LEVAHİR

By plavalsytuana

3.3K 2.2K 723

Hikâyede geçen kişi ve kurumların gerçekle hiçbir ilgisi olmamakla birlikte, tamamıyla hayal ürünüdür. 🕸️ "... More

≈KADER AĞLARI≈
≈I. İNTİHAR SÜSÜ≈
«I. PART İKİ»
«II. PART İKİ»
III. PLAN
III. PART İKİ
IV. KARANLIK YARDIM
IV. PART İKİ
IV. PART ÜÇ
V. PERDENİN ARKASI
V. PART İKİ
V. PART ÜÇ
VI. SIRLARIN YALANLARI
VI. PART İKİ
VI. PART ÜÇ
VI. PART DÖRT
VII. ARALIKSIZ FACİA
VII. PART İKİ
VII. PART ÜÇ
VIII. TERK VEYA TEK

≈II. TERK EDİLMİŞ ANLAR≈

226 148 46
By plavalsytuana

🖤

Hoş geldiniz. Bu bölümde okuyacağınız baştan aşağı tilt eden karakterden ben sorumlu değilim.

Bunun yanı sıra bölüm fazlasıyla mizaha vuruyor, hikayemin akışına göre en azından.

Yazım yanlışı olduysa da affola, gözümden kaçmıştır. Aceleyle atıyorum son düzenlemeyi yapamadım.

Neyse uzatmıyorum ve

Ve...

İkinci bölümle sizi baş başa bırakıyorum.

ŞARKI ÖNERİSİ:

Düşünürüm-Kalben
&
Aşk Eski Bir Yalan-Kamuran Akkor
&
Yara-Kalben

Keyifli okumalar!

🕸️

II. TERK EDİLMİŞ ANLAR

🕸️

22.11.2022:

Güneşin ışınları yalnızca parlatmazdı. Çok yakından vurduğu takdirde yüzdeki pürüzleri de ortaya çıkarırdı. Kusurlarının ortaya çıkacağından huzursuz olan bazı insanlar, kendilerini güneşten saklamak için ellerinden geleni yapardı.

Böylesine saçma olan masalda ben de güneştim. Çoğu insan, mavinin acımasız parlaklığına sahip gözlerimden kaçmak için elinden geleni yapsa da bu pek mümkün değildi. Doğru söyleyeni dokuz köyden koysalar da köylüler hala orada yerleşim yapıyordu ve gerçekler bir gün, belki de kuyuya battığında illa çıkacaktı.

Yıllarımı geçirdiğim, her türlü felaketi gördüğüm örgütten topladıklarımın başında zelzele yaratmak vardı. Temeli oluşturmak, kontrol ettikten sonra en sarsıcı alanı seçmek ve şiddeti vermek hayatımın rutin kuralı haline dönüşmüştü.

Bir zamanlar bu anlattıklarımı ben de yaşamıştım.

Damdan düşeni damdan düşen anlar, olayıydı.

"Sonra gizemli biri..." dediğinde iç çekti. "Biri demek saçma olur, kadın olduğuna emindim. Göğüslerine dokunmuştum." Kurduğu cümle karşısında tabağımdaki simidin susamlarına aval aval baktım. "Şu an sapık gibi konuşuyorsun ve beni korkutuyorsun." Diye soluduğumda kıkırdayıp, "Sapık değilim, beni kurtardığını söyleyecektim."

Arkadaşlarımın içinde okumaya devam eden sınırlı kişilerden biri de Beril'di. Hem okuyor hem de çalışıyordu. Her ne kadar maddi açıdan zorluk çekmese bile gururlu yapısından ödün vermediği için ailesine yük olmamak istemiyordu.

"Ee, sonra ne oldu? Karşımda dipçik gibi durduğuna göre sana bir şey yapmamış?" Dedim sorgular gibi. Rol yapmama rağmen kolayca inandırabiliyordum karşımdaki insanları.

Oturduğu yerde bana yaklaşarak, "Beni eve bıraktı. Penceremden dışarı baktığımda hala gitmemiş olması biraz ürküttü. Bir de sanki izlediğimi görmüş gibi pencereme baktığında tüylerim diken diken oldu." Derin bir nefes alıp verdi, içinde bir sıkıntı olmuşmuş gibiydi. Sanki bir yandan da bu sıkıntı onu rahatlatıyormuş gibi görünüyordu."

Bir katil tarafından, hayır, kadın bir katil tarafından kurtarılmak değişik olmalıydı. "Sonra bana el salladı." Yüzünü elleriyle sakladığında ise, "Böyle şeylerin sadece kitaplarda olduğunu sanıyordum, gerçekmiş!" Dedi heyecanlı heyecanlı.

Oysa ortada heyecanlanacak bir şey yoktu.

Sarhoş bir adam tarafından tacize uğramak üzere olduğu gerçeğini kendine bu şekilde unutturmaya çalışması ayrı saçmaydı. İlk önemsemesi gerekenin kendisi olması gerekirken, yanan canını, akan gözyaşlarını ve geçireceği panik atağı romantikleştiriyordu.

"Beril, bak güzelim." Dedim ve simiti tabağıma koyup eline uzandım. Elleri sıcacık, yumuşacık ve küçücüktü. "Yaşadığın olayın acısını neden bu şekilde kapatıyorsun? O kadın veya adamın, seni neden kurtardığı bariz belli değil mi? İhtiyacın vardı." Diye mırıldandım nazikçe.

Kırılmaya çok müsaitti ve ben onu kırmayı hiç istemiyordum.

Dudakları, çocuk edasıyla büzüldüğünde, başımı sağ omzuma yatırdım ve sessizleştim. "Sonuç olarak kurtardı." Küçük bir tebessüm dudaklarıma kiracı oldu.

"Neyse, onu bunu bırak da," diyerek aniden elini elimden çektiğinde gözleri başka bir yere bakıyordu. Sanki maviliklerimden kaçıyormuş gibi bir hali vardı. Belki de dramaya dönüştürdükleri yüzündendi. "Kerim Diker haberini gördün mü?" Kafamı aşağı yukarı salladım. "Koskoca savcı remen intihar etmiş..." diye devam etti şaşkınlıkla.

Evet, koskoca bir savcıyı intihar etmiş gibi göstermiştim ama başkası yüzünden bu cinayetin patlaması hiç işime gelmemişti. Planlarım ve amaçlarım doğrultusunda, tüm insanlar Kerim Diker'in cesedine tükürecek ve gerçek karakterini görecekti ama iş birkaç saatte böyle bir boyuta gelmişti ki neyi nasıl halledeceğim konusunda çok karışıktım.

Beynini açıp kontrol edebilsek keşke.

Keşke, canım. Keşke.

Dudaklarımı aralayıp verdiğim dertli nefesin ardından, "intiharla süslendiği söyleniyor. Cinayet olabilirmiş. Dedim sanki çok üzülmüşüm gibi.

Oysaki üzüldüğüm konu, bu cinayete parmak sokan kişiyi bulup onu lime lime edeceğim gerçeğiydi. Öldürdüğüm için de kalkıp halay çekebilirdim yine de.

"Nasıl ya?!" Diye bağırıp şaşkınlığını daha çok belli ettiği sırada iki kez kapıya vuruldu. Sohbetimiz de böylelikle bıçak gibi kesilmiştim.

