Öğleden sonraki dört ders boyunca, sadece lavaboya gitmek için sınıftan çıkmış ve bu yüzden, Jimin ile hiçbir şekilde karşı karşıya gelememiştim. Çünkü, dokuzuncu sınıfların hepsi birinci kattaydı ve iki kat aşağı inmek için çok üşengeç bir insandım.
Onun yanına gitmek için, asansöre de binebilirdim, fakat kesinlikle binmek istemiyordum. Çünkü, teneffüsler de çok sıkışık oluyordu ve on dakikalık teneffüsleri sınıfta oturup, işlediğimiz derslerde aldığım notları tekrar ederek geçirmek daha cazip geliyordu...
Son dersin bittiğini çalan zil sayesinde fark ettiğimde, dışarı çıkmaya başlayan öğrencilerin ardından eşyalarımı toplamış ve sırt çantamı tek omzuma aldıktan sonra, kimsenin yüzüne bile bakmadan sınıftan çıkmıştım.
"Kim Yoongi!?"
Arkamdan duyduğum adım seslerinden sonra, seslenen kişinin Jungkook olduğunu anladığım için, hızlı adımlarla merdivenlerden inmeye devam ediyordum. Çünkü, bugün aşırı derecede yorgun hissediyordum ve bundan dolayı onunla uğraşmak istemiyordum.
"Sana diyorum Kim!"
Gerçekten, katil olmama çok az kaldı. Hayır, neden ben mesela? Sebep ne?...
Yine onun yüzünden sinirlenmeye başlamıştım ve saatimden gelen 'bip' sesini duymuş olsam bile, şu an sadece bu insanların arasından siktir olup gitmek istiyordum.
"Sağır mısın beyinsiz!?"
Jungkook isimli çatlak, neredeyse koşarak indiğim merdivenlerin sonuna, yani zemin kata geldiğim zaman beni kolumdan tutarak durdurduğu için, öfkeyle konuşmaya başlamıştım.
"Ne var, ne!? Beni rahat bırak artık!"
"Bırakmazsam ne yaparsın? Mesela, abine mi şikayet edersin?"
Yüzüne sinirle bakmaya devam ederken, BENİM ABİM FALAN YOK! dememek için zor duruyordum. Fakat sakin olmam gerektiğini iyi biliyordum. Çünkü yine, saatim ötmeye başlamıştı ve kesinlikle Bay Kim'den azar yemek istemiyordum.
"Daha çok, etrafımdaki problemleri kendim halletmeyi tercih ederim. Başka insanların yardımına muhtaç değilim!"
Ağzının kenarıyla gülümsedikten sonra, tuttuğu kolumu serbest bırakmış ve sinirli olduğunu belli eden bir tavırla, dişlerini sıkarak konuşmaya başlamıştı.
"Bu özgüvenin, sana nereden geldiğini gayet iyi biliyorum Kim. Fakat kendine dikkat etsen çok iyi olur."
"Ne yaparsın? Mesela, müdüre mi şikayet edersin?"
"Ben senin gibi ibneleri şikayet etmem. Direkt döverim!"
Şaşkınlıktan dolayı aralanan ağzımı ve kocaman olan gözlerimi fark eder etmez hızla kendime gelmiş ve dişlerimi sıkarak konuşmaya başlamıştım.
"Bana bak, ben ibne değilim! Ayrıca Jimin denen çocukla, sırf o gay olduğu için uğraşıyorsan ve bundan zevk alıyorsan eğer, asıl senin kendine dikkat etmen lazım. Ve bir daha, benimle bu şekilde konuşursan-"
"Ne yaparsın küçük kedi? Döver misin?..."
Yüzüme doğru yaklaşırken gülümseyerek konuştuğu için, aramızdaki mesafeyi sinirle kapatmış ve dudaklarımız arasında çok az kalmış olan mesafeyi bile umursamadan konuşmaya devam etmiştim.
"Pençelerimle, o güzel yüzünü dağıtırım Jeon! Benden ve Jimin'den uzak durmazsan eğer, bunu gerçekten yaparım..."
Jungkook, şaşkınlıkla yüzüme bakıp kaldığı sırada, aramızdaki mesafeyi fark etmiş ve yakınlıktan dolayı çok rahatsız olmuştum. Öfkeyle geri çekildikten sonra arkama dönmüş ve biraz uzaktan bizi izleyen Jimin'i gördüğüm için, Jungkook'u ardımda bırakarak ona doğru yürümeye başlamıştım.
"Nasılsın?"
Yanına gelir gelmez sorduğum soru yüzünden şaşırmış ve imayla konuşmaya başlamıştı.
"Dalga mı geçiyorsun?"
"Hâl hatır sormak yasak mı?"
"Jungkook ile konuştuğunuz şeylere, az çok şahit olmak zorunda kaldım Yoongi. Ve sen, 'nasılsın?' diye mi soruyorsun?"
