İntikam Kırmızısı

By Geranium26

36.1K 5.5K 3.9K

Geçmiş peşinizi bırakmazken, gelecekten ne bekleyebilirdiniz ki? Hiç bir şey! Geçmişinizle, geleceğiz arasınd... More

Tanıtım Bölümü
Bölüm 1 - 01 / SCARLETT: KIRMIZI
Bölüm 1 - 02 / ANLAM YÜKLEMEK
Bölüm 1 - 03 / EDWIN
Bölüm 1 - 04 / AİLE
Bölüm 2 - 01 / YENİDEN
Bölüm 2 - 02 / CARY
Bölüm 2- 03 / SETH: ÖNEMLİ, GÖZ KAMAŞTIRAN
Bölüm 2 - 04 / QUINLAN: GÜÇLÜ
Bölüm 2 - 05 / HAYAL GÜCÜ
Bölüm 2- 06 / YARIŞ
Bölüm 2 - 07 / TESEDÜF
Bölüm 2 - 08 / TUHAFLIK
Bölüm 2 - 09 / HAYALET
Bölüm 2 - 10 / BELKİ?
Bölüm 2 - 11 / SÖZ
Bölüm 2 - 12 / AŞK
Bölüm 2 - 13 / ATAK
Bölüm 2 - 14 / ÖLÜM
Bölüm 2 - 15 / "O"
Bölüm 2 - 16 / VINCENT: FETHETMEK
Bölüm 2 - 17 / BOSTON
Bölüm 2 - 18 / BELKİ?
Bölüm 2-19 / KRİZ
Bölüm 2 - 20 / PİYON
Bölüm 2 - 21 / ALARM
Bölüm 2 - 22 /BEKLEMEK
Bölüm 2 - 23 / BEYAZ LALELER
Bölüm 2 - 24 / DENEYİM
Bölüm 2 - 25 / KARAR
Bölüm 3 - 01 / ATEŞ
Bölüm 3 - 02 / KAOS TEORİSİ
Bölüm 3 - 03 / DOUGLAS: KARANLIK
Bölüm 3 - 04 /ŞİFRE
Bölüm 3 - 5 / GERÇEKLİK
Bölüm 3 - 6 / ÖZLEM
Bölüm 3 - 7 / HEDİYE
Bölüm 3 - 8 / YOL
Bölüm 3 -9 / TERCİH
Bölüm 3-10 /KORKU
Bölüm 3-11 / NORMALLİK
Bölüm 3 - 12 / KARAR
Bölüm 3 - 13 / NEFES AL
Bölüm 3 - 14 / BENİ MAHVEDECEKSİN
Bölüm 3 -15 / DEERDRUH
Bölüm 3 - 16 / ŞANS
Bölüm 3- 17 / DEIRDRE
Bölüm 3 - 18 / İNKÂR
Bölüm 3 - 19 / ZEHİR
Bölüm 3 - 20 / SARSINTI
Bölüm- 3 - 21 / MUTSUZLUK
Bölüm 3 - 22 / ÇELİKTEN ZIRH
Bölüm 3 - 23 / SINIR
Bölüm 3 - 24 / İZ
Bölüm 3 -25 / FAR DARRIG
Bölüm 3 - 26 / TUZAK
Bölüm 3 - 27 / TEREDDÜT
Bölüm 3 - 28 / KAÇMAK
Bölüm 3 - 29 / KAVGA
Bölüm 3 - 30 / PRENSES
Bölüm 3 - 31 / ÖDÜL
Bölüm 3 -32 / BAŞ BELASI
Bölüm 3 - 33 / YANINDA OLMAK
Bölüm 3 - 34 / KÂBUS
Bölüm 3 - 35 / BASTIRILMIŞ DUYGULAR
Bölüm 3 - 37 / CAMERON
Bölüm 3 - 38 / MIRIAM
Bölüm 3 - 39 / KABUSA UYANMAK
Bölüm 3 - 40 / ÇÜNKÜ
Bölüm 3 - 41 / ANNE
Bölüm 3 - 42 / GÖRÜNMEYEN?
Bölüm 3 - 43 / MEKTUP
Bölüm 3 - 44 / ÇOK FAZLA
Bölüm 3 - 45 / BİLİYORUM
Bölüm 3 - 46 / CENNET
Bölüm 3 - 47 / MENDİL
Bölüm 3 - 48 / 3 ŞEY
Bölüm 3 - 49 / ARMANDO
Bölüm 3 - 50 / SENİ SEVİYORUM
Bölüm 3- 51 / SAVAŞÇI
Bölüm 3 - 52 / TATİL
Bölüm 3 - 53 / PERİ MASALI
Bölüm 3 - 54 / SONSUZLUK
Bölüm 3 - 55 / HEDİYE
Bölüm 3 - 56 / AISLING
Bölüm 3 - 57 / UNUTMAK
Bölüm 3 - 58 / YALNIZLIK
Bölüm 3 - 59 / HAMILTON
Bölüm 3 - 60 / OYUN
Bölüm 3 - 61 / GERÇEKLER
Bölüm 3 - 62 / HAYATTA KALAN
Bölüm 3 - 63 / UYANIŞ
Bölüm 3 - 63 SONUNDA...
VINCENT
VINCENT II
VINCENT III

