SUYUN VALSI

By kitaplardakiefsun

4.4K 640 712

Bir yoktan vâr olma hikayesi. "Eksik olmak diğer insanlardan farklı olmaktı bizim lügatımızda. Farklı bir soy... More

•°1°•
KARAKTERLERİMİZ🍃
•°2°•
3°•°°
4•°Saray•°
5°•°Akşam Yemeği•°•
6°•°Eğitim•°•
7°•°Prens Viridian•°•
8.Olcayto
9.Sırlar
10.Sorular
11.Ardent
12.Atış Talimi
13.Geleneksel Saray Kutlamaları
14. Suyun Ve Rüzgarın Dansı
15 Rüyaların Gerçekliği
16. Mecburi İdman
17. Beklenti
18.Gizli Ziyaret
19. Çizimlerin Gizemi
20. Hayat Veren
21. Nü Çizim
22.Yakınlaşma
23.Yolculuk
24.Sarhoş
25.Deniz Canavarı
26.Birlikten Kuvvet Doğar
27.Prensin Öpücüğü
28.Kontrol
30.Dönüş Yolu
31.Yangın
32.İntikam Yemini
33.Yeni Kral
34.Dunya'nın Hanı
35.Uyarı
36.Kayıp Harita

29.Kaçış

57 6 8
By kitaplardakiefsun

Bir uyuşturucu gibi damarlarımda yayılan kontrol ve güç arzusu beni ben yapan duygularımı neresi olduğunu bilmediğim bir boşluğa fırlatmıştı. Artık benden geriye kalan tek şeyin boş ve duygusuz bir kabuk olduğundan korkmaya başlamıştım. Keza öyle olsa benim için her şey daha kolay olabilirdi. Her bir kafesteki her bir ejderhayı, her bir duygu kırıntısını içime çekmiş ve onlara kendi duygu ve davranışlarımı aşılamıştım. Artık hepsi demir parmaklıklara olan esaret günlerine gıptayla bakan birer köleye dönüşmüştü. Bunu yapmak için dünyaya gelmiştim ama neden yaptıklarım doğruymuş gibi gelmiyordu?

Düşünmemeye ve hissetmemeye çalışmak en önemli günlük rutinim olmuştu çünkü eğer düşünmeye başlarsam ben bile kendimle başa çıkamazdım. Izdırabımın adada kaldığımız bir hafta boyunca sürdüğünü düşünebilirdiniz fakat ben onu bir ömür boyu bir parçam gibi yanımda taşıdım. Ruhumun en ağır, en saygın konuğu oydu. Öyle ki ev sahibinin o, misafirin ben olduğumu düşündürecek kadar.

*

*

Zamansız görevler, zamansız olaylar, zamansız duygular. İnsan tüm bu zamansızlıklara alışıyordu fakat zamansız aşka, aşkın sevgiye dönüşebilme hızına alışamıyordu. Çünkü o ihtiras yüklü aşk aynı anda bir yerden sevgiye dönüşmeye başlamışsa bir parçan da o sevgiye esir olur ve kimi sevmeye başladıysan onunla büyür, onunla acı çekerdi. Tüm krallığın veliaht prensinin hissettiği duygular da ancak böyle tarif edilebilirdi. Ama ona sorarsanız bu değişimin onu ya sonsuz bir öfkeye ya da sonsuz bir ferahlığa kavuşturduğunu söylerdi. Bu ikisinin farklı gözüken benzer şeyler olduğunun henüz farkında değildi. Çünkü ilk kez kalbine aşkın yakıcı ateşi, sevginin zalim merhameti düşmüştü. İlk kez bir görev bir yabancıdan daha değersiz olmuştu. 

Görevini yapmazsa onun hain olarak yaftalanacağının bilincindeydi peki ya duyduğu aşka yaptığı şey de bir hainlik değil miydi? Bir çemberin ortasında, hangi yana gideceğini şaşırmıştı. Oysa netlikler ondan sorulurdu, en zor kararları tereddütsüz verebilen bir komutan olmakla övünürdü bunca zaman.