"Ben bakarım." Deyip kapıya yönelen Beril'in arkasından baktım bir süre. Saçları kızıldır yanan bir mum ışığının rengini taşıyordu üzerinde. Gözleri, rengini belli etmeyecek türden koyu bir yeşildi, dikkatli bakılmadığı sürece kahverengi olduğu sanılıyordu. Boyu benden on santim kadar kısaydı, çelimsiz bir bedeni vardı. Hukuk fakültesinin son demlerindeydi ve adaleti, hukuki yollarla sağlamak için avukat olmak istiyordu.

Onu seviyordum ve bazen çok konuştuğu için sinir oluyordum.

"Selam!" Direk coşkuyla içeri giren bedene takılı kaldı şaşkınlıkla irileşen mavi gözlerim. Hızla ayağa kalkan vücudumu onu görmenin mutluluğunu üzerine bindirmişti anında. "Serce!" Diye çığlık atıp ona sımsıkı sarıldığımda gülüyordu. "Evet, ben!"

Dışarıda buluşacağımızı sanırken evime gelip sürpriz yapmış olması en iyi terapi yöntemlerimden biriydi. Serce'yi çok ama çok seviyorum.

Kollarını boynuma doladığında ikimiz de gülüştük.

"Hiç beklemiyordum kızım!" Dediğimde, canlandığımı iliklerime kadar hissetmeye başlamıştım.

Benden ayrılıp masaya doğru yürürken, "Hiç beklenmedik anlarda belirmesi severim." Dedi ve göz kırptı. Arkasından ben de sandalyeye oturduğumda üçlü sohbetimiz böylece başlamış oldu.

Serce de üniversiteden arkadaşımdı ve okumam konusunda epey yardımı dokunmuştu. Aynı bölümde olduğumuz için verdiği ders notları beni dönem sonuna kadar rahatça taşımış, bütçe kalmadan okul yıllarımı tamamlamamı, diplomamı kolayca almamı sağlamıştı. Üzerimdeki emeği bayağı genişti.

Arkadaşlarımın içinde en değer verdiğim kişi oydu. Kardeşim gibiydi. Ya da hayır, o benim zaten kardeşimdi.

İnsanlara kolayca bağlanabilen biri olmamama rağmen Serce bunu başarmış ve boş göğüs kafesimi kendi varlığıyla biraz da olsun doldurmuş, üşüme hissimi azaltmıştı.

Durduk yerde ona teşekkür etmemin temel sebeplerinden biri buydu.

"Ee, sen ne yapıyorsun Beril'im?" Diye soran Serce, sakin bakışlarını Beril'e çevirmişti. Anlattıklarına göre ortaokulda aynı mahallede tanışıp arkadaş olmuşlardı. "Okuyorum." Diye yanıt aldığında kocaman gülümsedi. İnci gibi parıldayan dişlerinin ortaya çıkmasını seviyordum. "Sadece ve sadece okuyorum."

"Ben de sadece ve sadece çalışıyorum." Dedi Serce yorgunlukla. "Sen de yakında sadece çalışacaksın, hazırlansan iyi edersin."

Onlar sohbet ederken, ben bitmiş bir edayla tabağımdakileri yemekle meşguldüm İki gündür gözüme gram uyku girmemişti ve beynimin zonkladığını hissediyordum. Öyle bir histi ki bu, kusmak isteme raddesine getirmişti.

Gözlerim kapanmak istiyordu ama sanki beynimin bana garezi vardı, ayakta kalmaya zorluyordu kendini.

Ne olurdu birkaç saat uyusam, sorularımın cevabını hep, hayır, uyumayacaksın, olarak veriyordu.

"Levoşum?" Sesini duyduğum yere çevirdim başımı. Gözlerimin açık olmasına rağmen ayakta uyuyordum resmen. "Efendim?"

Sakince sordu. "Kaç gündür uyumuyorsun?"

"İki." Deyip işaret ve orta parmağımı havaya kaldırmama tepki olarak alaylı bir ıslık çaldı ve sinirini belli eden cinsten burnundan derin nefesler bıraktı. "Aferin, iyi halt ediyorsun bebişim."

Tüm dişerimi göstererek gülümseyip gözlerinin içine baktım.

Ölüm döşeğinde olmayan hiçbir insanın gözleri, benimkilerle göz teması halinde kalamıyordu. Bunu bildiğim için, her defasında aynı taktiği kullanarak karşımdakilerin ruhuna kadar iniyordum ve bunu sadece gözlerine bakarak yapıyor, onları huzursuz ediyordum. En çok duyduğum sözlerden biri, "Bakışların çok kasvetli," oluyordu.

Serce de o insanlardan biriydi. Gözlerini, maviliklerimden ayırıp tabağındaki peynir dilimini kestiğinde dudaklarını aralamıştı. "O gözlerle bakma diye kaç kez söyleyeceğim sana?"

Alay eder gibi güldüm. "Hangi gözler ya? Normal bakışım bu."

"Öldürecekmiş gibi bakmak normal mi?" Diye sordu tiksinmiş gibi.

Gözlerimde kaç ceset sakladığımı bilmediği halde tiksinmesi normaldi. Bilse daha çok tiksinir, benden bile nefret ederdi. Ama sorun değildi, bilmeyecekti; hiçbir zaman öğrenemeyecekti.

Katil kimliğimden sadece benim haberim olarak ölüp gidecektim günün birinde. Kimse, şehirde bir katilin nefes aldığını bilmeyecekti, bir katille aynı oksijeni yakından soluduklarını asla ama asla öğrenemeyeceklerdi.

İnsanları, ecelleri gelmiş de ölmüşler gibi süsleyen bir katil olarak ölecektim.

"Hiç öyle bakmıyorum. Yorgun olduğum için sana öyle geliyordur." Dedim ve trip atarcasına kollarımı göğsümde birleştirerek omuz silktim.

Olayları dramatize etmek benden sorulurdu ellam.

Her ne kadar karamsar gibi görünsem de aslında bu içsel bir hesaplaşmaydı ve normal yaşamımda hislerim harici her şeyi çok seviyordum. Nefes almayı, yaşamayı ve insanları bile.

"Ya, Beril baksana küstü bu kas yığını yaratık." Dedi Serce sanki çok alınmış gibi yaparak. Ve bir anda ikisi de kıkırdayıp bana sarıldıklarında ben de onlara karşılık verdim.

Gündelik hayatım çok sakin ve normaldi. Herkes gibi rahatça nefes alabiliyor, karanlık yerine aydınlığı tercih ediyor, eğlenmeyi biliyor, gülebiliyor ve hatta duygularımı bile yaşayabiliyordum.

Bir tek o zamanlar... İşte o zamanlarda zihnimin en karanlık köşesi uyanıp tanınmayan bir hale getiriyordu benliğimi.

Ben, benliğini kaybetmiş biriydim.

"Nazik yaratığım." Dediler aynı anda, üçümüz de büyük bir kahkaha patlattık. Yanımda ikisi de o kadar ufak kalıyordu ki alıp göğsümde bastıra bastıra dünyadaki kötülüklerden saklamak istiyordum. Küçük kız kardeşlerime sarılıyormuş gibi hissediyordum.

Bu hissi hiç tatmamama rağmen bunu hissedebilmek pek tabii ilginçti. Hiçbir zaman kız veya erkek kardeşin varlığını tatmamıştım. Haliyle de bu anlamlandıramadığım duygunun pek farkında değildim ama hissediyordum işte. Kalbimde bir yerlerde, göğüs kafesime açılan o koca boşlukta hissediyordum.

Birbirimizden ayrıldığımızda muhabbet ede ede sofrayı topladık, ortalığı temizledik ve uzun uzun sohbet ettik.

