Her gün iki bölüm atacağım diyen bana her gün bölüm yazamayacak olmamı fark etme şoku. Ama neredeyse 10 bölümdeyiz ve olaylar biraz daha kızıştığı için genel olarak günde bir bölüm atarım gibi bir hesaplama yaptım. Belki gece sürpriz bölüm gelir emin de olamadım.
Şu an burada 3, 4 kişi falanız ve bu 3, 4 kişi (Galiba tam olarak iki kişi) o kadar güzel yorumlar yapıyor ki çok mutlu oluyorum. Yorumlarda sizinle konuşmak falan dehşet sarıyor. Hepinize teşekkür ve kocaman öpücük. Çok konuştum sizi bölümle baş başa bırakayım.
Filiz'in ağzından:
"Dur be insafsız, dur artık!" diye bağırdım Kerem'in arkasından koşarken. Nihayet sesimi duyup yavaşladı ve arkasını döndüğünde beni gördü. Onun yanına vardığımda biraz durup soluklandım ve nefesimin düzene girmesi için bekledim. "Bacakların uzun demek ki. Yetişemedim ya. Jet gibi geldin buraya kadar."
Nefes almakta o kadar zorlanıyordum ki endişeyle bana baktı. "İyi misin? Gel bi otur. Su bulalım sana." dedi ve şimşir kafeye girip bir masaya oturttu beni. "Sen bekle, ben sana su alıp geleyim." dedi. Ama gitmek üzereyken onu kolundan yakaladım ve gitmesini engelledim.
"Ay dur boşver şimdi suyu." dedim. Koluna kenetlenmiş elime dikkatle bakınca hemen elimi çekip hiç bozuntuya vermeden devam ettim. "Ben sana psikolojik destek vermeye geldim."
Kaşları çatıldı ve karşımdaki sandalyeyi çekip oturdu. "Neden psikolojik desteğe ihtiyacım varmış ki benim?" dedi.
"E sen Ada'dan hoşlanıyorsun ya. Kalbin kırılmıştır diye sana psikolojik destek vereyim dedim."
"Adadan hoşlandığımı nerede- Yani ne hoşlanması. Ada'dan hoşlanmıyorum!" dedi. Demek inkar ha...
"Biraz belli oluyor sanki. Ne dersin?" dedim ukala bir gülüşle. Önce durup düşündü. Sanırım inkar etmeye devam etmenin mantıklı olup olmayacağına karar vermeye çalışıyordu. Sonra gardını indirdiğini fark ettim.
"Hoşlandığımdan değil de... diyelim ki hoşlanıyorum, sen Ada'nın arkadaşısın sence şansım ne?" diye sordu masum bir şekilde.
"Yani açık konuşmak gerekirse... Ada pek şey değil..." dedim ama Kerem'in suratının düştüğünü görünce cümlemi tamamlamaktan vazgeçtim. Demek ki her zaman açık konuşmak gerekmezmiş.
"Umut yok diyorsun yani." dedi. Bitmiş, tükenmiş bakışları ona üzülmeme sebep oldu.
"Umut yok demiyorum ama..." Kerem dikkatle söylediklerimi dinliyordu. Bu yüzden dilimin ucundaki hiçbir şeyi söyleyemiyordum. "Kerem yani şöyle diyeyim, sen elinden geleni yap. Ben eğer durman gerekirse sana dur diyeyim. Nasıl fikir, ne dersin?"
Kerem bir anda kocaman gülümsedi. Güzel bir gülümsemesi vardı, gülünce epey yakışıklı olmuştu. Ben bir cevap vermesini beklerken o bir anda bana eğildi ve kocaman sarıldı. "Bunda sonra sen benim en kral arkadaşımsın." derken ben şaşkınlıktan donup kaldım... Kerem'in kollarının arasında.
Ada'nın ağzından:
Kerem ve Filiz çıktıktan sonra Melih'le biraz sessiz kaldık. Sessizlikten hiç şikayetçi değildim. Konuştukça sinirlerimi zıplatıyordu herif. Ama zaten çok uzun süre tutamadı çenesini beyefendi. Nefes almak gibi bir şey olmuş Melih için boş yapmak.
"Ya sen benim arkadaşıma niye böyle yapıyosun?" diye sordu. Acaba niye böyle yapıyorum? Bir düşün süper zeka.
"Nasıl davranıyor muşum arkadaşına?" dedim kolarımı birbirine bağlayıp.
"Yarım saat önce mağarandan çıkıp gelmiş gibi davranıyorsun." dedi benim taklidimi yapıp kollarını birbirine bağlayarak.
"Lan napıyım? Hoşlandı senden diyorsun. İyi davranıp umut mu vereyim çocuğa?" dedim öfkeyle ve şiddetle. Melih gözlerini devirdi ve bir şey dememeyi tercih etti. Ama sonra yine kendini tutamayıp konuştu. Sessiz kalsa şaşardım zaten.
"İyi de hiç konuşmadan nereden bileceksin hoşlanıp hoşlanmadığını. Sosyal hayatın ruhuna aykırı davranıyorsun." dedi bilmiş bilmiş. Sosyal hayat klavuzu musun sen? Denetleme merciği misin? Hadsiz!
