olması zihnimde fırtınalar kopmasına sebep oluyordu.
"Jungkook, sevgilim lütfen bana yardım et." diye haykırdım son kalan nefeslerimi tüketerek. Bu kadar gürültü ve karmaşanın içerisinde bir tek onun sesini işitemiyordum, hissedemiyordum onu. Çok kalabalıktı, çok gürültü vardı, beynim durmak üzereydi. Kaldırmayordum bu kadar sesi. Çınlama ise daha şiddetli bir şekilde algılarımı yıkıp geçmeye devam ediyordu.
Gözlerimi sıkı sıkıya yumup tekrar kalkmak adına bir hamlede bulundum. Fakat şuan ayağa kalkıp Jungkook'u aramak imkansız gibi geliyordu bedenime. Ses, gürültü ve çığlıklar... Bunların hepsi bedenimi ele geçirmişti ve yardım eden hiç kimse yoktu. Yine tek başıma sessiz çığlıklarım arasında yok oluyordum. Beynim bir cam tabakası gibi eriyor ve lava dönüşüyordu sanki.
Gürültü tüm bedenimi ele geçirmiş ve kılcal damarlarıma kadar sıkıyordu. "Çok acıyor..." diye fısıldadım güçlükle. Gözlerim tamamen kapanmış ve artık onları hiç bir şekilde aralayamıyordum. Her taraf karanlığa gömülmüştü, o koca ışık haznesi bile delip geçemiyordu şuan göz kapaklarımı.
"Yalvarırım Jungkook'a bir şey olmasın." son cümlem bu olmuştu ve ardından bütün gürültü ve ses yok olmuş ve şimdi beni öldürüyordu.
'Beni duyabiliyor musun?'
____
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, hoşçakalın...
✷✷