'Her şey bir rüya, birazdan uyanacağım' dediğin an hayat tokadı suratına çarpar da kendine gelirsin ya, işte öyle bir şeydi o akşam. Her şey gerçek. Hatta öyle bir gerçek ki Felix bacaklarının arasında gezinen kediye bakarken nasıl böyle ciddi bir sorumluluk alacak kadar delirdiğini düşünmekle meşgul. Bırakın bir kediye, kendine bile zor bakan bir oğlandı o. Başını sonunu düşünmeden, gerçeklikten uzak kararlar almanın bedelini hep ödüyordu, bu işe yaramaz hayatını sürdürdüğü sürece ödeyecekti.
Küçük beyaz kedi en sonunda onun tepkisizliğinden sıkılıp evde dolanmaya başladığı sıra dış kapı gıcırtılı bir sesle aralandı. Felix tüm odağının orada olduğunu ancak o zaman kabullendi. Kediye mama alma bahanesiyle evden apar topar çıkan Chan geri dönmüştü. Aksi olacak diye ödü kopmuştu. Kim olduğunu öğrendi diye her şeyi, kendi hayatını kendi evini, terk edip gidecek diye öyle korkmuştu ki, kalbindeki acı veren his onu yormuştu. Sonunda derin, rahat bir nefes alıp ayaklandı. Küçük kedi dış kapıyı kapatıp botlarını çıkartan Chan'in ayaklarının etrafında dolanmaya başladı bu defa. Mamanın onun elinde olduğunu biliyor gibi acı acı ciyaklıyor, acelesini talep ediyordu. Chan eğilip onu avucu arasına aldı, gözlerini koltukta onu seyreden oğlana değdirmeden mutfağa yürüdü. Alt raflardan birinden neden ve ne zamandır orada olduğunu bilmediği, kullanılmayan iki kaseyi alarak salona döndü. Salonu mutfaktan ayıran bankonun dibine, salonun her köşesinden rahatça görüldüğü için orayı seçti, elindeki kaseleri bıraktı. Bankonun üzerine bıraktığı poşetten bir tane yaş mama paketi alıp elinde ciyaklayan kediyi kasenin başına bıraktı. Ağzını açtığı paketten kaseye boşalttığı yaş mamanın kokusu beyazlıyı harekete geçirdi. Burnunu yaslayıp kokusunu aldıktan sonra ağzı yüzü perişan halde kalana kadar karnını doyurmaya koyuldu. Chan tüm gerginliğini bir yana bırakıp onun bu haline güldü. Ne önünden alan ne de yanına yaklaşan vardı ama can havliyle hepsini yemeye çalışıyordu. Chan bankodan aldığı sürahiden diğer boş kaseye de su koyduktan sonra artık karşı koltukta sessizce onu izleyen bakışlardan kaçacak bahanesi yoktu.
Gözlerini öylece onunkilere dikemedi. Eskiden de öyle kolay yapamazdı ama şimdi kirli olduğu apaçık ortaya çıkmışken bakışlarıyla onu kirletmekten korktu. Kirli hissetmesinden korktu. Bir gün onu istemeyecekti. Bu aşk zırvasının koca bir saçmalık olduğunu fark ettiğinde, eve bağlamak için bir sokak kedisi çalan oğlanın arkasına bile bakmadan evden çıkıp gideceğine öyle deli dehşet bir saplantıyla inanıyordu ki... o günden itibaren artık terk edileceği güne geri sayım başlamıştı onun için. Terk edilecekti. Biliyordu çünkü terk edilmeyi hak ettiğine emindi. O kimsenin ilgisini hak edecek kadar iyi biri değildi. Katildi. Babasını elleriyle öldürmüştü. Öz babasını. Bunu yapan bizzat kendi değilmiş, sebepleri yokmuş gibi kanı çekildi. Bu olay hatırlamak istemediği, hatırladığında hayatla bağını kaybettiği, en unutmak istediği yanıydı. Şimdi sevdiği oğlan tarafından açığa çıkmıştı.
Jisung söylemişti. Elleri titredi o zengin piçin nasıl bir hırsla bunu öğrenip Felix'e yetiştirdiğini düşündüğünde. Şükürsüzün tekiydi Jisung evet ama ondan en azından şimdiye kadar yaptığı yardımlar için biraz haddini bileceğini beklemek koca bir aptallıktı. Chan öyle apta öyle ucube hissediyordu ki ölebilmeyi diledi. Kendi ellerinden bir ölümü daha kaldıramazdı, yapamazdı ama bir şey olsun, sonsuz bir uykuya dalsın istiyordu.