Derin bir nefes aldım ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Bak Melo, ben daha önce kimseyle flört etmedim. Bize ters öyle şeyler. Benden çıkmaz o." dedim.
"Belli zaten flört becerilerinin gelişmemiz olduğu. O sarı kafalı çocuğu kıyıda köşede sıkıştırıp darlıyordun." dedi. Ozan'dan bahsettiğini hemen anlamıştım. Bunalım bulutlarım yine tepeme çökmüştü. Efkarımdan okulun ortasında bir 50lik açıp kafaya dikecek moda girmiştim yine.
"Darlamak konusunda sana katılmıyorum." dedim direk. Bu konuda tartışmaya giresim hiç yoktu. O da keyfimin kaçtığını hemen fark etmiş ve temposunu düşürmüştü.
"Gerçekten flört etmedin mi kimseyle?" diye sordu az önceye göre daha sakin ve insani bir sesle.
"Bizi bozar dedim ya." diye cevap verdim yüzüne bakmadan. Biraz durdu, önce önüne döndü sonra fikrini değiştirmişçesine tekrar bana döndü.
"Denemek ister misin?" diye sordu. Duyduğum şeyle bir anda gözlerim açıldı. Vücudumdaki bütün kan beynimde toplanmıştı. Senin benim namusuma göz dikmeye ne hakkın var?
"Hayırdır kral? Bana mı yürüyosun sen?" dedim öfkeyle.
Yüzünü buruşturdu ve "Uff saçmalama Ada! O kadar tipim değilsin ki, sana dünya ahiret bacımsın bile diyemiyorum." dedi. Tamam bana yürümemesine sevinmiştim ama alttan alttan yine beni aşağıladığını da hemen fark etmiştim. Her ne kadar kolay fark edilir olmasa da fark etmiştim işte.
"Eee neyi deniyoruz o zaman? Bu öyle denenen bir şey mi?" dedim.
Yine ciddileşip arkasına yaslandı büyük bir özgüvenle. "Tabi tabi, merak etme çok kolay bir şey. Hem basit hem eğlenceli." dedi. Götümdeki havalara bak. Flört makinası paşam ya.
"Şimdi bana en sevdiğim rengi sor." dedi. Söylediği şeye kocaman bir kahkaha atmıştım.
"Metotların da baya zayıf. Online eğitimle flört etmişimdir." dedim kahkahalarımın arasında. Sandalyemin köşelerinden tuttu ve beni kendisine çevirdi. Kahkaham saniyesinde kesildi ve ciddileştim.
"Dediğimi yap işte." dedi sıkılmışçasına.
"Yapayım da kurtulayım bari, düş yakamdan." dedim. Sanki çok ciddi bir şey yapıyormuşuz gibi boğazımı temizledim "En sevdiğin renk ne?" diye sordum dümdüz.
"Yaa işte senin sorunun bu!" dedi sanki atomu parçalara ayırmış gibi. Nedir bu büyük buluşun acaba gerizekalı, çok merak ettim. Neymiş benim sorunum.
Soran gözlerle ona baktığımı fark edince "Emmi oğlum gibi sorma kızım. Devren miyim ben senin?" dedi.
"Kızın mıyım ben senin?" diye karşılık verdim. Yine sıkılgan bakışlarını attı bana. Bu kadar sıkıldıysan kapı orda, bi gider misin artık?
"Tamam sana bi örnek vereyim." dedi Melih. Ve bunu söyler söylemez adamın bakışları değişti. Şimdi bana daha yumuşak ve... nasıl denir? Daha tutkulu bakıyordu. Her ne kadar dürtülerim ağzına bir tane yapıştırmamı söylese de bekleyip ne yapacağını görmeye karar verdim.
Bana yaklaştı ve alnıma dökülen bir tutam saçı kulağımın arkasına itti. Dikkatle yüzümün her noktasını inceledi. Hatta o kadar yaklaştı ki nefesini yüzümde hissedebiliyordum. Yüzümde dolanan bakışları en son dudaklarımda sabitlendi. Ben de refleks olarak onun dudaklarına bakmaya başladım (Gerçekten sadece refleks). En sonunda gözlerime çevirdi bakışlarını ve benim onun dudaklarına baktığımı görünce gülümsedi. Yakalanmış gibi hissetmiş ve utanmıştım. Bir süre de gözlerimin içine bakıp fısıltıya benzer sesiyle "En sevdiğin renk ne?" diye sordu.
Şok olmuştum. Böyle bir durumda yapılabilecek tek bir şey vardı.
Kafa attım!
Evet kafa attım ya ne yapacaktım? Melih acıyla burnunu tutarken ben oturduğum sandalyeden hiddetle kalkıp "Televizyon da mı izlemiyorsun! Sosyal mesafeyi de mi bilmiyorsun! Denyus!" dedim ve eşyalarımı alıp atölyenin çıkışına yürüdüm.
Arkamdan söylediği son şey "Aynen, mağarana dön sen!" olmuştu.
Pişman değilim. Kafama sağlık, iyi ki attım.
Aşklar, beğendiniz mi bölümü?
Sizin flört becerileri nasıl?
Mağaralarımızda keyfimiz on numara değil mi kızlar?
Veeee en önemli soru... en sevdiğiniz renk ne ;)