☀️
Neşeli bir kadındım. Herkes beni böyle bilirdi. Gördüğüm, duyduğum, yaşadığım şeylere rağmen neşeliydim, fakat geceden beri bitmek bilmeyen bir huzursuzlukla dolmuştu içim.
O adamla konuşmamıştım. Adını öğrenmiş ve saatlerce kumsalda uzanmaya devam etmiştim. Sessizliğime eşlik etmişti fakat ben çok kısa bir süre uyumuştum ve o sırada gitmiş olmalıydı. Orada rahatça uyuyabiliyordum çünkü arkamda bir meyhane kalıyordu ve oranın sahibini yılkardır tanıyordum. Kendisi kumsalda uyumama alışmıştı ve her uyuduğumda da camın arkasından izlerdi beni.
Sabaha doğru eve gelip salonda Hera ile beraber uyumuştum. Şuan ise kahvaltı hazırlıyordum. Ben uyuduktan sonra babam evden çıkmış olmalıydı çünkü geldiğimde evde olan babam, uyandığımda gitmişti. Alışmıştım sabah erkenden gitmesine. Kendisi her sabah yürüyüş yapardı. Bir ay önceye kadar ona eşlik ediyordum fakat bu ay işlerim çok yoğun olduğu için babama eşlik edememiştim.
Bir elimle hazırladığım pankekleri tabağa dizerken diğer elimde ki dilimlemiş olduğum yeşil elmayı ağzıma attım. Kapının açılma sesini duyduğumda pankeklerin hepsini tabağa dizmiştim ve buzdolabından çilek çıkarıyordum. Arkada duman grubundan şarkı çalarken huzursuzluğuma rağmen sakindim. Babamın vestiyere anahtarı bıraktığını duydum. Akabinde babam mutfağa girdi. Safir rengi gözlerinde ki yorgunluktan gece uyuyamadığını anlamıştım.
"Günaydın, Güneş'im." Bana Güneş diyordu çünkü adımı hep Güneş koymak istemişti ama annem Sayina koymak isteyince de reddetmemişti. Babam mutlu olsun diye geçen sene doğum gününde kimliğime Güneş ismini de ekletmiştim.
"Günaydın, yakışıklı." Babam gülümseyerek bana doğru ilerledi ve başımı öptü.
"Gece kollarımın arasından çıkıp gitmen hiç hoş değildi." dediğinde güldüm.
"Mekanımız yandı, Safir bey, anlatabiliyor muyum?" Ona olanları kısaca anlatmıştım.
"Bak ya iyice mahalle ağzını konuşmaya başladın. Oysa ki elit yetiştirdik biz seni."
"Yemişim elitini." dediğimde babam kahkaha attı. Beni annem ile babamdan çok annemin ailesi yetiştirmişti. Takmıştı bana ruh hastaları.
"Senin manav kapalıydı." dediğinde ona şaşkınca baktım. Ne demek manavım kapalıydı?
"Ne demek bu? Baba yeşil elmam bitti benim." Hızla buzdolabını açıp meyveleri kontrol ettim. "Baba kirazım da bitmiş baba." Babam gülerek beni eğildiğim yerden kaldırdı.
"Ben bulurum sana güzel meyveler. Şimdi güzelce bir liste yaparım, çıkarım dışarı her yeri gezerim ve taze meyveler bulurum, canımın içine."
"Baba Bahri amca kendi yetiştirdiği meyveleri getiriyor. Hem nereye gitmiş ki?" Bahri amcadan başkasından almazdım ben meyve falan. Adam kendi arazisinde yetiştirip de getiriyordu meyveleri. Hormonlu meyve yemek istemiyordum.
Meyveler kırmızı çizgimdi.
"Karısının yengesi mi ne vefat etmiş üç güne açarmış manavı." Hayal kırıklığıyla son yediğim kirazların çekirdeklerine baktım. Yok ya gerçekten artık kendi meyvelerimi yetiştirmem gerekiyordu. "Üzülme Güneş'im, bulurum ben taze meyve sana."
