İmparatorluğun Kılıcı (Wister...

By adorayagmur

303K 21.2K 48.7K

Tüm diyar, doğudaki savaş yüzünden kaosa sürüklenmiştir. İmparatorluğu ayakta tutmanın ve Wisteria'yı kurtarm... More

Bilgilendirme
Karakterler ve Harita
Bölüm 1: Siyah Sis
Bölüm 2: Büyülü Harita
Bölüm 3: İsyancıların Doğuşu
Bölüm 4: Orman Muhafızı
Bölüm 5: Balık Avı
Bölüm 6: Ormanın Sınırında
Bölüm 7: Miath Kralı
Bölüm 8: Kuşatma Altında
Bölüm 9: Zindanın Güneşi
Bölüm 10: Krallıktan Kaçış
Bölüm 11: Anıların Ufku
Bölüm 12: Yankı Yarığı
Bölüm 13: Ormanın Hanedanı
Bölüm 14: Vahşilerin Tutsağı
Bölüm 15: Kuğunun Firarı
Bölüm 16: Beklenmedik Müttefik
Bölüm 17: İhanetin Ruhu
Bölüm 18: Inkora'nın Planı
Bölüm 19:Küllerin Düşü
Bölüm 20:Nehrin Kanı
Bölüm 21: Kehanetin Değişimi
Bölüm 23: Savaşçının Dirilişi
Bölüm 24: Sessizliğin Kelimeleri
Bölüm 25: Değişken Önder
Bölüm 26: Sonsuzluğun Kıyısı
Bölüm 27: Kalplerin Tutulması
Bölüm 28: Yıkımın Şehri
Bölüm 29: Siren'in Çağrısı
Bölüm 30: Euria'nın Gölgesinde
Bölüm 31: Hançer Yuvası
Bölüm 32: Gezginin Gizemi
Bölüm 33: Kraliçe'nin Düşüşü
Bölüm 34: Vaadin Yenilgisi
Bölüm 35: Kuğunun Son Çırpınışı

Bölüm 22: Kahramanın Dönüşü

3.6K 443 769
By adorayagmur


BÖLÜM 22

▪──── ⚔ ────▪

KAHRAMANIN DÖNÜŞÜ

Uyanmaktan hoşnutsuz gibi görünen tek kişi sinirle gözlerini kısıp terleyen yaprak çatımıza bakan Nori'ydi. Yüzünde, bizi bütün gece yağmurdan koruyan ama sabah Fawn uyuyakaldığında ve Kairon nöbeti devraldığında kaybolan büyüyle birbirlerinden ayrılan yapraklara karşı nefret dolu bir ifade vardı. Mavi saçlarını tamamen çözerek saç tellerini koparırcasına sıkı bir şekilde kafasının tepesinden örmeye koyuldu. Kendini olmaması gereken bir yerde bulmuş huysuz bir midilliden farkı yoktu.

Fawn başını bir sağa bir sola yatırıp boynunu esnetti ve gülümsedi. Nori ona bakıp kaşlarını çattı. Fawn bunu fark ettiği anda daha da çok gülümsedi ama sırtı Nori'ye dönüktü. Gözlerinin olması gereken yer tamamen boş olmasına rağmen her hareketinizi anında algılayabildiğini unutmamamız gerekiyordu. Gri ve yeşil renklerin arasındaki göz çukurları bütünüyle akıl alır gibi değildi ancak bir süre sonra alışılıyordu. Gözlerinin olması gereken yer yerine göz kamaştırıcı yeşil saçlarına ya da samimi, yumuşak gülümsemesine odaklanmak yeterliydi.

''Koşmaktan ve ıslanmaktan nefret ediyorsun,'' dedi Fawn sırıtır gibi. ''Miskin bir kedi gibisin.''