"Yanıma gel artık." diye söylendi Felix. Sonunda beklemekten sıkılmıştı. Chan'in de onu yalvartmadan geleceği yoktu. Adımları ona doğru yöneldi. Gözlerinin içine bakmaktan hâlâ kaçınırken koltuğun ortasına çöreklenmiş zayıf bedenin soluna attı kendini. Ellerini kucağına çekti, parmakları eşofmanının iplerine tutundu. Bir kurdele yaptı, geri çözdü, tekrar yaptı. Küçük bir döngü...
"Chan, beni sana dürüst olduğuma pişman etme." diye fısıldadı yalvarır gibi sarışın. Bir yandan şikayet gibi geliyordu kulağa ama bu çaresiz bir çırpınıştan ibaretti. "Buraya gelirken çok şey düşündüm. Sana bildiğimi söylemezsem ne olur, söylesem ne olur..." yutkundu. Boğazı kupkuru kesilmişti, canı yandı. "Seni kandırmak istemedim. Benim ailem sensin artık, aramızda gizli saklı olmamalı."
Nasıl güzel söylüyordu öyle... benim ailem sensin. Öyle kolayca içinden geçeni söylüyordu. Normalde böyle değildi Felix. Su istese onu bile söylemez sakınırdı bazenleri. Evet arsızın tekiydi ama isteğini, duygusunu sakınırdı çoğu zaman. Değişiyordu. Chan buna yakından tanık oluyordu. Onu değiştiriyordu. Sonundan yanından gitmek isteyen o bıkkın kişiye dönüşecekti. Bıkacaktı ondan ve sorunlarından.
"Ben öz babamı öldürdüm Felix." Aslında sonsuza dek içinde tutacaktı aklından geçenleri. Ama bir kere karşısındaki dürüst davranınca oyunbozanlık yapan olmak istemedi. Biraz da aksine ikna edilmek istedi belki kötü düşüncelerinin, kendine itiraf edemese bile.
"Hâlâ benimle aile olmak istiyor musun? Bunu bildiğin halde mi? Kaçıp gitsene işte. Evden çıktım, bir kedi maması için kırk tur döndüm markette. Neden buradasın? Niye gitmiyorsun? Herkes gibi terk et beni. Senin farkın ne sanki?"
Senin farkın ne sanki?
Farkı olduğunu biliyordu, sıradan biri değildi onun hayatında Chan. Hiç olmamıştı. Felix ondan başka hiç kimseye sığınmamıştı. Biliyordu da, duymak istiyordu. Bu haykırış ona değil kendisineydi. Yankısına ihtiyacı vardı, birilerinin onu ne olursa olsun terk etmeyeceğine. Çocuk değildi elbette, kendi kirasını ödeyen, hayatını kendi kazanan koca bir adamdı belki ama bir aileye ihtiyacı vardı. Hâlâ. Hâlâ hayatında hiç elde edemediği o güvenli yuvayı arzuluyordu. Günün sonunda ne olursa olsun, hataları ve kusurlarıyla bile sıkıca kucaklanacağı kollar arasına girmeye ihtiyacı vardı. Hiç gitmeyeceğine inanması lazımdı.
Sustu Felix. Hayatında hiç olmadığı kadar şefkat doluydu. Onu sarmalamayı arzulayan sıcak kollarını ona açmak istiyordu. Bağrışı bitince başını pencereye çeviren oğlanı çenesinden kavramadan önce biraz soluklanmasına izin verdi. Koltukta dizleri üzerinde ona adımlayıp parmaklarını sivri çene kemiğine sıkıca sardı. İtiraz edip zorluk çıkarttığı yoktu, muhtaçlıkla yönlendirilişine boyun eğiyordu ama yinede sıkı sıkı tuttu Felix. Başını kendisine çevirdi ama Chan gözlerini koltuğa dikti inatla. Korktu. Yüzleşmek için hazır değildi sanki, çok istemesine rağmen. Kalbi güm güm atıyordu, ruhunda bir zelzele koptu. Kıyamet sanki.
"Gözümün içine bak. " dedi öncesinde ondan hiç duyulmamış bir yumuşaklıkla. "Bana bak."
