Şüheda, yeni başlayan yoğun mesaisinin ufacık bir boşluğunda, kendisini camın önüne attı. Yemyeşil ormanı seyrederken, biraz önce öğrendiği şeyden dolayı içi kıpır kıpırdı. Telefonunda Bilal'in numarasına eli bir gidip, bir geri çekiliyordu.
Bilallerin fakültesindeki seminere katılmak üzere görevlendirildiği andan beri, tek düşündüğü şey; Bilal'i arayıp, oraya geleceğini haber vermekti. Yüz yüze görüşmek istediğini de sıkıştıracaktı araya. Onu ne kadar özlediğini söyleyemeyecekti elbette, ama hissettirmeye çalışacaktı.
Düşünmeyi bir kenara bırakıp eyleme geçmeye karar verdi. Birdenbire gelen cesareti, yine birdenbire kırılmadan önce, hızla arama tuşuna basıp, telefonu kulağına tuttu.
Bilal'in sesini duyunca, dili birbirine dolandı. Kem küm edip diyecek bir şey bulamadı. Onu öyle çok özlemişti ki, alo dediği an, baştan aşağı bütün vücudu karıncalandı. Sesini öpmek, telefonu tutan parmaklarını sarıp sarmalamak istedi.
Ama hiçbirini yapamadı. Konuşmayı dahi beceremedi. İlk başta hal hatır sormak en mantıklı olanıyken, heyecandan bunu düşünemedi.
"Benim stajım tamamen bitti, göreve başladım." Diyerek konuştu en son.
Bilal bir süre sessiz kalıp, ardından alakasız şekilde, "tamam o zaman, boşanalım!" Deyince ağzı açık kaldı. Kendisini zorlukla toparladıktan sonra, yarın oraya geleceğini sıkıştırdı araya. Belki bunu duyunca, oturup konuşmayı teklif eder diye düşündü, ama Bilal bunu hiç umursamış görünmüyordu.
Bilal ile iletişim halinde olmamalarına rağmen, Şüheda hep ümitliydi. Çünkü şimdiye kadar, Bilal boşanma davası falan açmamıştı. Ama tam da şu an, o ümidi çöp oldu. Demek ki gerçekten, ayrılırken söylediği gibi, okulunun bitmesini bekliyordu davayı açmak için.
Uça uça aradığı Bilal'in telefonunu, acı çekerek kapattı. Ne kadar zaman geçerse geçsin, araya ne kadar ayrılık girerse girsin o Bilal'den boşanmak istemiyordu. Ama Bilal'in hayatında da, o istemediği sürece var olma şansı yoktu.
Telefonunu beyaz önlüğünün cebine koyup, masasına geçti. Bu sırada içeri giren genç kız, elindeki kağıdı uzatınca, Şüheda bir an afalladı. Sonra kendisini toparladı. Kızı sedyeye oturttu ve kolunu açmasını izledi. Genç kızın korkudan titrediğini farkına varınca, onu rahatlatmak için, eğilip kızın yüzüne baktı.
Kızın gözlerinden dökülen yaşlara burukça gülümserken, ona göstermeden iğneyi hazırladı.
"Benim elim çok hafiftir, hiç hissetmeyeceksin bile."
Ardından, sol kolunun dirseğini kızın önüne doğru uzattı. "Ama yine de istersen buramı sıkabilirsin, bu seni rahatlatır."
Kız, anında Şüheda'nın koluna yapıştı. Şüheda, havanın çok sıcak olmasından dert yakınıp, ilgisini başka yerlere çekmeye çalışırken, diğer yandan da, kızın kanlarını tüplere çekti. Pamukla sıkıca bastırıp bant yapıştırırken, "İşte bitti!" Diye neşeyle konuştu. Biraz önce, kocası tarafından boşanma teklifi almamış gibi sıcacık gülümsedi.
Kız şaşkın şaşkın bu kadar mı, dercesine kolunu seyrederken, Şüheda gülmeye devam etti.
"Demiştim elimin hafif olduğunu."
Genç kızın ardından, sırada başkasının olmamasının rahatlığıyla cama yaklaşıp, hastanenin otoparkına doğru bakındı. Ateşlenen çocuğunu kucağına alıp, koşar adım hastaneye giren adamı; direksiyon başında tahlil sonucunun çıkmasını beklerken, telefonuyla konuşan kadını; işini bitirip kağıtlarını inceleye inceleye durağa giden insanları uzun uzun izledi.
