"Bir kıvılcımla başladı, şimdi yanıyoruz."
⚝
İnsanın bildiği ve inandığı her şey yalan çıkar mıydı?...Benim çıkmıştı. Her defasında sırtıma saplanan o hançerlerin arasından Kutan'a da hedef alınan hançerleri görebiliyordum. Benim değil ama ona saplanan her hançer canımı daha fazla yakıyordu.
Belki de babasını yıllar boyu aramıştı ama onun yaşadığına dair hiçbir şey bilmiyordu. Kim bilir Yağız yüzünden kaç kere aynı ortama girmişlerdi de haberleri yoktu.
Talat, bunca zaman Yağız'ın dibinde tutuğu çocuğun oğlu olduğunu seneler sonra öğrenmiş ve Feraz'a gelmişti. Asıl şimdi taşlar yerine oturuyordu. O gün mekana aslında benim için değil, söylentilerin doğruluğunu teyit etmek için gelmişti.
Belki kaçıran kişinin Yağız olduğunu bile çok geç öğrenmişti. Ama nasıl oluyordu da bunca sene herkes Kutan'ın gücüne ve soyadına bu kadar yabancı kalıyordu.
O an zihnime sızmak isteyen her sesi zorla susturdum. Kutan'ın bunlarla alakası bile olsun istemiyordum. Kalp kırıcı meselesinde kilit nokta bendim, ama oklar nedense durmadan Kutan'a dönüyordu.
Sarayın en önemli adamlarından birinin oğluydu. Yönetimden biri yüzünden kaçırılmış ve ismi dahi değiştirilmişti, tabii ne kadar doğruysa. Hiç kimse bu kadar ayrıntıyı nasıl didiklememişti aklım almıyordu.
Peki Talat Kılıç, eli kolu bu kadar uzunken dibindeki adamın oğlunu kaçırdığını nasıl bu kadar geç öğrenmişti. İlmek ilmek dolanan herşey bir olup kördüğüme dönüştü.
Kutan bunları duyduktan sonra Yağız'ı suçlayabilecek miydi çok merak ediyordum. Annesini ufacıkken kaybetmiş birine bunu nasıl açıklayacaktık, hiç bilmiyordum.
Tek bildiğim Yağız Atay kolay kolay onun elinden kurtulamazdı. Sesindeki öfke, bakışlarındaki acımasızlık artık gözle görülür bir hale gelmişti. Talat Kılıç, oğlu için sınırları zorlayacak gibi görünüyordu.
Saatlerdir Kutan'ı düşünmekten beni nereye getirdiklerini idrak edememiştim. İlk defa uslu durup zorluk çıkarmadığım için de gözleri fazlasıyla üzerime çeviriyordum. Beynimi kemiren lanet soruları kapı dışarı edip beton zeminde cenin pozisyonunda kıvrıldım.
Yine zindandaydım.
Bana ait olan köşede yemek getirdikleri tepsiden uzak kendime bir alan bulmuştum. Yerler ne kadar pis olsa da şuan yatacak tek yer burasıydı ve ben yorgunluktan ölmek üzereydim. Bütün kemiklerim sızlıyor ve en beteri sırtımın acısı daha çok derinleşiyordu.
Düzensiz soluklarla gözlerimi yumdum. Kutanların nerede olduğunu o kadar merak ediyordum ki son çare kendimi Alçin'e yalvarırken bulmuştum. Talat'ın o halleri beni daha çok endişelendirmişti. O yüzden bir an önce onlardan haber almam gerekiyordu.
Bu kargaşanın arasında kaybolsun istemiyordum. Güvende olduğunu bilsem yeterdi. Ama muhtemelen başlarında hala Baran vardı çünkü tek eksik şuan oydu. Hipnozuyla bütün herkesi engelliyor da olabilirdi. Sonuçta karşılarında iki büyük sürü vardı.
Düğüm ve kördüğüm.
Onlar kolay lokma değillerdi.
Kuruluktan çatlayan dudaklarımı ıslatmaya çalışırken birden gözlerimin önüne Kutan'ın en son gördüğüm hali geldi. Nasıl da korkmuş ve delirmişti. Şimdiyse canımı bile verebileceğim adamın en derin yarasını öğreniyordum.
Kendi ismi bile ona ait değildi.
Asıl ben ona bunu nasıl soracaktım, yapamazdım ki. Başka bir ismin var mı diye sormak delilikti. Umarım Yağız, Kutan'ın gerçek ismini de ondan saklamamıştır ümidi içindeydim. Boş bir umuttan ibaretti ama bu kullanabileceğim tek kestirme yoldu. Sonuçta soyadını değiştirme gereği görmemişti.
Ellerimi bacak arama sıkıştırıp daha çok küçülürken üzerimden gelen kokudan bir an tiksindim. Leş gibi kokuyordum. Üzerimdeki hasta önlüğü bile kir içindeydi. Sırtımdan akan bütün kanlar ona değmişti.