Ona yenilmekten başka şansı varmış gibi inat etti önce. Beyni karmakarışık düşüncelerin etkisindeydi. Felix'in çenesini sıkı sıkı saran eli yanağını okşamaya başlayana kadar direndi hatta büyük bir ısrarla. Sonra... kaybetti tabii. Gözlerine baktı. Ölümcül bir kararlılıkla dolu bakışları karşıladı hassas ruhunu. Titredi. Sahiden kimse onu böyle sevmiş miydi? Annesi mesela? Canını kendi eliyle aldığı babası? Onu böyle sebepsiz niyesiz dopdolu seven olmuş muydu? Kıyametler kopsa yeri göğü birbirine katıp yine onu bulacakmış gibi bakan olmuş muydu?
"Git hadi." dedi titreyen sesine engel olamayarak. Son şansını denedi. Onu da daha fazla kirletmemek için gözünden düşen yaşa rağmen "Peşine düşmeyeceğim. Kurtar kendini." diye zırvaladı. Bir nevi elinden geleni yapmış olmayı umuyordu. Belki de bir gün yanında kaldığına pişman olursa, ben sana git demiştim, diyebilmek için.
Sonra salonda tene çarpan sesin şiddetli gürültüsü duyuldu. Felix'in biraz önce yanağını okşayan minik elleri şimdi yüzünün sol tarafındaki kızarıklığın ressamıydı. Titreyen parmaklarını ne yapacağını bilemez halde oğlanın ensesindeki buklelere sardı. Terk edilmekten asıl korkan oydu. Chan öyle dengesiz konuşuyordu ki ona güvendiğine pişman olmaktan endişelendi. Parmağının arasındaki saçları içindeki endişeyi bastırmak adına şiddetle çekiştirdi. Chan daha yüzündeki tokadın şokunu atlatamamış halde ensesindeki tutuşa yenik düştü, boynu arkaya düştü. Felix bu defa oldukça küplere binmiş halde bakıyordu onun şoka girmiş yüzüne.
"Dinle aptal çocuk, eğer bir daha beni kovarsan..." titremeyeduran sesinin düzelmesi için soluklandı. Göğsünde sis vardı sanki, soluğunda boğuldu. "...seni buna pişman ederim."
Gitmeyecekti işte. O itse de kovsa da vursa da kızsa da Felix hepsinin arkasındaki aptal korkuyu bildiğinden onu bırakmayacaktı.
"Beni sınama."
Gizleyemedikleri titremeleriyle birbirlerinin karşısında öyle çırılçıplak hissediyorlardı ki, çıplak kalsalar bu kadar tedirgin olmayacaklarını biliyorlardı. Felix çekiştirdiği bukleleri kendine gelerek serbest bıraktığında ucundan döndükleri hatalarla birlikte dudakları birbirine kavuştu. Chan sarışının küçük, dolgun dudaklarını sertçe ağzının içinde emmeye başladığında küçük bir kavga başladı aralarında. Kendisini ne zaman sardığını bilmediği sıkı, kaslı kolların arasından sıyrılmaya çalışarak ağzını araladı Felix. İtiş kakış bir kolunu kurtarıp oğlanının boynuna sardı, araladığı dudakları arasına giren tatlı üst dudağı ağzının içinde morarana kadar emdi. O sırada sızlayan alt dudağı kendisine bin beterinin yapıldığını işaret ediyordu, bu onu daha hırslandırdı. Oğlanın geniş omzundan destek alıp kucağına olabildiğince sert yerleşti. Üst üste binen bacak araları yüzünden ikisi de birbirinin ağzına inlemek zorunda kaldı. Sarışının bu sert hamlesi sonrası Chan altta kalmamaya kararlıydı. Kollarını çocuğun vücudundan ayırıp tişörtünden içeri soktu. Dokunduğu gibi sivrilen pembe göğüs uçlarını parmakları arasında sıktı.
"Ah!" Islak ağızlarını birbirinden ayıran Felix oldu. "Koparacaksın!" diye bağırdı Chan'in ona diktiği kararmış gözlerinin içine bakarken. Chan sesini çıkartmadan ellerini sarışının üstünün eteklerine sardı. Hızlıca yukarı çekip sarışına kollarını yukarı kaldırmaktan başka şans bırakmadı. Başından geçirdiği üstü yere fırlattığında sarışın minik elleriyle tişörtün dağıttığı saçlarını düzenlemeye çalıştı. Chan o böyle saçma bir uğraşla vakit kaybederken kollarını onun zayıf sırtına doladı. Henüz ıslak ağzını pespembe kesilmiş çilli göğse dayadı. Dilini onun hassas göğüs ucunda bir kere dolandırdığında kıyametleri koparttı Felix. Sırtı kasıldı, sıkı kollar arasında kendini geriye verdi, bacaklarının altında gittikçe devleşen sertliğe yasladı kendini. Chan daha büyük bir hırsla öteki göğsüne dayadı ağzını.