Nori yanıt vermek yerine uzun saçlarını örmeye devam etti. Uykuya daldıktan sonra çok geçmeden yağmur dindiği halde hava hala nemliydi. Gökyüzü büyüleyici renklerle kuşanmıştı. Sabah güneşi bulutlara sarı ve turuncu renkler vererek yemyeşil ormanın üzerine bir ışık topu gibi düşüyordu. Eşyalarımız çimlerin üzerine gelişigüzel saçılmıştı. Şımarık bir veledin sinir krizi geçirip etrafa saçtığı oyuncaklar gibiydiler. Onları toparladıktan sonra eşyaların Nori ve Fawn'da durmasının en mantıklısı olacağını düşündük. Kairon'un şekil değiştirmesi gerekebilirdi ve benim tüm bedenimin kontrolüne ihtiyacım vardı. Yüklerle uğraşamazdım.

Kılıçlarımızı kuşandıktan sonra Fawn'ın önderliğinde kampa doğru yürümeye koyulduk. Yaklaşık yirmi adımda oraya varacağımızı söyleyen Fawn artık ciddileşmişti. Ağaçların arasından süzülürken duygusuz bir avcı gibi başı önde kararlı adımlar atıyordu. Öncekinde olduğu gibi çınarlandığımızı anlamayacağımı düşünerek parmaklarımı kılıcıma sardım. Fawn gibi kayıtsız kalmayı çok isterdim. Kendime, onun kendine duyduğu kadar güvenmeyi dilerdim. Nori bile esir tutulduğu kampa dönerken benden çok daha rahat ve cesur görünüyordu. İtiraf etmek istemiyordum ama korkuyordum. Zaiden'a yeterince hızlı ulaşamamaktan, başarısız olmaktan korkuyordum ve altı yıldır hiç bu kadar endişelendiğimi hatırlamıyordum. Dört kişilik bu ekipte tamamen yalnızdım. Kılıcımın verdiği rahatlık ve Zaiden için duyduğum korku arasında kapana kısılmıştım.

İsyancı kampının kuzeybatı köşesinde, ağaçlar ve geniş ova arasındaki keskin sınıra bakarken, '' İyi şanslar Fawn,'' diye fısıldadım. Bizi planladığımız yere ulaştırmıştı. Şimdi yapması gereken kampın doğusunda bir kargaşa yaratmak ve işimizi kolaylaştırmaktı.

''Buradan pek bir şey görünmüyor,'' diye söylendi Kairon pustuğumuz çalıların arasında kıpırdanarak.

Nori başını öne eğdi. ''Görülmemek için yeterince uzak, saldırmak için yeterince yakındayız,'' diye mırıldandı memnuniyetle. Fawn yeniden ağaçların arasında kaybolurken tedirginlikle etrafıma bakındım. Yeni doğan güneşle başlayan kamp hayatı, henüz uyku sersemi olan isyancılar ve kahvaltı bile yapmamış savunmasız nöbetçiler... Bu konum saldırmak için biçilmiş kaftandı. Ordu sesleriyle beraber öyle afallayacaklardı ki bu iş sandığımızdan daha kolay ilerleyecekti. Jaheer... diye düşündüm. Neredesin?

''Ne kadar beklememiz gerekiyor?'' diye sordu Kairon sabırsızlıkla.

Gözlerimi kamptan ayırmadım. Zaiden'ın bulunduğu kafesi görme umuduyla dikkatle incelemeye devam ettim. ''Fawn dikkatleri üzerine çekene kadar.''

''Uzun sürmez,'' diye ekledi Nori.

Kuzeybatı sınırındaki koruma tıpkı Nori'nin bahsettiği gibi zayıftı. Zaiden'ın kafesini bulamasam da bizim tarafımızda tam üç nöbetçi görünüyordu. Kişi başı bir nöbetçi düşmesine rağmen Kairon yakın dövüşte iyi olmadığı için kaba kuvvet uygulama görevi tamamen bana kalıyordu. ''Ben onları indirene kadar siz burada bekleyin,'' dedim kılıcımı elime alırken. Her an Fawn'ın harekete geçtiğini duyabilirdik. Her şey an meselesiydi ve kaybedecek vakit yoktu.