Birkaç gündür, işlerimin yoğunluğundan ve yaptığım karanlık beyhudeliklerden dolayı iletişimime ara vermek zorunda kaldığım arkadaşlarımın eksilen varlığı içimi burkuyordu lakin onlarla tekrar bir arada olmak, keyfimi epey yerine getiriyordu doğrusu.

Saat on bir civarıyken, "Okul beni bekler hanımlar." Diyerek aramızdan ayrılmıştı Beril.

"Çok özlemişim Beril'i ya," diye mırıldandı Serce, kendini L koltuğa bırakmadan hemen önce. "Ben de bu ortamı özlemişim." Karşılığından sonra koltuğun ucuna oturdum.

"Beril var diye pek konuşamadık. Klinikte durumlar nasıl?"sorduğu soru karşısında sıkıntıyla nefes alıp verdim ve birkaç saniye düşündüm.

Karışık ve yorucuydu. Tek başıma orada olmak istemsizce depresifleştiriyordu.

Bir cevap vermeyince göz kırparak sorusunu yenilemeye çalıştığını belli etti. "Yanımda bir asistan ya da başka bir psikolog olsa çok iyi olurdu. Hem sıkılıyorum hem de yoruluyorum." Dedim bunalmış bir tavırla.

Dişlerini sıkıp gözlerini tavana kaldırdıktan sonra ofladı. "Ağabeyimden onay alsam senin yanına geleceğim de, o belgeyi bana bir türlü vermiyor. Sana güvenmesi için ilk önce tanıması gerekiyormuş." Ne tepki vereceğimi bilemediğim için suratını incelemeyi sürdürdüm. O da bana, bunu söylediğine pişman olmuş gibi bakmıştı.

"Senin ağabeyin insan sarrafı mı? Niye her bokuna karışıyor? Uyuz." Dedim bir anda.

"Unut gitsin, halledece..." söz kesmeyi sevmezdim ama o anlık gerginlikle sözünü kestim. "Eğer ikna olacaksa ağabeyinle tanışırım, sorun değil. Belgeleri vermeyecek kadar gıcık olması işlemez. Yakın bir zamanda, araştırdığım kadarıyla müzede balo var ve semtte yaşayan çoğu iş sahibine davet gönderildi bile. Size de geldiğini biliyorum. İlla ağabeyinle karşılaşacağız orada." Diye pozitif bir öneride bulundum. Gözleri, yorumum karşısında adeta ışıldadı. "Kızım sen var ya zeka küpüsün!" Ellerini birbirine çarptı.

"Öyleyimdir," deyip şımarıkça elimi sarı saçlarıma attım. Birlikte gülüştükten sonra aklıma gelenlerle, gülüşüm anında dondu. "Bir dakika... Balo üç gün sonra ve benim o gün nişanım var." Sesim çatlamıştı.

Bugün günlerden perşembeydi ve benim pazar günü nişanım vardı. Aynı zamanda balo...

"Nişanı bıraksan olmaz mı?" Diye bir soru yönelttiğinde, ona, sen ciddi olamazsın, dercesine baktım. "Komşu kızının değil, benim nişanım bu Serce! Nasıl bırakayım." Diye çemkirdim yüzüne, çatık kaşlarımla bakarken.

Yüzünü buruşturup, "O zaman biz de bıraktırmanın bir yolunu buluruz." Dedi ve elini çenesine yaslayıp düşündü. Aksi tavrımı görmezden gelmesi iyi olmuştu. Zira onun da bana yükselmesini istemezdim.

Boğazından, düşündüğünü belli eden mırıltılar çıkardığında istemsizce kıkırdadım ama bir şey demedim.

"Buldum!" Diye bağırarak uzandığı yerden kalktığına gibi yanıma doğru sürükledi kendini.

Dizlerinin üzerinde bana doğru kedi misali gelirken, "Ne yapacağımızı buldum!" Diye çığırdı tekrar.

Elimi alnıma vurup bıkkınlık mırıldandım: "Ne bulduğunu söylesen de plana döksek?"

Ellerini birbirine vurup gözlerimin içine bakarak, "Bak şimdi, iyi dinle." Dedi. "Dinliyorum Serce." Tek kaşımı kaldırdım ve kollarımı göğsümde birleştirdim.

Hala kedi gibi dururken, "Biliyorsun ki ağabeyim baş komiser. Sahte ihbar sayesinde mekanı boşalttırabiliriz. Mirza'nın uyuşturucusu geçmişi vardı, değil mi?" Diye tane tane konuştu. Bu sırada, verdiği fikir kafama yatmamış olsa da kulaklarımı iyice açarak dinliyordum.

"İyi de şu an Mirza temiz. Üstelik sahte ihbar vererek neden polisleri oyalayalım ki? Belki gerçekten yardıma ihtiyacı olanlara büyük haksızlık olur." Dedim, aklımdaki şüpheleri bir bir yönelterek

"Doğru..." dedi onaylayarak. Aynı anda kafa salladık. "Ama bir çaresini bulacağım ve o baloya hayli hayli geleceksin, Levoşum." Yumruk yapıp bana uzattığı eline baktım birkaç saniye ve aniden bana çok yakın olduğunu yeni fark ettiğim yüzünü elimle ittirdim.

"Cıvıtma yavrum, cıvıtma." Dediğimde alnını ovalıyordu. "Of Levahir!"

Elimi geri alıp birbirine kenetlediğimde durgun bir şekilde, "Mirza'yı atlatmak kolay ama ilk başka annesinin, sonra da misafirlerin papazı olmak istemiyorum.." Dedim.

Hemen cıyakladı tabii: "Halledeceğiiz!"

Halletmek istesem her türlü hallederdim zaten, ona şüphe yoktu. Ben sadece insanlara ayıp olmasını istemiyordum, o kadar.

En büyük ayıbı kendine yaparsan ne olacak Le, diye mırıldandı turuncu saçlı şeytanım o an. Nişanlanarak namını batıracağını daha kaç kez söylemem gerekiyor?

Sen sus turuncu.

İki kez kapıya vurulduğunda Serce ile aynı anda, "Kapınızı sikeyim." Diye homurdandık ve ayağa kalktık. Kapıya doğru giderken, Serce kulağıma eğildi ve çok önemli bir şey söylüyormuş gibi fısıldadı. "Mirza gelmesiyse ben de Serce değilim."

Mirza'nın gelmesi istediğim son şey bile değildi. Yüzüne tahammül edeceğimi sanmıyordum.

İçimden, umarım gelmemiştir, diye sayıklarken kapıyı açmıştım.

Karşımda gördüğüm bedeniyle yüzüm hafifçe buruştu, gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Serce, ben haklıyım, der gibi kıkırdadığında, "Senin şom ağzına pişmaniye tarlası ekeyim Serce." diye homurdandım ona doğru.

"Ne haber güzelim?" Diye hiç istifini bozmadan konuştuğunda yanağımdan bir makas almaya çalıştı ama bileğini yakalayıp elini ittirdim. "Temas sevmediğimi söylemiştim."

"Niye, sen hint kumaşı mısın?" Diye bıyık altından konuştuğunda olduğum yerde donakalmıştım. Sol gözümün nefretle seğirmesi karşısında, "Ni hibir gizilim." Dedim öğürür gibi. "Geri zekalı." Kapıyı sertçe çarptım.