Jimin'e belli ederek gözlerimi devirmiş ve, "Bugünden beri, bana iyi davranmıyordu zaten. Hak etti çatlak!" diyerek konuştuğumda, kolumdaki saatin titrediğini hissetmiştim.
Bay Kim
Daha bekleyecek miyim çocuk?
Saatime baktıktan sonra, gözlerim kendiliğinden büyürken etrafıma bakmış ve yüzündeki maskesiyle beraber, siyah bir arabanın önünde bekleyen Bay Kim'i gördüğüm için, endişeyle konuşmaya başlamıştım.
"Kusura bakma Jimin, ama gitmem gerekiyor. Yarın bu meseleyi güzelce konuşuruz, kendine dikkat et."
Hızlı adımlarla Jimin'in yanından ayrıldıktan sonra, kapının önünde bekleyen Bay Kim'in bakışları yüzünden tedirgin olsam bile, ona karşı olan öfkemi anlaması için dik durmaya çalışıyordum.
Etrafımızdaki bakışları asla umursamıyor ve birbirimize bakmaya devam ettiğimiz için, sakin kalmaya çalışıyordum. Çünkü bu adamın karşısında sakin olmak çok zor bir şeydi...
"Bin!"
Sıktığı dişlerinin arasından, sadece tek bir kelime etmiş ve şoför koltuğuna doğru yürümeye başladığında, yavaşça ön koltuğa oturmuştum.
Emniyet kemerini güzelce takmış ve gitmeye başlayan arabanın içinde etrafıma bakarken, maskesini çoktan çıkartmış olan Bay Kim'in sorduğu soru karşısında şaşkınlığa uğramıştım.
"Okulda adı çıkmış olan gay çocuğun yanında ne işin var çocuk?"
Garip bir tavır ve tiksintiyle yüzüne bakarken, "Bunu nereden bildiğinizi sormayacağım fakat, gay olması, onun da bir insan olduğu gerçeğini değiştirmiyor efendim. Ayrıca çok iyi biri..." dediğim zaman, kıstığı gözleriyle beraber kısaca yüzüme bakmış ve yola bakarak, tekrar konuşmaya başlamıştı.
"Ben sana, 'okuldaki öğrencilerle samimi olmanı istemiyorum.' demedim mi çocuk?"
"Siz bana, okuldaki öğrenciler dediniz efendim. Gay olan ve zorbalık gören öğrencilerle samimi olmanı istemiyorum demediniz."
"O ZAMAN, JEON JUNGKOOK İLE NEDEN O KADAR SAMİMİYDİN!?"
Aniden yükselen sesinden korkmuş olsam bile, ötmeye başlayan saatimi umursamadan cevap vermeye başlamıştım.
"Sadece, o aptala haddini bildirmek ile meşguldüm."
Ellerime bakarak konuştuğum için, nasıl bir tepki verdiğini bilmiyordum. Fakat aniden duran araba yüzünden başımı kaldırmış ve endişeli bir hâlde, bana doğru bakan Bay Kim'e bakmaya başlamıştım.
"Sana ne yaptı?..."
Cevap verip vermemek arasında kaybolmuşken, Bay Kim, "ÇOCUK CEVAP VER!" diye bağırdığı için korkmaya başlamıştım.
"Bir şey yapmadı."
"Çocuk bak, gerçekten sabrımın son demlerini yaşıyorum. Bir şey yapmadıysa eğer, üstünün hâli ne!?"
"Jungkook bana zarar vermedi, veremez de! Sadece, gay dediğiniz o çocukla alay etmeye kalktığı için, onu korumak istedim ve üzerim battı." Dediğimde, birkaç saniye daha yüzüme bakmış ve el frenini indirerek, arabayı tekrar sürmeye başlamıştı.
"Eve gidince her şeyi anlatacaksın." Dediğinde ise, başımı dikleştirmiş ve yola bakmak zorunda olan Bay Kim'in yüzüne bakarak, net bir tavırla konuşmaya başlamıştım.
"Tek bir şartım var efendim;... Siz de, soy adımı neden değiştirdiğinizi anlatacaksınız. Yoksa beni öldüreceğinizi söyleseniz bile hiçbir şeyi anlatmam."
Başımı tekrar yola çevirdikten sonra, eve gidene kadar bir kez bile yüzüne bakmamış ve düz bir ifadeyle, sadece etrafımı izlemiştim.
Haklı olarak, bugünden beri onun yüzünden sinirli ve endişeliydim. Bu yüzden, ne yüzüne bakmak, ne de kendisiyle iletişim kurmak istemiyordum.
Eve gittiğimizde ise, bir şey anlatmaz veya bu mesele ile ilgili bana mantıklı bir sebep sunmazsa eğer dediğim şeyi gerçekten yapacaktım. Hatta günlerce, onunla iletişim kurmamayı bile planlıyordum. Benden ne isterse yerine getirecek, ama asla yüzüne bakmayacak ve doğru dürüst konuşmayacaktım.