"Bari gitmeden önce bana meyve getirseydi ya." Babam gülerek bahçeye çıktı ve kahvaltılıklara dolu masaya keyifle baktı. Ona kahvaltı hazırlamama bayılıyordu. Kendine sandalye çekip oturduğunda bende son kalan meyveleri kesip tabaklara dizdim. Gerçekten moralim bozulmuştu.
"Bu surat ne kız?" diye soran arkadaşımla dikkatim dağıldı.
"Meyvelerim bitmiş." dedim mutfak kapısından beni izleyen arkadaşıma.
"Yani kıyamet mi kopacak?" Diye sordu tek kaşını kaldırarak.
"Yakındır." Bu sefer de Hera'nın yemek kabını doldurmaya başladım. Elbette aslanlar için mama yapılmıyordu fakat ben özel olarak yaptırıyordum. Alması gereken tüm vitaminleri ve en sevdiği et çeşitlerini mama haline getirtmiştim. Ayrıca çok da doyurucuydu. Arada yesin diye normal et veriyordum ama kendisi bu mamaları daha çok seviyordu. Sevdiği şeylerin birleşimiydi sonuçta.
Bahar, "Nerede o güzellik?" diye sorarken Hera'yı kastediyordu.
"Bahçede Ayıcık bombo oyuncağıyla oynuyor." Hera'yı ilk bulduğum zamanlar babam ona hep çizgi film açıyordu ve Hera en çok da Ayıcık bombo'yu keyifle izlemişti. Evet, Hera bizim için gerçekten bir çocuktan farksızdı. Ona kıyafetler, takılar, oyuncaklar alıyordum ve bunu sadece ben değil çevremde ki herkes yapıyordu.
Bahar'ın kolunda ki sargıya bakarken içim acıdı. "Kolun nasıl, Bahar'ım?"
"Ağrı kesiciler işe yarıyor. Şuan sadece sızlıyor, bebeğim."
"Kahvaltıdan sonra sargıyı yenileyelim."
Bahar, meyve tabağını eline alırken yanağımı öptü ve bahçeye çıktı. Hera'nın tabağını hazırladıktan sonra bahçeye çıkıp tabağını önüne bıraktım ve keyifle yemeğini yemeye başladı. Babam ve Bahar ile beraber kahvaltı yaptıktan sonra Bahar'ın sargısını yenilemiştim ve Bahar ağrı kesicilerin etkisiyle uyuya kalmıştı. Babam ise sahilde, Baver amca ~Meyhanesi olan arkadaşı~ ile tavla oynayacağını söyleyip, çıkmıştı evden.
Sosyal medya hesabımdaki fotoğrafların yorumlarına bakarak havaya girme seansım bitince televizyonu açtım. Sadece fotoğraf atıp çıkmama rağmen dört milyon takipçim vardı. Güzelliğimizin ekmeğini yiyiyorduk tabii.
Eski yaz dizilerinden birini açıp izlerken meyve tabağımın olmaması beni sinirlendirse de kendime bir şişe soğuk viski çıkarıp sakinleşmiştim. Meyvelerden sonra ki vazgeçilmezlerimden biri de viskiydi.
Aslında evden çıkıp Arinna'ya gitmem gerekiyordu ama bir aydır o kadar yoğundum ki bugün kendime izin vermiştim.
Kapı çaldığında telaşsız bir şekilde ayağa kalkıp kapıya ilerledim. Kapıyı açtığımda ise karşımda kimseyi göremedim. Gözlerim etrafı tararken sitede ki çocukların çaldığını düşünmüştüm ki gözlerim yerde takılı kaldı. Yerde bir kasa yeşil elma, bir kasa kiraz, bir kasa da erik vardı. Mutlulukla eğilip meyvelere bakarken gülümsedim. Babamın sipariş ettirdiğine emindim. Babama övgüler yağdırarak kasaları içeri taşıdım. Kendime meyve tabağı hazırlayıp içeri geçerken epey mutluydum. Koltuğa yayılıp meyvelerimi yemeye başladığımda daha da mutlu oldum zira hepsi taptazeydi.