Felix dayanılmaz bir arzuyla sevdiği adamın kucağında kıvranırken Chan'in sıkı tutuşundan kurtulup yer edindiği kadar ona sürtünüyordu. Bacaklarının arasında ateş vardı sanki, kulakları uğulduyordu. Chan göğsünden boynuna tırmanıp onun beyaz, mis kokan tenine burnunu yasladı. Felix'in her kıvranarak ona sürtünüşünde uzun uzun boynuna vurdu sıcak soluğu. Dudaklarını küçücük dokunuşlarla bile pembeye çalmaya müsait hassas tenini incitmemek için küçük küçük dokundurdu boynuna. Doğrusu Felix bundan huylanıyordu. Boynunu onun başına doğru yatırıp yorgun düşmüş halde üstüne düştüğünde iç çamaşırına boşalmıştı bile.
"Nefret ediyorum senin karşında bu kadar dayanıksız olmaktan." diye söylendi kendi kendine. Beli küçücük alanda kıvrılmaktan yorulmuştu, iç bacakları şimdi ayağa kalksa titremesine sebep olacak kadar kasılmıştı.
Chan dudaklarını bir kere daha sarışının boynuna bastırdı. Felix buna karşılık uysal bir kedi gibi başını ona sürttü.
"Sadece çok hassassın." dedi Chan sıcak nefesini sarışının sivri, küçük çenesine üfleyerek. "Ve bu seni mükemmel yapıyor."
Ne eksik ne kusur. Onun olan her şey, onda olan her şey yalnızca mükemmeldi. Chan'e göre yani. Felix bunları koca bir palavradan ibaret görüyordu. Doğrusu, aynadaki yansımasını pek çok acıdan kusurlu ve yetersiz bulsa bile istediği tek ilgi Chan'inkiyken bu umrunda bile değildi. Ne zamandır cildine bakım yaptığı dahi yoktu. Artık kollarında kaybolduğu adamın onu her koşulda kusursuz bulacağı gerçeğine inanıyordu. Onun için önemli olan da buydu.
Belindeki ellerin bollaşmasından sonra Felix önce bir ayağını yere uzattı. Sonra da diğerini. Koltuğun önünde dizleri üzerine çöküp elleri üzerinde doğruldu. Yüzünü bacakları arasında dört ayak durduğu adamın kasığına doğru yasladı, bakışlarını yukarı doğrultunca beklediği gibi onun için tutuşan bir adamın her an inlemek üzere kapanmaya hazır gözlerini seyretti. Yanağının altında nabız gibi atan sertliğe sürtündü.
"Seninle başa çıkamam." diye mırıldandı Chan hızlanmış solukları arasında. Çıkamazdı. Felix isterdi, alırdı.
"Ağzımı doldurursan işin kolaylaşır belki."
Chan aklını başına toplamak için kaybettiği birkaç on saniyenin sonunda sırtını dikleştirdiğinde Felix yüzünü geri çekti. Beklenti dolu bakışlarını oğlanın yüzünden ayırmazken rahatsız edici bir fermuar sesi girdi aralarına. Onun karşısında soğukkanlılığını istediği kadar sıkı koruyamadığı düşüncesiyle huzursuz halde altındaki bacaklarından sıyırdı Chan. Erekte olmuş, başı sızdıran penisi karnına yaslanmıştı. Felix yerinden oynamadı ama istekli bakışlarını oğlanın bacak arasında tutarak dudaklarını hafifçe araladı. İkisi de harekete geçmeyince önce Felix boynunu öne uzattı. Sonra Chan parmaklarıyla kavradığı sikini onun dudakları arasına yasladı. Geçen sefer ilk defa onu ağzına almanın acemiliğiyle bu işi beceremediğini düşünen Felix bu kez fazla acele etmedi. Daha yavaş ve daha kontrollü olmayı umdu. Başarı ve yönetme takıntısı olduğu kesindi evet ama en azından sevişirken serbest olabilmeyi umsa bile bu mümkün değildi.