Bu sırada Mirza rahatça koltuğa oturmuştu bile. "İti fazla andık galiba." Diyen Serce'ye, sen hiç konuşma, dercesine bakıp salona geçtiğimde Mirza'nın yayılan bedenine üstten üstten bakıp yanına gittiğim gibi kafasını iki yana salladı hafifçe. "Bir sorun mu var?é

Evet, büyük bir sorun vardı. O ayaklarını bir an önce koltuğumdan çekmezse kafasının yerine ayaklarını sabitleyecektim.

"Ne bu sığırlık?" Dedim sertçe. Ne olduğunu anlayamadığını belli eden surat ifadesiyle bana bakmayı sürdürdüğünde hafifçe eğildim ve uzattığı bacaklarını tek elimle ittirdim. Gözlerini belirterek bakması ve uzandığı yerden kalkıp diken üstündeymiş gibi oturması bir oldu. "Müstakbel nişanlım, eşim, hayatımın anlamı değil misin sen?" Eli saçlarıma uzandığında ittirdim.

Her kim olursa olsun, saçlarıma dokunulmasından nefret ederdim. Bunu bildiği halde ısrarla saçıma dokunmaya çalışanlara ise kin beslerdim.

Yanımızda Serce'nin olmasını önemsemeden dişlerimi birbirine bastırdım. "Saydıklarının hiçbiri değilim. İnsanların önünde takındığın salak saçma rolleri bırak. Zorunluluklardan ve anlaşma yapıldığından dolayı nişanlanmamız gerekiyordu, hepsi bu. Plana uy ve kurallara göre ilerle yoksa seni ciddi anlamda ezerim." Dedim kısık sesle, yüzüne doğru kademe kademe eğilirken.

"Kediciğin pençeleri çıkmış yine..." diye mırıldandığı an, yüzüne daha yakından baktım ve mavi gözlerini, midem bulanıyormuş gibi inceledim. "Bana, kedicik, diyen ağzını kopartmamı istemiyorsundur, değil mi? O yüzden çeneni kapalı tut," diye fısıldadım onun duyabileceği bir sesle. Ardından uzun ve protez tırnaklarımı yüzüne doğru çıkardım. "Yoksa bu pençelerle yüzünü sökeceğim." Dedim.

Yapardım. O bunu her ne kadar ciddiye almasa da yapar, ne kadar ciddi olduğumu gösterirdim. Günün birinde, bam telime dokunacağından adım kadar emindim ve söylediklerimi o zaman yapacaktım. Yüzünü, tırnaklarımla ayıracaktım.

Ona olan nefretim gözlerimde bile en belirgin haliyle görülüyordu.

Sustu.

Mirza'ya karşı sevgim benim yüzümden değil, onun piçlikleri yüzünden ölmüştü. Başıma getirdiği ihanet, içimdeki merhametin yanan ateşini söndürmüştü. Suçlu oydu, bu kez ben değil.

İhanetin affı olmazdı.

Omzumun üzerinden Serce'ye bakıp sahte bir gülümseme takındım ve tekrar Mirza'ya dönerek, "Yeni yaptırdım, nasıl?" Diye sordum.

Kafasını ürkekçe aşağı yukarı salladı. "Çok güzel. Çok güzel olmuş aşkım." Kekeleyerek konuşmuştu. Güldüm.

"Ya, teşekkür ederim." Deyip boynuna sarıldığımda yüzümdeki gülümseme soldu ve duvarda asılı olan Vincent Van Gogh'un eseri olan The Starry Night isimli tabloya baktım. Bu tablo bana güç veriyordu. İçinde barındırdığı yüz, içimdeki duyguların değişimi gibi görünüyordu. Ruhumu yansıtıyordu.

"Neler yapacağımın farkında bile değilsin, Mirza." Diye tehlikeyle fısıldadığımda eli bel kavisimde yer buldu. "Ve o elini çekmezsen senin adına üzüleceğim." Diye devam ettim aynı sertlikle.

"Ne yapacaksın ki? Beni mi öldüreceksin?" Sesi cızırtılıydı. Korktuğunu fazla belli ediyordu. Uzaklaşmak istediğini anlayabiliyordum.

Sırıttım alayla. "Tam üzerine bastın, ayağını çek. Mayın tarlasında duruyorsun." Elini çekti.

"Romantizm içeren ilişkinizi izlemek zorunda kaldığım için gözlerimden özür diliyorum! Ayrılın ulan!" Serce'nin yüksek sesine bin kez şükredip Mirza'dan uzaklaştım ve safça gülerek Serce'ye döndüm ardından ona kollarımı açtım. "Gel buraya yavrum." Anında kollarımın arasına girdiğinde sımsıkı sarıldık fakat Victor'un ani havlama sesini duyduğumuzda gülerek ona baktık ve Mirza'nın paçasını ısıran ağzıyla karşılaştık.

Serce kahkahalara boğulurken, dudaklarımı birbirine bastırıyor ve kaşlarımı çatmaya çalışıyordum ama pek başarılı olamamış, bıyık altından gülmüştüm. "Victor!" Diye bağırdım ama beni takmadı bile.

Çünkü bağırmadın Levahir, Mirza'nın parçalanmasını istediğini biliyoruz.

Yine de köpeğimin katil olması hoş değildi.

Beril geldiği zaman onu odasına kapatmıştım ve dışarı çıkmayacağıyla ilgili Victor sözü almıştım. Gerçi o sözünü tutmuştu, evde erkek sesi olmadığı sürece odasından çıkmamıştı.

Victor, Mirza'nın üzerine çıktığında erkek kılıklı müstakbel nişanlım çığlığı basmıştı. "Alın şunu üzerimden."

Tam olarak şimdi ayvayı yemişti çünkü Victor, şu, diye hitap edilmesinden nefret ederdi. Hırsla ve sinirle Mirza'nın kulağını ısırdığında, kopacak olmasından korkarak söylene söylene onlara doğru atıldım. "Senin gibi bir korkakla nişanlanarak cesaretimi çizdiriyorum gerçekten." Victor'u kucakladım ve sımsıkı sarıldım. Mirza ise hala bağırmakla meşguldü.

"Sen aptal mısın? Canına mı susadın? Oğluma nasıl olur da, şu, dersin? Öldürür seni." Victor onaylar gibi hırlayarak tekrar Mirza'nın üzerine atılmaya çalıştı ama ciddileşerek onu daha sıkı tuttum. "Oğlum!"

Mirza'yla nişanlanmaktan vazgeçmek için bir sürü sebebim birikmişti. Birincisi kesinlikle korkak olmasıydı. Ana kuzusuydu. Üstelik tipim değildi. Bir de geri zekalıydı, sayılır mıydı?

Hala kulağını tutarken, "Dört yıldır bu it beni sevmiyor! Her gördüğünde ısırmak istiyor! Dışarı atsana bu vahşi yaratığı!" Diye bağırdı sinirle.

Köpeğim onu kuvvetle ısırmışken kendinden bu kadar emin konuşması tam bir aptal cesaretiydi.

Üstelik oğlum hakkında ileri geri konuşması, onu öldürebilmem için ayrı bir sebep daha vermişti bana. Gözlerimden ateş çıkıyormuş gibi hissediyordum.

Dişlerimi birbirine bastırıp Serce'ye baktığımda o da gülmeyi kesmiş, bana ve kucağımda hırçınlaşan Victor'a bakıyordu.