Bu talihsiz kaderin sahibi ejderhalar sanılıyordu. Fakat zannedilenin aksine bu tragedyada oynayan sadece iki başrol vardı. İki talihsiz aşık. İki menfur yürek. İki ayrı beden, tek bir duygu etrafında çevriliyordu. Bu duygunun etrafı dokunanı kanatan sivri dikenlerle çevrili mecnune bir aşktı.

Veliaht prens, hissiyatı kontrol edebileceğini sandığı fakat hükümsüz kaldığı birçok insani duygu arasında gidip geliyordu. En can yakıcı olanın aşk acısı olması beklenirken duyduğu sevginin üstünlüğü buna imkan kılmıyor, onun çektiği zihinsel ve duygusal acıları ona da yansıtıyordu. Öyle ki bu ejderhaların efendisi addedilebilecek yüz yılın umudu olan genç kız öyle bir çıkarsız acının içindeydi ki bunu gözlerine bir saniyeden fazla bakan biri bile kolaylıkla anlardı. 

Birini ve hatta bir canavarı kontrol edebilmenin kendi kontrolünü de kaybetmeyi göze almak demek olduğu söylenirdi. Bunun ne kadar doğru bir söylem olduğunu bu kızın gözlerindeki savaşa bakarak anlayabilirdiniz. Fakat her bir kontrolde şaşırtıcı derecede güçlendiğini inkar etmek de ona karşı yapılan en büyük haksızlık olurdu.

Prens Viridian sakin adımlar ve gürültülü bir zihinle adadaki tek hana doğru gidiyordu. Berla'yı handa çok fazla oda olmamasına rağmen kendine ayırttığı odada görünce şaşkınlığı inkar edilemezdi. Bu kızın kardeşiyle olan ilişiği ona odasına gelebilme cüretini vermezdi. Hoş, kardeşinin onda ne bulduğunu da anlamış değildi.

"Burada ne işin var?" 

Kollarını göğsünde kavuşturmuş odada etrafı inceleyerek rahatça gezen ateş çağırıcı, prenste istenmedik duygulara neden oluyordu. Bunlardan biri de saygısızlığı nedeniyle onu öldürme dürtüsüydü.

Berla sonunda onu fark etmiş gibi lakayt bir şekilde selam verdi. "Lordum," Tek kaşını kaldırmış geçerli bir cevap bekleyen veliaht prense döndü. "Size, Elafer'e görevlerini hatırlatmanızı ve onu bunun dışında başka yönlere yönlendirmemenizi önermeye geldim."

"Pekala, benim de sana görevlerini hatırlatmamı ister misin?" Viridian gözlerini kısmış, inandırıcı görünmeye çalışıyordu.

Ateş Çağırıcı meraklı ve gururlu bir ifadeye bürünmüştü. Prensin sonraki sözlerinin onun gururunun saman alevi kadar olduğunu hatırlatacağının henüz farkında değildi. 

"Eğer bir daha prensinin odasına bu şekilde izinsiz girme cüreti gösterirsen değerli önerilerde bulunabileceğin bir ses telin olabileceğinden endişeliyim Baş Ateş Çağırıcı."

"Ama," Duydukları ve gördüğü tepkiden dolayı sesi kısılan Berla boğazını temizleyip cesaretini bir nebze de olsa geri kazanmak uğruna uğraştı. "Benim de her şeyden haberim var, Komutan Pixis'le iletişim halindeyim. Ayrıca Elafer istediği gibi odanıza girip çıkma iznine sahipken bu tek seferlik girişimim neden sizi rahatsız ediyor?" 

Hadsizliğinin dozunu hiçbir zaman ayarlayamayan bu askerine karşı prensin sabrı son raddeye kadar tükeniyordu.

"Sana neyden haberin olduğunu sormadım, ayrıca ordu komutanının seni veliaht prense 'öneride' bulunman için görevlendirmediğine de eminim." 

Berla ezici hezimetini sindirmeye çalışıyordu, Elafer yaptıysa kendisinin de yapabileceğini; ketum prense yaklaşabileceğini düşünmüştü halbuki. Selam verip hızlıca odadan çıkmaya yeltendi, tam kapıya ulaşıp derin bir nefes almıştı ki rahatlamakta hata ettiğini anladı.

"Daha bitirmedim."