Camın yansımasından, arkasında birisinin olduğunu farkına varıp, insanların telaşlarını seyretmeyi bir kenara bırakarak, arkasını döndü. Hasta gibi sedyeye uzanmış, aval aval suratına bakan çocuğu bir süre dişlerini sıkarak izledikten sonra, "Yine ne var?" Diye cırladı.
Şüheda'nın sorusunu cevaplamakta acele etmediği gibi, kızın gözlerini, yüzünü, bedenini incelemekte de hiç aceleci davranmadı. Gözleri değdiği her bölgede uzun uzun kaldı.
Onunla birlikteyken, Şüheda'nın hep uzun olan saçları artık omuzlarındaydı. Kısalan saçları, kafasını daha bir kabarık, daha bir büyük gösterse de, ona bu model de çok yakışıyordu. Yüz hatları, dolmuş hattı gibi, ilk durağı olan çocukluktan yola çıkmış, genç kızlığında ufak bir mola verdikten sonra, son sürat, iş güç sahibi, yetişkin bir kadında seferini tamamlamış görünüyordu.
"Kalbimden yaralandım, bir baksan diyorum."
"Geber ula a*ına godumun domizu!"
Biraz önceki kibar kızın yerine gelen mahalle karısı, Fırat'ı da; zamanında Bilal gibi, kendisine kör kütük aşık etmiş olan o kızın ta kendisiydi. Keşke kibar olmaya kendisini zorlamak yerine, hep böyle olsaydı.
"İstediğin yerime koyabilirsin sevgilim."
İki ay önce, silahla yaralanma vakasıyla acile gelip de, Şüheda ile karşılaştığı günden beri, hemen hemen her gün hastaneye uğruyor ve türlü bahanelerle Şüheda'ya yaklaşmaya çalışıyordu.
Ceyhun'un çöken çetesinin ardından, rahatlayan mahalle halkına, bu rahatlığı çok görmüş olacak ki; içeri atılmaktan kıl payı yırtıp, kıyıda köşede kalan serserileri bir araya toparlayıp, kendisine yepyeni bir çete kurmuştu.
"Fırat, s*ktirip gidecek misin, yoksa güvenliği çağırayım mı?"
Fırat sedyeden kalktı. Kalabalık koridora ufak bir bakış atıp, kapıyı kilitledi. Şüheda'nın üzerine doğru yürürken, kız da usul usul acil butonuna yaklaşıyordu, ama Fırat izin vermeyip, onu duvara sıkıştırdı.
"O zamanlar çok çocuktum Şüheda." Derken yüzüne bakmayan kızın çenesini tutup kendisine bakıttı. "Şimdiki aklım olsa kaçıp gitmezdim, seni ikna edebilmek için elimden geleni yapardım." Alnını kızın alnına bastırdı. "Seni hala çok seviyorum!"
Burnunun dibine giren çocuğun yusyuvarlak esmer yüzüne, kahverengi gözlerine, kirli sakallarına bir defa bakıp gözlerini kaçırdı Şüheda. Ondan gelen sigara kokusunu duymamak için ağzından nefeslenirken, bir zamanlar bu tipsizin nesine baktığını düşündü.
"Sen ne yüce gönüllü bir adamsın öyle. Aynı anda kaç kızı birden sevebiliyorsun?"
Göğsünden ittirip, onu kendisinden uzaklaştıran kızı daha fazla bunaltmamak için, yeniden yaklaşmaya yeltenmedi. "Aybüke başka!" Dedi yalvarır gibi. "Tamam onu da sevmedim diyemem, ama sen daha bir başkaydın."
Şüheda'nın gözleri iri iri açıldı. Bu kadar pişkinlik çok fazlaydı. "Senin yüzünden neler yaşadım ben!" Diye cırladı. Çocuk utançla bakışlarını kaçırırken, onun damarına basarcasına devam etti:
"Ama iyi ki yaşamışım biliyor musun! Yoksa Bilal hayatıma girmezdi ve ben şu an, şu konumda olmak yerine, hiç tanımadığım, sevmediğim bir adamla evlenmiş, çocuk bakıyor olurdum."
Bilal'in adını duyan Fırat'ın yüzü anında değişti. "Seni artık kimseye yar etmem Şüheda!" Diye bağırdı.