Bölüm 3 - 36 / KONTROL

291 58 12
By Geranium26

Kırgınlığımı kontrol etmeyi, sabırsızlanmamayı ve bir şeylerin olmasını beklemeyi öğreniyorum. Sanırım büyüyor ve olgunlaşıyorum...

Toplantı günü geldiğinde kendime profesyonel görüneceğini umut ederek; klasik kesim, siyah düz bir elbise seçmiştim. Dizlerime kadar uzanıyordu. Biraz derli, toplu biraz kendim gibi hissetmek içinse klasik bir topuklu ayakkabı yerine siyah deri çizmeler giyinmiş, Edwin'in önerisine rağmen saçlarımı toplamak yerine ise açık bırakmayı tercih etmiştim. Bir şeylerin kontrolünün elimde olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı belki de?

Şirketin girişine geldiğim an kendimi bir dejavu yaşıyormuş gibi hissettim. Güvenlik görevlileri ilk geldiğim günden farklı kişiler bile olsalar beni ve Edwin'i serbest geçiş turnikelerinden geçirip, bir çalışan eşliğinde yönetim katı olan otuz beşe çıkmamıza yardımcı oldular.

Kat girişindeki ay biçimindeki resepsiyon masasının arkasındaki kadın beni tanıyıp, "Merhaba Bayan Russell." derken yüzünde yine içten bir ifade vardı. Koyu renk, gür saçları bu kez yüzünü ortaya çıkaran düzgün bir topuzdu. İlk geldiğim günün aksine yaka kartından ismini okuyabilmiştim. "Helena Waters."

Ona "Merhaba Helena." diye karşılık verdiğimde yüzündeki gülümseme daha da genişledi.

Giriş katından Edwin ve beni alan görevli kadın, bizi bir bekleme odasına götürüp, beklememizi rica etti. Su ve kahve önerisini ikimiz de geri çevirdik. Ben bir şey içemeyecek kadar gerginken, Edwin ise heyecanlıydı çünkü.

"Bizi bu toplantı için bekletirler diye düşünüyordum. Toplantının olduğu gün değil." diye homurdanırken gerginliğim ses tonuma da yansımıştı. "Sence de bu garip değil mi?"

"Hayır, değil." diye cevap verdi Edwin. "Dediğin gibi teklif talebimizi incelemek için bizi bekletebilirlerdi. Biz de bu sürede sunum için hazırlanabilirdik ancak bize bunun için zaman tanımadılar çünkü avantaj onlarda ve ne kadar iyi olduğumuzu görmek istiyorlar."

"Stratejilerinin bir parçası yani?"