Burnumu kırıştırıp yarı açık gözlerimle ileride kalan kapıya bakıyordum. Ne gelen vardı, ne de giden. Aşırı acıkmıştım, karnım durmaksızın gurulduyordu ama tepsideki yemeği yememi beklediklerinin de farkındaydım. Asla elimi o yemeğe sürmeyecektim. Gerekirse açlıktan ölürdüm ama yine de yemezdim.
Buraya geleli ne kadar olduğunu da kestiremiyordum. En son kraliçenin emirleri yüzünden herkesin ilgi odağından kısa süreli de olsa çıkmıştım ama o emirlerin odak noktası zaten bendim.
Dişlerimi sıkıp bileklerimdeki ipi çözmelerinin keyfini çıkarmaya çalıştım. En azından zindandayken bağlamıyorlardı, şuan beni tek esir tutan boynumdaki halkaydı. Gücümü bastırıyor ve beni sersemleştiriyordu.
Bir ara o kadar asılıp çıkarmaya uğraşmıştım ki avuç içlerim hep tahriş olmuştu. Acıyla kıvranıp gözlerimi tekrar yumdum. Acilen uyumam gerekiyordu, yoksa bu dört duvarların arasında kendimi daha fazla yiyip duracaktım. Bakışlarıma takılan çok fazla kan izleri vardı ve bunu kaldıramıyordum.
Sımsıkı kapatıp nefeslenmeye çalışırken dakikalar boyu sadece öyle kaldım. Uykunun derin izleri kendini hissettireceği sıra uzaktan gelen kilit sesi gözlerimi zorlukla açmama neden oldu.
Biri geliyordu.
Adım sesleri, varla yok arasıydı ama varlığı çok netti.
Kapı gıcırtılarla aralanırken aradan sıyrılan koca bir bedenle bir an hayal gördüğümü zannettim. Silüeti ilk başta bulanıkken sonradan netleşmeye başlamıştı. Onu üniformasından tanıdım. O kadar az ses çıkarıyordu ki, sanki nefes bile almamaya çalışıyor gibiydi.
Onu görünce kalkmak isteyen bedenimi hareket ettirmeye çalıştım ama yapamadım. Ellerimi yere bastırıp sadece sırtımı duvara yaklaştırabilmiştim. Yaralarımdan sırtımı duvara da yaslayamıyordum. Kambur dururarak yerden destek aldım.
Bir süre sadece uzaktan halimi izledi. Komuşacağını sanan yanım tüm ümidiyle kırılmıştı. "Ne oldu? Neden buradasın?" diye sorduğumda bakışlarında hiçbir şey değişmedi.
"Asıl sen neden buradasın?"
Sesi kalın ve tekdüzeydi. Nasıl olur da hiçbir duygusunu yüzüne yansıtmazdı anlamıyordum. Görünüş olarak babamı o kadar andırıyordu ki göğsümde ani bir sızı belirdi. İçeride de başımdaki korumanın yaptığı eziyetleri de kendisi durdurmuştu. Neden yapmıştı hiçbir fikrim yoktu.
Belki de yüz ikiyi hatırlamıştı diyen iç sesim ise daha haklı gibiydi.
Burada önemli olan zaten onun varlığıydı.
Rüyamda gördüğüm ona şiddet uygulan adamı zerre kadar andırmıyordu bile. Karşımdaki adam daha cüsseliydi ve gördüğüm kadarıyla gömlek giyen bir adama da benzemiyordu. Yanılmıştım, onun geçmişteki yeri sandığımdan daha farklı bir yerde olmalıydı.
"Önce ben sordum."
"Olmam gerektiği yerdeyim zaten."
"Olması gerektiği gibi mi davranıyorsun peki?" diye diretip az önce ki yaptıklarının altını çizdim. "Rica ederim ufaklık,"derken iğnelemeyle konuşuyordu. Histerik bir gülüş takındım. "Sağol."
Başını hafifçe oynatırken buraya geliş nedenini bir türlü kestiremedim. "Sen neden buradasın?"
Keyiften uzak bir gülüşle boynumdaki halkayı işaret ettim. "Belli olmuyor mu?"
Uzunca bir süre boynumdaki halkaya baktığınde elimi halkadan uzaklaştırmıştım. Garip bakıyordu. Çözemediğim bir ifadesi vardı ve bu daha çok canımı sıkıyordu. Tekrar konuşma gereği gördüm. "Baş asker olarak çok riskli hareketlerde bulunuyorsun."
"Sen hep böyle başkalarını da mı düşünürsün?"
"Ne alaka?"