Ovada yankılanan kaba, derin bir ses tüylerimi diken diken etti. Neredeyse tüm ormanı kuşatan devasa bir ordunun gürültüsünü andıran bu boğuk sesi Fawn'ın oluşturduğunu bilmesem kesinlikle afallardım. Tahmin ettiğimden çok daha gerçekçi ve etkileyici bir gürültüydü bu. En az üç yüz kişilik bir ordu önüne çıkan her ağacı deviriyor, her adamı kılıcından geçiriyor ve adım adım kampa yaklaşıyordu sanki. Endişe haline bürünen nöbetçiler ne yapacağını şaşırmış halde oradan oraya bakıyorlardı. Üçü de aralarındaki mesafeye rağmen birbirlerine bakıp şaşkınlıkla oldukları yerde dönüp durdular. Meraklanmış olmalılardı ama görev yerlerini de terk etmiyorlardı. Anlaşılan küçük bir motivasyona ihtiyaçları vardı.

Yüreğim ağzımda ayağa kalkıp kılıcımı çektim. Tam çalıların arasından nöbetçilere doğru saldırıya geçecektim ki bir el kolumu yakaladı. Kairon beni geride tutmak için kolumdan sıkı sıkı kavramıştı. ''Dur,'' dedi göğsü hızla inip yükselirken. ''Daha kolay bir yolu var.''

Tek kaşımı kaldırdım. ''Plan bu şekilde,'' dedim sertçe. ''Kaybedecek vaktimiz yok.'' Kolumu hızla çekip Kairon'un parmaklarından kurtarsam da Kairon ondan beklemediğim bir şekilde ayağa kalkıp karşı koydu.

''Bekle,'' dedi sakince. Beni ikna etmeye çalışıyordu ama neye?

Sinirle çenemi iyice sıktım. ''Planı tehlikeye atıyorsun Kairon,'' dedim dişlerimin arasından.

Gözlerimin içine baktı. Kısa süren göz temasımızda karar vermeye çalıştığını düşündüm. Hayır, kararını çoktan vermişti, cesaretini toplamaya çabalıyordu. ''Bekle.'' Bir kere daha aynı kelimeyi kullandıktan sonra çantasını omzundan indirip bir ağaç dibine bıraktı ve kampa doğru yürümeye başladı.

Adım attıkça boyu uzadı. Saçı sakalı uzarken vücudu kaslandı ve kıyafetleri tıpkı isyancıların kıyafetlerine büründü. Yanımızdan Kairon olarak ayrılan bedeni birkaç adımda isyancı liderinin dış görünüşüne bürünmüştü. Bunun etkileyici olduğunu kabul etmem gerekirdi ancak aklıma gelmemiş değildi. Kairon'un gücünü anladığım gibi bunu kullanabileceğimiz alanları düşünmüştüm. Ama Kairon'un aşması gereken çok zayıflığı vardı ve bu işi eline yüzüne bulaştırmasından korktuğum için ona önemli bir görev vermek istememiştim. Söz konusu Zaiden olunca, hiçbirine yeterince güvenemiyordum.

Yine de Kairon'un müdahalesi artık engelleyemeyeceğim kadar ilerdeydi. Bu planda aksilikler çıkacağını düşünmüştüm ama bu kadar erken başlayacağını tahmin etmemiştim. Onu durduramayacağıma göre her an yanına gidip onu savunmaya hazırlıklı olmalıydım. Başımı öne eğip dikkat kesildim. Hadi Kairon, diye fısıldadım içimden. Kalk bu işin altından.

''Olduğunuz yerde duracak mısınız?'' Yankılanan ses kaba ve kendine güvenen bir tondaydı. Jaheer'inkiyle birebir aynıydı. Şaşkınlıkla yutkundum ve bunun Kairon olduğunu kendime hatırlatmak zorunda kaldım. Yalnızca onun iğrenç, kontrol edici tok sesini duymak bile içimdeki öldürme arzusunu canlandırmıştı.

Ağaçlara daha yakın duran uzun palalı adam yerinde zıplayarak Jaheer'e döndü. Çok ciddi görünümünün yanında Jaheer'den korktuğu barizdi. İşte sorun bu, diye düşündüm. Bu insanlar bir noktada Jaheer'in fikirlerini kendilerine uygun bularak onu lider kabul etmiş olsalar da iş artık öyle değildi. Jaheer'e saygı duymuyorlardı. Jaheer'i sevmiyor, onu bir önder olarak görmüyorlardı. Ondan korkuyorlardı.

