KIRIK KALPLER

By Mihacherry

7.5K 1.2K 2.4K

+18, yetişkin içerik! ❝Aşk uğraştırıcı bir duyguydu ama sonunda zafer senin olduğunda bütün çileler bir hiç o... More

1.YENİDEN TANIŞMAK
2. KÖRDÜĞÜMLER
3. GEÇMİŞTEKİ İZLER
4. HATIRLAMAYAN
5. GEÇMİŞTEN GELECEĞE
6. ANILARDA KAYBOLMAK
7. KAYBETMELERİN BEDELİ
8. KAPANMAYAN YARALAR
9. SİLİNMEYEN GEÇMİŞ
10. KAYBOLAN SIRLAR
11. VAZGEÇENLER VE DİRENENLER
12. ACININ TUTSAĞI
13. YENİDEN HİSSETMEK
15. SON KERE SON ŞANS
16. KAPATMAYA ÇALIŞILAN GEÇMİŞ AMA KAPANMAYAN GEÇMİŞ
17. ÇÜRÜYEN KALP
18. YALANDAN DOĞAN İNANÇLAR
19. ANAHTARLI OYUNLAR
20. ZARAR VERMEK
21. YIKILMAK VE YENİDEN
22. GERÇEK BİTİŞ
23. ZÜMRA VİRAN
24. SALLANTILI HAYAT
25. AÇILMAYA BAŞLAYAN SIR PERDESİ
26. KALBE BAĞLI URGAN
27. YARALANMAK
28. SEN VE BEN
29. ÖZGÜR KALMAK
30. DARBE ALMAK
31. GEÇMİŞİN KİRLİ PASI
32. UMUT TOHUMU
33. HUZUR YÜZÜNE YANSIMIŞ
34. FOTOĞRAFLARIN İÇİNDE
35. NEFESİM
36. KALP ATIŞLARI
37. ZİFTE BULANMAK
38. KARANLIĞIN IŞIĞI
39. UÇURUM
40. AİLE'M
FİNAL. VEDA

14. KALP İKİLEMİ

217 41 77
By Mihacherry

Krobak: amnesia

Krobak: last days of summer

Altay gitmeden bir gün önce...

Gürkan karşısında oturan Altay'a bakıyordu. Ona sinirliydi, fazlasıyla. Gürkan hiddetle ayağa kalktı ve Altay'ın önüne gitti. "Söyle, her şeyi hatırladın mı!" Altay sadece yere odaklanmıştı, kendinde değildi. Gürkan ellerini Altay'ın yakasına götürdü ve onu oturduğu yerden kaldırdı. "Herşeyi hatırladın mı?"

Altay kafasının içinde anılarla boğuşuyordu. Aklında bin bir türlü senaryo vardı. Gürkan Altay'ı bıraktı ve sinirle ellerini saçlarını geçirdi. Gürkan'ın sinirli olduğu şey, Zümra'nın acı çekmesiydi. Onun acı çekmesine dayanamıyordu. O onun kardeşi gibiydi.

Altay sonunda dudaklarından bir cümle çıkarabildi. "Hatırladım." Gürkan hızlıca yeniden ona döndü. "Ne kadar hatırlardın? Hepsini söyle!" Altay Gürkan'ın gür sesiyle yerinden sıçradı. Altay kendinde değilken Gürkan'ın ona böyle davranması biraz kötüydü.

"Her şeyi hatırladım. Zümra'yı, seni...herkesi, her şeyi... hafızamı kaybettiğim geceyi, intihar edişlerimi..." Altay bileklerini kaldırdı ve Gürkan'a gösterdi. Gürkan'ın da bakışları Altay'ın bileklerine inince Altay konuşmaya devam etti. "Bu bileklere ki izlerin sebebi benim. Her şeyin sebebi benim. İntihar edip hafızamı kaybedende benim."

Gürkan ne diyeceğini bilemiyordu. Bir yandan kardeşi saydığı dostunun artık herşeyi hatırladığına seviniyordu, bir yandan da şuan ki haline üzülüyordu. Altay'ın sesiyle yeniden ortama ses girdi. "Ben onu nasıl unuttum Gürkan!" diyerek hiddetle ayağa kalktı Altay. Gürkan'da onunla birlikte doğruldu.

"Ben onu nasıl unutabilirim?! Aklım almıyor bunu!" Altay'ın sinirden, öfkeden heryeri titriyordu. O hayatında ki kadını unutmuştu, o çocukluğunu unutmuştu. Bu onun için çok ağırdı.

Gürkan elleriyle Altay'ı sakinleştirmeye çalıştı. Altay kesik nefesleriyle Gürkan'a bakıyordu. Altay'ın hiç yanmadığı kadar canı yanıyordu.

"Altay, kendine gel. Onu unuttun, evet ama isteyerek-" Altay hemen Gürkan'ı böldü. "Ben onu isteyerek unuttum Gürkan. O gün ölmek istedim ben ama ölmedim. Ne fark eder ki?" Gürkan sözü devraldı. "Zümra'yı mutlu etmen için geç değil. Onu artık mutlu et. Hatırladım de, seni hatırladım de ve onu mutlu et. O bunu hak ediyor Altay, ben arkadaşımın gözümün önünde öldüğüne şahit olmaktan bıktım artık."

Altay yavaşça kafasını salladı. Zümra'yı nasıl bir boşluğa bıraktığını anlamasada hissediyordu. Ama Gürkan'ın gözden çıkardığı bir şey vardı. Altay gerçekten iyi değildi ve yanlış kararlar almaya çok müsaitti.

Altay'ın dudaklarından gerçek olmayan, yalan kokan cümleler çıktı ama Altay bile bu cümlelerin yalan olduğunu bilmiyordu.