Foyası ortaya çıktıktan sonra, kaçıp gitmesine rağmen, onun zorla birisiyle evlendirileceği gelmişti Fırat'ın kulağına. Bayağı da zoruna gitmişti, ama Şüheda'yı kurtarmak için kılını bile kıpırdatmamıştı.
"Tamam, zamanında yaptım bir hata, ama artık değiştim ben."
Kızın yüzüne doğru eğilip, kıvırcık saçlarını kulaklarının arkasına doğru sokuşturduktan sonra alnına dudaklarını değdirdi.
"Sen bundan sonra sadece benimsin, sana bunu hatırlatmaya geldim. Hadi sana iyi çalışmalar meleğim."
Kapının kilidini açıp, usulca odadan çıkan çocuğun ardından baktıktan sonra, masasının üzerindeki peçeteye uzandı ve alnını aşındıra aşındıra sildi. Eski pısırık Fırat gitmiş, yerine değişik bir şey gelmişti. Şüheda bu yeni Fırat ile nasıl başa çıkabileceğini bilemiyordu.
Alnında hala, onun dudaklarının varlığını hissedebiliyordu. Kuru peçeteyle silmek yetersiz gelince, peçeteyi oksijenli suyla ıslatarak, yeniden sildi. Şu an hiç suçu olmamasına rağmen, kendisini Bilal'i aldatmış gibi hissediyordu. Sabahtan beri içinde tuttuğu ne kadar birikmişlik varsa, hepsini, kusarcasına gözlerinden yaş olarak döküp, rahatlamaya çalıştı.
O içinde birikenleri bir şekilde dışarı atabilmişti atmasına, ama Bilal; Şüheda'nın telefonunu kapattığı andan beri, streç filmle kaplanmış et gibi, kaskatı kesilmiş vaziyette, boş bulduğu bir sandalyeye kendisini atmış, öylece duruyordu.
Yanına oturan çocuğun, doktor olduğunu anlayan yaşlı adam ise, takma dişlerinin sürekli ağzından çıktığından dert yakınıp, bunun bir çözümü olup olmadığını sordu. Bir de belinde sürekli bir ağrı olduğunu sıkıştırdı araya. Bacakları da tutmaz olmuştu son zamanlarda. Pantolonunun paçasını sıyırıp, Bilal'in önüne doğru uzattı. "Aha şu damardan yukarı doğru bir ağrı saplanıyor, öldürüyor beni evladım."
Bilal, gözünün önüne doğru uzanan kıllı bacağı görünce afalladı. Bir çıplak bacağa, bir de çıplak bacağın sahibi yaşlı adama baktı.
"Çok ağrı yapıyor şu damar." Diye tekrarladı adam, Bilal ile göz göze gelince.
Bilal, yeniden kıllı çıplak bacağa bir göz atıp, "Ben stajyerim ve dişçiyim amca." Diye konuştu kibarca. "Ayrıca sen yanlış bölüme gelmişsin. Dahiliyeye gitmen gerekiyor."
Yaşlı adama dahiliye bölümünü anlatmaya çalıştığı sırada, öğle molasına çıkmaya başlayan meslektaşları, birer birer yanlarından süzülüp geçiyordu. Adam, Bilal'in tarif ettiği yöne doğru yürürken, Barış; çocuğun dibine doğru sokuldu.
"Lan mal, beni niye beklemedin?"
Bilal, bakışlarını yaşlı adamdan ayırıp, kısacık Barış'a baktı. Bu bakışlardan anında şüphelenen Barış ise, birden tavrını değiştirip, anlayışlı ve ilgili arkadaş oluverdi.
"İyi misin sen?"
Arkadaşının koluna girip, onu kantine doğru yürütürken, Bilal; on saniye geç algılayan inekler gibi, Barış'ı yeni duymuştu. "Bu sefer ciddi ciddi dul kaldım." Diye konuştu. "Biraz önce onunla konuştuk." Derken özellikle, -o- deyip, Şüheda'nın ismini söylemekten kaçındı.
"İşe başlamış. Yarın da buraya gelecekmiş. Yani demek istiyor ki; aç davayı, yolumuza bakalım." Üzüldüğünü belli etmemeye çalışsa da Barış anlamıştı.
"Nereden biliyorsun öyle demek istediğini?" Dedi tek kulağındaki minik küpesini eliyle döndürerek. "Belki de, aç koynunu, aşkımıza renk katalım, demek istedi." Yeni parlattığı bembeyaz dişleriyle sinsi sinsi gülerken, Bilal ve Şüheda için aklından türlü fesatlıklar geçiriyordu.