Küçükken, kendimce buna bir isim vermiştim ve adına, 'Konuşmama Cezası' demiştim. Babam beni çok üzdüğü zamanlar, ona böyle davranırdım. Günlerce konuşmaz, yüzüne bile bakmazdım. Fakat o bunu umursamaz ve beni aşağılamaya, yüzüme karşı hakaretler de bulunmaya devam ederdi...
Neredeyse on dakika sonra, Bay Kim evinin önündeki güvenlikten geçerek avluya girmiş ve arabayı garaja park eder etmez aşağı inmişti.
Onun ardından arabadan inmiş ve peşinden gitmeye başladığım sırada, kapının önünde Bay Kim'i bekleyen sevgilisini gördüğüm için gözlerimi devirmeden edememiştim.
"Senin burada ne işin var?"
Bay Kim, sevgilisine bakarak çok yerinde olan bir soru sorduğu için şaşırsam da, beni fark eden kadın gözlerini devirmiş ve Bay Kim'e doğru döndüğünde ise, gülümseyerek konuşmaya başladığı için, sinirlenerek dişlerimi sıkmaya başlamıştım.
Ben sanki çok meraklıyım, senin o botokslu yüzünü görmeye! KOCA DUDAKLI KARI!
"Toplantı esnasında çıkıp gittiğin için seni merak ettim hayatım." Dediği zaman, Bay Kim bana doğru kısa bir bakış atmış ve sevgilisine dönerek konuşmaya başlamıştı.
Ne var? Ben mi dedim, toplantıdan çık ve beni ara diye!
"Gördüğüne göre, artık gidebilirsin..."
Bay Kim'den böyle bir cevap beklemediğim için, sevgilisi gibi ben de şaşkınlık içinde kalmıştım.
Fakat Bay Kim, kendisine şaşkınlıkla bakan sevgilisini umursamamış ve elindeki anahtarla beraber evin kapısını açtıktan sonra, bana bakarak, başıyla eve girmem gerektiğini işaret etmişti.
Bununla birlikte, bana bakmaya başlayan kadına doğru dönerek, "İyi günler hanımefendi." demiş ve hızla içeriye girdikten sonra, ayakkabılarımı çıkarmaya başlamıştım.
"Evine kadar eşlik edin..."
Bay Kim'in, kapıdaki güvenlik görevlisine dediklerini duyduktan sonra, olduğu yerde beni bekleyen terliklerimi giymiş ve salona doğru yürümeye başlamıştım.
Salona girer girmez, televizyonun önündeki yer masasının üzerinde gördüğüm pizza kutularıyla beraber kocaman gülümsemiş ve hızlı adımlarla oraya gitmeye başlamıştım.
Şaşkınlık içinde pizzaları açmış ve, "Tanrım, hem de domatesli!" diyerek sevinçle konuştuğum sırada, "Yalnız o benimki." diyen Bay Kim yüzünden, suratımı asmıştım.
Of, domates benim kırmızı çizgim. Yapma işte şunu!...
Çatık kaşlarımla beraber arkama doğru döndüğümde ise, Bay Kim'in ayağında ayakkabısı yerine, terlik giymiş olduğunu gördüğüm için, gözlerim kocaman olmuştu.
Acaba bir rüya görüyordum ve uyanamıyor muydum, diye düşünmeden edemiyordum.
"Ne o, fare görmüş kedi gibi bakıyorsun?"
Bay Kim, salondaki koltuğa oturduğu sırada, ona belli etmeden gözlerimi devirmiş ve odama çıkmak için merdivenlere doğru gitmeye başladığım zaman, hayıflanarak konuşmaya başlamıştım.
"Bıktım bu kedi benzetmelerinden! Benim yerime, bir kedi alsaydınız o zaman." Dediğimde, "Zaten öyle değil misin?" diyerek, benimle dalga geçen Bay Kim'e doğru öldürecek gibi bakmış ve sinirle yukarı çıkmaya başlamıştım.
"Hemen aşağı gelmezsen eğer, senin pizzanı da yerim!"
Bay Kim'in dedikleriyle beraber koşarak yukarı çıkmaya başlamıştım. Çünkü dediği her şeyde ciddi olan bu adamın, pizzamı yiyip bitirmesini istemiyordum. O BENİM PİZZAM!...
Odaya girer girmez, çantamı komodinin üzerine koyduktan sonra, dolabımdaki pijamalarımı giymeye başlamıştım.
İşim bittiğinde ise, hızlı adımlarla aşağı inmiş ve kendi pizzasını yiyen Bay Kim'i gördükten sonra rahatladığım için, sessizce nefes vermiştim.