Ağzına dolan tükürükle önce başını ıslattı. Dudaklarını ona sarıp sıcak ağzına onu hapsettiğinde Chan daha şimdiden boşalmaya hazırdı. Kesik bir inlemeyle kendini çok az daha içeri itti. Arsız olmayı istemiyordu, ona karşı sert davranmaktan da hoşlanmıyordu ama sikinin bir ucu sıcak ve ıslak bir ağzın içinde güzelce emilirken aklı başında davranamıyordu. Yine de olabildiğince kontrollüydü. Sadece Felix'in ağzı onu tamamen alabilmek için inanılmaz derecede küçüktü. O küçücük itişle ağzı dolmuştu bile. Soluklanmaya yer yoktu. Ama Chris'in ihtiyaçla inlediğini işitirken boğulmak üzere oluşu aklından gitmiş gibi başını öne itti. Dudakları neredeyse kasıklarına ulaşmak üzereyken boğazına çarpan başıyla gözleri kaydı, öğürüyordu.
"Siktir, Felix."
Onun için adıyla inleyen sevgilisini duyunca o kadar da dayanılmaz olmadığını düşünerek kendini geri çekti. Tükürüklerini çoktan her tarafa saçmıştı. Soluk almaya fırsat bulur bulmaz onu tekrar dibine kadar almaya çalıştı. Kusmayacağından emin olduğu süre boyunca defalarca kez boğazına çarpması için ağzını öne itti. Sonra yorulunca yerdeki ellerinden biriyle köküne sarıldı. Ağzının içine akmaya başlayan tuhaf sıvının tadını alıyordu. Sızdırıyordu. Avucuyla boylu boyunca sıvazlarken başını yanağının yumuşak derisine yasladı. Birkaç kez de yanaklarında git gel yapmasına izin verdikten sonra sıcak meni ağzına aktı, Chan'in kasılan bacakları arasında sıkışırken duyduğu kesik, erkeksi inlemelerle birlikte. Başını geri çektiğinde dudaklarından akan meniyi parmağıyla içeri itti. Yutmaya korktuğu için başta şişirdiği yanaklarıyla oyalandı ama sonunda tek seferde hepsini yuttu. Sonra uslu bir kedi gibi sahibine dikti gözlerini.
"Nasıldı?" diye sordu övülmeye son derece muhtaç halde. Bir şeyleri beceremediğini düşünmek onu strese sokuyordu. Bunu en iyi Chan bilirdi. Ve onu övgülerden hiç eksik bırakmazdı. Sanki son zamanlarda boşlamıştı hatta, arkadaş geçindikleri dönem bile şimdikinden çok flört ettiklerine emindi Felix. Kafaları çok karışıktı. Üstelik artık arkadaş ayağına yatabilecekleri durumların içinde değilken böyle şeyler daha yorucu oluyordu.
Yerden doğrulurken sevgilisinin dizinden destek aldığı elleri iri avuçların arasına alındı. Chan onu kendine çekti, sonra bir eliyle sarışının pantolonunun düğmesini açarken "Harikaydın bebeğim." dedi ona beklentiyle bakan gözlere bakarak. Küçük bir çocuk gibi sürekli 'iyiydin, süpersin, harikasın, çok iyi gidiyorsun...' denmesine ihtiyacı vardı. Annesini kaybettiğinden ve babasıyla zamanla sıfıra inmiş iletişiminden kaynaklı ergenliğinde büyük bir özgüven eksikliği yaşamıştı. Sonra kendini hep ona ilgi gösterelerin çevresinde bulmuştu. Tesadüf değildi bu, ilgi bitene dek civarında dolandığı insanları o an gelip zıt düştüklerinde hayatında hiç var olmamış gibi terk edebiliyordu. Ama Chan başkaydı. Onun ilgisine iki kat ihtiyacı vardı. Çünkü Felix bu defa tüm ilgiyi yalnızca ondan istiyordu. Ona bağlanmıştı. Sadece arzudan ibaret olduğunu sandığı duygularını irdelediğinde Chan'den başka bir şey düşünemediğini fark etmemek mümkün değildi. Ona aşıktı. En tehlikeli ve en zararlı şekilde.