"Oğlum," diye fısıldadım kulağına. "Sana it dediğini sadece benim duymadığımı göster ona." Kucağımdan indirdiğim gibi direkt olarak Mirza'nın üzerine atıldığında, erkek kılıklı beyefendinin oturduğu yerden kalkıp kapıya koşması bir olmuştu. "Galiba sıçtı." Diyen Serce'ye bakıp, "Mirza'yı yesin de görsün ebesinin şeyini." Dedim omuz silkerek.

"Çok fenasın." Deyip güldüğünde elini omzuma attı. Mirza gerçekten umurumda bile değildi ama oğlum çok vahşi olduğu için sinir haliyle hasar vereceği tek kişi Mirza olmayabilirdi. Onu durdurmaya çalışan diğer insanlara da zarar verirdi.

O an dışarıdan kuvvetli bir havlama sesi geldi. "Hassiktir." Dedik Serce ile aynı anda ve kapıya doğru baktık. "Sanırım avı haline getirdiği tek kişi Mirza olmayacak." Dedi.

Ellerimi yüzüme attım ve dişlerimin arasından, "Onu yem ederdim de diğer insanlara dua etsin." Dedim ve dışarı çıkıp peşlerinden koştum. Kapıyı bile kapatamamıştım. Bir yandan içimden, umarım Serce odama girmez, diye sayıklıyordum.

Yoldan geçen birkaç insan, bunlar deli mi, der gibi bir anlığına bize bakıyor, köpeğimden korkarak uzaklaşıyor ve yollarına devam ediyordu. Ancak onlar ve düşünceleri umurumda değildi, canlarını ve Victor'un yapabilecekleriydi!

"Victor!" Diye bağırıp daha hızlı koştum. Mirza'nın haykırışları kulağıma dolduğunda ise, "Siktir!" Diye çığırıp mümkünmüş gibi daha çok hızlandım. "Victor şaka yaptım oğlum! Gel buraya! Sakın bir yerleri parçalama!"

Elbette sözümü dinleyecekti, bundan emindim ama içimde yine de bir şüphe vardı. Acaba yapar mı, şüphesi.

Güvendiği tek kişi bendim. Ne dersem diyeyim sorgusuz sualsiz yerine getirirdi. Dünyanın en masum insanını karşısında koyup, "Parçala oğlum," emrini versem bir saniye bile düşünmez, komutumu yerine getirirdi. Eğer Mirza'ya saldırmasını istemeseydim dişlerini gösterip oturur, korkuturdu ama bu emri ben vermiştim!

Sikeyim!

"Lan bıraksana beni it!" Sesini duyduğumda adımlarım durdu. Düşündüm. Sonuçları düşündüm.

Saman alevi gibi parladığımı sonradan fark etmiştim.

Verdiğim komut Mirza'ya saldırması içindi, dışarıdakilere saldırması üzerine değil.

"Umarım götünü parçalar da görürsün iti!" Anlık hırsla bağırmıştım.

Aman canım, en fazla kemiklerine kadar yerdi, başka da bir şey yapmazdı zaten.

Derin nefesler alıp alnıma yapışan saçlarımı çektim ve kaldırıma oturdum. Yüzüme vuran güneş ışığı karardığında ise gözlerimi kaldırıp kimin böylesine gölge yaptığında baktım. "Köpeğiniz de sizin gibi hırçın." Sesi karşısında baştan sona kadar ürpermiştim.

"Siz?" Diye istemeden sorduğum soruyu dilimin altına almam için çok geçti. Yüz siması çok tanıdık gelen bir adam duruyordu karşımda.

"Siz mi?" Yeşil gözleri, maviliklerime kenetlenmişti.

Onayladım. "Siz."

"Biz?" Kumral kaşları havalandığında dalga geçer gibi güldüm. "Sizi bir yerden tanıyor gibiyim. Yüzünüz çok tanıdık."

Göz kontağını kesmeden konuştu. "Sizin de gözleriniz çok tanıdık."

Benim de kaşlarım tıpkı onun gibi havalandığında, "Nasıl yani?" Diye sordum yine istemeden.

"Boş verin. Köpeğiniz erkek arkadaşınızı hararetle kovalıyordu. Gitmeyecek misiniz? Sinirli gibi görünüyordu." Alayla konuştuğunda başı sola doğru döndü. "Gitmenize gerek kalmadı. Ağzında kalpli bir bez parçasıyla geliyor." Söylediği şeyle benim de başım o tarafa döndü aceleyle. Victor'un ağzında gerçekten kırmızı kalpli bir bez parçası vardı ve adeta mutluluktan sekiyordu.

Dudaklarımı ağzımın içine alıp adama yandan bir bakış attıktan sonra utançla, "Oğlum ne yaptın sen?" Diye sordum Victor!a doğru. Gözlerini kısıp yere oturduğunda başını sağa doğru yatırmış, bir şey yapmadım ki, dercesine bakmıştı.

Ona doğru uzanıp ağzındaki bez parçasını aldığımda, Boxer olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Utancımı gizlemek için sesli bir kahkaha atıp elimi köpeğimin başına koydum ve kahkahalarımın arasından, "Gerçekten götünü ısırmışsın Victor!" Dedim.

O da havlayarak kıkırdadı.

İki gün uyumamama rağmen enerjim yerine gelmişti. Çok trajik bir gündü.

"Aa, ağabey." Serce'nin sesini duymamla başım diğer tarafa döndü. Aramızda garip bir sohbet dönen adama doğru yürüyordu.

Karşımdaki adam ise ona seslenildiğini duymamış gibi kalın kollarını göğsünde kavuşturmuş, gülüş barındıran dudaklarıma bakıyordu.

Gülüşüm yüzümde donduğunda, gözlerim Serce'ye kaydı. Ağabeyine sımsıkı sarılmıştı. "Sen, buraya hangi rüzgar attı? İşlerin erken mi bitti yoksa?"

Ağabeyi, kolunun tekini kardeşinin beline sardığında bir anlığına ona dönüp, "Kaçamak yaptım." Dedi tane tane. Ardından yine bana baktı ve gözleri maviliklerime odaklandı. "Hangi rüzgar attı bilmiyorum. Lodos olabilir." Dedi gözlerimin en içine baka baka. Boğazımı temizledim.

Serce gülümseyip, "Tabii tabii, lodos hep atar zaten." Dedikten sonra ağabeyinden ayrıldı ve eliyle beni işaret etti. "Üniversitede aynı bölümde okuduğum ve sana sürekli anlattığım arkadaşım Levahir." Bu kez elini yumuşak bir hareketle ağabeyinin göğsüne koydu. "Levoşum, sana sürekli anlattığım ağabeyim Erce."

Samimiyetsizce gülümseyip Victor'un boynudaki tasmayı tutup onunla beraber ayağa kalktım ve ikisinin yanına doğru ilerledikten sonra Erce'ye elimi uzattım. "Levahir, memnun oldum." Birka. Saniye elime çattığı kaşlarıyla baktı ve başını sağ omzuna doğru yatırdı. "Erce Zırh," Elimden iki kat büyük olan kemikli elini birbirine kavuşturdu. "Tanışmamız pek iç açıcı değildi ama ben de memnun oldum, hanımefendi." Kelimeler, dudaklarının arasından tutkuyla ve tane tane dökülüyordu. Ne çok yavaş ne de çok hızlıydı. Diksiyonu fazla kuvvetliydi.

Eli, elimden ayrıldığında bir soğukluk hissetmiştim. Benden bir parça daha alınmış gibi üşümüştüm.

Gözleri köpeğime kaydığında donuk bakışları aydınlandı ve köpeğime yaklaştı.

Kendime gelmeliydim.