"Bulunduğun duruma bakacak olursak beni uyarman çok mantıklı durmuyor,"dedi. Onun yüzünden kendime bakmaya mani olamadım. Dik duracak dermanım dahi yoktu, zar zor bir yerlerden destek alıyordum ve en kötüsü bu dışarıdan daha çok belli oluyordu.
Bir kalp kırıcıya göre fazla bitiktim.
O meydan okumalarım, tehditlerim hepsi balon gibi sönmüştü. İçi boş tehditler olarak kalmıştı.
"Neyse ne, askerlerini engellemeyi kes. Yoksa seni ifşa etmeden buradan ayrılmam."
"Yardıma ihtiyacın yok yani?"
Vardı, hem de fazlasıyla.
"Yok, ayrıca kim olarak yardım edeceksin? Sarayın baş askeri olarak mı?" Sorularımın ardı arkası kesilmezken yine ifadesinde bir mimik oynamadı. "Dokunsam bayılacak gibisin, ben gücümü güçsüzler de kullanmayı sevmem,"derken ukala bir tavra bürünmüştü.
"Güçsüz mü? Ben kalp kırıcıyım!"
"Bildiğim kadarıyla kalp kırıcı taş üzerinde taş bırakmazdı. Sende zerresi bile yok,"deyince bir an çok fena bocaladım. Hayatımda ilk defa küfür etkisi yaratacak bir hakarete maruz kalıyordum ve bunu beni ezerek değil gaza getirerek yapıyordu sanki.
"Boynumdaki o lanet şeyi çıkar o zaman,"dedim öfkeyle.
Omuzlarını ağırca silkti. "Bunu neden yapayım?"
"Beni neden gaza getiriyorsan ondan,"dediğimde dudaklarında hafif bir kıvrılma oluştu. "Gaza gelmeye meyillisin sende,"dedi bir şeyleri açıklığa kavuşturmaya çalışır gibi.
"Derdin ne?"
"Yüz iki hakkında ne biliyorsun?" diye sorduğu anda gülüşü de aniden yok olmuştu. Saniyelik bir andı ama en azından bir mimiğini görebilmiştim. İnsani bir tarafı da vardı demek ki. "İkimizinde bu bok çukurunda olması dışında hiçbir şey. Aramızdaki tek fark onun gerçekten ölmesi,"dedim kırık bir tebessümle. "Yakında kaderimiz de aynı olacak gibi,"diye de devam ettim.
"O idam sehpasına çıkmayacağını çok iyi biliyorum,"derken yine alttan gelen bir iması vardı. "Öyle mi?"
"Öyle." Kafasını salladı. "Buraya gözün kara gelmişsin ufaklık,"dediğinde sertçe yutkunmadan edemedim. "Bana öyle de bakma, sana yardım için gelmedim. Arkadaşların konusunda endişelenme diye-"
"Niye? Neden böyle bir şey yapıyorsun?" Lafını bölmemden dolayı sorgularcasına baktı. İkileme düşmüş gibi bir hali yoktu. Sanki söyleyeceği hiçbir şeyden sakınmaz gibiydi.
"Onlar için idam sehpasına çıkar gibi duruyorsun, o yüzden yapıyorlar,"deyip yukarıya işaret edince ellerini arkasında bağladı. Ne demek istediği gayet açıktı aslında. Yönetimin zaaflarımla oynadığını açık ediyordu.
"Yüz ikiyle bağlantın ne?"
"Seni ilgilendirir mi?"
"Sana yardım için gelmedim diyorsun ama kendimi tehlikeye atmamam için de gizlice uyarıyorsun ve bunu da sarayın baş askeri olarak yapıyorsun. Bence bir amacın olmalı,"diye direttim.
Üzerine gitmeye kararlıydım. Onun kim olduğunu, yüz iki için ne ifade ettiğini öğrenmeliydim.
Tek bildiğim ilk heyecanının karşımdaki adam olduğuydu.
"Ben saraya bağlı değilim,"dedi katı bir sesle.
"Sarayın formasını giyiyorsun, düzene uyuyorsun sende.,"dediğimde kaşları çatıldı. "Ben...Doğuş Akay'a bağlıyım."
Şaşkınlıkla gözlerimi art arda kırpıştırırken duyduğuma inanmak da zorlandım. Yüz iki de ölmediğini söylemişti. Zamanı gelince ortaya çıkacağını biliyordum ama bu kadar içimizde olması imkansız geliyordu. Acaba yaşadığını bu adamda mı biliyordu?
"Öldü ama o?"
"Ölü olması benim için bir şey ifade etmiyor, insanlar öldüğünde bile ona bağlı kalmıştı. Bende onlardan biriyim," derken gözleri gözlerimden bir saniye dahi ayrılmıyordu. Bakışları girdap gibiydi.
Endişeyle gözlerim tepedeki kameraya kaydığında onun dikkatini yine oraya çekememiştim. "İzleyemezler, korkma."
