Oylamayı ve yorum atmayı unutmuyoruz, değil mi?
♡
Felix, Hyunjin gelene kadar sabırla bekledi. Hyunjin geldiğinde, onun boynuna atlayıp sarılmak, öpmek istiyordu. Ama bunu yapmaktan çok utanırdı, bu yüzden yapamadı.
Hyunjin kapıdan içeri girerken, onu karşıladı. Elleri önünde bağlıydı, başını öne eğerek onu selamladı ve gülümsedi. "Hoşgeldin hyung."
"Hoşbuldum." Hyunjin, işaret ve baş parmaklarını birleştirip Felix'in çenesinden tuttu, yüzleri karşılıklı hale gelecek kadar kaldırdı.
"Beni mi bekledin?"
"Evet hyung."
Hyunjin, gülümsedi. Ardından bir karşılık beklemeden yavaşça Felix'e sarıldı. Bu, artık onların yeni selamlaşma biçimiydi. Hyunjin'in başını Felix'in omzuna dayaması ve kokusunu içine çekmesi de bu selamlaşmaya dahildi.
"Hmm..." Hyunjin, sakince mırıldandı. "Seni çok özlüyorum Felix. İşlerin bu hale gelebileceğini kim bilebilirdi..."
Felix, sessiz kaldı. O da sadece Hyunjin'e sarılmak, onun sakince nefes alıp verişini hissetmek istiyordu. Basit bir anı bile fazlasıyla dramatize ediyorlardı.
Hyunjin, yavaşça başını Felix'in omzundan kaldırıp yüzüne yaklaştırdı. Şimdi dudakları çok yakındı. Tam öpecekti ki, Jae'nin sesini duydular.
İkisi hızlı adımlarla Jae'nin odasına gittiklerinde, Jae'nin normalden daha huysuz bir şekilde uyandığını gördüler. Felix de, Hyunjin de ne kadar denerse denersin, Jae'nin ağlaması bir türlü durmuyordu.
Altı temizdi, karnı toktu, herhangi bir hastalık belirtisi de yoktu ama neredeyse bir saat boyunca aralıksız ağlamıştı. Hyunjin'in de Felix'in de enerjisi tükenmek üzereyken, sonunda Jae yorgunluktan babasının kucağında uyuya kaldı.
Hyunjin, onu beşiğine yatırıp yatırmama konusunda emin olamadı. Çünkü eğer yanlışlıkla uyanırsa yine ağlama krizine gireceğinden korktu. Bu yüzden oturduğu yerde hareketsiz kalmaya karar verdi.
Felix, Hyunjin'in yanına oturdu. Sonunda Jae ağlamayı bıraktığından çok memnundu, böyle bir olayla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Başını Hyunjin'in boşta kalan omzuna koydu. Üçü de, koltukta otururken yorgunluktan uyuya kaldıklarının farkında değildi.
Bir süre önce Hyunjin yardım istemek için Chan'ı aramıştı. Chan eve geldiğinde, gördüğü manzara karşısında gülümsemeden edemedi. Bu gördüğü, belki de Hyunjin'in ömrü boyunca yaşadığı en mutlu anlarından birisiydi.
Chan onları hiç rahatsız etmedi. Sakince mutfağa gitti ve dolaptan bir şarap çıkardı. Bardağına doldurduktan sonra karşılarına geçip oturdu, onları izledi. "Hay sikeyim..." dedi içinden. "Ne kadar güzeller."
Bir saatin sonunda, Felix yavaşça gözlerini araladı. O halde uyuduklarını görünce, o da gülümsemesine engel olamadı.
"Günaydın."
Felix, Chan'ın sesini duyduğunda irkildi, ama sonradan onu aradıklarını hatırladı. Chan'a gülümsemeye çalıştı ama gülümsemesi biraz gergindi. Ne tepki vermesi gerektiğini pek bilmiyordu.
"Ne güzel bir aile tablosu böyle." Diye ekledi Chan gülümseyerek. O esnada Hyunjin de yavaşça gözlerini araladı. Sırayla Felix, Jae ve Chan'a baktı. Derin bir nefes aldıktan sonra, iki eliyle Jae'yi tutarak sakince, uyandırmadan doğrulmaya çalıştı, ama ne yazık ki Jae uyandı.
Hyunjin ve Felix göz göze geldiler. Jae'nin bir daha ağlamaya başlamasından korkuyorlardı ama bekledikleri gibi olmadı. Jae, sevimli bebek sesleri çıkararak babasının kolyesiyle oynamaya başladığında, ikisi de rahatladı.
Bir süre bebekle oynadıktan sonra, Hyunjin bebeği Chan'ın kucağına verdi. "Madem geldin, onunla biraz ilgilenir misin? Ben çok yorgunum."
Chan, bir şey demeden bebeği kucağına alırken, Hyunjin Felix'i kolundan tuttu ve çekti. "Felix de yorgun. Dinleneceğiz biraz. Bir şey olursa... olmasın."
Chan'ın sırıtan suratına aldırmadan, Felix ile Hyunjin salondan ayrıldı.
"Haa..." Chan arkalarından bakarken iç çekti. "Sarhoşum amına koyayım, bebek mi bakacağım?" Ardından Jae'ye bakıp güldü. "Şarap içer misin ufaklık?"
Felix odaya girdiği anda Hyunjin de arkasından girdi ve kapıyı kapattı. Ardından aniden Felix'i omuzlarından ittirip koltuğa oturttu, yanına da kendisi oturdu. Felix'in kaçışı yoktu. Çok kısa sürede gelişen olaylara teslim oldu, dudakları hemen buluştu. Odanın ışıklarını bile açmamışlardı. Karanlık, her şeyi daha da şehvetli kılıyordu.