''Etrafımız kuşatılmak üzere,'' diye gürledi Kairon tıpkı Jaheer'in yapacağı gibi. ''Siz ahmaklar hala burada duruyorsunuz. Çabuk bulduğunuz tüm adamları da toparlayarak doğu yerleşkeye gidin. Eğer birinizi bile kampın bu tarafında görürsem kellenizi bizzat kendim alırım!''

Nori hafifçe kıkırdadı ve başını iki yana hayranlıkla salladı. ''Dahice.''

Kaşlarımı çatarak yeniden Kairon'a döndüm çünkü nöbetçiler, koşarak buradan uzaklaşmaları gerekmesine rağmen duruyorlardı. Bir tanesi tereddütle boğazını temizledi ve Kairon'a doğru bir adım attım. ''Ama efendim bize ne olursa olsun yerimizden ayrılmamamızı söylediniz.'' Tereddütle öteye baktı. ''Tutsağın infaz vaktine kadar burada durmamız gerekiyordu.''

Tutsak. Tutsağın infaz vaktine kadar burada durmaları gerekiyordu. Zaiden iyi olmalıydı. O hala hayattaydı. Geç kalmamıştık.

Kairon'un yutkunduğunu gördüm. Hadi Kairon, geri adım atma. Yapabilirsin.

Tehditkâr bir biçimde başını hafifçe yana eğdi. Kendisine karşı çıkan isyancıya doğru ağır bir adım atarken gözleri üzerindeydi. ''Sen,'' dedi tok bir sesle. ''Benim emirlerimi mi sorguluyorsun?''

Adam anında geri adım attı. ''Hayır efendim!'' diye bağırdı korkuyla başını iki yana sallayarak.

Kairon yavaş ve oturaklı hareketlerine devam ederek başını kaldırdı ve ona üstten baktı. Jaheer ile hiç vakit geçirmemiş birine göre oldukça iyi taklidini yapıyordu. ''Bir daha olmasın.''

Adamların artık burada dikilmeye devam etmek için hiçbir sebepleri yoktu. Birbirlerine ayak uydurarak koşup Jaheer'den uzaklaştılar ve yolda iki adamı daha kollarından tutarak doğuya sürüklediklerini gördüm. Onları bu kadar hızlı kontrol altına aldığı için gülümsemeden edemedim. Dövüşmemize bile gerek kalmamıştı. Plana hızla devam edebilirdik.

Nori hemen Kairon'un bıraktığı çantayı da omzuna attı ve çalıların arasından kampın açıklığına fırladık. Kairon kendinden memnun bir şekilde bana dönüp eski görüntüsüne geri büründü. Ellerini iki yana açtı. ''Fena değildim, değil mi?'' diye sordu takdir edilmek için bekleyen küçük bir çocuk gibi.

Başımla onayladım. ''Fena değildin.''

Kollarını göğsünde birleştirirken kalçasını hafifçe yana kırdı. ''Sadece bir kez de olsa, pusuya düşürülen değil düşüren olduk.''

''Zaiden'ı bulmamız gerekiyor,'' dedim kılıcımı bileğimin etrafında döndürerek. Onu hissetmeyi özlemiştim ama kullanmayı unutmuşum gibi geliyordu. Birkaç hedef tahtasıyla karşılaşsam hiç fena olmazdı. Kılıcımı birkaç adım ötemizdeki geniş çadıra doğru tuttum. ''Orada olmalı.''

Nori şaşkınlıkla başını çevirdi. İki çantayı birden sırtlandığı için öfkeli, yorgun, mavi bir kaplumbağaya benziyordu. ''Nereden biliyorsun?'' Bir yandan da hızlı adımlarla, tetikte olmaya dikkat ederek yürümeye başladık.

İsyancı tutsaktan bahsederken kafasıyla hafifçe burayı göstermişti. İstemsizce yaptı ki bu da doğruluğunu gösteriyordu. Zaiden'ı kafesinden buraya almış olmalılardı. Omuz silkip kafamla, gidelim, dercesine işaret ettim.