"Evet." dedi kafasını sallayarak beni onaylarken. "Ancak bu kadar kısa zamanda bizi görmek istemeleri düşündüğünün aksine aşırı istekli olmadıklarını göstermek için de aslında. Bizi zorluyorlar, Vincent gibi bir adamla çalışacaksan beklenen şeylerdir bunlar."

"Peki, merak ediyorum da bizim bir stratejimiz var mı?" diye sordum. "Hani vardır belki de ben bilmiyorumdur diye soruyorum?"

Orta sehpanın üstünde duran evrak çantası ve diz üstü bilgisayarı arasında gidip geldi gözleri.

"Stratejimiz tamamen batırmamak üzerine kurulu."

"Çok açıklayıcı oldu." diye mırıldandığım sırada bizi karşılayan görevli kadın tekrar ortaya çıktı ve bu kez bizi yerden tavana kadar cam duvarlarla kaplı bir toplantı salonuna götürdü. Camlar diğerlerinin aksine karartılmış olduğu için bunu özel mekanik bir zamazingo ile yaptıklarını düşündüm. Kimsenin dikkati dağılmasın diye olabilirdi, ya da bizim gibi içeride bizi ne beklediğini düşünürken gerilen görüşmeciler için?

Kadın toplantı odasının kapısını açmak için kapı koluna uzanırken Edwin'in canlandırıcı bir etkiye sahip heyecanla ışıldayan gözleri bana döndü ve "Stratejimizi sakın unutma." diye fısıldadı.

Demek istediği Vincent ile kapışma, ya da beş dakika yalnız kalalım gibi taleplerde bulunma olabilirdi?

Edwin'in arkasından içeriye girdiğim an yüzünü kara çıkartmak istemeyerek elimden geldiğince gülümsedim ancak gözlerim Vincent'ı bulduğu an gülümsemenin yerini bambaşka bir şey aldı elbette. 

Bir tepki vermemek için tüm irademi kullandım. Mesela yüksek sesli bir ıslık koyuverip, "vay canına!" dememek ya da sımsıkı kapanan dudaklar, alev alev yanan gözler ve iyice -ancak bu kez farklı sebepler yüzünden- gerilen bir beden gibi?

Onu daha önce işte görmüştüm, iş konusunda konuşurken görmüştüm, defalarca çıplak bile görmüştüm. Onu daha birkaç saat önce hazırlanırken de görmüştüm. Terzi elinden çıkma dudak uçuklatacak kadar pahalı görünen lacivert bir takım vardı üstünde. Gömleği açık mavi tonlarındayken, kravatı takımının bir parçasıydı. Elbette göz alıcıydı, yarattığı etki çarpıcıydı ancak takım elbise etkisi de değildi bu kez hissettiğim.

Onu hiç iş üstünde görmemiştim. Kast ettiğim buydu. Burası onun topraklarıydı ve şu an karşımdaki adam iş hayatının en büyük avcılarındandı. Bizi diri diri yiyecek ve emrindekilere geriye kalan leşlerimizi temizletecek gibi görünüyordu. İradesinden yayılan o geçit vermez güç ve otorite neredeyse tüm odayı kasıp kavuran dev bir tusunami dalgası gibiydi. Kapılıp gitmemenizin, karşı koymanızın, direnmenizin ve sizinle işi bittiğinde hayatta kalmak için dualar etmemenizin yolu yoktu.

Ve bu benim için varlığından bile haberdar olmadığım bir duvara toslamak gibiydi

Sunum ekranına yanlamasına konumlandırışmış dikdörtgen şeklindeki geniş masanın merkezinde oturduğu yerden, ekibim dediği diğer herkesten önce ayağa kalktı. Edwin ile tokalaşırken zeki ve inceleyici gözleri beni delip geçiyordu.