"Ben korkmam, olan sana olur,"dedim bilmişlikle.
Güldü. Ciddi ciddi güldü. "Eyvallah."
En azından Doğuş Akay'ın yaşadığını bilmiyordu. Bu içimi rahatlattı. Ne kadar az kişi bilirse bu benim için o kadar iyi olurdu çünkü Doğuş Akay benim belki de son kozum olabilirdi.
"Kimsin sen?" Dudaklarımdan dökülen soruyla gülüşü tebessüme döndü ama sıcak bir tebessümdü. Babacan ifadesi yerine gelmişti. "Caner...Caner Ekinci."
Güvenmek.
Bu sefer gerçekten birine güven duymaktan ölesiye korktum.
O kadar ihanet izleriyle doluydum ki galiba karşımdaki kim olursa olsun hep şüphe duyacaktım. Belki yüz iki için gerçek güven bu adam demekti ama benim için hala bir asker sıfatı içindeydi. Ama bunu ona yansıtmaktan kaçındım. Niyetinin kötü olduğunu düşünmek istemiyordum.
"Alvina, ismim,"deyip cevapsız kalmadım.
"Biliyorum."
"Biliyorsun ama ufaklık diyorsun."
Dudak kenarını büktü. "Kalp kırıcıdan daha iyi gibi,"deyince gülmeden edemedim. Ellerimi yerden geri çekmiştim, artık destek almama gerek yoktu. "Doğru, daha iyi."
"Gitmem lazım, Nizgin hanım birazdan sana yemek yollayacak. Ye onu, kimse görmez,"diye hiç ummadığım bir ismi anınca afalladım. Bana kızgın olduğunu düşünüyordum, acaba o da mı yönetime inanmamıştı.
Sadece ufak ufak başımı sallayabildim. O da aldığı cevaptan tatmin gibiydi. Arkasını dönüp sırtını gördüğüm ilk anda tekrar dudaklarım aralandı. "Geçmişte onun için mi buradaydın?"
Durdu.
Adım dahi atamadı.
Kimden bahsettiğimi adı kadar iyi biliyordu. Surat ifadesini göremediğim için de aşırı çelişkiye düşmüştüm. "Ben hala onun için buradayım,"dedi usulca.
"İntikam-"
"Geçmiş kül oldu ufaklık,"deyip sözümü kesti. O kelimeyi duymak istemiyor gibiydi sanki.
"O zaman küllerinden yeniden doğacak."
Kasılan sırtıyla birlikte hızla bana döndüğünde yüzündeki rahatlamayı gördüm. Gözlerinde uzun zamandır kimsede göremediğim bir umut ışığı parlıyordu.
"Bazı şeyler zorlamaya gelmez, sana bir dost tavsiyesi olsun Alvina...Bazı hikayeler ne yaparsan yap mutlu sonla bitmez. Benim sevdam bana kaldı, bak,"derken kollarını kaldırıp kendini göstermişti. Halime bak bi der gibiydi.
İçim sızladı. Bir şey de diyemedim. Bu sefer bir sonumuz olacak da diyemedim. Beklediği kişi geri gelemezdi bunu bende biliyordum ama en azından pes etmediğini bilmesi gerekirdi.
Sevdası, demek ki yüz ikiydi.
Yarım kalan heyecanı oydu.
Yan dönüp tekrar göz ucuyla bakmasından sonra hemen arkasını döndü. Bir şey dememi beklemedi. Bende sessiz kalıp ağır ağır yutkundum. Beklemediğim bir noktadan vurmuştu beni. Ne yani, gerçekten esir olan bir deneği mi sevmişti.
Çok garip geliyordu. Yüz iki işkence görürken ne yapıyorlardı mesela. Öyle durup izleyemezdi ki, insanın içi acırdı.
Geçmişin en acı anları hala çok tazeydi sanki. Üstelik bu konuşmayı esir tutulduğu yerde yapıyorduk. Aynı yer, farklı zaman dilimleri ama hala aynı hisler dolanıyordu.
Aklımda binlerce soru bırakıp zindanı terk eden Cihan Ekinci bütün asaletiyle tekrar dik duruşuna bürünmüştü. Geri kilitnen kapının sesi ise resmen beynime işledi.
Artık geçmişi düşünmekten geleceğe de odaklanamıyordum. Onca anlatılandan sonra kimin intikamını almalıydım ki. Yüz ikinin mi? Ödürülen masum çocukların mı? Yoksa yarım kalan o aşkların mı?
İçimden ansızın geçen bir ümit parçası yalvarıp yakardı adeta. Lütfen, lütfen bizim hikayemiz onlara benzemesin. Kaybetmek benim için bir seçenek değildi çünkü. Yenilemezdim, yenilemezdik.