Eli kapı kolunda kalan genç ateş çağırıcı yutkunarak arkasına döndü. Prens Viridian'ın bu kadar yakınına geldiğini fark etmemişti bile. Ve prens tehditkar bir sakinlikte gözlerinin içine bakıyordu.

 "Benim odama kimlerin girebileceğine sadece ben karar veririm, istediğim kişiye müsamaha gösteririm. Ve sen bu kişiler arasında değilsin Berla. Kendini Elaferle bir tutmamanı öneririm, bu sana ikinci önerim olsun." 

Uzanıp Berla'nın arkasındaki kapı kolunu tutarak kapıyı açtı. Ateş çağırıcı oradan nasıl uzaklaştığını bilemedi. 

Viridian'ın en umulmadık muntazam olaylara bile çözüm bulma kabiliyeti şu anda onu işlevsiz kılıyordu. Ellerini saçlarına daldırdı ve uzun adımlarıyla ancak iki adımlık olan bu küçük odayı başka ne yapacağını bilemez bir şekilde turladı. Herkesin gözünün Elafer'in üzerinde olduğunu biliyor fakat onu nasıl koruması gerektiğini bilmiyordu ve bu çıldırtıcıydı. Kimsesiz kalmış bir çılgınlıktı. Artık onunla ilişkisi diğer askerleriyle aynı düzeydeydi ve o da verdiği sözü tutuyordu. Fakat buna rağmen Berla'nın bugün gelip bunları söylemesi olacak iş değildi. Bundan anladığı tek şey, sarayda Elafer odasına geldiği gece Berla'nın bunu görmüş olmasıydı ama nasıl? Gece yarısı kapı mı dinleyip izliyordu? Gözcülük mü yapıyordu? 

Veliaht prensin bildiği tek şey kimseye güvenmemesi gerektiğiydi. 

*

Tehlikeli ada ismini de aldığı gibi tahalsüz bir tehlikeler zincirinden oluşuyordu. Gaspçı mı arardınız, infazcı mı, yoksa ejderha mı hepsi mevcuttu. Veya ejderha eğiticisi, bu da ben oluyordum. 

Ejderha kafeslerinden sorumlu olan Iron bana kafilemi hiçbir şey yapmadan aslında çok şey yaparak koruduğumu söylemişti. Bunun kısa süreceğini elbette bilemezdim. Her ne kadar bu zamana kadar bir tatsızlıkla karşılaşmamak için kimliğimizi gizli tutsak da elbette ki bu yüz ölçümü olarak küçük, içinde barındırdığı çeşitlilik dolayısıyla da geniş olan adada ejderhaları kontrol etmem bir fırtınanın fısıltısı olarak yayılıyordu. Belki de daha yüksek voltajda bir elektriğin tüm adayı çarpması tabirini de kullanabilirsiniz. Dolayısıyla benden çekiniyorlardı. Bu içinde hayranlığın da bulunduğu bir çekingenlikti. Öyle ki veliaht prensle yolculuk yaptığımız bilinmesine rağmen kimse ona ilişmeye cesaret edememişti; ne bir hırsız olarak ne de krala düşmanlık besleyen ve ondan intikam almak isteyen biri olarak. Böyle bir şeye cüret etseler Viridian'ın onları doğduklarına pişman edeceğine emindim ama uzaklarda kurulan bu ada halkı henüz prenslerini tanımıyordu. 

Ne zaman Ardent'le bazen de tek başıma küçük bir gezintiye çıkmak istesem bir denizciden çok korsana benzeyen tehlikeli tipler yolumu kesiyor ve kendileriyle çalışmam için tahmin etmesi güç en enteresan şeyleri teklif ediyorlardı. Bilemiyorum belki de tekliflerini düşünmem gerekirdi, zira içlerinden bazılarının Kral Zadok'u bir kaşık suda seve seve boğabileceklerini sezmiştim. Bu aslında bir tek bu adaya özgü değildi. Gezintimiz boyunca nefretini içtenlikle hissettiğim birkaç kişiyle daha karşılaşmıştım.