Midemde korkunç bir titreşim hissettim. Fawn'ın yarattığı gürültü daha da şiddetlenmişti. Gerçek olmasa bile saldırgan bir ordunun yarattığı titreşimler bana Miath'ın düşüşünü anımsattı. Kaşlarımı çatarak başımı öne eğdim ve adımlarımı hızlandırdım. Ortalıkta kimse yoktu. Savaşabilecek olanlar sözde orduyla dövüşmek için sınıra koşmuş, geride kalanlar çadırlarında gizlenmişti.

Taş ve toprağı aştık. Çadıra ilk ben ulaştım. Diğerlerinden önce parmaklarımı kumaşın üzerinde titrek ama hızlı bir şekilde gezdirdim. Kumaş kapının perdeleri aralandı ve göğsüme görünmez bir tekme yemişim gibi sarsıldım. Gözlerim yerde oturan Zaiden'ı buldu. Soluk, mermer gibi teninin üzerinde boncuk boncuk terler belirmişti. Giysileri, ya da onlardan geriye ne kaldıysa, yırtıklar içindeydi. Bazı kısımlar tamamen parçalanmış ve bir kenara atılmıştı. Yıpranmış kıyafetlerinin deliklerinden yaraları gözüküyordu. Kıpkırmızı çizgiler, kesikler, mor ve mavi izler, üzerine bir sargı bezi bile konulmamış derin yaralar. İyileştirilmiş ve izi kalmıştı. Sarılmış ve tekrar açılmıştı. Jaheer'in yenilgisinin tüm öfkesini Zaiden'ın bedeni karşılamıştı.

Kömür gibi simsiyah saçları alnının iki yanına yapışmıştı. Dudaklarından akan kan çenesinde birikmiş ve kurumuştu. Karnında büyük, diğerlerinden daha acı verici bir yara olmalıydı çünkü kanlı ellerini acıyı dindirmek istercesine karnına bastırıyordu. Gözlerindeki ifadesizliği gördüğüm anda yediklerim boğazıma dizildi. Yutkunmakta güçlük çekiyordum. Midem kasılırken ve boğazım düğümlenirken kesik nefeslerle kendime gelmeye çalıştım.

Yumruklarımı ellerimi parçalarcasına sıktım ve derin bir nefes aldım. Benim Zaiden'ım hala oradaydı. Buraya onu kurtarmak için gelmiştim ve bunu başaracaktım. Yalnızca onu bu halde gördüğüm için hata yapamazdım. Duygularımı kontrol altına almak zorundaydım. Zaiden'ın güvenliğini tehlikeye atacak hiçbir şeye izin veremezdim ve buna ona duyduğum sevgi de dahildi. Hayatta kalmamız söz konusuydu ve kurtulana kadar zayıf düşemezdim. Bakışlarımı yaralı, bitkin Zaiden'dan ayırmadım ve dişlerimi iyice sıkarak düşüncelerimi sakinleştirmeye çalıştım. Burnumdan derin derin nefes alarak kendimi planın geri kalanına hazırladım. Serin, sakin havayı ciğerlerime çektim. Kontrol benim elimdeydi. Özgürlüğümüz benim parmaklarımın ucundaydı.

O sırada gözlerim, çadırdaki diğer insana kaydı. Donup kalmıştım. Meldrik, elinde tuhaf, yumuşak bir dokuyla oynuyor, gülümseyerek beni izliyordu. Şövalye zırhı yoktu üzerinde. İsyancıların giydikleriyle aynı kıyafetler vardı. Şimdi onlardan biri gibi gözüküyordu. Buraya ait duruyordu. ''Ben de gelmeyeceksin sanmıştım,'' dedi hafifçe kıkırdayarak ve oturduğu sandalyeden ayağa kalktı. Yerde oturan Zaiden'ın dibinden ağır ağır geçerken Zaiden tepki vermedi. Bilinci yerinde değildi anlaşılan. Gözleri açıktı ama boş bir şekilde yeri izliyordu.

''Sen,'' dedim nefret ve öfkeyle tüm bedenim alevler içinde. ''Senin yüzünden oldu hepsi.''