Sonra "Bayan Russell, sizi yeniden görmek her zamanki gibi büyük bir zevk." deyip, bana tavrına da uyan şeytani bir zarafetle gülümsedi. Tokalaşmak için bana da elini uzattığında mavi renginin derinliğine hep hayran kaldığım elmas kol düğmeleri ve delicesine pahalı görünen saati çıktı ortaya.

Elimi kavrayınca resmen kalbim tekledi ve nabız atışlarım kontrolden çıktı. Dokunuşu ilk seferden sonra tekrarlanıp duran o etkiyi hissettirdi yine üzerimde. Sanki bir elektrik akımı gibi çarptı beni ve tüm bedenime yayılıp tüylerimi diken diken etti. Kendime gelmek ve aklımı başıma toplamak için titrek bir nefes aldım ve ben de ona en profesyonel gülümsemelerimden birini gönderip, "Teşekkür ederim Bay Douglas, sizinle de öyle." dedim. Geri çekilirken bana hınzırca göz kırpmayı ihmal etmedi elbette ve kalbim cevap olarak bir parende atıp dengesini kaybederek kıçının üstüne düştü.

Edwin ile birlikte herkesle kısaca tanışıp, kendimizi tanıtarak yerlerimizi aldık. Edwin'e sunum kâğıtlarını ayarlamasında ve diz üstü bilgisayarını projektöre bağlamasında yardım ettikten sonra, herkese sunumla ilgili dosyalarını dağıtıp yerime geçtim.

Yani masanın kısa kenarına sandalyemi yanlamasına döndürerek oturdum ve Edwin'in başlamasını beklemeye başladım. O sırada odada Vincent'dan başka en az bir düzine insan olmasına rağmen sadece tek bir çift gözün yakıcı etkisini hissediyordum üstümde. Kendimde kaçamak bakışlarımı ondan ayıracak güç bulamamanın utancı ve hissettiğim arzuyla yanaklarımın hafifçe kızardığının farkındaydım. Onun da bedeninden yayılan o güçlü isteği belirgin bir şekilde hissetmek ve aslında tüm ilgisinin o anlarda bende olduğunu bilmek çalkantılı ruh halime iyi gelmiyor ve işimi kesinlikle kolaylaştırmıyordu.

Derin nefesler alarak toparlanmaya çalıştım ancak beni asıl kendime getiren Edwin'in sunumuna başlaması oldu elbette.

H&D Group yöneticilerinden oluşan tam on kişi haricinde, baskın tavrıyla toplantının kontrolünü çoktan ele almış CEO'larının; Edwin'i sorular sorup, sıkıştırdıkları o bir buçuk saat boyunca kıpırdanmadan yerimde durmaya çalıştım.

Her birinin giyindikleri takımların orta gelirli bir ailenin yıllık gelirine denk düştüğünü düşündüğüm üç yönetici kadının da gerek soruları, gerekse içleri giden bakışlarıyla Vincent'ın ilgisini çekmelerine şahit oldum. Ancak krem renk, etekli bir takım giyinmiş olanın çabaları takdire şayandı benim için. Her sorusunda takdir bekler gibi Vincent'a dönüyor ve aradığını bulamaması hevesini biraz olsun kırmıyordu. O kadar istekliydi ki neredeyse etkilenecektim.

Neredeyse...

Tüm bu süre boyunca kendisiyle bir kez daha gurur duyduğum arkadaşımsa markasını nasıl ispatladığıyla ve onlara ne kadar değer katacağıyla ilgili konuşmasıyla ben de dâhil herkesi etkimişe benziyordu. 

Edwin'in, baskı ve sıkıştırmalar altındaki soğukkanlı duruşundan etkilenmiştim. Hem de tüm toplantı boyunca tüm kontrolü elinde tutup, en ufak bir hatasında onu kapı dışarı edecek gibi görünen Vincent'a rağmen başarmıştı bunu. Bakışlarının yoğunluğu altında olmanın nasıl bir his olduğunu biliyordum, resmen insanı yakıp kavuruyordu. Tüm bu süre boyunca odaklandığı Edwin'i anlıyor ve Vincent'ın ilgisinin ağırlığı altında hissettiğini bildiğim o heyecana rağmen kontrolünü kaybetmemesi ona olan saygımı daha da arttırıyordu.