Elbet beni burada da bulacaklardı ama onlar bulmadan benim artık harekete geçmem gerekiyordu. Kurtaran ben olmalıydım, onlara bir sözüm vardı.
Genzim yanma hissiyle dolarken kendimi yime yere attım. Birazcık, sadece birazcık dinlenmeliydim. Uykunun ağırlığı artık öyle bir baskı yapıyordu ki direnemiyordum da. Ansızın kapanan göz kapaklarımla birlikte kesik kesik nefesler aldım.
⚝
Bir elin yanaklarımda dolandığını hissedebiliyordum ama çok ağrım vardı açamıyordum gözlerimi. Zar zor dudaklarımı aralayıp minik bir inilti dökerken suratımı buruşturmadan edemedim.
Sırtım kendini katlanılmaz bir ağrıya bırakmıştı. Ayaklarım dahi sürünmekten sızlıyorlardı. Bitik bir haldeydim. Dudaklarımı ihtiyaçla ıslatmaya çalışırken o yumuşak elin varlığını bu sefer saçlarımda hissettim. Sanki bir rüyada gibiydim, o el saçlarımı okşuyordu.
Bütün saç tutamlarımı tek tek sevdi. Dudaklarımdan firar eden bir iniltiyi daha bastıramadım.
"Alvina..."deyişini duydum. Yumuşak bir sesti ama ayırt etmeyi beceremedim. Algılarım müsaade etmiyordu. Dudaklarımın üzerinde bir baskı hissetmemle bedenimi kaldırmaya çalıştı. "Hadi güzelim, iç şunu." Dudaklarımın aralığından sızan o hapı istemsizce ağzıma aldım. Dilim üzerinde döndürürken gözlerimi açmayı denedim ama olmadı.
Birkaç saniye sonra bir baskı daha hissetmiştim. Dudaklarımın üzerinde bu sefer de sert bir cisim vardı. "Su,"dediğini duyumsadım. İhtiyaçla dudaklarımı aralar aralamaz kana kana ağzımda ilaç yokmuş gibi günlerin susuzluğunu gidermeye çalıştım.
Ben doyana kadar da kimse o şişeyi benden uzaklaştırmadı. Pet şişenin sesi kulağıma geliyor ama ona da tepki veremiyordum. İlacı yutmuştum. Yavaşça uzaklaşan şişenin baskısı yerini bir boşluğa bıraktı.
"İzin verme tamam mı? Kanını almasınlar sakın." Onu duyuyordum ama hiçbir şey diyemiyordum. Bütün uvuzlarım kaskatı kesilmişti sanki. "Dayan,lütfen biraz daha,"dediğini duyumsadım çok derinden.
Artık sesler net değildi. Kulaklarım uğulduyor ve sesleri seçemiyordum. O elin beni yavaşça yere geri bıraktığını hissettim sadece, ama uzanmamla sırtımın acısı daha çok arttı. Hemen yan döndüm. Cayır cayır yanıyordum. Göz kapaklarım yavaşça gevşerken bilincim yine kendini karanlığa bıraktı.
⚝
Gözlerimi ağırca araladığımda ilk başta her yer bulanıklaştı. Tekrar kapattım. Kısa bir süre sonra yine açtığımda bu sefer daha netti. Usulca yattığım yerden kalkıp oturur pozisyonda kalırken alnımda bir ıslaklık hissettim. Elim istemsiz oraya gidip alnımı yokladı.
Kahküllerim ve alnım ıslaktı. Hatta nemli gibiydi. Tuhaf olan sadece o değil, bir de sırtımda hissettiğim kaşıntı hissiyatıydı. Üzerimdeki önlüğün arkasını yokladığımda bir kremsi sıvı elime bulaşmıştı. Kaşıntı hissiyatını hissediyordum ama ne ağrı vardı, ne de acı. Hiçbir şey kalmamıştı.
Elimi geri çektiğim sırada bakışlarım ayaklarıma takıldı. Bir an gördüğüm şeyi sindiremedim çünkü biri diz kapaklarıma ve ayaklarımdaki yaralara da pansuman yapmıştı. Bir ara birinin varlığını hissetmiştim ama bunun gerçek olma olasılığı ancak şimdi aklıma düşüyordu.
O gördüğüm şey bir rüya değildi, gerçekten biri yanıma gelmişti.
Kırık bir tebessüm edip ellerimi bacaklarıma değdirdim. Artık bedenimdeki bütün güç yerindeydi. Kendimi daha iyi hissediyordum, tek sorun boynumdaki o halkanın artık etlerimi sıkıştırmasıydı. Arada onun acısını hissediyordum sadece ama devamı yoktu.
Birbirine dolaşmış saçlarımı arkaya atıp kahküllerimi ayırdım. O sıra midemden gelen sesle elimi hemen karnıma bastırdım. Acıkmıştım, karnım fena halde gurulduyordu. Acaba kaç gündür burada tutuluyordum, çünkü en son yediğim tek şey Kutan'ın yaptığı o yemeklerdi. Özlemin o yakıcı hissi içimi dolup taşırdı adeta.