Yer masasının önüne oturduğumu gören Bay Kim, "Koltuğa otursana çocuk?" diye konuştuğu sırada, onu umursamamış ve önüme çektiğim pizza kutusunu açmaya başladığım zaman, "Böyle daha rahat efendim." demiştim.
Domatessiz pizzamla göz göze geldiğimde ise, Bay Kim'e doğru sinirle bakarak, "Neden ben de domates yok?" demeden edememiştim.
"Alerjin olduğunu biliyorum çocuk..."
Dedikleriyle beraber sessizce oflamış ve önüme dönerek yemeğimi yemeye başlamıştım. Domatese alerjim olduğunu küçüklüğümden beri biliyordum, fakat onun buna karışmaya hakkı yoktu. Ne kadar yiyip, yemem gerektiğini kendim de biliyorum herhâlde!
Onun böyle davranması sinirlerimi bozmak için yeterli bir sebep değilmiş gibi, bir de en sevdiğim yiyeceğe karşı alerjim olduğu için, bünyeme lanetler okumak zorunda kalıyordum. DOMATES YA DOMATES! NEDEN BİR İNSANIN BUNA ALERJİSİ OLUR Kİ? ZATEN, NEREDEYSE HER YEMEĞİN İÇİNDE O YOK MU?...
"Bugün yedim, fakat ölmedim efendim." Dediğimde ise, söylediklerime pişman olma hızım sadece bir saniye içinde gerçekleşmişti. Çünkü Bay Kim, elini sertçe masaya vurmuş ve bana öfkeyle bakarak konuşmaya başlamıştı.
"O YÜZDEN Mİ TANSİYONUN YÜKSELDİ!?"
Korkudan ve sinirden gerildiğim için, elimdeki pizzayı kutusuna geri koymuş ve ağzımdan çıkan kelimelerin farkına varmadan konuşmaya başlamıştım.
"ONUN YÜZÜNDEN DEĞİL, SİZİN YÜZÜNÜZDEN YÜKSELİYOR!" Dediğimde, ötmeye başlayan saatimi fark etmiş ve rahatlamak için, burnumdan nefes alarak, ağzımdan vermeye başlamıştım.
Fakat, bana öfkeyle bakmaya devam eden bu adam yüzünden bir türlü sakinleşemiyordum. Titreyen elimi yavaşça kalbime götürdüğüm sırada, Bay Kim cebindeki telefonu çıkarmış ve tanımadığım birisini arayarak, endişeyle konuşmaya başlamıştı.
"Eve acilen bir doktor gönderiyorsun. Yirmi dakika içinde burada olmazsa eğer, sen de dahil, yanındaki bütün güvenlikleri kovmaktan beter ederim!"
Telefonu hızla cebine koyduğunu gördükten sonra, şaşkın şaşkın yüzüne bakıp kalmıştım. Fakat beni en çok şaşırtan şey, küçük bedenimi hiç zorlanmadan kaldırıp kucağına almasından kaynaklanmıştı. Durduk yere, beni ne diye kucağına almıştı ki şimdi?...
Merdivenlerden çıkmaya başlayan Bay Kim'e doğru bakarak, "Neler olduğunu bana da söyleyecek misiniz?" diye endişeyle konuştuğumda, yüzüme bile bakmadan tek düze bir sesle cevap vermişti.
"Doktor gelene kadar, bir şey yemeyecek ve dinleneceksin..."
Tanrım, bugün sınanma günüm müydü acaba? Çünkü gerçekten sinirleniyordum ve öfkem yine kısa boyumu aşmaya başlamıştı.
"Sırf domates yedim diye mi, oluyor bütün bunlar?..."
Bay Kim, hızlı adımlarla odama gelmiş ve beni nazik bir şekilde yatağın üzerine bıraktıktan sonra, dişlerini sıkarak konuşmaya başlamıştı.
"Çocuk, sus ve dinlen. Soru sormayı da kes!" Dedikten sonra, dolabımın içindeki battaniyelerden birisini üzerime örtmüş ve odadan çıkıp gittiği için, ardından öylece kala kalmıştım.
Kim Taehyung'dan...
Yıllar boyunca hissetmediğim bu duygu, şimdi başıma gelmiş olduğu için çok sinirliydim.
Fakat bu sinirim, sadece kendime değildi. Çünkü, zamanında benimle ilgilenmeyen ailem yüzünden, yıllarca içimdeki endişe duygusunu öldürmek için çalışmıştım. Hem de çok fazla çalışmış, hatta bu sayede saygın bir yer edinmiş ve kendi şirketimi kurmuştum.
Yıllarım, şirketimi kurana kadar endişeyle geçip gittiği için, fazlaca dominant olan benliğim yüzünden, endişe denen o lanet olasıca duygudan nefret ediyordum.