"Ne haber bakalım yakışıklı?" Diyerek tek dizinin üzerine çöktü ve Victor'un başını okşadı. Buz gözlü çocuğumun saldırmasını veya hırlamasını bekliyordum ama düşündüğümün aksine patisini kaldırıp dizine koymuş ve sessiz sessiz havlamıştı. "Şerefsiz oğlan." Yakınlıklarına gözlerimi devirdim.

Omzumda hissettiğim el, gözlerimi o tarafa kaldırmamı sağlamıştı. Serce kafasını eğmiş, ağabeyine ve köpeğime gülümseyerek bakıyordu. "Baksana, ne kadar iyi anlaştılar." Kaşlarıyla, baktığı yeri işaret ettiğinde Erce isimli herife yandan bir bakış attım. "Aynı türden oldukları için anlaşmışlardır." Diye fısıldadım sadece Serce'nin duyabileceği şekilde.

Serce, söylediğime yarım ağız gülerken karşımdaki herif de burnundan güler gibi bir nefes bırakmıştı. "Ayıp ediyorsunuz." Yeşil gözleri, gözlerime yavaşça tırmandığında yutkundum. "Anlamadım? Ruh sağlığınız mı bozuk?" Diye sordum kaşlarımı çatarak. Biz kez daha dalga geçer gibi güldü ve işaret parmağını bana doğru uzattı. "Psikolog olduğunuzu hatırlıyorum." Kafamı yavaşça sallarken gözlerim parmağına kaydı. "O halde kesinlikle uğrayacağım. Tuttum sizi." O parmağı kırıp götüne sokmayı geçiriyordum aklımdan. Acaba bunu öğrense de gelir miydi?

"Uğramayın lütfen." Köpeğime doğru eğildiğimde omzumdaki el de düşmüş oldu. Şu an tam olarak karşımda duran ve gözlerini yakından görme fırsatı yakaladığım adamı mavilerimle yiyordum. Gözleri koyu yeşildi, göz harelerinde sarılıklar barındırıyordu. "Ve tutmanıza da gerek yok, beyefendi." Gözleri, dudaklarıma kaydığında sağ elimi görüş hizasına çıkararak yüzük parmağımdaki tek taşı gösterdim. "Ben mal değilim, kafaya göre tutulmuyorum."

İrisleri belirginleşti. "Evlenmek için erken yaşı seçmişsiniz."

Eğildiğim yerden sakince kalktım. "Yirmi dört yaşındayım. Evleneceğim yaşa karar verecek değilsiniz ya?"

Üzerindeli siyah eşofmanı temizleyip o da kalktığında bana üstten bir bakış attı. Alnımın, göğsüne anca denk geldiğini yeni fark etmiştim. "Büyük tavsiyesi." Göz kırptı. Karşılığı yüzümü buruşturup Serce'ye dönmem olmuştu. Sadece dudaklarımı oynatarak konuştum: "Bu sığıra nasıl katlanıyorsun?"

"Kız kardeşim dudak okumayı benden öğrendi." Hakkında konuştuğum adamdan çıkan sinir bozucu ses, germeye başlamıştı iyice. "Dikkat ederseniz sizinle konuşmuyorum." Ona bakmadan, dişlerimin arasından konuştum.

Ardından Serce'den cevap beklediğimi belli ederek göz kırptım. O ise bırak cevap vermeyi, olduğu yerde taş kesmişti. Benim yerime utanmış olabilirdi. Zira ağabeyine dönen bakışları buna işaretti.

"Ağabeyini neden sığır olarak tanıtıyorsun güzelim? Kırıldım." Sesi fazla yakından gelmişti. Victor havlamaya başlayıp elinde tuttuğum tasmanın kontrolünü bozmaya çalışınca iki adım öne atıp, enseme kadar yaklaşan adamdan uzaklaştım.

Ensemde nefesini hissetmek buz gibi yapmıştı. Tek bir göz hareketiyle bile ürperten garip bir adamdı. İster istemez zıtlığına çekilmiştim.

Kendine gel. Elinde yüzük var.

"Levahir!" Adımı bağıran kişiye bakmak için sokağın başına çevirdim kafamı.

"Senden de bir türlü kurtulamadım."

Mirza, götünü tutarak bana doğru gelmekteydi ve sağ bacağı yüzünden de topallıyordu. Gülme isteğimi engellemek adına dudaklarımı birbirine bastırdım.

Serce'nin içinde tutamadığı kahkahası taşında ben de kıkırdadım. "Ama ben seni uyarmıştım. Oğluma yabaniymiş gibi davranmamalıydın." Epey keyifliydim doğrusu. Yüzüme yüzüme cıyaklasa da umurumda olmazdı şu an.

"Ben nereden bileyim ısıracağını ulan!" Mirza'nın isyankâr sesi sokakta yankılandığında birkaç kişi ona döndü ve ayıplar gibi yırtılan pantolonuna baktı.

Bana gitgide yaklaşan bedenine karşı içimde başka bir boyutta nefret oluştuğunda bir anda Victor'un tasmasını bırakmış gibi yaptım. Mirza öyle bir arkasına dönüp koşmuştu ki dillere destandı.

Serce yarıla yarıla gülüyordu, sağımdaki adama bakmak içimden gelmiyordu ama yandan görebildiğim kadarıyla bıyık altından güldüğünü anlamıştım. "Korkak enişte!" Diye bağırdı Serce, kahkahalarının arasından.

Ben de onunla beraber güldüğümde, Mirza'nın soluk soluğa en uzak kaldırıma oturmuş, nefes almaya çalıştığını görmüştüm.

"Cidden bu..." Sağımdan, yakınımdan gelen sıcak nefesle o tarafa döndüm. Erce'nin burnumun ucunda durmasını beklemiyordum. "Cidden bu korkakla mı evleneceksiniz?" Yüzümü sakince geriye çektim. "Sizi ne kadar ilgilendiriyor ki?"

Kaşlarını çattı. "Ne kadar abes..."

Dudağımı tiksinir gibi büküp arkama döndüğüm gibi köpeğimle beraber Mirza'nın yanına ilerledim.

Bu sırada Serce, "Kız nereye?" Diye sormuştu. Cevabımı ise ağabeyine bakarak vermiştim. "Korkak bir adamın yanına."

Önüme dönmeden önce gördüğüm şey Erce'nin, imamı anlayıp elini yüzüne götürerek gülmesiydi.

"Mirza, nereye kaçtıysan o delikten çık yoksa Victor'a götünü koklatıp seni bulurum." Adımlarımı, pembe ve kedili terliklerime rağmen sertçe atarken bu sertliği bozan sokak ağzı cümlelerime gülesim geliyordu.

"Buradayım." Ürkek sesini duyduğumda arkama döndüm.

Victor yine havlamaya başlamıştı.

Eğlencesi kaçıyordu artık. "Tamam Victor, abartma." Gözlerimin içine hüzünle baktı ve oturdu.

Tekrar Mirza'ya döndüğümde tek elini göğsünün üzerine koymuş, derin derin nefes alıyordu. "Onca maceraya gerek var mıydı? Şu cümleyi kurmak zor muydu?" Derin nefeslerinin arasından kesik kesik konuşması ayrı komikti.

"Canım sıkılıyordu, macerayı yarattım." Elimde tuttuğum tasmayı ukalaca havaya kaldırdım. "Çocuğumun hoşuna gitmeyen sözler söylediğin için karşılığını aldın."