Toplantının sonlarına doğru artık herkes sanki çoktan Edwin'in iş planını ve ortaklık önerisini kabul etmiş, hatta anlaşmayı bile imzalamışız gibi ilk şubenin nerede açılması gerektiğini tartışmaya başlamıştı bile.

Her kafadan bir ses çıkarken gözlerim bir pinpon maçı izler gibi konuşanların arasında gidip geliyordu.

Vincent'da aynı şeyi yapıyor gibi görünüyordu. En sonunda bakışlarını bana dikti ve yüzünde; yine hem içten içe gözünü oyma, hem de dudaklarına yumulma dürtüsü oluşturan meydan okur bir gülümsemeyle, "Peki, sizin fikriniz nedir, Bayan Russell?" diye sorup ben de dâhil herkesin kısa süreli bir akıl tutulması yaşamasına sebep oldu.

Hatta ben emin bile olamayıp, sanki odada başka bir Bayan Russell olabilirmiş gibi parmağımla kendimi işaret ederek, "Ben mi?" diye bile sordum.

Kafasını sallayıp beni onaylarken sanki kahkahalarını bastırmaya çalışıyormuş gibi bir an dudaklarının titrediğini bile gördüğüme yemin edebilirdim. Sandalyesinde hafifçe bana doğru dönmüş, sağ elini masaya koymuş ve parmaklarıyla minik bir ritim tutturmuştu. Cevabımı beklerken sabırsız olduğu belliydi. Bense o an, o parmaklarla yaratabildiğini bildiğim mucizelerle ilgili minik bir görsel şölen geçiriyorum aklımdan. Tanrım! Nasıl da dikkat dağıtıcıydı. Çok erkeksiydi... İlgim bu kez elindeki damarlara yöneliyordu ki, "Bayan Russell?" diyerek çıkardı beni düşüncelerimden.

Aradan hala belli belirsiz fısıltıları duyabiliyordum. Sanki ilkokuldaydık da beni soruyu cevaplamam için seçen öğretmene duyurmadan fısıldayarak kopya vermeye çalışıyorlardı.

"New York, New York..."

Gözlerim anında öfkeyle kısıldı ve duruşumu dikleştirip, "Miami." diye cevap verdim.

Ve elbette Vincent işin ucunu bırakmadı ve "Neden?" diye sordu.

"İçinde Latin kültürünün eğlence anlayışını da barındırıyor. Gece hayatı hiçbir şehirdekini aratmıyor. Başlangıç maliyeti açısından bizim için çok daha düşük bir bütçe gerektiriyor. Elinizdeki dosyadaki talep eğrisine bakarsanız da, diğer şehirlerin hepsinden büyük olduğunu göreceksiniz. Ancak en önemlisi dünyanın kruvaziyer başkenti olarak bilinmesi bence. Milyonlarca turist demek bu ve yurt dışına açılmadan önce iyi bir reklam demek de aynı zamanda."

Vincent kafasını sallayarak beni onaylarken kararsız görünüyordu. "Bunu düşüneceğim." deyince sıramı savmış olmaktan ötürü derin bir nefes aldım ancak bir kere yakalamıştı beni ve işin ucunu bırakmayacaktı kolay kolay.

"Ya yurt dışı ile ilgili fikriniz ne?"