Fakat, biraz önce odasına bıraktığım çocuğun başına bir şey gelecek, alerjisi tetiklenecek diye düşünüp durduğum için korkuyordum. İnsanlar için gayet normal olan korku duygusu, bana fazla ağır geliyordu ve bazen bu duyguya yenik düşüyor, hatta ne yaptığımı bilemeyecek raddelere kadar gelebiliyordum.
Bu yüzden, kormaktan ve endişelenmekten nefret ediyordum...
Korkum ve endişem birbirine girmişken, salonun ortasında volta atarak dolaşıp duruyordum.
Tabii, bir yandan da oldukça sinirliydim ve bu sinir beynimi yemek üzereyken, aklıma gelen şey ile birlikte telefonumu elime almış ve nefret ettiğim rakip firmanın CEO'sunu aramaya başlamıştım.
Zaten onunla, yıllardır kapanmamış olan bir hesabım vardı. Ve benim himayem altında olan birine böyle davranmak, cesaret isterdi...
"Alo?..."
Birkaç saniyelik tereddütten sonra, sert bir tavırla, "Benim!" demiş, ve karşı taraftaki herifin tepkisini beklemiştim.
"Ah! Kim Taehyung, demek sensin?... Numaramın, sen de ne işi olduğunu sormayacağım elbette-"
Sinirlerim oldukça gerildiği için lafını bölmüş ve öfkeyle konuşmaya başlamıştım.
"Senin hesap sorman değil, hesap vermen gerekiyor Kim Namjoon!?" Dediğimde, telefonun ucundan gelen gülme sesi yüzünden daha çok sinirlenmiş ve ağzıma gelen her şeyi söylemeye başlamıştım.
"Üvey oğlun Jeon Jungkook'a, daha terbiyenin ne demek olduğunu bile öğretememişsin ve gelip benden hesap vermemi bekliyorsun!" diyerek, öfkeyle konuştuktan sonra, o da benim gibi konuşmaya başlamıştı.
"Oğlumu, pis işlerine karıştırma Taehyung!"
"O zaman oğluna terbiye öğret pislik herif! Bir daha onu, Kim Yoongi'nin etrafında görürsem eğer, seneler önce bana yaptığın şeylerin aynısını, oğluna yaparım bilmiş ol!"
Konuşmasına fırsat vermeden, telefonu sinirle yüzüne kapatmış ve yere attıktan sonra, ayağımın altında ezmeye başlamıştım...
O çocuk, yıllardır benim için öylesine olan bir insan değildi. Çünkü öylesine bir insan olsaydı, ona bulaşan, rahat bırakmayan, hatta üzen insanları görürsem eğer, onların canına okuyacağım diye yıllar önce kendime söz vermezdim!
Çünkü bu çocuk, benim bu hayattaki tek kırmızı çizgimdi...
Nasıl ki, insanların kırmızı çizgileri varsa eğer, o çizgiden bende de mevcuttu. Ve şimdiye kadar, ona karşı sınırlarımı zorlayan insanlar nadir de olsa karşıma çıkmıştı. Fakat çocuğu, o insanlardan uzak tutmak için, benden ne isterlerse yapmıştım.
Tabii yaptığım şeyler kesinlikle umrumda değildi. Çünkü benim yaşadığım şeyler, bu çocuğun yaşadığı şeylerin yanında bir hiç kalırdı...
Küçüktü, ve onu ne kadar çok yanıma almak istesem bile, babası olacak şerefsiz yüzünden bunu yapamamıştım. Çünkü o, kendisine ne yaparsa yapsın babasının yanından ayrılmak istemiyordu. Kendisine kızan, hakaretler eden ve bağırıp çağıran o adamı sevmiyordu ama, yanından da ayrılmak istemiyordu. Çünkü tek ailesi babasıydı.
Ve ben, bu sebepten dolayı, onu babası olacak itten ayırmamıştım. Ayıramamıştım...
Şu hayatta, her ne kadar düzgün bir insan olmasam da, hatta bazı konulardan dolayı adı çıkmış bir insan dahi olsam da, o çocuğu hayattaki zorluklara karşı güçlü olmasını istediğim için yanıma almamıştım.
Yıllar önce, içinde gördüğüm umudu, onu güçlü bir çocuk yapmıştı. Bu yüzden, yeter ki herkese karşı güçlü olsun ve kendini ezdirmesin istemiştim. Babasından gördüğü şeylere rağmen, kendi kendini yetiştirsin ve kimseye muhtaç olmadan yaşasın istemiştim.
Tıpkı benim, yıllarca yaptığım gibi...
Bu yaştan sonra, ona iyi gelir miydim bilmiyordum, fakat benim yanımda mutlu olmasını ve geleceği haricinde hiçbir şeyi düşünmemesini istiyordum. Ve benim yanımdan, hiç ayrılmasın istiyordum...
Telefonumu, ayağımın altında parçalara ayırdıktan sonra oturmuş olduğum tekli koltukta, ellerimle beraber başımı ovalıyordum. Fakat, çalan kapının sesini duyduğum için hızlı adımlarla yürümeye başlamıştım.