Meldrik yanmış saç derisinden parmaklarını geçirerek memnuniyetle gülümsedi. ''Ve her şey tam da planladığım gibi gitti.'' Cümlesini bitirdiği anda dudakları büküldü. Öfkeyle Zaiden'a bir bakış attı. ''Bu aptal aşık senin için kendi dilini kesene kadar tabii.''

Cevap vermeme fırsat bırakmadan elindeki tuhaf, yumuşak ve gri şeyi bana doğru fırlattı. Kılıcımı sağ elimde tutmaya devam ederken sol elimde attığını yakaladım. Avucumun içine kaygan, pütürlü bir doku hissi yayıldı. Aynı anda kusmamak için kendimi zor tuttum. Avucumu açmaya korka korka göz hizama getirdim ve parmaklarımı her biri delice titrerken açtım. Bir kere daha korkunç bir öğürme isteği vücudumu ele geçirdi.

''Şimdi,'' dedi Meldrik gözlerini kocaman açarak. ''Buraya geleceğini tahmin etmiştim Saige. Ama koskoca bir orduyla gelebileceğini düşünmemiştim. Hakkını vermeliyim.'' Bana doğru bir adım daha atarak kılıcını çekti. Tabii ya, diye düşündüm. Ordu. Buraya İmparatorluğun ordusuyla geldiğimi sanıyor. Bu da neden beni tek başına karşıladığını açıklıyor.

Nori ve Kairon akıllılık ederek arkamdan içeri dalmamışlardı. Pusuya düşürülme ihtimalimize karşı dışarıda beklemelerini tercih ederdim. Hem bir koz olarak geride bekleyebilir hem de beklenmedik bir tehlike çıktığında hızlıca müdahale edebilirlerdi. Zaiden'ın dili parmaklarımın arasında kalmıştı. Onunla ne yapacağımı bile bilmiyordum. Meldrik bunu planlamış olmalıydı çünkü beni şaşırtmayı kesinlikle başarmıştı. Gafil avlandığım gerçeğini kabul ederek parmaklarımı yeniden et parçasının üzerine sardım ve onu gömleğimin cebine koydum. Şifacıya ulaştığımızda ihtiyacımız olabilirdi.

Meldrik ben bunu yaparken gözlerini üzerimden ayırmamıştı. Hafifçe kıkırdadı. ''Bu hayatımda gördüğüm en romantik şeydi,'' dedi alayla.

Ona haddini bildirmeyi, bize ihanet etmesinin bedelini kafasını patlatana kadar tahta sandalyelere defalarca vurarak ödetmeyi çok istesem de vakit dardı ve benim acele etmem gerekiyordu. ''Çene çalmaya gelmedim,'' dedim kılıcımı bir kere daha sıkı sıkı kavrayarak.

Meldrik bir kere daha sırıttı. ''Biliyorum, ama onunla da hiç muhabbet edilmiyor ki,'' dedi. Seni şerefsiz pislik, diye geçirdim içimden. Öfkemi kontrol etmek için nefesimi düzenlemeye çalıştım.

''Buradan sağ çıkmam için seni öldürmem gerekiyor sanırım,'' dedim. Bir an önce alayım canını da rahatlayayım.

Başıyla onayladı. ''Ama öncesinde başka soruların olacağını düşündüm. Mesela neden size ihanet ettiğimi merak etmiyor musun? Neden bir Miath şövalyesinin İmparatorluk Elçilerine sadakatsizlik ettiğini sorgulaman gerekmez mi?''

''Cevapları pekâlâ kendim de bulabilirim,'' dedim. Muhtemelen bulamazdım. Pek umurumda da değildi. Bir elçi olarak bu işin derinine inmem gerekirdi ama şu anda önceliklerim tamamen farklıydı. Dövüşse dövüş, savaşsa savaş. Benim olanı alacak bu adaleti sonraya bırakacaktım.

Hayal kırıklığıyla dolu bir şekilde içini çekti. ''Anladım,'' dedi dudaklarını büzerek. ''Pek konuşma havanda değilsin.'' Saldırıya hazırlandı. Pozisyon aldı. Tüm hayatı boyunca bir kraliyet şövalyesi olarak yetiştirilen birine karşı birebir dövüşte kazanmam oldukça zor olacaktı ama başarmak zorundaydım. Zaiden'ı buradan çıkarabilmek için bunu göze almalıydım.