"İngiltere" diye mırıldanıyordu herkes. Çünkü gece hayatını icat edenlerin İngilizler olduğunu ben bile biliyordum. Hatta patronlarının İrlanda kanını bilen birkaç kişinin ağzından, "Dublin" kelimesinin çıktığını bile duysam da derin bir nefes alıp, "Berlin." dedim. Ve meydan okuyan bakışlarımı ona dikip, "Çünkü siz sormadan ben söyleyeyim; Avrupa'nın en renkli gece hayatına sahip olan şehirlerinden biri. O kadar ki insanlar buradan bile deşarj olmak için Berlin'e gitmeyi tercih edebiliyorlar. Yetişkinlerin Disneyland'i olarak anıldığından hiç bahsetmiyorum bile. Bence Edwin'in fikirlerindeki konsepte uygun. Sınırsız bir eğlence hayatı söz konusu burada. Üstelik en geniş demografik gruba hitap edecektir."

Bu kez ayağa kalkıp ceketinin düğmelerini iliklerken, "Katılıyorum." dedi ve bakışlarını Edwin'e çevirdi "Gayet başarılı bir sunum oldu Bay Corrent. Ben şahsen ikna oldum."

Vincent'dan gelen abartıya kaçmamış bu beğeni bile arkadaşımın gergin omuzlarının gevşemesine yetmişti.

"Teşekkür ederim Bay Douglas." diye mütevazı bir ses tonuyla karşılık verdi Edwin heyecanını belli etmeden. Çünkü açıkçası ben o anlarda içten içe zihninde kendini bir Moonwalk Dansı yaparken hayal ettiğine emindim.

"PR çalışmaları ile ilgili tekrar görüşürüz." deyip toplantı salonunun kapısına doğru hayvani bir zarafet ve özgüvenle gidişini izledim. Ekibi de koşturarak peşinden gidip ona fikirleri ile ilgili bir şeyler anlatma yarışına giriştiler. Olayların hızlı gelişimi yüzünden başım dönüyordu sanki. O an odada benimle yalnız kalmış; şaşkınlık, sevinç ve kafa karışıklığını aynı seviyede hissediyor gibi görünen Edwin'e baktım ve yüzümü buruşturmaktan kendimi alamayıp, "PR'mı?" diye sordum.

H&D Group bir PR çalışması yapmak için fazlasıyla kararlıydı. Potansiyel müşteri kitlesini çekmek, onlara ulaşmak, merak uyandırmak istiyorlardı. Bir algı yönetimi yaratmak, mevcut mekânın popülaritesini arttırmak, korumak, desteklemek ve bilinirliğini arttırmayı planlıyorlardı. Ancak her şeyden önemlisi insanların artık bunun bir H&D Group işi de olduğunu bilmelerini ve genel algının başarılı bir şekilde yönetilmesiydi.

Sorun değildi tabi ama öne çıkan bilinirlikleriyle sadece onlar olmasaydı mesela?

Ve tabi bir de; bir ön PR olarak değişen yeni durumun ve şartların insanlara duyurulması için bir resepsiyon düzenlemiyor olsalardı... 

Açılacak her yeni kulüpte Cocytus'daki plana sadık kalınacaktı. Bu da tıpkı Temple ve Fire olarak iki bölümden oluşacağı anlamına geliyordu. Ve tüm bu resepsiyon olayı aslında tamamen Temple için potansiyel seçkin müşterileri kazanmak ve şimdiden o aidiyet hissini üstlerinde yaratmaktı.

Kendimi sahip olduğum her şey elimden kayıp gidiyor ve çaresizce oturup izlemek dışında hiçbir şey yapamıyormuşum gibi hissediyordum.

Kapana kısılmıştım sanki.

Şubat ayının ilk haftası yapılması planlanmıştı resepsiyonun. Yani Vincent'ın Halkla İlişkiler Departmanı, Edwin ile bir toplantı yapıp bizzat böyle buyurmuştu.

O gün gelip çattığında gerginliğim hat safhadaydı artık. Her şeyin konuşmaktan ve kâğıtlardan ibaret olmadığı bir gerçekliğe dönüşmüştü olay.

Belki de Vincent'ın bir haftadır New York'ta olması ve ondan uzak kalmış olmanın etkisi de vardı üzerimde. Hayatımın kontrolü elimden kayıp gidiyordu. Bir parçası olmaya çokta sıcak bakamadığım bir anlaşmanın getirileriydi bunlar.