Pantolonu bacaklarından inerken oğlanın boynuna doladığı kollarından destek alıp kucağına atıldı. Dizleri üzerinde kaldı, çıplak vücudunu sevgilisine yasladı. Chan hiç beklemeden koca avuçlarıyla Felix'in kalçasını kavradı. Sertçe, onu inletecek bir kuvvetle avuçları içinde tenini ezdi. Sonra poposunun sol yanağına bir tokat attı. Sarışın iç çamaşırına sıcak sıcak akalı çok olmamıştı ama yeniden erekte oluyordu. Chan avucunu ağzına uzattığında ne yapacağını kestiremeyecek kadar kendinden geçmişti. Dakikalar içinde tekrar erekte olmanın tuhaf uyuşukluğu içinde saf saf ona bakarken Chan "Tükür." diye emretti. Çoktan kaymaya başlayan gözleri ona emredilmesinden seks sırasında rahatsız edici bir haz aldığını ele veriyordu. Gözleri sevgilisine kenetli halde dudaklarına yaslanmış avuca tükürdü. Chan aletini bu tükürükle ıslatıp Felix'in deliğine yaslandı. Sarışının beli aniden kıvrıldı, öylece içine gireceğinden korktu ama sadece aletini boylu boyunca deliğine sürten oğlanla tekrar rahatladı.
Destek aldığı omza sarılıp yüzünü boynuna gömdü. Onun hoş kokusunu soludu özgürce. Bunu yaptığının fark edilmesinden çekinmiyordu. Sadece özgürdü işte. Artık sevgisini belli ederken iki kez düşünmeyecekti. Bir adım atıyordu. En takıntılı ve en tuhaf şekilde bile olsa istediği her an her şekilde ona sevgisini gösterecekti. Zorlandığından damarları belirginleşmiş boynuna burnunu yaslayıp sesli bir nefes daha aldı, belini oynatırken kızarmış tenine bir öpücük kondurdu.
"Ah, Felix içine dalmamak için zor duruyorum."
Felix'in özgüveni öylesine okşanıyordu ki kısacık bir süre sonra kasılmış her bir zerresini serbest bıraktı. Chan'in aletinin üzerinde kayıyor, doyasıya inliyor ve partnerini de en az kendi kadar yükseltmek için elinden geleni yapıyordu. Chan artık dayanamayıp haber vermeden, yeterince ıslanmış deliği zorladığında Felix kasılarak kucağında yükseldi. Sarı saçları pencerede batan güneşin kızıllığıyla portakal turuncusuna bulandı. Chan'in kucağında güneş olup bir battı, bir doğdu. Öyle şiddetli öyle kendinden geçmiş inliyordu ki alt kat komşuları onlar farkına bile varmazken süpürgenin sapıyla defalarca tavana vurdu. Duyan kim?
"Çok derin Chan dayanamıyorum."
Felix fazla hassas olmasının utancıyla bir kere daha, bu kez Chan'in göğsüne boşaldıktan sonra içindeki sıcak doluluğu hissetti. Kucak kucağa odaya geçtiler. Yorgunluktan bacakları titreyene kadar devam ettiler. Onca kavganın, yutulması zor olayın üzerine sanki hiçbir şey olmamış gibi sevişirken aslında bunun ne kadar tuhaf gözüktüğünü bilseler bile öte yandan kaybettikleri onurlarının yerini bambaşka şeylerle doldurmaya çalıştıklarının farkındalardı. Bazı şeyler hâlâ konuşulmamıştı, üzeri kapanmıştı. Onlar birbirlerinin egosunu, özgüvenini ne kadar parlatıp yüceltseler bile günün sonunda bitmiş halde yatakta uzanırken düşündükleri tek şey tüm bu olanlarla nasıl başa çıkıp eskisi gibi, hatta eskisinden büyük sorumluluklarını üstlenip devam edebilecekleriydi.
Top patlasa Chan'in geçmişten kalma öfkesinden bilinecekti, Felix bir güncüğüne kötü hissedip yüzünü öte yana dönse vazgeçti sanılacaktı. Eskiden de tüm bağlar hassastı ama sözler verilmemişti. Yeri gelip birbirlerine ağza alınmayacak küfürler ettiklerinde, itişip kakıştıklarında dahi birkaç dakika sonra unutuyorlardı. Şimdiden sonra her şey farklıydı. Ne Felix gidebilirdi ne de Chan ona git diyebilirdi. Şimdi artık tam anlamıyla birbirlerine hapsolmuşlardı.
Küçük kedi salonda uzun uzun miyavladı ama onu sahiplenen işe yaramazlar öyle derin bir uykuya dalmışlardı ki duymadılar. Kedi en sonunda parkenin ortasında onlara bir sürpriz bırakıp sıcak su borusunun geçtiği ısınmış parkenin üzerinde uyuyakaldı. Evi derin bir sessizlik esir aldı.