Dış kapıyı açar açmaz, güvenlik görevlisi, "Tanıdığım bir doktordur efendim. Kendisine güvenebilirsiniz." diyerek konuştuğu sırada, üzerindeki beyaz önlüğü ile beraber, bana bakan doktoru incelemek ile meşguldüm.
Sanırım, apar topar hastaneden çıkıp gelmişti. Yoksa önlüğüyle beraber dolaşmazdı diye düşünüyordum.
"Hastanın nesi var bayım?"
Doktor, sakin bir ses tonuyla konuştuğu için, güvenlik görevlisine bakarak, "Sağol." demiş ve doktoru içeriye davet ederek kapıyı kapatmıştım.
Doktor ardımdan gelirken, "Domatese alerjisi var ve bugün okulda yemiş." dediğimde, hayretle konuşmaya başlamıştı.
"Beni bundan dolayı mı çağırdınız?" dediği için, sinirlerime hakim olamamış ve resmen gürlemiştim.
Evet seni bunun için çağırdım ve çeneni kapatıp, işini yapman gerekiyor!...
"HASTANIN ALERJİSİ, YILLAR ÖNCE TETİKLENDİĞİ İÇİN HASTANELİK OLMUŞTU DOKTOR! İLGİLENMEYECEKSEN EĞER KAPI ORADA!"
Doktoru umursamadan, sert adımlarla çocuğun yanına gitmek üzere yukarıya doğru çıkmaya başlamıştım.
"Bay Kim?"
Olduğum yerde duraksamış ve doktora döndükten sonra, mahcup bir tavırla, "Kusura bakmayın. Öyle dememem gerekirdi." dediği için, "Peşimden gelin." diyerek, onunla beraber çocuğun yanına gitmeye başlamıştık.
Her ne kadar, sinirli olduğum için doktorun ağzını burnunu kırmak istiyor olsam da, sinirlerime hâkim olmam gerekiyordu. Çünkü diyeceği şeyler göre, 'mutlu' veya 'üzgün' olmamı sağlayacağı için, ona muhtaç bir konumdaydım...
İçeriye girdiğim zaman, çocuğu bıraktığım şekilde gördüğüm için sevinmiş, fakat kimseye belli etmemiştim.
Onun, dediğim şeyleri yapması çok hoşuma gidiyor ve bu yüzden mutlu oluyordum. Başka insanlar dediğim şeyleri yaptığı zaman, bu benim için hiçbir şey ifade etmiyordu. Çünkü beni sadece, bu çocuk mutlu ediyordu...
Çocuk bizi gördüğü zaman, küçük olan gözlerini kocaman açmış ve bana sorgulayıcı bakışlarla bakmaya başladığı sırada, doktora dönerek konuşmaya başlamıştım.
"Hasta on yedi yaşında doktor. Ona göre kontrol et." diye, emir vererek konuştuğum için, doktor başını sallamış ve çocuğun yanına gelerek, ondan sırtını açmasını istemişti.
Çocuk, doktorun dediğini yaptıktan sonra, doktor boynundaki steteskop ile çocuğun sırtını dinlemiş ve kısa bir süre sonra konuşmaya başlamıştı.
"Kuvvetli bir şekilde öksürmeni istiyorum."
Çocuk güçlü bir şekilde öksürdükten sonra, doktor, "Tamam sırtını kapatabilirsin." demiş ve yanında getirdiği çantasına doğru yönelerek konuşmaya başlamıştı.
"Bir de boğazlarına bakacağım. Ağzını kocaman aç."
Çocuk, tekrardan doktorun dediğini yapmış ve doktor, elindeki çubukla kontrol işlemini gerçekleştirdikten sonra, çocuğa doğru bakarak sorduğu soru yüzünden sinirlenmeye başlamıştım.
"Gün içerisinde istifra ettin mi?"
Çocuk bana doğru kısaca bakmış ve başını önüne eğerek salladığı için, öfkeyle konuşmaya başlamıştım.
"Rahatsızlandın ve bunu bana söylemedin mi çocuk!?" Dediğimde, doktor çantasından bir reçete kağıdı çıkarmış ve bir şeyler yazdıktan sonra, bana doğru yaklaşmaya başlamıştı.
"Alerjisi tetiklenmemiş Bay Kim. Büyük ihtimalle, çok fazla domates yememiş. Fakat istifra ettiği için, midesi hâlâ yanıyor veya bulanıyor olabilir. Yazdığım ilaçlar ona iyi gelecektir."
Elindeki reçeteyi bana verdikten sonra, sorgular bir tavırla, "Alerjik reaksiyon göstermedi yani?" dediğim için, doktor güven verircesine başını sallamış ve, "Evet, alerjik bir sorun yok Bay Kim. Sadece çok fazla yememesi gerek." dedikten sonra, rahat bir nefes vermiştim.