Arada sırada, Ahmet gibi abuk subuk şeyler konuşsa da, Barış için ergenliğin kavurucu ateşleri, çok gerilerde kalmıştı artık. Bir zamanlar, pimi çekilmiş bomba gibi bozulmaya yer arayan gusülünü tehlikeye sokan, dolabındaki bikinili Rihannalar hala duruyordu gerçi, ama eskisi gibi bakar bakmaz uçuş moduna girmiyordu.
Gusül almaktan bedeni yosun tutmak üzereyken, nihayet bitip gitmişti ergenlik. Artık, eskisi gibi hemencik bozulmuyordu gusülü. Aksi taktirde sinirden Bilal'i boğabilirdi. Çünkü gusül almak, kulağındaki küpe yüzünden, büyük işkence haline gelmişti. O küçük deliğin ıslandığından emin olmak için, şekilden şekle giriyordu.
Bilal'in, her ağız ve tükürük gördüğünde Barış'a uyup diş hekimliği yazdığı için ona lanet etmesi gibi, Barış da; her banyosunda Bilal'e uyup, kulağını deldirdiği için, ona lanet ediyordu.
Ergenlik sivilcelerinden de abuk subuk yöntemlere başvurmadan komple kurtulmuştu ve yüzü pürüzsüzdü artık. Uzun saçlarını da artık tepesine dikmiyor, alnından aşağı gelişine dökülmesine izin veriyordu.
Gülüşü hep solgun, gözleri hep yorgundu. O hala geçmişin izlerini silip atamasa da, yine de bir şeyleri değiştirebilmişti; iştahı düzelmişti mesela. Bilal gibi, o da biraz kilo almıştı ve artık sırık değildi. Boyuyla kilosu orantılıydı.
Bilal, sandalyeyi ıslak mendille silip, Barış'ın karşısına oturdu. "Ortada aşk mı var da renk katacağız?" Diye konuştu sertçe. Gömleğinin cebinden sabah hazırladığı tostunu çıkardı.
Ahmet'in, tostunu elinden alıp, onu aç bıraktığı günler geldi aklına. Melankolik havasını daha da içinden çıkılmaz hale getirirken, Barış; konuşmak için önlerine çay bırakan kantincinin gitmesini bekledi.
"Madem ortada aşk yok, niye üzülüyorsun o zaman?"
Kibar kibar tostunu yiyen çocuğu sertçe dürtükledi. "Kimliğinde dul yazmasından korkuyorsan, o kanun çoktan değişti."
Bilal, onu duymazdan gelip, önüne konan bardağı inceledi. Ardından bardağın içindeki çaya bir göz attı ve içilecek temizlikte olduğuna kanaat getirerek, bardağı dudaklarına götürdü. "Üzülmüyorum. Çok mutluyum!"
Bilal'in sözleriyle mimiklerinin zıtlığı her şeyi ele veriyordu. Onu teselli etmek için, herkesin ona dediği gibi, o da Bilal'e, zamanla her şeyin düzeleceğini söylemek isterdi, ama söylemedi. Çünkü zamanla hiçbir b*kun geçmediğini yaşayarak görmüştü.
İnsan sadece alışıyordu:
Bir gün sesini duymasa öleceğini düşündüğü kişiyi, beş yıl, üç ay, on yedi gündür görememenin ızdırabıyla yaşamaya alışıyordu. Dıştan gülerken, içten içe acı çekmeye, kan ağlamaya alışıyordu.
Yine aynı şeyi yaptı. Yine dışından kocaman güldü.
"Madem mutlusun, o zaman bu akşam arkadaşları toplayıp dul kalmanı kutluyoruz."
Bilal, evi daha yeni temizlediğini, hiç kimseyi asla eve sokmaya niyeti olmadığını binlerce defa anlatmasına rağmen, Barış bildiğini okumuştu ve Bilal'in iki gün önce, özel yapım sularla sildiği koltuklar, akşam olduğunda g*t dolmuştu.
Barış, şampanyayı patlatıp, birbirinin üstüne üstüne binen bardakları doldururken, Bilal yere sıçrayan beyaz köpükler yüzünden çıldırmak üzereydi.
İki kişi zar zor sığdıkları küçücük eve bir anda doluşan on kişi, aklınca Bilal'in dul kalmasını kendi kendilerine kutlarken, Bilal; yerdeki içki kalıntılarını banyoda ıslattığı toz beziyle silip, daha fazla etrafa yayılmasını engellemeye çalışıyordu.