Uzun süren öpüşmenin sonunda, Hyunjin Felix'e baktı. Felix bir şey söyleyecek gibiydi, bunu hemen anladı. "Bir şey mi sormak istiyorsun Felix?"
"Evet... Yarın yakın bir arkadaşımla görüşmek istiyorum da hyung... Onu buraya davet etsem sorun olur mu? Jae'yi bırakmak istemiyorum."
"Hmm.. düşünmem lazım." Hyunjin, bir kere daha yaklaştı, bir süre daha öptü. Ardından gülümsedi. "Çağırabilirsin. Okuldan mı arkadaşın?"
"Evet. Hem de çocukluk arkadaşım. Kendimi bildim bileli Seung ile sürekli beraberiz. Sanki kardeşim gibi..."
"Kardeşin var mı Felix?"
"Hm?" Felix, duyduğu şeye birazcık şaşırmıştı, Hyunjin'in böyle bir şey soracağını düşünmemişti, ama haklıydı. Birbiri hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Hyunjin'in öğrenmek istemesi, hoşuna gitmişti. "Evet, bir tane ablam var. Senin var mı hyung?"
"Biz üç erkek kardeşiz." Şimdi ikisi karşılıklı durmuş, sohbet ediyorlardı. Hyunjin, bir yandan Felix'in gömleğinin düğmelerini açmaya başlamıştı.
"Onlar da buradalar mı?" Diye sordu Felix, heyecanını belli etmemeye çalışarak.
"Hayır. Şirketin başka ülkelerde üç büyük bayisi var. Hepimiz birinin başındayız. Senin ablan burada mı? Ya da ailen?"
"Hayır... Biz küçük bir taşrada yaşıyoruz. Ablam orada öğretmen olarak çalışıyor."
"Senin burada ne işin var? Üniversite için mi geldin?"
"Evet... Ama burayı keşfetmek istediğimden, yaz tatilinde burada kalmak istedim. Sonra, param bitti..."
Hyunjin güldü. "Şehri keşfetmek isterken, şimdi eve kapanmış gibisin. Sana gezebileceğini söyledim. Emrinde bir şoför var, biliyorsun değil mi?"
"Senin sayende..." Felix, kollarını Hyunjin'in boynuna doladı. "Ne kadar çalışırsam çalışayım alamayacağım kıyafetler giyiyorum, gidemeyeceğim yerlere gidiyorum hyung..."
Hyunjin'in kaşları çatıldı. "Felix, şu hyung kelimesine ayar olmaya başladım, biliyor musun? Neden bana adımla seslenmiyorsun?"
"A-adınızla mı?" Felix şaşırmıştı, ama duyduğu şey hoşuna gitmemiş de değildi. Gülümsedi. "Pekala, bay Hwang."
Hyunjin hayal kırıklığıyla alnını kaşıdı ve güldü. "Adım bu mu Felix? Bana Hyunjin de, gerçek adımla. Jin de diyebilirsin, Jinnie de..." dudakları yavaşça buluştu. "Ama ne dersen de, resmi hitap etme, olur mu?"
Felix, tamamen çıkan gömleğinin ve şimdi çıplak olan üstünün etkisiyle konuşmakta biraz zorlanıyordu. Cevap vermedi, ama başını salladı, onaylıyordu.
"Bu günden itibaren..." Hyunjin Felix'i tekrardan öptükten sonra devam etti. "Jae'nin öğle uykusundan sonra dışarı çıkın. Jae'yi götürmek istemezsen de teyzeye bırakabilirsin. Ama teyze ayrılmadan önce evde olduğundan emin ol."
Felix, yine gülümsedi ve başıyla onayladı. İçinden bir ses "paran yok, nereye gideceksin salak?" dedi, ama içindeki sesi hemen susturdu. Bir haftası dolduğunda ilk maaşını alacak, bu parayı aynı planladığı gibi gezmesine harcayacaktı. Bonus olarak özel bir şoförü olması da güzeldi.
Hyunjin, yine yaklaştığında, bu sefer dudaklarını ayırmadı, uzunca bir süre Felix'i öptü. Boynuna doğru inip, göğsünü okşamaya başladığında, Felix'in kalbinin ne denli hızlı çarptığını hissediyordu.
Ama çok geçmeden, bir anda durdu. Felix'in saçlarını okşarken gözlerinin içine baktı, konuşmaya başladı. "Dün gece fazla yaptık, zaten çok yorgun görünüyorsun. Madem yarın arkadaşın gelecekmiş, bugün seni yormayayım, değil mi?"
Felix cevap vermedi. Yüzündeki hafif düş kırıklığını sakladı, çünkü Hyunjin haklıydı. Hareket ederken bile hala zorlandığını hissediyordu.
Hyunjin, Felix'in saçlarını okşamaya devam etti. "Üçümüz bu yatağa sığabilir miyiz?"
Felix yatağa baktı. "Evet..." dedi gülümseyerek. "Jae'nin karnını doyurup uyuttuğumda, onunla birlikte geleceğim. Lütfen o zamana kadar dinlen, çok yorgun olmalısın."
Hyunjin gülümseyerek oturduğu yerden kalkıp soyunmaya başladı.
Felix, yerdeki gömleğini alıp hızlı bir şekilde giyerek odadan ayrıldı. Bu gece, sarılıp uyuyacaklarına emindi...
♡
Hep böyle minnoş minnoş mu gidecek bu seri ya biraz kaos mu koysak 😻