Kapının açılma sesini duydum. Babam gelmişti.
"Sen var ya dünyanın en en en mükemmel adamısın, baba." Babamın gülme sesini duydum. Ardından içeri girip tekli koltuğa oturdu. Gözleri bir kaç saniye koltukta uyuyan arkadaşımda oyalandıktan sonra beni buldu.
"Yine kendi kendine fotoğraflarıma bakarak sevgi patlaması mı yaşadın? O zaman seni üzecek bir şey söylüyorum, istediğin gibi taze meyve bulamadım." Elimde ki erikle bir kaç saniye boş boş bakıştım. Ardından gözlerim babamı buldu.
Birileri benimle maytap mı geçiyordu?
Babama belli etmeyerek gülümsedim. "Ben buldum, yakışıklım. Sen merak etme." Telefonumu hızla elime alarak kamera kayıtlarını incelemeye başladım. Kızıl bir adam kasaları tek tek kapının önüne bırakıp gitmişti. Yüzünü ise gizlemek için uğraşmamıştı ama yüzünü görmemiştim. Bu işte büyük bir terslik vardı.
Babamın sesi dikkatimi dağıttığında derin bir nefes aldım. "Demek ki kendini bu kadar üzmene gerek yokmuş."
"Aynen ya." Kafam iyice karışırken kalan erikleri yemeye devam ettin. Zehirli de olsa yerdim. Hiç umrumda değildi.
Erikleri bitirince salondan çıktım. Odama çıkıp rahat, bebek mavisi bir elbise giydim ve babama haber vererek evden çıktım.
Arinna'ya geldiğimde yanan sahneyi düzelttiklerini ve akşam için hazırlık yapmaya başladıklarını gördüm. Rutin olan şeyler yapılıyordu. Bugün Cuma günüydü. Yani boks maçı vardı. Dima maç için çalışırken kısa bir süre onu izlemiştim. Şuan ise Ozan'dan istediğim kamera kayıtlarını inceliyordum. Dün gece mekanda hiç bir farklılık yoktu fakat bir şeyler bulabilirim diye izliyordum.
Bir süre daha kayıtları inceledikten sonra birini gördüm. Gördüğüm adamla şoka girerken bunun bir tesadüf olmadığından emindim.
Toprak dün gece Arinna'ya gelmişti. Saatler sonra ise evimin önündeydi. Kamerada gördüğüm kadarıyla yanında sarışın bir adam ve kumral bir kadın vardı. Sarışın adam kumral kadına gülerek bir şeyler anlatırken Toprak onları dinliyor gibi görünmüyordu. Gözleri çıkışa doğru giden bendeydi...
Dün beni görmüştü fakat gece bunu belirtmemişti. Benimle şarkı söylemiş, adımı sormuş ve sessiz kalmıştı. Beni tanıyordu. Arinna'ya gelip beni izleyecek kadar tanıyordu.
Bu gördüklerimi bir tesadüf olarak görmek istiyordum fakat ben tesadüflere inanmazdım.
Boks katına indim. Dima, karşısında oturan rakibinin yardımcısına ölümcül bakışlar atarken bu adamın umrunda değil gibiydi. Kafasında şapka vardı o adamın ve gözleri de yeşil. Rakibinin sadece lakabını duymuştum. Ventus. Latince de Rüzgar anlamına geliyordu. Kendisinin girip de yenildiği bir tane bile maç yoktu. Tıpkı Dima gibi.
Dima, bir elini sarı saçlarının arasından geçirirken gözleri bir anda bana döndü. O kadar odaklanmıştı ki geldiğimi bile farketmemişti.