"Onu mutlu edeceğim..."

😶

Kelimeler artık beni bile anlatmaya yetmiyordu. Terk edilmiştim, yeniden. Bırakılıp gidilmiştim, yeniden. Her zaman beni bırakmışlardı, ben onların peşinden koşmuştum.

Birden gök bir ışık tabakasına maruz kaldı ve büyük bir ses çıkardı. Gök gürlemişti ve yakında yağmur yağacak gibiydi. Gök bana ağlayacak gibiydi ama bunu istemedim, göğün Altay'a ağlamasını istedim. Altay'ın bundan sonra yaşayacağı günlere acıdım. Ben ilk defa Altay'a acıdım.

Artık içimde yaşadığım duyguların yanında başka bir duygu daha vardı. Bu duygunun adı intikamdı. Ben bu duyguyu içimde kör bir alev gibi hissettim, kırık kalbimde hissettim.

Az önce Ersin'i aramıştım. Tabii bundan önce bir mektup yazmıştım, Altay'a. İster okur ister okumazdı ama okusun ve canı yansın istedim.

Ersin'e bu mektubu vericektim. Bunu Altay'a vereceğini biliyordum. Adımlarım hızlıydı. Elimde ki mektubu öyle bir sıkıyordum ki yırtılacağından korkmuştum.

Yirmi dakika sonra Ersin'in verdiği adrese gelmiştim. Park gibi bir yerdi. İçeriye doğru ilerlerken Ersin'i girişte gördüm. Yüzünde ki pis sırıtmayla bana bakıyordu. O mutluydu çünkü benim acı çektiğimi sanıyordu ama hayır, ben ilk defa acı çekmiyordum. Acım anlıktı.

Yağmur yağmaya başlamıştı. Yüzüme vuran damlalarla Ersin'e doğru ilerlemeye devam ettim. Sonunda Ersin'in yanına geldiğimde Ersin alayla konuştu. "Ne o? Terk edilmek koydu galiba?" Ona aldırmadan elimde ki mektubu ona verdim.

"Bunu Altay'a ver." Ersin bir elindeki mektuba bir bana bakıyordu sorgular bir şekilde. İçimde ki depremleri belirtmeden ona bakıyordum. Artık duygularımı görmeye kimsenin hakkı yoktu.

"Neden bunu istiyorsun?" Ersin'in saçma sorusuyla ofladım. "Sence? Bunu ona ver, bunu okusun. Okuması lazım." Ersin alayla güldü. "Onu hala bırakmadın mı?" Önüme geldi ve yüzünü yüzüme eğdi. "Onun hayatını daha mı fazla batırmak istiyorsun?"

Hiç bir şey söylemedim. Geri çekildim ve arkamı dönerek konuştum. "Bunu ona ver. Onu okumalı." Ersin'in daha fazla bir şey demesine izin vermeden yürümeye başladım. Nedensizce mektubu ona vereceğini biliyordum.

Kafamı kaldırdım ve gökyüzüne baktım. Yağmur hızlanıyordu, bir ölüm gibi. Yağmur hızlıydı, bir yaşam gibi.

Ellerime baktım. Damarlarım o kadar fazla belliydi ki, kendimden bir an korkmaya çalıştım ama korkamadım. Ben galiba artık hiç bir şeyden korkmuyordum, bunu bana o öğretmişti.

Yabancı bir adam...

🥺

Altay Korkmaz

Nereye gidecektim? Onun olmadığı bir yer yoktu benim nezdimde. O benim zihnimdeydi, nereye gidersem gideyim hep yanımda kalıcaktı. Onu bir zamanlar zihnim ve kalbim silmiş olabilirdi ama zihnim onu geri yüklediğinde hissettiğim dugular bir ölümdü. Ölmek istemiştim, yeniden. Ben zaten hep ölmek isterdim değil mi? Altay ölür, Zümra geride kalır...

Ölmeyecektim. Acı çekecektim. Zümra'ya çektikdirdiklerimin hepsini ve daha fazlasını ben de çekecektim. Zümra'ya sadece bunu verebilirim galiba.

Aklıma dün ki gece düştü. Ona yeniden dokunuşlarım, onun gözlerinde ki yaşanmışlık...benim hatırlamadığımı sanıyordu ama ben o an herşeyi hatırlıyordum.

Onun ellerinin bende gezinmesi, benim ellerimin onda gezinmesi... herşey mükemmeldi ama yine ben herşeyi berbat etmiştim. Her zaman herşeyi batıran bendim zaten.

Önümde duran kağıtlara bakıyordum. Bunlar hafızam yerindeyken Zümra'ya yazdığım mektuplardı. Ona neredeyse her gün yazardım, o bilmese bile. Elimden bir gün kayıp gider diye, onu kaybederim diye yazdım bunları...ama aksine o benim elimden kaymadı, ben onun elinden isteyerek kaydım.

Çok eski görünen bir kağıt vardı elimde. İçini açtım derin bir nefes alarak. Tarih lise dördüncü yıldı. Aklıma lisede ki anılarımız gelince gülümsedim. Okumaya başladım.

Bugün ilk defa onun elini tuttum. O kadar mükemmel bir duyguymuş ki bu, tarifi imkansız.

Onun minnak, sıcacık, yumuşak elleri benim büyük ve soğuk ellerimin içinde kayboldu.

Bugün ilk defa içimde ki büyük bir duygu oluştu. Aşk. Ben ona aşık olmuşum. İçim onu görünce kıpır kıpır oluyordu, acılarım gidiyordu onu görünce.