Yerlerde elinde bezle sürünen çocuğun bu hali kimsenin umrunda değildi, tek dertleri müzikti. Bilal'e gitar çalması için hep bir ağızdan tezahürat yaparlarken, yıllardır ağzına içki sürmeyen, ama nedense bu akşam kendinden geçmiş gibi içkiye vuran Barış da onlara eşlik etti.
Bilal'den fayda gelmeyeceğini anlayan gençler, müziği laptoptan açtılar. Son ses müzik, Bilal'in zaten gergin olan sinirlerini daha da gerdi. Bakışlarıyla sen bittin oğlum, demeye çalıştığı
Barış, onu hiç görmüyordu bile. Çakır keyif olduğu her halinden anlaşılır halde, profesörlerlerinin asistanı Chika'yı seyrediyordu.
Bilal, Barış'ın o kıza neden baktığını çok iyi biliyordu. Barış ne kadar inkar etse de, o kıza sırf çekik gözlü bir Japon olduğu için bakıyordu. Bu yıl hastanede tanıştıklarından beri, kızın dibinden ayrılmaz olmuştu. Bilal, Barış'ın kendisinden başkasıyla takılmasına katlanamadığından dolayı, Chika'ya çok uyuz oluyordu.
Chika, müziğin ritmine uygun hareketlerle bedenini hafif hafif sallarken, kendisini pür dikkat seyreden çocuğu fark edip el salladı. Barış da bu anı beklermiş gibi, işaret parmağını hafifçe havaya kaldırıp, eklem yerlerinden aşağı doğru bükerek, gel, işareti yaptı.
Kız kısacık, siyah elbisesiyle salına salına gelip, Barış'ın tepesine dikildi. "Ne var Barış?" Diye sorarken, Barış'ın yaptığı ani hamleyle, kendisini çocuğun kucağında buldu.
Kızın çığlığı üzerine, bütün öğrencilerin bakışları tuhaf ikiliye kaydı. Pür dikkat halıya damlayan şampanya lekelerini çıkarmaya yoğunlaşmış olan Bilal bile dönüp onlara baktı.
Chika, bir yıldır tanıdığı Barış'ın ilk kez böyle hadsiz davrandığına şahit oluyordu. Bu halini sarhoşluğuna vererek, utançla kucağından kalkmaya yeltendi, ama Barış belinden sıkıca kavrayıp gitmesine izin vermedi.
Bilal, zıvanadan çıkan Barış'a aval aval bakmak yerine, bir el atmak gerektiğini düşündü. Şeyma’nın öpücük travmasından kendisini yıllarca kurtaramayan çocuğa, bir de Chika travması eklenmemeliydi. Ayıldığında kirlendim diye kendisini yiyip bitirmeleriyle asla uğraşamazdı.
Bezi elinden bırakıp, dizine oturttuğu kızın yüzüne doğru yaklaşan Barış ile; kendisini geri çekmeye çalışan Chika'nın aralarındaki ufak boşluğa kafasını sokup, Barış'a gözlerini çıkararak baktı.
"Gel odana götüreyim seni!"
Barış, Bilal'i hiç duymadı. Şu an sadece kucağındaki kıza odaklanmıştı. Bilal'in koca kafasını aradan yok edip, çekik gözlü kıza bakmaya devam etti.
Kızın yüzü, buğulu slayt geçişi gibi, usul usul değişmeye başladı. Dalgalı saçları dümdüz, ince kaşları da usulca kalınlaştı. Gözlerinin çekikliği ve maviliği aynı kalırken, burnu ve suratının genişliği de birazcık daraldı.
Onu ilk öptüğü yerde, Ahmet’in sınıfındaydılar sanki. Utangaç, tedirgin ve bir o kadar da şaşkın...
Ardından sahile kaydı görüntüler. Yüzü karanlıktan ötürü net değildi, ama bu kez utanmıyordu, aksine gözlerinin içi parlıyordu.
Barış, okşamaya başladığı yüze usulca yaklaşırken, aynı anda, "Asya!" diye inleyince, herkesin gözleri pörtledi. Chika, hem çocuğun hadsiz davranışına, hem de gözlerinin içine baka baka başkasının adını söylemesine fazlaca içerlediğinden olsa gerek, çocuğa okkalı bir tokat geçirdi.