"Neden adamı öldürecek gibi bakıyorsun? Ayrıca o maç yapacağın kişi bile değil."
"Kendimi maça hazırlıyorum." Gibi bir cümle kurduğunda güldüm. Hep böyle yapıyor, karşısında ki kişilere düşmanıymış gözüyle bakıyordu. Öfkesini tetikleyerek maçı kazanmaya çalışıyordu.
Öfke mantığı geri plana atardı ve mantık olmadan hiç bir şey yapılmazdı ama galiba kendisinin mantık pek umrunda değildi. Onu bu konuda uyarmayacaktım. Bugüne kadar nasıl başardıysa bundan sonra da böyle yapardı.
"Adama ölümcül bakışlar atmayı kes ve gidip maça hazırlan."
"Zaten maça hazırlanıyorum şuan." Derin bir nefes alıp bu katın barmenine döndüm. Ne istediğimi anlayıp beni eliyle onaylayarak arkasında ki şişelere döndü.
Saniyeler içinde viski dolu bardağı önüme bırakmıştı. Viskimden bir kaç yudum alıp her zamanki tadın keyfini çıkardım. Çalışanlar etrafta koştururken artık izleyicileri içeri almaya başlamışlardı. Viskimi bitirip, ayağa kalktım. Dördüncü kata çıkıp, giyinme odama girdim. Üzerimde ki elbiseyi indirip lacivert, kalçamın altında biten, saten ve bir bacağında hafif yırtmaç olan bir elbise giydim. Hafif bir makyaj yapıp siyah topuklu ayakkabılarımı giydim ve maçın olacağı kata indim. Bugün maç çekişmeli olacağı için normalinden çok daha coşkuluydu insanlar
Kapının önünde beni bekleyen adamı gördüğümde gözlerimi devirdim. Baray Doruk Armağan, bana gülümseyerek yanıma ilerledi. Adam bana takıntılıydı. Dokuz yaşındayken onun doğum gününde tanışmıştık. Sosyalleşmek için babamın kendini hırpaladığı bir dönemdi. Baray ile ciddi anlamda abi kardeş ilişkisi yaşamıştık fakat ben on dokuz yaşındayken bana karşı tutumunu değiştirmişti ve bu da uzaklaşmamıza sebep olmuştu.
Aslında Baray'ın ailesiyle benim ailem henüz ben doğmamışken bile tanışıyorlardı.
"Yine çok güzelsin, Sayina."
"Teşekkür ederim." Diyerek benim için ayrılan cam bölmeye ilerledim. Bağırış sesleri olmayacağını biliyordum. Burada öyle şeyler olmazdı fakat ses duymak istemiyordum.
Baray da arkamdan geldiğinde onu durdurmadım zira onunla konuşmam gerekiyordu. Babasının bir dağ evi vardı ve yıllar önce annemin orayı ne kadar çok istediğini hatırlıyordum. Annem öldükten bir süre sonra babam orayı almak için uğraşmıştı fakat evin sahibi, yani Baray'ın babası o kadar inatçıydı ki asla evi satmıyordu.
Siyah deri koltuğa oturduğumda, Baray yanımda ki koltuğa oturdu. "İşler nasıl gidiyor?"
"Gayet iyi ama duyduğum kadarıyla sen zor durumdasın." Son zamanlarda sıkıştığının farkındaydım. Zaten buna sebep olan bendim.
"Aslında bana yardımcı olabilirsin." Yüzümde hafif bir tebessüm oluştu.
"Şartımı biliyorsun." Demem onu sinirlendirmiş olmalıydı.
"O dağ evinde ne var gerçekten anlamıyorum." dedi sinirle. O dağ evini alırsam hiç bir şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Sonuçta o evi aldığımda annem içinde mutlulukla gezmeyecekti fakat daha iyi hissedecektim.