Sakin ol, diye tekrarladım içimden. Bir derin nefes daha aldım. O bir şövalye olarak yetiştirildiyse sen de bir prenses olarak büyüdün. Ardından kendi kendime bir küfür savurdum. Görgü kurallarıyla mı yenecektim bu savaşçıyı? Benim kılıç eğitimim çok sonradan başlamıştı. Yalnızca temel bilgiler için bile Kraliyet Okulu'nda eğitmenlerin peşinden yavru köpek gibi koşturmam gerekmişti. Prenseslere kılıç dersini yasaklayan geleneklerin ben...

Nabzım zihnimde atarken kendi nefes alışverişlerimi duydum. Meldrik'in birkaç adım ötesinde dimdik durdum ve yutkundum. Düellodan kaçışım yoktu. İlk hamleyi ondan bekliyordum ki ikimizi de duraksatan bir şey oldu. Jaheer çadıra daldı.

Zihnim hızla çalışmaya başladı çünkü bunun gerçek Jaheer olduğunu mu yoksa Kairon'un taklidi mi olduğunu anlayamıyordum. Meldrik, Jaheer ve ben olduğumuz yerde donmuş bir şekilde birbirimize bakıyorduk. Kairon olduğunu veya olmadığını belli edecek en ufak harekette ya boğazına bir hançer fırlatacak ya da yeniden Meldrik'e saldıracaktım. Sakince bekledim ve tepki vermemeye çalıştım.

Jaheer burnundan soluyordu. Görüntüsü tehditkardı ve kesinlikle sinirli görünüyordu. Sertçe sıktığı çenesini bir öne bir geriye ittirerek önce bana, ardından Meldrik'e baktı. ''İndir kılıcını Meldrik.''

Sırıtmamak için zor durdum. Kairon'du. Bunu anlamıştım ama bakalım Meldrik anlayacak mıydı? Sıradan isyancı askerleri kadar aptal olmadığı aşikardı. Kairon'un gerekirse daha inandırıcı olması gerekirdi. Başarısız olduğu andaysa boku yerdik çünkü hem Kairon'u korumaya çalışıp hem de Meldrik'i yenmek benim için dikkat dağınıklığı yaratırdı.

Meldrik şaşkınlıkla hayal kırıklığı arasında gidip gelen bakışlarla kılıcını indirdi. ''İyi ama,'' dedi kelimeleri birbirine dolayarak. ''Ne oldu?''

Jaheer istifini hiç bozmadı. ''Euria Vaseva'dan yeni emirler geldi. Elçilerin gitmesine izin vereceğiz.''

Meldrik'in dudakları şaşkınlıkla aralandı. ''Ama baba-'' dediği anda gözlerim karşı koyamadığım bir şaşkınlıkla fal taşı gibi açıldı. Baba mı?

Neyse ki Kairon benim gibi duygularını orta yere sermemişti. ''Ne diyorsam o, Meldrik.''

Meldrik öfkeyle boyun eğdi ve kılıcını serbest bıraktı. Zaiden'a olan yolu açmak için iki adım kenara çekildikten sonra babasına, Jaheer'e baktı. Jaheer ise oldukça öfkeli görünüyordu. Acaba, diye düşündüm. Nori, Kairon'un duygularını kontrol etmesine yardımcı mı oluyordu?

Planın başından beri ikinci sefer korku beni ele geçirdi. Sakinliğim buraya kadardı. Görünmez bir canavar tarafından göğsüme defalarca yumruk yiyordum sanki. Zaiden'a baktım. Mucizevi bir şekilde, herkes bana ihtiyacım olan zamanı tanıyordu. Ona dokunmanın tadını aldığımda diyarda yalnızca ikimiz kaldık. Zihnimdeki yıkım duruldu.