"Sağolun doktor bey. Buyrun..."
Doktor ile beraber odadan çıkmadan önce, çocuğa doğru kısa bir bakış atmış ve kapıyı sakince kapattıktan sonra, aşağı inmeye başlamıştık.
"Bir sorun olmadığına emin misin doktor?"
Meraklı gözlerle doktora doğru bakmış ve onun gülümseyerek konuştuğunu gördüğüm için, endişem kaybolmaya başlamıştı.
"Evet Bay Kim, bir sorun yok. Sadece, alerjisi olduğu şeylerden az bir miktar yerse eğer bir sorun olmaz." dedikten sonra, dış kapının önüne geldiğimizi fark etmiş ve tekrardan merakla konuşmaya başlamıştım.
"Okuldan geldiğinden beri yemek yemedi doktor. Midesine ne iyi gelir?"
"Baharatsız bir çorba içerse eğer midesine iyi gelir Bay Kim. Onun için, evde soda bulundurmayı ihmal etmeyin. O da midesine iyi gelir." Dediği zaman, "Tamam, teşekkür ederim doktor." demiş ve onu kapıdan geçirdikten sonra, güvenlik görevlisine bakarak konuşmaya başlamıştım.
"Adamlarından birini, bu ilaçları alması için görevlendir. Sonra da çocuk için ev yemekleri yapan bir yer bul ve baharatsız sıcak çorba ile soda alıp gel."
Güvenlik görevlisi, "Tamam efendim." diyerek, karşımda eğildikten sonra kapıyı kapatmış ve tekrar çocuğun yanına gitmek üzere yürümeye başlamıştım.
Kötü bir şeyi olmadığı için seviniyordum, fakat okulda neler yaşadığını hâlâ daha anlatmadığı için hem meraklı, hem de öfke doluydum. Ama ona karşı kötü yanlarımı gösterip kendimden soğutmak istemiyordum. Bu yüzden, başkalarına göstermediğim davranışları, sadece bu çocuğa gösteriyordum. Ve bundan çekinmediğim için, bazen kendime şaşırmadan edemiyordum...
Odanın önüne geldiğimde yavaşça kapıyı açmış ve çocuğu üzgün bir ifadeyle, ellerine bakar bir vaziyette gördüğüm için yine kendime kızmıştım.
Ona kızmak, bağırıp-çağırmak istemiyordum, fakat bazen beni çok zorladığı için, bir süre sonra patlamak zorunda kalıyordum...
İçeriye girdiğimi fark eder etmez oturuşunu dikleştirmiş ve kızgın gözlerle yüzüme bakmaya başladığı için, kendi kendime gülümsemeye başlamıştım.
Karşımda o değilde, başka bir insan olsaydı eğer, böyle bir tavır sergilediği için onu dövebilirdim. Fakat bu çocuk, tıpkı herkese olduğu gibi bana karşı da güçlü olduğunu, benden korkmadığını göstermek istiyordu ve onun bu hareketleri, benim içimi ısıtıyordu. Çünkü, güçlü olduğu ve dik durmaktan asla vazgeçmediği için, onunla gurur duyuyordum...
Karşısındaki boşluğa oturmuş ve bana bakan kızgın gözlerine, merhametle bakarak konuşmaya başlamıştım.
"Özür dilerim..."
Dediğim şeye şaşırdığını gayet belli eden güzel gözlerine baktıkça, daha çok özür dilemek, affedilmek istiyordum. Fakat, ona bir açıklama yapmam gerekiyordu...
"Soy adını değiştirmek ve kendi soy adım yapmak zorunda kaldım çocuk. Çünkü seni korumam gerekiyor..."
"Efendim, ben bu evde, sadece size hizmet eden bir insanım. Hiçbir şeyiniz değilim. Neden beni korumak zorunda olasınız ki?" Dediği sırada, aklımdaki düşünceler beynimi yemeye başladığı için, tekrar endişelenmeye başlamıştım.
"Nedenini söyleyeceğim fakat, sana güvenmem gerekiyor çocuk. Bunları kimseye söylemeyeceksin tamam mı? Yoksa buradan gitmek zorunda kalırım ve gelmek istemesen bile, seni de yanımda götürürüm."
Dediklerime karşı başını sallamış ve parlayan gözleriyle beraber bana bakarak, "Söz veriyorum efendim, kimseye bir şey söylemem." dediği için, kısa bir süre ellerime baktıktan sonra konuşmaya başlamıştım.