Hepimiz için para demekti ama bu hiçbir zaman önceliğim olmamıştı ki benim. Vincent geri dönülmez bir şekilde girmişti işte hayatıma. Kendimi korumak için zırhımdan geriye dağılmış birkaç parça kalmıştı sanki ve onlar da bana kendimi güvende hissettirmiyordu. Gerçekçi olmam gerekirse bunun kötü olmadığını biliyordum, ancak korkuyordum da... Hayatım bir kere kontrol tamamen elimden gidecek şekilde alınmıştı benden. Her şey darmadağın olmuş, sıfırdan başlayıp kendime başka bir hayat kurmuştum. Çok çabalamıştım. Parçalarımı toplayıp birleştirmek ve tutunmak zor olmuştu. Üstelik yine kayıplar, hayal kırıklıkları ve değişimler yaşamış, boş umutlara kapıldığım anlarım olmuştu ancak sınırlarımı hep korumuştum ki hiçbir şey beni tam olarak tekrar yere seremesin. O kontrole ve bende olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Kalbimin etrafına ördüğüm duvarlar bunun içindi. Ve Vincent belki de çoktan kendimi koruduğum o küçük dünyanın merkezinde kendi hükümdarlığını ilan etmişti.

Gelecekle ilgili boş hayallere kapılmamak yapımdı benim. En kötüsünü düşünmek hazırlıklı olmamı sağlıyordu. Bu yüzden kendimi onunla ilgili boş hayallere kaptırmamak için frenliyordum. Ve o günün bir gün gelecek olduğunu bilmek bile şimdiden dengelerimi bozarken, gerçekleştiği takdirde kendimi nasıl güvende tutup, ayakta durmaya devam edebileceğimi bilmiyordum. Çünkü tek bir şeyi biliyordum; Vincent'ın çok derinlere işlediğiydi o da...

Ve hissettiğim şeye bir isim vermek bile ürkütüyordu beni.

Vincent, New York'tan o akşam dönüp, ayağının tozuyla katılacaktı resepsiyona. Ben gitmemek için çabalamış, ancak sonunda en kötü kendimi Edwin'in başarısını tüm dünyaya ilan edeceği bugününde yanında olmalıyım diye ikna etmiştim. Ya da Edwin beni böyle ikna etmişti. Oyunbozanlık yapmaya çalışmıyordum, tanıtım basına açık olacaktı ve ilgi odağı olmak gibi bir korkum vardı.

Bu yüzden tek başıma katılacaktım resepsiyona. Ne Vincent, ne de Edwin ile birlikte gidemezdim.

Evden çıkmadan önce aynada son bir kez daha inceledim kendimi baştan aşağıya.

Boyundan bağlamalı açık mavi bir elbise seçmiştim -özel tasarımdı ve canımı sıksa da ciddi para bayılmak zorunda kalmıştım- Boynumu saran kumaş ön kısımda metal bir halkadan geçiyor ve çapraz bir şekilde devam edip derin bir göğüs dekoltesi oluşturuyordu. Üst kısmı tamamen vücuduma otururken, hatırı sayılır şekilde kısa olan pilili etekleri elbisenin şifon kumaşı yüzünden uçuş uçuş bir etki yaratıyordu. Dağınık bir topuz şeklinde topladığım saçlarımın kızıl rengiyle uyumlu olduğunu düşünüyordum. Makyajımı bile her zamankinden biraz daha koyu tutmuş sayılırdım.

Gümüş renkli topuklu ayakkabılarımı giyindiğim sırada dairenin telefonu çaldı ve Ray çağırdığım taksinin geldiğini haber verdi.