Daha fazla devam edemedim. Ben ona aşık olduğumu bile unutmuştum. Bu benim için bir kıyametti. İkimiz içinde. Hoş, artık ikimiz diye bir şey de yoktu değilmi?

Başka bir mektuba geçtim. Bu tarih geçen yıldı. Okumaya başladım.

Bugün ilk defa tamamıyla kendini bana açtı. Zaten biliyordum ama bugün farklıydı. Elleri hep saçlarındanydı, onları çekiştirip duruyordu. Bazen ellerine saç taneleri bile geliyordu.

Gece olunca bana onları kes dedi. Dayanamıyorum dedi ama ben kesmedim. Onun saçlarına asla dokunamazdım, bunu ona yapamazdım.

Bu gece bana saçlarını kesmem için yalvardı, yakardı ama ben onun bir saç teline bile dokunmadım. Onun anılarını yok edemezdim ama silebilirdim, ben de silmeyi seçtim.

O bana anlattı, ben dinledim. Onun acılarını, can çekişlerini...

Onu iyileştirmeye çalıştım ama iyileştimi bilmiyorum ama galiba bana en çok koyan cümlesi şu oldu.

"Benim annem neden beni hiç sevemedi?"

Gözlerim bulanıklaştı. Ben onun acılarınıda unutmuştum. Ben herşeyimizi unutmuştum. Başka bir mektuba geçtim.

Bana neredeyse binlerce kez seni seviyorum dedi ama ben ona karşılık veremedim. Ona nasıl anlatabilirdim, ya da bunu bilmeli miydi?

Kalbim o kadar çok istiyordu ki ona seni seviyorum demek... aklım ise yapma diyordu, bunu kaldıramazsın...

Ona hiç seni seviyorum dememiştim. Belki de benden en çok bunu istemişti, ona yüz yüze söylemem. Korkak gibi mektuplara yazmıştım. Ben korkaktım, en büyük korkak. Sevdiği kadına seni seviyorum diyemeyen bir korkak. Bir diğer mektuba geçtim.

Onu asla bırakmayacağım. O benim mabedim. Benim yaşama sebebim o. Onu nasıl bırakabilirim ki?

Ben onu bırakmıştım. Ben onu bırakmıştım. Ben onu bırakmıştım.

Ben ne yapıyordum? Burada oturup bu mektupları okuyarak ne yapmaya çalışıyordum? Asıl soru, ben neden yeniden Zümra'yı bırakmıştım. Acı çektiğim için mi? Zümra benden daha fazla acı çekti ama o bırakamadı. Dayanamadığım için mi? Zümra herşeye dayandı, ben nasıl dayanamadım?

Hırsla ayağa kalktım. Ben gerçekten ne yapıyordum?! Zümra'ya neden bu kadar acı çektiriyordum ben? Ben neden bunu bize yapıyordum? Neden bunu ona yapıyordum? Ben ne yapmaya çalışıyordum?

Odanın kapısı aniden açıldı. Gürkan sinirli bir şekilde üzerime geldi ve yumruğunu yüzüme salladı. Yüzüm aldığı darbeyle geriye düşerken Gürkan'ın sinirli ve öfkeli sesi kulaklarıma geldi. "Lan, sen ne yapmaya çalışıyorsun? Sen neden bu kadar salaksın!?" Beni bir kez daha kaldırdı ve bir yumruk daha attı. Hiç bir tepki vermiyordum, veremiyordum.

"Sikeceğim lan seni! Sen, sen yeniden onu nasıl bırakırsın!? Kıza fahişe muamelesi gibi bir gece de siktin ve sonra da gittin mi?" Gözlerim fal taşı gibi açıldı. Böyle bir şey söz konusu olamazdı. Gürkan'a döndüm. "Ne diyorsun?" Gürkan'ın gözlerinde ki sinir bana bile zıplamaya başlamıştı.

Gürkan'ın gözleri masada duran mektuplara kaydı. Alayla güldü. "Ne o? Kendine acı mı çektiriyorsun?" Gürkan mektuplara doğru ilerlediği an elimle onu durdurdum. Gözlerimde ki ifadeyi görmüş olacak ki mektuplara ellemedi.

"Neden buraya geldin?" Gürkan sorunla daha da fazla sinirlendi. "Sence neden geldim lan? Senin belanı sikmek için olabilir mi?" Sinirlerim geriliyordu, biraz daha böyle konuşursa sinirlerim mahvolacaktı. Gürkan ellerini iki yana açtı ve hayatımı durduran cümleleri kurmaya başladı.

"Zümra," onun ismini duymak bile beni geriyordu. Devam etti. "Zümra senin hafızanı kaybettiğin gece kafayı yedi biliyor musun? Onu hastaneye yatırmayı bile düşündüm." Dinlemek istemiyordum, bunlar çok ağırdı. "O senin iki kere intihar ettiğini biliyor mu sence?" Gözlerini kıstı, benden bir cevap bekliyordu. "Biliyor." Gürkan'ın gözlerinde ki şaşırmayı gördüm. "Nasıl biliyor, sen mi söyledin?"

"Ona bir mektup yazdım, onu okuduysa biliyordur." Gürkan yine histerik bir şekilde güldü. "Mektuplar, mektuplar, mektuplar...ne olacak bu mektup sevdası Korkmaz bey? Soyadın gerçekten sana yakışmıyor. Korkağın tekisin! Sevdiği kadına acı çektirmek için elinden gelen herşeyi deniyorsun." Gürkan üzerime yürüdü ve öfkeyle devam etti. "Ne istiyorsun? Zümra'nın bir akıl hastanesine yatmasını mı? Ya da ne biliyim, intihar etmesini mi!?"