Oturduğu yerde iki büklüm durmuş, karnını tutarak öyle duran Zaiden'ı tuttum. Ne yapacağına karar veremeyen, zihninde tek bir düşüncesi olmayan kayıp bir ruha benziyordu. Önünde diz çöktüm. Gözleri beni buldu. Gittikçe derinleşen bakışlarından söyleyemediği ve belki de asla söyleyemeyeceği cümlelerin geçip gittiğini düşündüm. Yorgun ve yaralıydı ama karşısında gördükleri, olduğu yerde kıvranmasına ve kuruyup çatlamış dudaklarını hareket ettirmesine yetmişti. Zaiden. Benim Zaiden'ım. Hala oradaydı ve savaşıyordu. Onun bu halini görünce gözlerim doldu ancak isyancıların tüm işkencelerine rağmen başarmış, hayatta kalmıştı. Onu geri getirebilir, iyileştirebilirdim.

''Zaiden.'' Başımı eğdim ve boynuna doğru sokularak belinden yakaladım. Bir kolunu omzuma attığımda direnmeden kalktı. Onun ne kadar ağır olduğunu unutmuştum. Günlerce aç kalmış olmasına rağmen hala heybetliydi. Altında, tüm yükünü üzerime alırken çırpındım ve dizlerime yüklenerek ikimizi de dikleştirdim. Zaiden dudaklarından bir hırıltı çıktı. Canı yanıyor olmalıydı. Bu ne kadar beni mahvetse de onu dışarı sürüklemek zorundaydım. ''Sorun yok,'' diye fısıldadım bana doğru eğilen başını kendi kafamla destekleyerek. ''İyi olacaksın.'' Fısıltım boğuk bir çağrıydı. Göğsümdeki yanma hissinin, ona duyduğum sevginin getirdiği çaresizliğin, tüm bunların oluşturduğu suçluluğun bir yansımasıydı.

Acıyı bastırmaya çalışarak artık ruhuma işlenen dehşetle bir adım attım.

Jaheer olduğu yerde homurdandı. ''Fikrimi değiştirmeden acele etseniz iyi olur Elçi.''

Bunun altında yatan mesaj, hızlı olun yoksa numaramız işe yaramayacak, anlamına geliyor olmalıydı. Çadırın kapısına ulaştığımızda arkamızda kıpırdandıklarını işittim.

''Sen burada kal,'' dedi Jaheer kızına yani Meldrik'e. Otoriter tavrı işe yarıyordu çünkü Meldrik'in gıkı çıkmıyordu. ''Birazdan başka bir tutsak getireceğim. Ona göz kulak olacaksın.''

Meldik koşup babasının kolunu tuttu. ''Ordu ne olacak? Yardıma ihtiyacın yok mu?''

''Hallediyorum,'' dedikten sonra bize doğru yürüdüğünü duydum. Çadırdan çıktıktan hemen sonra arkamızdan geldi. Göğsüm şiddetle inip kalkıyordu. Omzumda Zaiden'ın nabzını hissetsem de çok zayıftı. İstikrarlı ama hafifti.

Biraz uzaklaşıp ağaçlara yaklaştık ve Kairon hemen kendi görüntüsüne geri dönerek Zaiden'ın diğer omzunun altına girdi. ''Başardık,'' dedi gülümseyerek.


Zaiden ona baktı. Belli belirsiz gözlerini kapatıp açtı. Dudakları mı kıvrılmıştı bana mı öyle geliyordu? Gülümsemeye çalışıyor olabilir miydi? Hemen ardından bakışları bana döndü. Gözleri hafifçe yaşlandı. Kaşları çaresizlik içinde kalkarken konuşmak istediğini ama kendini ifade edemediğini hissettim. Yanağını saçlarımın üzerine yerleştirirken kendini tamamen serbest bırakmak ister gibi bir hali vardı. Artık güvende olduğunu biliyor olmalıydı. Artık benimleydi ve onu bir daha asla bırakmayacaktım.

''Rahatlamış hissediyor,'' dedi Nori sakince. ''Canı yanıyor ama mutlu.''

Continue Reading

You'll Also Like

105K 7.7K 38
Biyoloji öğretmeni Kim Taehyung, öğrencisi Jeon Jeongguk'a ödev verir. #201023 #010824
352K 30.1K 55
Kapak: benbittimaq Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Gör...
8.3K 669 23
Bebeğini istemiyen omega taehyung bebeğini tek başına büyütmek zorunda kalan delta jungkook
24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...