Keşke, biraz daha o masada kalabilseydik. Keşke biraz daha ona doyabilseydim. Gözlerimin dolduğunu fark edip hızla göz kapaklarımı yumdum. Gözyaşlarımı engellemeye çalıştıkça boğazımdaki yumru daha çok çoğalıyordu sanki.
Burnumu sertçe çekip yerden kalktım. Bir elimi duvara yaslayıp destek alıyordum çünkü her an düşme korkusuyla sendeleyebilirdim. O anda bir çift ayak sesi duydum.
Olacakları bildiğim halde yerimde dikelmeye ve kapıdan girecek bedene hazırlıklıydım. En azından bileklerimde ip veya zincir yoktu o yüzden iyi düşünmeye çalışıyordum. Kapı yine gıcırtılarla açılırken aradan bu sefer tanıdık bir sima çıkmamıştı.
Kapıdan giren kar maskeli bir korumaydı. Ayaklarında siyah kalın botlarıyla simsiyah üniformasıyla karşımda durmuştu. Aramızdaki mesafeye güvenip başımı sorgularcasına hareket ettirdim.
"Benimle geliyorsunuz,"diyen sesi metalikti. Hiç karşı koymayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Şimdi kaçarsam yapacaklarından daha çok haz alacaklardı o yüzden tıpış tıpış ayaklarına kadar gidecektim.
Ona doğru ilerlediğimi gören beden hafifçe yana çekilmişti. Ama beni şaşırtan yanına geldiğimde bile beni tutmaya çalışmamasıydı. Elini dahi sürmeden önünden geçmem için müsaade etti. Anlık bir afallamayla yürümeye devam ederken arada omuzumun üzerinden adamı kontrol ediyordum.
Bu kibarlıkları normal değildi. Gerçi dün Caner denilen adam için de canımı yakmayı bırakmışlardı. Belki de hala onun için dokunmuyorlardı. Hemen karşı çaprazımızda duran tarihi bir asansör dikkatimi çeken ilk şey oldu. Oraya ilerlememi ister gibi sırtıma parmuk ucuyla temas edince adımlarımı daha hızlı tuttum.
"Nereye gidiyoruz? Kimin yanına?"
Sessiz kalacağını belli edercesine hafif genzini temizleyip asansörün tuşuna bastı ve yanımda dikeldi. Ben de kar maskesinden görünen gece karası gözlerine ters ters baktım ama o pür dikkat asansörün açılan kapısına kilitlenmişti.
Ayaklarımı sürüye sürüye asansöre bindiğimde yanımdaki yerini çok geçmeden aldı. Benim kadar o da çok ağır hareket ediyordu. Sarayın koruma orduları gerçekten üç katına çıkmıştı çünkü asansörün yan tarafında kalan kısım boydan boya camla döşenmişti ve alt katta kalan bütün herkesi böylelikle daha kolay görebiliyordum.
Bunları gücüm olmadan yenebilme şansım herhalde sıfır filandı. Acaba eğitim için nasıl sınavlara tâbi tutuluyorlardı?
Asansörün yukarı çıkarken çıkardığı seslerle yine yanımdaki bedene baktım. "Elimde, kolumda bağlı değil, korkmuyor musun benden?"
Döndü. Kısa bir süre yine sessizlikle kaldı.
"Ölümden korkmayız biz." Sesi ciddiyet doluydu.
"Ne kadar sadık bir asker,"derken alayla güldüğümde karanlık gözleri ilgiyle parladı. "Ölüm saçtığınız doğru mu?" diye sordu.
"Hakkımda böyle mi diyorlar?"
"Doktorların gözdesi olmanız dışında mı?"
"O ben değilim,"dedim tane tane. Bunu sürdürmek de ısrarcıydım. Bunun farkına varmaları gerekiyordu. Bile isteye onun yerini almıyordum, onlar beni yüz ikinin yerine koyuyorlardı.
"Bizim için kalp kırıcı olmanız yeterli,"dediğinde göz devirme isteğimle zor baş ettim. Konuşmamız asla bir aşama kaydetmiyordu. Keşke Caner denilen adam burada olsaydı en azından şuana kadar mantıklı konuşabilen tek insan o olmuştu. Gerçi onun da ayrıcalığı yüz ikiydi, pek bir farkı yoktu.
Dalgınlıkla silkenip kendime gelmeye çalışırken asansörün şiddetle duraksaması tutunma ihtiyacı hissettirdi. Hemen duvardan destek almıştım. Sindiğim yere ufak bir bakış atan adam istifini hiç bozmadı. Acaba ben mi çok ürkek olmaya başlamıştım.