Ruhum ölüyordu, benim ruhum parçalanıyordu. Her dediğinds haklıydı. Korkağın tekiydim, sevdiğim kadına herşeyi yapmıştım. Ben berbat biriydim.

Üstüme geçmişin tozları dökülüyordu. Kulaklarımda annemin nefret kokan sesi, babamın disiplinli sesi...hepsi beynimin içinde arşa çıkmıştı. Kalbim hızlanmaya başladı. Artık Gürkan'ı hile görmüyordum. Kendimden bağımsız hayır diyerek sayıklama başlamıştım.

"Hayır! Hayır! Hayır!" Gürkan'ın ellerini omuzlarımda hissettim. "Altay, Altay kendine gel!" Gözlerimi zorlukla Gürkan'a çevirdim.

"Ben ona acı çektirmek istemedim."

Gürkan sıkı kollarıyla beni kendine çekti ve sarıldı. Ellerim onun sırtına bile varmıyordu. Yanaklarımdan akan sıcaklığı net bir şekilde hissediyordum. Ağlamış mıydım? Evet, Korkmaz ağlamıştı.

"Ben ona acı çektirmek istemedim. Ona çektirdiklerimi kendimde çekmek istedim. Herşeyi bir an da hatırladım, her şey üst üste bindi." Gürkan'ın sakinleştirmek için dediği cümleleri bile duymuyordum.

On dakikaya yakın bir zaman içinde kendime gelmiştim. Gürkan yanımda oturmuştu sadece. O benim her zaman yanımda olmuştu. Her zaman beni kollardı ama şuan o da haksız olduğumun farkındaydı.

"Zümra'ya git." Gürkan'ın cümlesiyle anında ona döndüm. Gürkan devam etti. "Ona gitmezsen o artık eski Zümra olmayacak. Onu bu sefer ben bile toparlayamam."

Zümra. Ona gitmeliydim. Onu kanattığım yerlerden pansuman etmeliydim. Zümra bunu hak ediyordu. Peki ya beni affetmezse?

"O beni asla görmek istemez." Gürkan sinirle konuştu. "Sen ona gitmeyi hiç denedin mi?" Kafamı hayır şeklinde salladım, ben ona hiç gitmemiştim. "O zaman şimdi gitme zamanı. Onu kurtarmak istiyorsan, kendini ve sizi kurtarmak istiyorsan gitmek zorundasın."

Gitmek zorundaydım. Onu kurtarmak için.

"Gidelim."

😶

Altay altı yaşındayken...

Ev çok sessizdi. Demek ki evde kimse yok diye düşündü küçük çocuk. İstediğini yiyebilirdi, değilmi? Üst kattan indi ve mutfağa geçti sessizce. Evde kimse yoktu, ona göre.

Hemen dolaptaki çikolata kavanozuna gitti eli. Çikolatayı çok severdi ama annesi ve babası asla yemesine izin vermezdi. Aslına küçük çocuk hiç bir şey yiyemiyordu, anne ve babası izin vermiyordu. Altı yaşında ki bir çocuğa yemek yeme diyorlardı...

Küçük çocuk hemen eline ekmek aldı ve üzerine çikolata sürmeye başladı. Sürdükten sonra ekmeği alıp mutfaktan çıktı. Kavonozu mutfakta açık bir şekilde bırakmıştı...

Küçük çocuk odasına geçti ve büyük bir keyifle ekmeğini yemeye başladı. Heryerini çikolata etmişti ama farkında değildi. Ekmeğini yemeye devam ederken aşağıdan annesinin Altay diye bağıran sesini duydu. Yerinde sıçrarken ekmeği yatağının altına sakladı. Yüzünde ki çikolata lekelerinin farkında bile değildi, annesinin anlamayacağını sanıyordu.

Kapı hışımla açıldı. Annesi sınırlı bir şekilde Altay'a ilerledi. "Sen ne yapıyorsun!? Ben sana onu yemeyeceksin demedim mi? Kendini görmüyor musun, o kadar kilolusun ki arkadaşların bile seninle oyun oynamak istemiyor." Küçük çocuk hiç bir şey diyemedi. Aslında o kadar da fazla kilolu değildi, yaşıtlarına göre birazcık daha fazla kilosu vardı.

"Sen neden varsın ki zaten?" Annesi hiç acımadan konuşuyordu, sanki karşısında kendi çocuğu yokmuş gibi. Küçük Altay'ın kalbinin kırılması onun umurunda bile değildi. Küçük çocuk sadece şunu söyledi.

"Babama söyleme."

Annesi yüzünde ki pis sırıtmayla güldü. "Tabii ki de söyleyeceğim, nasıl bir oğlu olduğunu görsün."

Küçük Altay paytak adımlarla annesine ilerledi ve yalvarmaya başladı. "Babama söyleme, ona söyleme anne." Annesi hiç umursamadan odadan çıktı, söyleyecekti.

Küçük Altay yatağının altında ki ekmeğe baktı. Yemeyecekti, bu günden sonra ağzına asla çikolata sokmayacaktı.

Yatağına geçti be ağlamaya başladı. Babası çok kızacaktı. Vuracaktı. Hem bugün iş yerinde sinirlendiyse daha fazla bağırıp vuracaktı, sinirini ondan çıkaracaktı.

Küçük Altay o gün hüngür hüngür ağladı. Annesi ağlamalarını duydu ama oğlunun yanına asla gitmedi. Akşam babası eve geldi. Küçük Altay'ın ağlamaktan dermanı kalmamıştı. Babası odaya girmesin diye aklımdan geçen bütün duaları yapmıştı.

Babası odaya girmişti...

O gece de bir çocuğun ruhu yeniden parçalandı. O çocuğun ruhu yeniden kırıldı, bir daha toplanamamak üzere...