Bugün adadaki son gündü ve bu durumun beni neden aynı zamanda hem rahatlatıp hem de bir yandan yüreğimi sıkıştırıyordu, buna kesin bir çözümlemem yoktu. İçimdeki acımasız ses ayrıldığımda vicdanımla baş başa kalacağım için bu kadar endişeli olduğumu söylüyordu. Son günlerde sık sık yaptığım gibi o sesi yok saydım. 

Kafeslerin önünden geçerken ejderhalardan bazıları bana büyük bir öfkeyle bakıyordu, bazılarıysa büyük bir korkuyla olabildiğince kafeslerinin en köşesine sinmişti. İşte bu görüntü kalbimi birkaç saniyeliğine tekletebilirdi. Artık sadece insanlar değil ejderhalar da benden korkuyordu. 

Adanın küçük pazarından, çoğunlukla su ürünleri satılıyordu, tezgahların arasından geçerken hızla koşarak gelen iki kişiyle çarpışmam an meselesiydi. Keza keskinleşen refleksimle kenara çekilmesem çarpışacaktım da. Sinirle arkamı dönmüş bana değil ama tezgaha çarpıp düşen iki gence döndüm. Kız korkuyla karışık bir endişeyle bana döndüğünde onun adaya geldiğimiz gemide çalışan ve ejderhanın serbest bırakılmasında büyük bir cesaret gösteren genç olduğunu anladım. Diğeri de erkek kardeşiydi. 

Hızla kollarından tutup kalkmalarına yardım ettim. "Neyden kaçıyorsunuz?" Dememe kalmadan arkamızdan devrilen yeni tezgahların sesine döndüğümde iri yarı ve adadaki çoğu kişi gibi hiç de tekin olmayan tipler gördüm. 

Garip bir sempati duyduğum genç kız korkuyla koluma yapıştı. Onları ara sokağa ittim. "Gidin. Ben onları oyalarım. Ardıç Hanı'na gidin. Prens Viridian orada olacak, sizi benim yolladığımı söyleyin yardım edecektir. "

Benim için korkup itiraz etmelerine müsaade etmedim ve onları hana yolladıktan sonra peşlerindeki bu adamlara döndüm. Üç adam ara sokağa girip peşlerinden gitmek istediklerinde önlerinde durdum. 

"Geçemezsiniz, üzgünüm." 

En öndeki öfkeyle soluyup beni kenara itmeye çalıştığında cüssesine aldırmadan bileğinden tuttum ve acıyla ulumasını umursamadan arkasına büktüm. Dövüş sanatında ne kadar iri yarı olduğun değil neyi nasıl yapman gerektiğini bilmen önemliydi. Bunu komutanım, Viridian, öğretmişti. 

Hemen ardındaki adam atağa geçtiğinde bileğini büktüğüm adamı bırakıp yenisinin yumruğunu kenara kaykılarak savuşturdum. Bundan kaynaklı hedefi ben olan eli hemen arkamdaki duvara isabet etti. Birkaç mide bulandırıcı çıtırtı geldi parmaklarından.

Üçüncüsü, korkunç saç biçimli adam bana doğru geliyordu ki tek bir el hareketimle ayaklarının altında ince bir buz tabakası oluşturdum. Ve bir sonraki adımında uçan bir bizon gibi yere tüm ağırlığıyla yüz üstü yapıştı. Peşimden gelemesinler diye her birinin ayak ve el bileklerine buzdan halatlar oluşturduktan sonra meraklı ada sakinlerinin bakışlarını arkamda bırakarak kardeşlerin gittiği ara sokaktan savuştum. 

Hana vardığımda Prens Viridian'ı bir ata binmek üzere ve kardeşleri de hanın girişinde onu endişeyle izlerken buldum. Hemen yanlarında da ağzında piposu kollarını göğsünde kavuşturmuş, her zamanki sinir bozucu ifadesiyle Iron duruyordu. Viridian beni görünce ata binmekten vazgeçti ve hemen yanıma gelip omuzlarımdan tuttu.

"Kime bulaştığının farkında mısın?!"

Anlamamıştım. Kaşlarımı çatıp bir adım gerileyerek tutuşundan kurtuldum. "Sadece onlara yardım ediyordum," Bakışlarımla iki kardeşi işaret ettim. "Sen nereye gidiyordun?"