"Daha önce de dediğim gibi, dağ evini sat şirketini kurtarayım. Baban da kalp veya sinir krizinden ölmesin değil mi?"
"Kalp geçer belki ama dağ evini satarsam sinir krizi geçirebilir." Güldüm ve gözleri direkt olarak gülüşüme kaydı.
Benim gözlerim boş ringdeyken, onun gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Dima'nın ringe çıktığını gördüm. Akabinde gelen kişiyle algılarıma ket vuruldu.
Bu adam benimle dalga mı geçiyordu?
Toprak denen adam şuan da ringe çıkıyordu. Ya kafayı yiyordum, ya da kafayı yiyordum. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.
Artık karşılaşmamızın tesadüf olmadığına emindim. Bu adamın bir amacı vardı.
Anında doğrulup ringe bakmaya başladım. Maç dakikalar içinde başladığında ise hala şok içindeydim fakat bunu çevreme belli etmiyordum.
Toprak'ın göğsünde ve karnında bir sürü iz vardı. Nasıl olduğunu bilmediğim izlerden sadece bir tanesinin bile insanın canını nasıl yakacağını düşünmek kötü hissetmeme sebep olurken derin bir nefes alıp masanın üzerinde ki viski şişelerinden birini elime aldım ve bardağa gerek duymadan içmeye başladım.
Toprak arkasını döndü ve sırtında da yara izleri olduğunu gördüm.
Neden bu kadar çok iz vardı?
Baray, "Ventus ilgini mi çekti? Açıkçası bende merak ettim onu. Çok iyi dövüşüyor diyorlar. Senin Dima'yı yener mi sence?"
"Diğer maçlarını izlemediğim için net konuşamam." Viskimden bir kaç yudum daha aldığımda Baray'ın güldüğünü duydum.
"Ama Dima'nın kazanması senin için daha iyi olur öyle değil mi?"
"Sonuçta kendisi benim boksörüm, elbette benim için daha iyi olur." Toprak bir anda acı kahve gözlerini bana çevirince ne yapacağımı bilemedim.
Bana bakarken Dima'dan bir yumruk yedi fakat bunun ona etki etmediğini görebiliyordum. Hafif sendeledikten sonra Dima ile sert bir dövüşe başladılar. Dakikalar içinde birbirlerini öldürecek dereceye geldiklerinde ne yapacağımı düşünüyordum. Baray arada konuşsa da o da bir süre sonra tüm odağını maç yapmıştı.
Dima bir anda Toprak'ı yere serdi fakat bunu Toprak istediği için yapmıştı. Bunu net bir şekilde görmüştüm. İlk maçı Dima kazanırken mola vermeden devam etmeye karar vermişlerdi. Zaten molalar bir dakikadan fazla olamazdı. Bu maçta da Toprak, Dima'nın kazanmasına izin verdiğinde sinirlenmiştim. Maçı hakkıyla oynamıyordu.
Hızla olduğum odadan çıktığımda gözlerin bana döndüğünü gördüm. On beş dakika mola vermek zorunda olduklarını söyleyerek asansöre bindiğimde Ozan'dan Toprak'ı yanıma getirmesini istedim. Normalde molalar bu kadar uzun sürmemeliydi çünkü heyecanı gidiyordu ve rakipler dinlenmiş oluyordu fakat şuan bunu yapmak zorunda hissediyordum. Hakkıyla oynanmıyordu. Kendi katıma çıktığımda dakikalar içinde Toprak, Ozan ile beraber yanıma geldi. Ozan'dan gitmesini istediğimde beni reddetmeden çıktı odadan.
Toprak ile bir kaç saniye bakıştık. Gözlerimden sinirimin okunduğuna yüzde yüz emindim fakat o bana gülümsedi ve karşıma oturdu. Akabinde beni afallatacak o soruyu sordu.
"Meyvelerin tadı nasıldı, Bal?"