Küçük çocuk sadece "Abi..." diyerek sayıkladı...

🥺

Elimde ki koca şaraptan bir yudum daha aldım, bir yudum daha, bir yudum daha...sonu gelmedi.

Kendi evimdeydim. Dün gece onunla ruhlarımızı yeniden birleştirdiğimiz yataktaydım. Yatağın her yeri kırmızı şarap lekesi olmuştu, umursamadım. Bu benim için umursanacak bir şey değildi.

Elimde ki bardaktan son yudumunu aldım. Üzerimde sadece bir sütyen ve iç çamaşırı vardı. Şarap şişesinden üzerime doğru yavaşça dökmeye başladım. Vücudum şarabın soğukluğuyla rahatlamaya başlarken kapıdan bir ses duydum. Umursamadım.

Bu ses bir kez daha geldi. Sinirle ayağa kalktım ve kapıya ilerledim. Kim gelebilirdi ki? Kapıyı direkt açtım. Gözlerim onu gördü. Onun burada ne işi vardı? Ölmek mi istiyordu?

Altay bana büyük bir şaşkınlıkla bakıyordu. Karışık bir şekilde dağılmış saçlarım, üzerimde ki sütyen ve iç çamaşırı, vücudumda ki şarap lekeleri...berbat haldeydim.

Ona sorgularcasına bakıyordum. Bana gidiyorum dememiş miydi? Burada ne işi vardı? "Senin burada ne işin var?" Altay yutkunarak "İçeriye gelebilir miyim?" diye sordu. "Ölmek istiyorsan gelebilirsin."

Altay ayakkabılarını çıkardı ve içeriye girdi. Benim dediğimi hiç umursamamıştı, halbuki ben ciddiydim. Altay kapı ağzında duruyordu, kapıyı kapattım. Altay yeniden beni süzmeye başladı. Neye bu kadar şaşırmıştı? Vücudumda ondan olan morluklarıma?

"Zümra, bu halin..." Sözünü böldüm. "Ne var halimde?" Etrafım da döndüm ve ona gülümsedim. "Yoksa beni beğenemedin mi?" Altay derince yutkundu. "Ben, Zümra konuşmalıyız." Başımı salladım. "Konuşalım."

Altay şaşkındı, ne yapmamı bekliyordu? Beni intihar etmiş bir şekilde burada bulacağını mı sanıyordu? Altay beni gerçekten tanıyor muydu?

Yatak odasına geçtim, o da benim peşimden geldi. Yatağa oturdum ve komidinin üzerinde ki diğer şişeyi açtım. Altay haraketlerimi izlemeye devam ediyordu. Deli olduğumu mu düşünüyordu? Beni hastaneye mi kapatacaktı?

Bakışlarım alayla ona döndü. "Ne o? Neden öyle duruyorsun?" Elimde ki şişeyi ona gösterdim. "İster misin?" Hayır anlamında kafa salladı. Şişeyi direkt kafama diktim. Şarap ağzımdan boynuma doğru akıyordu. Rahatlıyordum.

"Sana yazdığım mektubu unut." Altay'ın cümlesiyle yeniden ona döndüm. Histerik bir şekilde güldüm. "Sen ne diyorsun?" Altay derin bir nefes aldı ve devam etti. "Ben acı çekmek istedim Zümra. Ben acı çekmek istedim, sana çektirdiklerimi çekmek istedim ama bu bir yanlış karardı. Herşeyi fark ettim. Seni bırakmak hem baba hem sana hem de bize acı veriyor." Odayı kahkaham doldurdu. Gülüyordum, onun bu cümlelerine gülmekten başka bir tepki veremezdim.

Altay önüme çöktü. Şişeyi elimden aldı ve yere koydu. Elleriyle benim küçük ellerimi tuttu. Hiç bir tepki vermedim. "Ben üzgünüm. Bunu demekle yetinemem ama bana inan. Mektubu okuduğunu biliyorum, okumadın say. Seni nasıl bırakıp gittiğimi hala anlamıyorum. Zümra, lütfen, lütfen bir şansım daha olsun." Ne diyordu? Pişman mıydı? Ona şans mı verecektim? Gerçekten bu cümleleri kurabiliyor muydu?

"Benim nefesim senin nefesin sevgilim, beni o nefesten mahrum bırakma. Yaptığım çok sikik bir şey olduğunun farkındayım ama o an iyi düşünemedim. Seni yeni hatırladım sevgilim. Seni yeni hatırladım ve seni unuttuğumu fark ettim. Bu benim için çok ağırdı, seni unutmak..." Ellerimi ondan çektim. Hiddetle ayağa kalktım.

"Sen benimle dalga geçiyorsun ya! Benimle gerçekten dalga geçiyorsun. Hala ben diyorsun, hala benim için çok ağırdı diyorsun! Bena dün gece bildiğin fahişe muamelesi yaptın. Beni siktin, sonra da çekip gittin. Bu mu senin aşkın ha!? Bu mu senin aşkın?" Altay'ın gözlerinde biriken yaşları gördüm, devam ettim. "Senden nefret ediyorum tamam mı? Senin yüzünden hayatımı mahvettim ben! Her zaman kendimi suçladım ben! Ben ona git demeseydim gitmeyecekti diyerek kendimi suçladım! Ama sen, intihar ettin, ölümü yeniden daha basit buldun!" Onun üzerine yürüdüm. Yüzümü ona yakınlaştırdım ve işaret parmağımla göğsüne vurdum. "Sen beni hiç sevmedin, ben senin için bir eğlenceden farksız değildim." Altay hiddetle kafasını iki yana salladı, konuşacaktı ki onu durdurdum. "Sakın konuşma, seni seviyorum deme sakın bana! Aa, dur sen bana onu zaten hiç diyemedin değil mi!? Anca mektuplara yaz sen seni seviyorum diye!"