"Senin yanına geliyordum aptal." Terslenmeme müsaade etmeden kolumdan tutup hana çekiştirdi. Hep birlikte hana girdiğimizde onlara kardeşler gittikten sonra neler olduğunu anlattım. Kızın adı Danla, oğlanın adının da Rachel olduğunu öğrendik. Meğer çalıştıkları gemide kaptan ücretlerini ödemediği için yiyecek bir şey alamamışlar dolayısıyla da peşlerinden gelen adamların gemilerinden çıkardıkları kasalardan birer elma aldıkları için böylesine kovalanmışlar. Kim olduklarını bilmiyorlarmış, Danla bilselerdi asla böyle bir şey yapmayacaklarını söyledi. 

Iron o adamların adanın en tehlikeli korsanlarına çalıştıklarını söylediğinde Danla ve Rachel'in neden bu denli korkmuş olduğunu anlaşılıyordu.

 Ardent ile Berla da geldiğinde ekip tamamlanmıştı. Diğerleri onlara olanları kısaca özet geçerken Viridian'la ben odadan çıkıp daha rahat konuşabilmek adına hanın daha boş bir yerine geçtik. 

"Kaptan'ın onlara ücretlerini vermediğine inanamıyorum!"

"Ben inanıyorum. Ama merak etme bana olanları anlattıklarında karınlarını doyurdum." Viridian arkasındaki duvara yaslanmış, kollarını göğsünde birleştirmişti. 

"Ne demek istiyorsun?" Aklıma gelen şeyin dudaklarından dökülmesini niçin bekliyordum ki? Her şey ortadaydı.

"Bizim yüzümüzden, bunu sen de biliyorsun. O çocuklar sırf üzülmeyelim diye söylemiyorlar, yapma Elafer."

Bezgince derin bir nefes alıp Viridian'ın yanında, ben de duvara yaslandım. Bahçedeydik ve batmakta olan güneşin gökyüzünü renklendiren haleleri bana Viridian ile ok atışı yaptığımız gün doğumunu hatırlatıyordu. "Hayır, benim yüzümden. Sırf ejderhayı bıraktırdığım için. Kardeşlerin parasını alamaması için üzgünüm ama," Prens'in bana merakla döndüğünü üzerimdeki yoğun bakışlardan hissedebiliyordum. "Ejderhayı serbest bıraktığım için değil."

"Niçin?" Adada yaptıklarımdan sonra hâlâ içimde merhamet kalıp kalmadığını merak ediyordu. Acıyla gülümsedim. Kalmamıştı. 

"Çünkü ejderha serbest olmasaydı deniz canavarını alt edemezdik ve onunla tekrar karşılaşırsam bunun adil bir dövüş olmasını istiyorum. Kafeslerin ardında değil." İçimde yükselen hırçın güç dışarı çıkmak için can atıyordu ve onu tekrar serbest bırakırsam olacakların sorumluluğunu alabilecek durumda olmayacaktım.

"Belki de vazgeçmek bir ödüldü." diye mırıldandı.

Şaşırmıştım. "Efendim?"

"Seni zorlamamalıydım, hiçbir konuda. Ejderhalara hükmetmek istemediğinde sana saygı duysaydım bu durumda olmazdın."

"Evet, olmazdım. Bu kadar güçlü olamazdım. O yüzden bunun için sana minnettarım." 

Gözlerimin içine tüm savunmalarımı yerle bir ederek baktığında neden bahsettiğini biliyordum, keza o da bildiğimin farkındaydı. Sadece bazı şeyleri dile getirmemek daha doğruydu benim için. Ve şu anda kaybolan duygularım, merhametim hakkında konuşmayı hiç ama hiç istemiyordum. Bu da onu haklı çıkarmaz mıydı? Kendinden emin olduğun şeyleri susmak değil, konuşmak isterdi kimse. Vazgeçmek benim için bir ödül mü olurdu gerçekten? Benim için belki. Ama yaklaşmakta olan savaş için, en yakın arkadaşım için hayır. Ve ben bu uğurda seve seve kendimi düşünmeyi bırakabilirdim. 

"Hemen yola çıkmalıyız öyle değil mi? Artık bu adada kalamayız."

"Bizi hiçbir geminin götürmek isteyeceğine emin değilim."