Aksanlı Türkçesiyle "Barış kendine gelir misin artık?" Diye konuşan kızın beline yapışıp, onun kımıldamasını engellediğini farkına varıp, ellerini serbest bıraktı Barış.
Yediği tokat onu cidden kendisine getirmişti. Bilal de dahil, bütün arkadaşlarının kendilerini seyrettiğini nihayet fark edip, hızla kalktı ve odasına geçip kapısını kilitledi.
Yatağına gelişigüzel oturup, elini yastığının altına soktu ve her gece dokunarak uyuduğu mavi bandanayı çıkarıp, avucunun içinde sıktı.
Küçücük odaya zorlukla sığdırdıkları, burnunun dibindeki giysi dolabına, sert bir tekme attı. Ağlamaktan korkusuna, bandanayı hızla aldığı yere bırakıp, kendisini yatak örtüsünün içine attı.
Onu her özlediğinde olduğu gibi yine üşümüştü. Örtü yetersiz gelince, bazasını kaldırıp, altından yorgan çıkardı. Kafasını komple yorgana gömdükten sonra, titreyen bedeni yavaşça çözüldü ve ısınınca uykuya daldı.
Sabah kalktığında her yer derli topluydu. Bilal yine bütün gece uyumayıp temizlik yapmıştı anlaşılan. Onu sıkıntıya soktuğu için pişmanlık duymak üzereyken, dün gece Chika'ya yaptığı şey aklına geldi. Onu resmen kucağına oturtmuştu ve kız izin verse, işi çok başka yerlere taşıyacaktı.
Koşa koşa banyoya gitti. Üstünü çıkarıp, fıskiyenin altına soktu bedenini. Ağzına dolu dolu su alıp gargara yaptı, burnuna su çekip, deliklerini cayır cayır yaktı. Her tarafını iyice yıkayıp gusül abdestini tamamladı. Tam banyodan çıkacakken, kulak deliğini ıslatmadığını hatırlayıp, Bilal'e içten içe küfür ederek, her şeyi yeniden tekrarladı.
Banyodan bitik bir halde çıktığında Bilal koltukları, onuncu defa özel yapım suyuyla temizlemekle meşguldü. Barış'ın çıktığını görünce, odasına hazırlanmaya geçti.
Bilal'in aklında milyon tane şey olmasına rağmen, ağzını açıp tek kelime etmedi ona. Hastaneye yakın bir çiçekçide durduklarında, Bilal; Barış'ın yapmak istediği şeyi anlamıştı. Radyonun sesini yükseltip, Barış'ın dedesiyle anneannesinin mezuniyet hediyesi olarak aldıkları Honda'sının koltuğuna başını yaslayıp, arkadaşının gelmesini bekledi.
Hastaneye elinde çiçekle giren Barış koridoru aşıp, direkt kantine girdi. Her sabah bu saatlerde Chika orada olurdu çünkü. Bitki çayını içen kızın yanına doğru usulca yaklaşırken, kız kaşlarını çattı.
"Oturabilir miyim?"
Chika başını sallayınca, Barış kibarca çiçeği kıza uzattı. "Dün gece çok saçmaladım, özür dilerim."
Kız çiçeği burnuna yaklaştırıp derin derin nefesini çekti. "Ayıp ettin Barış. Çok ayıp ettin!"
"Biz dostuz!" Dedi elini yumruk yapıp, kızın yüz hizasına doğru uzatarak, kız da gülümseyerek aynı hareketi yaptı ve yumruklarını birleştirdiler. "Dostlar arasında bazen olur böyle şeyler. Bünyem içkiye alışkın değil, ondan oldu."
Kız geç bunları der gibi ellerini salladı. Dost kelimesini her duyduğunda midesine yumruk yemiş gibi oluyordu ve bu konuyu konuşmak istemiyordu.
"Tamam, affedildin dostum!" Dedi zoruna gittiğini belli etmemek için zorlukla gülerken. "Çiçekler için teşekkürler."
Öğle arasında kantinde takılmak yerine, çarşı içine gitmeyi tercih ettiler. Bu küçük şehirde, küçücük bir alışveriş caddesi vardı ve Bilal, ilginç bir şekilde oranın dönerine bayılıyordu.
Cadde kalabalık ve gürültülüydü. Sıcak havada burunlarına doğru esen sigara kokusu yüzünden Barış yüzünü buruştururken, aynı koku; bir yıldır ağzına sigara sürmeyen Bilal'in iradesini zorluyordu.