Altay'ın gözlerinden damlalar düşüyordu. Eski ben olsaydım, onu ağlattım diye kendim ağlardım ama şimdi hiç bir duydu hissetmiyordum.

Ben artık Altay'a karşı nefretten başka bir duygu hissetmiyordum.

Altay yeniden ellerimi tuttu, izin verdim. Ne de olsa bugünden sonra yüzümü göremeyecekti. "Zümra'm, ben ne yaptığımı bile bilmiyordum, bilmiyorum!" Hiddetle bağırdı, hiç bir tepki vermedim. "Seni seviyorum demedim, bunun bir nedeni vardı ama şuan nedenleri siktir et! Ben seni seviyorum, hemde deliler gibi!" Önümde eğildi, kollarını sıkıca bana doladı. Elleri çıplak tenimdeydi.

"Ben sana deliler gibi aşığım ulan! Sen benim yaşama sebebimsin!" Ellerimle omuzlarına dokundum ve yüzümü ona eğdim. Altay'da yüzünü kaldırmış bana bakıyordu. Aşık olduğum elalarında yaşlar vardı, içinde pişmanlık kol geziyordu.

Birden gök gürledi bu karanlık gecede. Bir şimşek odayı aydınlattı ve yağmurun sesi gelmeye başladı. Oda da sadece abajurun ışığı vardı ama yetersizdi, onun gözlerini tam olarak görmek için.

"Benim aşık olduğum şu ela gözler bana neler yaptı öyle değil mi sevgilim?" Alaylı cümlemle Altay taş kesildi ellerimin altında. "Ben üzgünüm, hafıza kaybı benim elimde olan bir şey değildi!" Ellerimle omuzlarına daha fazla baskı uyguladım ve yüzüne daha da fazla eğildim. Nefesi nefesime karışıyordu. "Ama ölmek senin elinde olan bir şeydi. Sen ölmek istedin." Kısık sesim oda da ikimizi de taş kesti.

O ölmeyi seçmişti, korkak olduğu için. Ben yaşamayı seçmiştim, umudum olduğu için.

Altay'ın gözlerinde ki duyguları tek tek okuyabiliyordum. Acı, pişmanlık, kendine olan öfkesi... hiç biri umurumda değildi. Altay artık benim hiç bir şeyimdi.

Ellerini benim bacaklarıma daha çok sardı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Şaşırmadım diyemezdim, Altay normalde kolay kolay ağlamazdı.

"Beni bırak." Altay cümlemi duymamış olacak ki ellerini çekmiyordu. "Beni bırak!" Daha yüksek çıkan sesimle kendine geldi ve ellerini benden yavaşça çekti. Zorlanarak ayağa kalktı. Gözlerine baktım, loş ışıkta bile onun kızaran gözlerini görüyordum. Bu sırada yeniden şimşek çaktı ve gök gürledi. Sanki acımız gökyüzüne yansımış gibiydi.

Altay zorlanarak konuştu. "Ne olacak şimdi? Beni affetmeyeceksin değil mi?" Güldüm. Ona sadece gülümseyerek cevap verdim. Altay ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı. "Affetmedin, affetmedin..." Onun bu hallerine asla alışık değildim ve bu hareketler bedenimi titretiyordu.

"Dün gece asla düşündüğün gibi değildi. Seni istedim, sen de beni istedin,-" Sözünü böldüm. "Ne!? Dün geceden sen benim olumlu bir şey çıkarmamı mı bekliyorsun cidden!?" Elimle sütyenimin kopçasını çıkardım. Üzerimde ki şarap lekeleri kurumuştu ve üzerimde kan lekeleri gibi görünüyordu. Elimle göğüslerimi Altay'a gösterdim. "Burada ki morlukları sen yaptın. Kendinden geçmiş gibi... bunları sen yaptın. Belki de canım yandı ama umursamadın." Altay gözlerini bir göğüslerime bir bana çeviriyordu.

Bana yaklaştı. Bedenimde ki titreme o yaklaşınca daha fazla arttı. Altay gözleri çıplak göğüslerimdeyken konuştu ama sanki kendinde değil gibiydi. "Canın yanmadı, bunu sen de biliyorsun ve ben seni asla kullanmadım, kullanmam. Dün geceki kafamı sikeyim!" Altay birden elleriyle kafasını yumruklamaya başladı. Ben ne olup bittiğine bile anlam veremiyordum. Altay daha fazla ve daha sert vurmaya başladı. Bedenim aniden reflesk olarak ona atıldı. Ellerimle ellerini zapt etmeye çalışıyordum ama nafileydi, o çok sıkıydı.

"Dün geceki kafamı sikeyim! Berbat biriyim, sevdiğim kadına bile berbat biriyim. Ben kötüyüm, berbatım!" Sonunda ellerini zapt edebilmiştim. Altay zorlukla gözlerini bana çevirdi. Gözlerimiz sıkıca birbirine tutundu. "Sakın kendine bir daha kötü deme." Altay bu cümleme şaşırmıştı, yüzünden belliydi ama benim söylediğim şey gerçekti. Onun geçmişini biliyordum ve onun kendine kötü şeyler söylemesine gerçekten dayanamıyordum.

Ellerimle boynunu sardım ve yüzünü boynuma sakladım. Altay'ın elleri hemen çıplak belime gitti ve beni sıkıca sardı. Benimde ellerim onun boynunu sıkıca sardı. Onun şuan bana hiç olmadığı kadar ihtiyacı vardı, bunun farkındaydım ama bugünden sonra bir daha ihtiyacını bulamayacaktı.