Karşımda duran geri kafalıyla tip olarak acayip benziyorduk. Onun da gözleri keskin ve maviydi. Saçlarında altın taşıyormuş gibiydi. Üstelik boylarımızın arasında da pek mesafe yoktu. O bir metre seksen iki santimken, ben boy standartlarında, bir metre yetmiş dokuz santimdim.

Yine de tipim değildi.

Onu seçen aklımı...

Aramızda ölüm sessizliği oluştuğunda köpeğime kısa bir bakış attı, eli tasmaya uzandı fakat Victor'un sadece ayağa kalkmasıyla ürkerek bir adım geri gitti. "Bu köpek beni hiç sevmiyor." Dedi eliyle oğlumu gösterirken. Ona baygın bir bakış attım.

"Victor. Oğlumun bir adı var." Dedim ve kollarımı göğsümde topladım. "Ona ismiyle hitap edersen sevmeyi düşünebilir."

"O adam Victor'u rahat rahat severken sıkıntı yoktu ama!" Çatmaya yer aradığını fark ettiğimde gözlerim irileşti. "Victor sadece beni sevmiyor. Elin piçini bile sever." Kaşlarım da çatılmıştı şimdi. Neden sinirlenmiştim anlamamıştım ama bir anda kendimi Mirza'nın dibine girip ona üstten bakarken bulmuştum. "Bana bak aşağılık herif, yıllar önceki defterleri açarsam kimin piç olduğunu öğrenirsin. Hangi hakla ona piç demeye cüret ediyorsun sen?" İşaret parmağımı omzuna koydum ve ittirdim. "Demek ki Victor da gerçek piçi tanıyor ki seni sevmiyor. Siktir git buradan."

"Bana o adamı mı savunuyorsun?!" Diye bağırdığında onu susturmak adına, "Bağırma." Demiştim ama bunun yerine sesini daha çok yükseltip insanların önünde haykırmaya başlamıştı. "Üç gün sonra nişanlanacağın adama elin piçini savunacak kadar fahi..." Sol elim havaya kalktı, sert tokatımın sesi sokakta çınladı. Eğer o cümleyi tamamlasaydı bir tokatla kalmaz, felç bırakırdım onu. "Bana bak şerefsizden çıkma çocuk! Öldürürüm ulan seni!" Victor'un tasmasını bırakıp her şeyi yok sayarak Mirza'nın yakalarına yapıştım ve onu sarstım. "Ne dediğini bilmeyen gevşek bir annenin rahminden çıkan toptan farkın yok. Çıktığın rahime tekmeleyerek geri sokarım seni!" Gözlerim kararıyordu, görüş açımda Mirza'nın pislik yüzü dışında hiçbir şey yoktu.

Ellerini, bileklerime koyup geri çekilmeyi denese de başarısız olmuştu. Burnumdan soluyordum ve onu sımsıkı tutuyordum.

Elim bir kez daha, bu kez yumruk atmak için havalandığında elmacık kemiğinin kırılma sesi kulaklarıma ulaşmadı. Bunun yerine kalkan elimin bileğinde başka bir ağırlık hissettim ve burnumdan soluyarak omzumun üzerinden baktım.

Erce, hiç de hoş olmayan şekilde Mirza'ya kilitlenmişti ve bileğimi de havada yakalamıştı. "Siz hiç zahmet etmeyin," Tuttuğu bileğim sayesinde beni geriye çekip Mirza'yı tek eliyle yakasından kavradı ve ayaklarını ciddi anlamda yerden kesti. "Neden yeni tanıştığım kadına ilk izlenim olarak kötü görünmemi sağlıyorsun ki?" Diye öfkeyle soluduğunda, Mirza yardım isteyip adımı haykırsa da kılımı bile kıpırdatmadım.

Şokta olmalıydım ya da hayal görüyordum.

Zira Erce'nin yumruk olan elinin havaya kalkması ve Mirza'nın suratına yaklaşması gerçek olamazdı.

Bir anda neden bu kadar agresifleşmiştim, neden sakinliğimi koruyamamıştım aklım almıyordu. Bunun olmaması gerekiyordu. Öfkeden gözümün dönen halinin görülmemesi gerekiyordu.

Neyin ne ara olduğunu anlayamasam da sadece izlemekle yetinmek doğru bir karar olacaktı.

"Levahir Hanım hakkında ileri geri konuşmaya utanmıyor musun sen? Özür dilemek yerine sığır gibi üste çıkmaya çalışıyorsun." Sırtının gerildiğini görmüştüm ama yine de hiçbir şey yapamamıştım. "Bırak onu, onunla ben nişanlanacağım, sana ne oluyor?" Diyerek diklenememiştim bile.

Sadece susmuş ve gözümün nasıl bu kadar çabuk karardığını düşünmüştüm.

Mirza aniden, "Sana ne lan? Ben nişanlanacağım onunla. İstediğimi derim." diye öfkeyle haykırdı, bir yandan da Erce'yi engellemeye çalışıyordu ama gram hareket yoktu.

O sırada Erce rahat bir tavırla bana doğru kafasını çevirdiğinde suratındaki ifadenin ciddiliği ürküttü. "Bu hayvan adına özür dilerim. Üstelik birkaç güne nişanlanacağın adamın güzel yüzünde yumruk izi çıkacağı için de kişisel olarak özür dilerim." Demesiyle Mirza'nın yanağına yumruğunun izini bırakması bir oldu.

Yutkundum.

Tüm sesler durdu. Tüm ışıklar söndü o an.

Bir tek Erce belirdi sahnenin ortasında. Gözlerim irice açıldı, adlandıramadığım bir duygu zihnimde izlerini bıraktı.

Yere çuval gibi fırlattığı Mirza'ya bile tepkisizce bakıyordum.

Sadece tek bir yumruk, Mirza'nın kendinden geçmesine yetmişti.

"Levahir'im iyi misin sen?" İki omzumda duran sıcak ellerin varlığını şimdi hissetmiştim.

"İyiyim." Dedim hala Mirza ve Erce'ye bakarken.

"Bu orospu çocuğu sana cidden fa..."

Sözünü kestim. "Sus Serce."

Beynimde çınlayan tek ses babamın sürekli aynı küfrü haykırmasıydı. "Fahişesin sen, orospu annenin minik fahişesi! Fahişe!"

Elimi alnıma koyup Mirza'ya adım adım yaklaştığımda ifademdeki tüm duyguları yok ettim ve tek dizimin üzerine çekip yüzüne eğildim. Tek yumrukla etkisiz hale gelmişti. "Yaşıyor musun lan?" Deyip iğrenir gibi dürttüm birkaç kez.

"Bu şerefsiz hangi cüretle..." işaret parmağını kaldırıp Erce'yi göstermeye çalıştığında o parmağı avucumun içine kıstırdım. "Sen hangi cüretle bana fahişe diyecektin peki Mirza, bunu düşündün mü?" Sinirim bozulmuş gibi güldüm. "Nişanlanacağım adamın küfür savurmasına karşılık veren kişi nedense, elin piçi, dediğin adam. Karakter farkı işte."

"Bana onu savunma." Kafasını kaldırdı ve kısılan gözleriyle, öfkeyle baktı.

"Beni savunanı elbette savunurum," Ardından dayanamadım ve sesimi yükselttim. Herkesin bunu bilmesini istedim. "Seninle nişanlanmak için anlaşma yaptık, adam gibi nişanlanalım bitsin bu iş. Nişan gününe kadar da karşıma sakın çıkma!"

Oh be, üzerimdeki anlık şoku atmıştım sonunda.