Sonuçta hiç bilmediğim bir yerde sıkışıp kalmıştım, bence az bile tepki veriyordum. Çoktan burayı yerle bir etmem gerekirdi ama yüz ikiye ulaşamadan ne yapabilirdim pek bir fikrim yoktu. En kötüsü arkadaşlarımın da burada olup olmadığını dahi bilmiyordum.
Belki de yalan söylüyorlardı, hepsini buraya da kilitlemiş olabilirlerdi. Ama Baran olmadan bu düşünce pek aklıma yatmıyordu çünkü kendisi egosunu tatmin etmeyi severdi. Burada değilse altında bir sebep vardır diye tahmin ediyordum.
Asansörün kapısı ağır ağır açıldığı anda koruma yine önden geçmem için kenara çekildi. Ben de sessiz sedasız yürümeye koyuldum. Yürürken bir yandan etrafı izliyordum ki işime yarayacak bir şey bulmak için.
En ufak bir şey.
Canlarını yakabilmem bile yeterdi, en azından direkt teslim de olmazdım. Yoksa bu aletle yapabileceklerim çok kısıtlıydı. Sadece Barlas'dan öğrendiğim teknikler vardı, o da ne kadar işimi görürdü birazdan görecektik.
Koridora boylu boyunca serilmiş kırmızı halılara uygun bir de pencerelere kırmızı perdeler eklenmişti. Lüks avizeler ise göz kamaştıran en büyük etkenlerden biriydi. Gerçekten dışarıdan görsem olağanüstü diyebileceğim kadar görkemliydi. Tarihi tablolar her yerde farklılık gösteriyordu ve koridorun bazı kenarlarına konulmuş kılıç kabzaları ve şamdanlar da vardı.
Zindana bakacak olursak burası cennetin ta kendisiydi. En azından nefes alınabilecek bir ortamdı. Aşağıda o kir ve tozun içinde nefes bile zor alınıyordu.
Yürürken karşıda büyük bir devasa kapının önünde üç koruma daha göründü. Hepsi hazır ol pozisyonunda onlara yaklaşmamızı bekliyordu. Tam o an belki de hayatımın şansını yakalayabilirdim. Arkamdan hafifçe sırtımdan itekleyen elin hissiyatını hissettiğim anda hızla dönüp sertçe elini kavradım.
Çevik bir hareketle tuttuğum elden destek alıp karın boşluğuna bir tekme atarken yüzüne sert bir kafa attım. Yere düşmekten kıl payı kurtulmuş adamın belinden aceleyle silahını aldığımda bir yumruk daha savurmuştum.
"Durdurun şunu!"
Arkamızdan gelen bir yığın orduya bakıp yere düşen adamın üzerinden geçip hızla ters istikamete koştum. Acıyla kıvranan beden de kalkıp koşmaya başlamıştı ama bana yetişmesi mümkün değildi. Koşa koşa bütün binayı çevreleyen merdivenlerden inip etrafta göz gezdirirken bir kat daha aşağı indim.
Bir anda yükselen kırmızı alarmla birlikte bir siren sesi daha devreye girmişti.
"Siktir."
Merdivenlerden inerken yine aynı koridora benzer bir yerle karşılaştım ama burada her yer aynı kapıyı andırıyordu. Sanki labirentte gibiydim. Korkuyla yerimden atılıp tekrar koşmaya başladığımda köşeden çıkan beş koruma geri geri gitmeme neden oldu.
"Dur orada!" Silahını kavrayan ellerine yetişmek imkansızdı. "Tamam, durdum. Bir şey yapmayın,"derken içimde harlanan öfke adrenalin duygusuyla beraber kasırgaya dönüştü. Ellerimi havaya kaldırıp teslim olurcasına bana yaklaşmalarına izin verdiğimde tek bir an bile düşünmeden onlar da koşar adım bana doğru geldiler. Gözlerim radar misali aramızda beliren mesafeyi izledi ve bir iki adım kala elimdeki silahı onlara doğru çektim.
"İndir silahı!"
Bir anda gerileyen adımlarına yönelik dudaklarımı büktüm. "Bir düşünmem lazım." Dudaklarımdaki sinsi kıvrılmayla birlikte tetiğe giden elim onlardan önce davrandı ve ard arda üç el ateş ettim.
Hayatımda elimi bile sürmediğim silahla şuan üç korumayı da tam göğsünden vurmuştum. Hedefim sadece önümden çekilmeleriyken şimdi yine ölümden başka bir şey getirmiyordum.
"İndirin silahları, acımam vururum. Duydunuz mu!?" diye gürlediğim anda inen silahlarıyla yavaşça yere çömelmeye başladılar. Ama beni şaşırtan sis dolu silahlarının yanında tutmamalarıydı. Düne kadar hepsinin elinde onlardan vardı. İrkilerek yine gerilerken bir yandan silahlarını tekrar almadıklarını kontrol ediyordum.