"Ben özür dilerim Zümra'm, yemin ederim kendimde değildim. Ben seni bir daha asla bırakmam, git desen bile. Bir daha git dersen bile gitmem..." Onun gitmesine gerek kalmayacaktı zaten.

Onu yavaşça yatağa doğru götürdüm. Üstünde ki kazağı yavaşça çıkardım, bu sırada Altay sadece benim haraketlerimi izliyordu. Onu bıraktım ve yatağın baş köşesine yattım. Elimle onu yanıma çağırdım. Altay gözlerini kıstı, ne olup olmadığına karar vermeye çalıştı ama yavaşça yanıma geldi. Yüzünü boynuma gömdü. Kollarıyla beni yeniden sıkıca kavradı. Benim de ellerim onu sıkıca sardı.

Bu gece hiç olmadığım kadar ona sarılacak, onun saçlarıyla özlem geçirecek, onun kokusunu soluyacaktım...bu gece ona olan özlemimi dindirmeye çalışacaktım.

Gök gürlemeye devam ediyordu. Şimşekler çakıyordu. Abajurun ışığını kapattım, oda da sadece şimşeklerin ışığı vardı. Bu sırada Altay ellerini bana daha fazla sardı. Ben de ona sarıldım, ellerimi saçlarında gezdirdim, kokusunu soludum.

Bu gece Altay bir şeyler anlattı, geçmişten, ben bir şeyler anlattım, geçmişten...bu gece hiç olmadığı kadar konuştuk, bazıları boş şeyler ama güzel...neredeyse 3-4 saat geçmişti. Altay'ın sıkı nefeslerini duyuyordum, galiba uyumuştu. Yüzümü yavaşça ona eğdim, evet uyumuştu. Onun uyuyan yüzünü hafızama kazıdım.

Vücudumda gezen alkolün etkisi beni yavaşça altına almadan yataktan kalktım. Altay'ı yatağa güzelce yatırdım ve üstünü örttüm. Odadan yavaşça çıktım ve banyoya ilerledim.

Altımda ki iç çamaşırını da çıkardım ve küvete su doldurdum. Kulağıma su geçirmez kulaklarımı taktım ve bir müzik açtım. Krobak, Last days of summer...

Küvetin içine girdim. Sıcak su vücudumu gevşetmişti. Bedenimde ki şarap lekeleri suya kırmızı renk vermeye başlamıştı.

O küvette ne kadar süre kaldım bilmiyordum ama banyonun kapısının açılma sesini duydum. O gelmişti, nedensizce geleceğini biliyordum. Altında ki pantolunu çıkardı, sadece baksırıyla küvetin içine girdi. Ayaklarımız birbirine dolanmıştı.

"İnsan hatalarından ders çıkarır mı?" Onun sesiyle kafamı ona çevirdim. Gözlerinde ki derin anlamla bana bakıyordu. Bir cevap beklediği açıktı. Ona istediğini verecektim. "Çıkarmaz." Altay kaşlarını çattı, herkes çıkarır derdi ama benim cevabım ona farklı gelmiş olmalıydı.

"Neden? Neden çıkarmadığını düşünüyorsun?" Histerik bir şekilde güldüm. "Çünkü, insanlar ilk hatasından sonra aynı hatayı yeniden yapıyor. Hiç kimsenin hatasından ders aldığı falan yok, ben de dahil." Altay gözlerini kıstı ve bana biraz daha yaklaştı.

"Senin ders almadığın en büyük hatan ne?" Gülümsedim.

"Sana aşık olmak."

Akrep yelkovan hareket etmedi. İkiside birbirine baktı ve haraket etmememe kararı aldılar. Şuan ortamda öyle rahatsız edici bir atmosfer vardı ki, beni bile germişti.

Altay'ın gözlerinde ki acıyı görebiliyordum, çok açık bir şekilde hem de. Küvette ona doğru biraz daha yaklaştım ve ellerimi Altay'ın omuzlarına koydum. Çıplak göğüslerim ona sürtünüyordu ve bu ikimizi de çıldırtıyordu.

Yüzüne doğru eğildim. Altay derin nefesler almaya devam ediyordu, ben ise nefesimi tutmuştum. Dudaklarına baktım, o da benimkilere. Bugün belki de yeniden birbirimizin olurduk ama bu son olurdu.

"Bana aşık olmak en büyük hatan mı?" Altay dediğim cümleyi kendi kafasında idrak etmeye çalışıyordu. "Evet, bu benim en büyük hatam." Altay kafasını salladı, gözleri bazen gözlerime, bazen bedenime değiyordu. Bir an da Altay'ın ellerini kalçam da hissettim. Donup kalmıştım. İçimde ki nefret duygusunun yanında ki duygu neden hiç bir şekilde eksilmiyordu? Benim ona olan isteğim neden hiç bir şekilde azalmıyordu?

Altay'ın bir elini kalçalarımdan çekti ve kulağımda ki kulaklığa götürdü elini. Bir kulaklığı da kendi kulağına taktı. Kulaklarımız artık aynı melodiyi duyuyordu. Last days of summer...

Eli yeniden kalçama indi. Benim ellerim onun omuzlarına daha fazla baskı uyguladı. İkimizde kendinizde değildik, bu barizdi. "Benim en büyük hatam ise kendim." Cümlesini kurarken elleri kalçalarımda geziniyordu. Bir anda elleriyle kalçalarımı sıktı, kendimden bağımsız inledim.

"Kendini sevmiyor musun?" Sorumla gözlerini yeniden bana çevirdi. Alayla güldü. "Sence?" Cevabımı net bir şekilde almıştım.