Bir öksürüş sesi sokağın ortasında yankılandığında ellerimi ve dizlerimi silkeleyip arkama döndüm ve Serce'nin ölümcül bakışlarıyla karşılaştım.

Hadi ya, sanırım şoku yanlış yerde atlatmıştım.

"Neden anlatmadın?" Gözlerimi sımsıkı kapattım ve bu anın rüya olmasını diledim. İşte bu oldukça gerçekti.

Arkamdaki kıpırdanma seslerini işittiğimde oraya dönüp Mirza'ya tekme atamadan Erce hemen öne atladı ve onu kuvvetle ittirdi. Hatta bu yetmedi, Mirza'yı koluna takıp tane tane anlattı. "Enişte dayağı oğlum bu, ne kadar dayanıklı olduğunu test ettim sadece."

Anlamlandıramadığım bakışlar attığım sırada Erce bize doğru dönüp el işaretleriyle, şunu bırakıp geliyorum, dedi. Kafamı hafifçe eğdim. Bence de, onu bırakıp gelmesi çok doğru bir karar olacaktı. Zira buradan bir ölü çıkacaktı.

"Evet Levahir, seni dinliyorum. Neden anlatmadın?" Yutkunarak Serce'ye doğru yaklaştım ve ellerimi ona doğru uzattım fakat tutmak yerine uzaklaştı.

Saçlarıma elimi atıp karıştırdım bu kez. "Bilmiyorum, kafamı sikeyim hiçbir şey bilmiyorum Serce. Çözmem gereken o kadar çok şey var ki yetişemiyorum. Tek istediğim bu öğrendiğin detayı saklaman, rica ediyorum." Diye yorgunca hızlı hızlı konuştum. Bir cevap gelmedi. Bunun yerine sırtımda sımsıcak eller ve bedenime şifalı sarmaşık gibi dolanan kolları hissettim. "Tamam, rica etmene gerek yok. Bunu saklayacaksın ulan, demen yeterli ama keşke hislerini saklamak yerine açsan..." hafif şakacı tonda konuşması kırgınlığını belli etse de bir şey belli etmedim ve çenemi başının tepesinden kaldırıp hafifçe geri çekilerek, "Böyle olması gerekiyordu, oldu. İşime taş konmasını istemiyordum sadece."

"Ağabeyimden yediği tek yumruğun onu bayılttığını görmene rağmen mi vazgeçmeyeceksin peki?"

Kafamı aşağı yukarı hırsla salladım. "Geçmeyeceğim."

"Mirza'ya hiç ısınmamıştım zaten. Barıştığınızı duyduğumda sana ne kadar sövdüğümü hatırlıyor musun?"

Kıkırdadım. "Hiç unutmadım."

"Hanımlar, neden amaç şaşırtıp duruyorsunuz?" Dibimizden gelen tok erkek sesiyle kafalarımız oraya döndü. Elleri, üzerindeki bol paçalı beyaz kumaş pantolonun cebindeydi, üzerindeki polo yaka, siyah ve kısa kollu gömleğinden taşacak kaslara sahipti.

Bir saat önce tanışmamıza rağmen onu farklı kıyafetlerle görmüş olmam ne alakaydı? Obsesif miydi de kıyafet değiştiriyordu?

"Ne amacı ağabey?"

Sağ elini cebinden çıkarıp etrafı gösterdi. "Az önce bu sokakta, Levahir Hanım'ın evleneceği adama şiddet uyguladım, iki dakika önce savaş alanı olan ortama ne ara barış ilanı getirdiniz?" Sesi çok kalındı.

"Yetenek." Diye soluyup Serce'den ayrıldım ve hafifçe ağabeyine doğru postaladım. "Ağabeyin seni kıskanmış. Biraz sarıl da ağlamasın." Dediğimde, Serce gülerek ağabeyinin kollarının arasına girdi ve ben de arkamı dönüp gitmek için hareketlendim ama adımım havada asılı kaldı. Tutanın Serce olduğunu anlayıp yavaşça ona baktım.

"Nereye yine?"

"Eve. Yorgunum."

Kafasını iki yana salladı ve kaşlarını kaldırıp gözleriyle ağabeyini işaret etti.

Bakışlarımı, Erce'nin yeşilliklerine kaldırdığımda zaten bana bakıyor olması garip bir şekilde rahatsız etmişti. "Teşekkür ederim," deyip elimi uzattım.

O da elini uzattığında kısaca tokalaşmış olduk. "Rica ederim," Kafamı hafifçe eğip elimi geri almaya çalıştığımda aniden sıktı. "Nişanlanmak konusunda hala ciddi misiniz? Korkağın teki ve dallama olduğu ortada."

Dişlerimi sıktım, zoraki bir tebessümü dudaklarıma yerleştirdim. "Duyduğunuz üzere, anlaşmalı nişan beyefendi. Ve sizi de ilgilendirmiyor. Yine de yardımınız için teşekkürler." Ve sertçe elimi çekip Serce'ye el salladıktan sonra arkama döndüm.

O sırada bakışlarım yere eğildi ve hissettiğim eksiklikle gözlerim kocaman açıldı. "Köpeğim!" Diye haykırmam ve ellerimi yanaklarıma koymam ani stresle gelişmişti.

Maviliklerim, bana kilitlenen iki çift göze odaklandığında Erce dalga geçer gibi gülüp kafasını hafifçe iki yana salladı ve elini şıklattı. "Victor, annenin yanına git koçum." O an arkasından çıkıp bana doğru hevesle koşan çocuğumu öyle bir sarmıştım ki kollarıma, bir daha ayrılmayacakmışız gibiydi.

Eğildiğim yerde, hala köpeğime sarılırken, "Bu kez cidden teşekkür ederim," Diye mırıldandım. "Köpeğimi kontrol ettiğiniz için."

Sorun değil, der gibi başını eğdiğinde ve nahifçe tebessüm ettiğinde bu kez ikisine de elimi salladım.

Evin sokağına girmeden önce duyduğum tek şey Erce'nin, kız kardeşine, "Anlattığından daha fazlasıymış." Demesi olmuştu.

🕸️

Bölüm Sonu.

Instagram: @plavalsytuana

Bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir.

Eğer bölüm içerisinde yazım yanlışı gördüyseniz, bölüm başında da dediğim gibi; affola. Zamanım yoktu.

•Levahir?

•Erce?

•Mirza?

En önemlisi ve Victor. Victor'u beğendiniz mi?

Düşüncelerinizi bekliyorum, aynı şekilde merak ettiğiniz şeyler varsa... Onları da bekliyor olacağım.

Haftaya görüşmek üzere!

🖤

Continue Reading

You'll Also Like

535K 22.5K 46
Kocam, bin adamın bir kurşunuyla öldürüldü. Ben ise, bin kurşunla tek bir kişiyi öldüreceğim. "AKSİYONUN EN ÇARPICI SERİSİ" Kocası, bir suikastte öl...
34.7K 4K 58
Tekin Alaca, ailesinin bakıcısı olmak için doğmuş ve ailesine mahkum bir çocuktu. Ailesinden habersiz girdiği Milli Savunma Üniversitesi sınavında ta...
70.9K 4K 39
"Tatlı dile, güler yüze Doyulur mu, doyulur mu?" Sesli kahkahalar eşliğinde Neşet Babaya eşlik ediyordum, rakı bardağını kafama diktim ardından gözle...
6.2M 332K 58
20. 11. 2024 Tarihinde Kitap Kaldırılacaktır.