Resepsiyonun yapılacağı balo salonunun Boston Inn olmasını Vincent özellikle istemişti. Herkes en az Boston Inn kadar şehrin en görkemli otellerinden biri olan kendi otel zincirlerinden biri Boston'dayken neden böyle bir karar aldığını sorgulamıştı elbette. Özellikle de Halkla İlişkiler Departmanı... Ancak sanırım onları Cocytus'un hemen otelin alt katında bulunuyor olmasıyla oyalamayı başarmıştı. Bense bunu biraz gönlümü hoş tutmak için yaptığını düşünüyordum. Benim otelimi seçmişti çünkü her şeyi sahipleniyor gibi görünmek istemiyordu. Belki benimde bu işi en az onlar kadar sahiplenmemi ve işin içinde olduğumu göstermek istiyordu. O kadar düşünceli olabiliyordu ki bazen, ondan gelen incelikler şaşırtabiliyordu beni.

Hayata dair büyük bir vizyonu olan cesur bir adamdı Vincent. Dehşete düşmeme sebep olacak kadar zekiydi. Kontrolcüydü, tutkulu ve sahipleniciydi. Ağırbaşlı ve olgundu. Onunla konuşmak, olaylara yaklaşımındaki soğukkanlı ve özgüvenli tutuma şahit olmak paha biçilemezdi ve tüm bunların birleşimi bitiriciydi. Ancak ona bakınca gördüğüm o yırtıcılığın altında bazen öyle ince düşünceli bir adam çıkıyordu ki şaşırtıyordu beni. Ondan gelmesini beklemediğim her nezaketinde biraz daha kapılıp gidiyordum.

Taksiden otelin personel kapısında indim elbette, basından özellikle uzak duruyordum ve Silva karşıladı beni.

Beni gördüğünde bir ıslık çalmaktan ve "Vay canına! Cidden fena olmuşsun Scarlett. Neredeyse ben bile şansımı denemek isteyeceğim." demekten kendini alamamış gibiydi. "Teşekkür ederim." diyerek gülümsesem de sanırım kendimde asıl içeri girecek cesareti bulmamı sağlayan sonraki sözleri oldu. "Edwin şanslı piçin teki!" dedi. "Bu kadar güzel olduğun için değil elbette, her zaman en büyük destekçisi olduğun için."

Personel odalarının olduğu koridordan çıkmadan ona sıkıca sarılarak teşekkür ettim bu kez. Bir an ne yapacağını şaşırmış tepkisi de eğlendirdi beni. Ellerini nereme koyacağını bilemiyor gibiydi. Ve beceriksizce sarılmaya çalıştı o da bana. Benim keyfim yerine gelse de onu daha fazla sıkıştırmak istemediğim için geri çekildim ancak bu kez de yanağına şıpırtılı bir öpücük kondurdum.

Hızla yanağında bıraktığım ruj izini silerken yüzünü ekşi bir şey yemiş gibi buruşturmasıyla artık içeri girmek için neredeyse tamamen hazırdım.

Beni balo salonuna açılan koridordan uzak tutup, yiyecek içecek servisi yapan personelin kullandığı kapıdan soktu salona.

İçeri girer girmez kalabalıktan anında başım döndü...

Continue Reading

You'll Also Like

333K 8.7K 21
Viranşehir köyünde zamanında halka zulmeden adamın katil oğlu ile ansızın onun kapısını çalan masum güzel lalin ~ Efkan ve lalin Kötü yorumlarınız ve...
51.6K 2.5K 32
"Uslu durmazsan cezanı çekersin." ~ Uyarı: Hikaye cinsel içerik ağırlıklı olacaktır. Bazen rahatsız edici sahneler de olabilir, 'ya çok tatlılar' ded...
52.8K 786 22
"Daha Çocukken Çocuk doğurmak çokk garip değilmiydi" Gizem 17 yaşında öğretmen olmak isteyen bir kızdı ama babası borcu için kızını büyük bir mafyaya...
197K 1.6K 23
Şehvet ve tutku için aşık olmak mı gerekliydi?Atlas Kuzey bekarlığa veda partisinde hiç sevmediği bir kadına dokunarak aslında şehvet ve tutku için s...