Dudaklarımız birbirini çekmek için adete deliriyordu. Aramızda asla böyle büyük bir çekim hissetmemiştim, belkide bu gecenin son gecemiz olduğundandır...

Yüzüne daha da eğildim. "Bu gece, son gecemizmiş gibi..." Altay kızarık gözleriyle bana bakıyordu. Gerçekten isteyip istemediğimi anlamaya çalışıyordu. İstiyordum, bana yaşattığını ona yaşatmak istiyordum.

Dudaklarına eğildim ve sessizce konuştum. "Son gecemiz gibi..." Gözleri bana tırmandı. O an anladı, o da son gecemiz olduğunu anladı. Artık kartlar her şeye açıktı.

Dudaklarımız birleşti. Büyük bir açlıkla birbimize yapıştık. Kalçalarımı sıkıyordu, dudaklarımı parçalıyordu. Aramızda hiç olmadığı kadar büyük bir şehvet vardı. Delicesine hemde.

Bu gece hiç olmadığımız kadar kendimizi sömürdük. Delicesine hemde. Birbirimize sanki bir daha hiç dokunamayacakmışız gibi dokunduk.

İkimizde aynı anda boşaldık. İkimizin arasında yaşanan bu olay gerçekten çok arzuluydu. Onu bugün gerçekten hiç olmadığım kadar istemiştim ve sonucunda yeniden son kez ona sahip olmuştum.

Altay kollarımın arasında yüzü çıplak göğüslerime doğru uzanıyordu küvetin içinde. Kollarımın arasında küçük bir çocuk gibiydi. Birden onun sesini duydum. "Sana neden hiç çikolata yemediğimi anlatımış mıydım?"

"Anlatmadın." Altay kollarıyla beni daha fazla kendine çekti ve sarıldı. Benim ellerim ise yavaşca onun saçlarında geziniyordu. "Küçükken kilolu bir çocuktum. Annem benim altı yaşımdayken bile mükemmel bir çocuk olmamı istiyordu. Ne çikolata yememe izin veriyorlardı ne de o tarz şeyler." Derin bir nefes aldı ve devam etti. "Bir gün dayanamadım ve mutfağa gidip dolaptan çikolatayı çıkardım. Aslında annem bana kızma bahanesi bulmak için bilerek o çikolatayı benim ulaşabileceğim bir yere koyardı. Ben de onun tuzağına düşmüştüm. Ekmeğin üstüne sürdüm ve odama geçtim, çikolatayı masanın üzerinde unutmuştum. Oda da gerginlikle ekmeği hızlıca yemeye çalıyordum. Korkuyordum çünkü annem görürse babama hemen söylerdi, bunun için an kolluyordu zaten. Sonra annem mutfakta o çikolata kabını gördü ve hemen yanıma geldi. Ekmeği tam bitiremeden yatağın altına saklamıştım, ekmeği almasın diye. Annem ilk başta bana bağırdı, çağırdı. En sonunda babana söyleyeceğim dedi." Altay bir derin nefes daha aldı ve devam etti. "Ona yalvardım, yemin ederim yalvardım ben ona. Söyleme dedim, yapma dedim ama.o büyük bir sevinçle babama söyledi. Akşam babam eve geldi ve benim için kabuslar yeniden başladı. Bunlar olurken sadece abi diyerek sayıklıyordum."

İyi değildim, bunu bana hiç anlatmamıştı. Çikolata asla yemezdi ve ben bunu ne kadar merak etsemde Altay bana hiç bir zaman anlatmamıştı.

Gözlerim de sular vardı, hissediyordum. Ellerimin altında ki bedenin kasılmalarını hissediyordum, hatta bazen sessiz çığlıklarını... gerçekten ben nasıl gidecektim?

"Ben...ben ne diyeceğimi bilemiyorum." Altay kollarını daha da fazla doladı bana. Buna izin verdim, Altay'ın bana ihtiyacı vardı. Bana olmasa bile birine sarılmaya ihtiyacı vardı.

"Zümra," Altay'ın sesiyle kafamı ona çevirdim. Altay benim hayatımı durduran cümleyi kurdu. "Gitmesen olmaz mı?" Ne diyecektim? Aklımda ki şeyleri ona mı söyleyecektim?

Aklım bir taraftaydı, kalbim bir taraftaydı. Aklım git diyordu, çektiklerini ona da çekti diyordu ama kalbim daha masum düşünüyordu. Kal diyordu, o isteyerek yapmadı diyordu. Ben hangi tarafı seçecektim?

Gitmek mi?

Kalmak mı?

🥀

Gitmek mi?

Kalmak mı?

Siz Zümra'nın yerinde olsaydınız gider miydiniz yoksa kalır mıydınız?

Continue Reading

You'll Also Like

7.8K 372 68
İnsanlara dokunduğunda onların anılarını okuyan Helin Karabeyli ile, Zengin varis Uras Yamanoğlu'nun tutkulu aşkı... (+18) içerik içerir. İnstagram...
773K 43.8K 33
Ablasına yazacakken yanlışlıkla dünyaca ünlü boksöre yazan Ahu 💋💋
711K 39.6K 20
Bakıyordu adam. Kara saçlarına, yeşil gözlerine, beyaz tenine, güldüğü için yanağında oluşan o ömürlük çukura... İçi yana yana bakıyordu. Hasreti ile...
9.2K 2.1K 14
"Rüyalarda gizlenen gerçek, zamanı geldiği için ortaya çıktı. Hayatın bugünden itibaren değişiyor. Yolun tuzaklarla dolu olsa da hala sana ait. Sonun...