"Bir yolunu buluruz. Danla ile Rachel da bizimle gelecek öyle değil mi?"

Tek kaşını kaldırıp bana düşünceyle baktığında şüpheleri olduğunu anladım. "Onlardan iyi birer asker, senden de onlara iyi bir komutan olur."

"Gelmelerini kabul ettim diyelim, yine de onları komuta edemem. Ben sadece guflara eğitim veriyorum."

"Bu sefer bir ayrıcalık yapabilirsin belki."  

Bizi bu adanın tekinsiz sokaklarından götürebilecek bir gemi bulmak için kafile halinde yola çıktığımızda buraya ilk geldiğimizde girdiğimiz yersiz tanınmama kılığına tekrar bürünmüştük. Eğer söylenenler doğruysa başımız ciddi anlamda belada demekti. Ayrıca burada kraliyet soyunun da bir hükmünün olduğunu sanmıyordum. Burası korsanların adasıydı. Kanun kaçaklarının. İşin garibi bizi buraya ejderha eğitmem için gönderen de Kral Zadok'un kendisiydi. Bu demek oluyordu ki adadan haberdardı ama buna göz yumuyordu. Bu, korsanlara ve kanun kaçaklarına sağlanan sebebini anlayamadığım büyük bir imtiyazdı. 

Limanın arka tarafında dizili kutuların arkasına saklanarak limandaki gemileri incelemeye başladık. Rachel birkaç gemi kaptanıyla konuşmuştu fakat misafir yolcu almadıklarını söylemişlerdi. Eğer mecbur kalırsak kaçak olarak bir gemiye binecektik. 

"Şuradakine ne dersiniz." 

Danla en köşede demirlemiş, muhtemelen limandaki en eski gemi olan ve üzerinde siyah boyayla 'CESUR' yazan gemiyi işaret ediyordu. İsmini nereden aldığını tahmin etmek zor olmamalıydı. Keza o gemiye okyanusu boydan boya aşanlar çok cesur olmalıydı. Bizim de olmamız gerektiği gibi. 

"Neden o gemi?" 

 Hepimizin aklındaki soruyu dile getirdiğimde merakla cevabını bekliyorduk. Buraya ne sebeple gelmiş olursak olalım artık görevimiz bitmişti. En azından benim için. Artık kralın elinde bana karşı kullanabileceği Olcayto olmayacaktı. Hoş artık ben de var sayılmazdım.

"Bir kez o gemide seyahat etmek zorunda kalmıştım. Rachel'in başı dertteydi ve benim en hızlısından gemi bulmam gerekiyordu. Ve bence aradığımız kaptan o geminin kaptanı; gözü kara, cesur. İyi bir fiyat aldığında sizi götürmekten çekinmeyeceğine eminim."

"Sizin de bizimle gelmenizi istiyorum," Viridian'ın bakışları Danla ile Rachel arasında kendinden emin dolaşıyordu. "Saraya gelmenizi. Sizden benim askerlerim olmanızı istiyorum, tabi siz de isterseniz. Bunu bir emir olarak algılamayın."

İki kardeş önce birbirlerine şaşkınca baktılar ardından prenslerine döndüler. 

Danla, "Bu bizim için onurdur Lordum." dedi. Bakışlarındaki gurur sadakatinin göstergesi sayılabilirdi. 

"Pekala, o zaman hadi bahsettiğin şu gemiye binelim."

Ve cesaretin başladığı yerde kefaret beklerdi.

*

*

*

Continue Reading

You'll Also Like

52.9K 3.2K 25
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
223K 18K 44
Av oyunlarını bilir misiniz? Hani bir ormana hayvanları salarlar, en hızlı avcıyı bulabilmek için. Avcılar için bir zevk ve güç gösterisi olan bu oyu...
308K 13.1K 53
İronisine yazılmış bir gerçek ailem+mafya kitabıdır düzenlenmeye alınmış olmasına rağmen saçma kısımları vardır 'Kraliçe Elsa' isimli ilk ve tek kurg...
1.3M 104K 47
Gelecekten, geçmişe engebeli bir serüven! 27 yaşında olan Feride gittiği Topkapı Sarayında esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolur. Gözünü açtığında...