"Benim, iyi geçen bir çocukluğum olmadı... Küçükken, annem ve babam boşandıktan sonra, babamla yaşamak zorunda kaldım ve o şerefsiz yüzünden çok zorluk çektim. Gençlik yıllarımda ise, şirketimi kurmak için son çalışmalarımı yapıyordum ve durduk yere bir kardeşim olduğunu öğrendim. Tabii bunun bir yalan olduğunu, şirketimi kurduktan çok sonra öğrendim ve bu yalan yüzünden üzerime iftiralar atıldı. İftiralardan bir şekilde kurtuldum, fakat medya artık bir kardeşim olduğunu ve onu başka bir ülkeye gönderdiğimi zannettiği için, bu yalanı sürdürmek zorunda kaldım. Seni de, okulunda okumaya devam edebilmen ve insanlardan korumak için, bu yalanın içine sokmak durumunda kaldım çocuk. Biliyorum, bunu yapmamam gerekiyordu ama-"
Çelimsiz olan kollarıyla beraber, bana sıkıca sarılmaya başladığı için, şaşkınlıktan dolayı söyleyeceklerimi yutmak zorunda kalmıştım.
"Endişelenmeyin efendim. Tıpkı bugün olduğu gibi, her zaman kendimi koruyacağım." Demiş ve gözlerimin dolmasına yol açtığı için, bir şey söylememeyi seçmiştim.
Benim onu korumam gerekirken, hâlâ daha kendini koruyabileceğini söylüyor ve beni kendine daha çok bağlıyordu. Bazen, o iyi ki bunun farkında değil diyorum. Çünkü hiç kimse, benim gibi bir adamla beraber yaşamayı bırak, yüz yüze dâhi gelmek istemez...
Benden ayrılır ayrılmaz, "Kusura bakmayın, üzülmenizi istemediğim için sarıl-" daha fazla, onun samimi cümlelerinin altında ezilmek istemiyordum ve lafını keserek konuşmaya başlamıştım.
"Bugün neden kustun?" Dediğimde, gözlerini benden kaçırarak konuşmaya başlamıştı.
"Soy adımın değiştiğini öğrendikten sonra çok kötü oldum ve lavaboya gitmek için, öğretmenden izin aldım. Sonra da istifra ettim."
Dedikleri yüzünden yine kendime kızmıştım ve, "Bir daha rahatsızlanmaman için, elimden geleni yapacağım. Şimdi dinlen." dedikten sonra, yanından kalkmış ve odadan çıkmak için kapıya doğru yürümeye başlamıştım.
"Sizi üzdüysem eğer, özür dilerim efendim." Dediğini duyduğumda ise, odanın kapısını açmış ve ona bakmadan, "Üzmedin. Ben sadece kendime kızıyorum." dedikten sonra dışarı çıkarak, aşağı inmeye başlamıştım.
O asla beni üzmüyor, ama ben onu üzmek için elimden geleni ardıma koymaktan vazgeçmiyordum...
Neden böyle bir adamım ben? Neden her zaman bencil ve iki yüzlüyüm?... Yıllardır kendime sorduğum bu soruların cevabını bir türlü bulamıyordum.
Fakat sevgiyi hak etmeyen bir adam olduğumu, zaten yıllar önce beni terk edip giden annem ve benimle asla ilgilenmeyen babam sayesinde öğrenmiştim. Ama ben de bir insanım ve her insan gibi ben de sevilmek, sayılmak, değer görmek istiyorum.
Sadece, değer verdiğim tek insan tarafından değer görsem yeter bana. Çünkü başkasının sevgisine muhtaç bir adam değilim ben. Sadece, küçücük boyuna bakmadan, beni korumak için her şeyi yapmaya hazır durumda olan, o çocuktan değer görsem yeter. Gerçekten, ondan başka kimsenin verdiği değeri istemiyorum. Hem de hiç kimsenin...
Gerçekten, bu bölümü yazarken aşırı yoruldum. Çünkü Taehyung'un nasıl bir kafa yapısına sahip olduğunu anlatmayı çok istedim ve elimden ancak bu kadarı geldi.
Bu arada, ne kadar odun bir karakter de olsa, aslında Yoongi'ye ne kadar çok değer verdiğini fark ettiniz mi? :') (Yazarken gözüm doldu da o yüzden sizlere de sormak istedim.)
Peki Jungkook'un, Namjoon'un üvey oğlu olması hakkındaki yorumlarınız neler? (Valla çok güzel olur dedim kendi kendime, o yüzden böyle yazdım.)
İlerleyen bölümlerde daha heyecanlı bir şeyler yazmak ve sizleri şaşırtmak istiyorum. Umarım bunu başarabilirim.
Bu arada, bölümü biraz geç yayımladığım için özür dilerim. Tatildeydim ve biraz dinlenmek istedim. O yüzden, sadece Dimple ficinin bölümlerini düzenleyebildim. Ona da yakında bölüm atacağım, merak etmeyin. Hepinizi beklettiğim için, tekrardan özür dilerim. ಥ‿ಥ
Umarım dokuzuncu bölümü beğenmişsinizdir. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Diğer bölümde görüşürüz, kendinize iyi bakın. Sizi çok seviyorum. (づ ̄ ³ ̄)づ ❤️