Seyyar simit arabasıyla, bağıra bağıra giden satıcı, içeri müşteri çekmek için kapı önüne çıkmış, gelene geçene, "buyrun efendim!" Diyen mağaza elemanları, konvoy gibi art arda dizilmiş, öndeki aracın ilerlemesi için korna çalan gergin sürücüleri, çocuk mağazası önündeki palyaçoyu bir bir aşıp, Bilal'in meşhur dönercisine vardılar.
İçeri giren Barış'ın aksine, Bilal birden duraksadı. Karşı yolun kenarına park edilmiş kırmızı Şahin, onu duraksatmıştı. Şüheda'nın arabasına fazlaca benziyordu. Bugün geleceğini söylediğine göre onun arabası olma ihtimali yüksekti. İki adım çıktığı merdivenleri geri inip, ileri doğru yürüdü. Plakası aklında yoktu, ama eğer onun arabasıysa, abisinden kalma -tüplü ve öfkeli- yazısı hala duruyor olmalıydı.
Yazıya bakmasına gerek kalmadı. Arabadan süzülerek inen kızı görünce istemsizce gülümsedi. Uzaktan gördüğü kadarıyla, uzun kabarık saçlarını omzuna kadar kestirmiş, Amerikalı melezlere benzemişti. Bu halini fazlasıyla beğendi ve gidip ona sıkıca sarılmamak için kendisini zor tuttu.
Barış, dönercinin içinde, yanında Bilal varmış gibi konuşa konuşa giderken, onun yokluğunu fark etmesi uzun sürmedi. Dışarı çıkıp, sağa sola bakındı ve onun, az ileride, sırıta sırıta karşı yolu seyrettiğini görüp, yanına koşturdu.
Bilal, arabanın ön kaputuna poposunu yaslayıp, telefonla ellerini savura savura konuşan kızı pür dikkat seyrederken, Barış da Bilal'in yanına gelmişti, ama o bambaşka yerlere bakıyordu.
Caddenin en sonunda, bunca kalabalığın içinde olmalarına rağmen gözüne birisi çarpmıştı. Hatta buna çarpmak değil, ilahi güç tarafından zorla göze sokmak da denebilirdi. Kulağında tuttuğu telefonuyla, vitrinleri seyrede seyrede usulca yürüyen, beyaz bol pantolonlu ve daracık siyah tişörtlü, upuzun siyah saçlı bir kız...
Hani böyle birisi aniden, "böh!" Yapınca insanın içinde bir şeyler hoplar ya, işte Barış'ın da içinde birdenbire öyle bir şey oldu ve kalabalık caddenin gürültüsünü bastıran bir gürlükle "Asya!" Diye kükredi.
Usul usul giden arabaların içine dalıp, karşı yola geçti. Onu kaybetmemek için koşmaya başlayınca, Bilal de peşine takıldı. Şühedanın yanından rüzgar gibi esip geçen ikili, nereye olduğunu bilmeden, kalabalığı elleriyle yara yara koştular.
Barış, Asya'yı gördüğü yere geldiğinde, delirmiş gibi sağına soluna bakındı. "Oydu!" Diye bağırdı, eliyle sertçe bankanın camına vurarak. "Yemin ederim oydu!"
İkisi de nefes nefese kalmıştı. "Benzetmiş olmayasın?" Dedi Bilal. Ama içinden bir ses, Şüheda'nın o saatte orada bulunma sebebinin Asya ile bir ilgisi olabilme ihtimalini düşünüyordu.
Çocuk şiddetle başını salladı. "Ben sevdiğimi tanımam mı oğlum, vallahi de billahi de oydu!" Kocaman gülümserken, aynı anda da bağıra çağıra ağlıyordu. "Bilal, sonunda buldum onu!"
"O zaman çok uzaklaşmış olamaz, biraz daha arayalım." Deyip cadde boyu koşmaya başladılar.
Biraz önce camına yumruk attığı bankanın için çıkan kız, kafasını uzatıp caddeye bir bakış attı. Kendisini bulmak için dört nala koşturan çocuklara bakarken, bunca yıl kendisini unutturabilmek uğruna çektiği acıların da boşa gitmiş olduğunu anladı. Barış hala kendisinden -sevdiğim- diye bahsediyordu ve hala unutabilmiş gibi görünmüyordu.