"Telsizi istiyorum, hemen,"deyip kaşlarımı olabildiğince çattım. Korumanın ikisi de birbirine bakmaktan başka hiçbir şey yapmadılar. "Bizde telsiz yok,"deyişi gecikmemişti.
Keyifsiz bir gülüşle parmağımı yine tetikte gezdirdim. "Ben olsam kendimi bu kadar riske atmazdım."
"Yemin ederim, bizde telsiz filan yok," diye ısrarla ve yalvarır gibi konuşmaya devam etti. "Birazdan bütün girişleri kapatırlar sıkışıp kalacaksınız, yapmayın."
"Kes sesini!"
Sarayı tümle saran kırmızı alarmlar yüzünden sesini duymak da güçlük çekiyordum. Alarm o ladar yükselmişti ki resmen beynimin içine işliyordu. Kendi sesime bile yabancıydım şuan.
Etrafımda kapısı kapalı odalardan başka hiçbir bok yoktu. İşin kötüsü odalara girip saklanmaktan başka çarem de kalmamıştı. Tek umudum ise pencerelerin açık olmasıydı ama bunu yapmak için de bu heriflerden tamamen kurtulmam gerekiyordu.
Ne kadar yüksek de olduğumuzu umursamadan tedirgin bakışlarının karşılığını verip iki el ateş ettim. Birini karın boşluğundan, diğerini de göğsünden vurdum.
Yere serilen iki bedenle birlikte kan kokusu buram buram yayıldı. Önümdeki cesetlere son kez bakıp silahı geri indirdiğimde hemen çaprazımda kalan odaya yöneldim. Tek planım canımı bile umursamadan kendimi pencereden atmak olabilirdi çünkü şuan mantığım bunun dışında bir çıkış yolu bulamıyordu.
Çok fena sıkışmıştım.
Kaçacak yerim artık çok kısıtlıydı.
Ben de yapabileceğim tek hamleyi yapıp kapıdan içeri girip kendimi hemen odaya kilitledim. İçerisi beni kısa bir an kapı önünde duraksatmıştı çünkü ilk defa hayatımda bir saray odasına giriyordum. Gerçekten filmler de göründüğünden daha güzeldi.
Motifli duvar kağıtları vardı ve eşyaların çoğu da koyu yeşil renkteydi. İşlemeli halılar, sandalyeler ve nevresimlere bakakaldım. İçeriye doğru ufak bir adım atmamla odaların tavanında bulunan ışıklar da gidip gelmeler olmuştu. Muhtemelen yolumu kaybetmemi istiyorlardı. Bende daha fazla hızlanıp yan yana duran pencerelere yöneldiğimde beklemeden camı açtım.
Açtığım anda sert bir rüzgar yüzümü yalayıp geçmişti. Gördüklerim ise hayal kırıklığından başka bir şey değildi çünkü karşıdaki dağın eteklerini gayet iyi görebiliyordum. Yerle aramdaki mesafe bu kadar kısa özetlenebilirdi. Metrelerce yukarıdaydım, aşağı inmeyi geç sesimi bile buradan duyamazlardı.
Pervazlara tutunup sinirden titreyen bedenimi zapt etmeye çalıştım ama kendime mani olamıyordum. Çaresizlik bu sefer gerçekten kapan gibi sarmıştı etrafımı. Buradan çıksam dahi merdivenler de hemen yakalanma ihtimalim çok yüksekti. Tabancamda ne kadar kurşunum kaldığını bile bilmiyordum.
Tam o anda kapının sertçe açılmasıyla silahımı sıkıca kavrayıp kapıdaki kişiye doğrulttum. Gelen kişi silahı tutan elimin zangır zangır titremesine neden olmuştu çünkü namlunun ucunda Hisar vardı. Soluk soluğa kalmış vaziyette bana bakıyordu.
Aslında birbirimizden hiçbir farkımız yoktu, o koşturmaktan, ben ise yakalanma korkusundan nefes nefeseydim. Ne kadar öyle birbirimize baktık bilmiyorum ama bizi kendimize getiren Hisar'ın belindeki telsizden gelen sesti.
"Kız silahlı, hemen bulun onu! Girişleri kapatıyoruz!"
Ardından bir ses daha duyuldu ama anlamak da güçlük çektim. Çok hışırtı vardı ve sesler boğuk boğuk çıkmaya başlamıştı. Eli telsize gitmeden öylece karşımda durmaya devam edince dayanamayıp penceren bir adım uzaklaştım. Ona ne kadar yaklaşırsam isabet ettirmem o kadar kolay olurdu ama onu vurabilecek miydim hiç sanmıyordum.
Hisar, el süremeyeceğim isimlerden biriydi.
Mecbur kalsam belki en azından bir ihtimal o tetiği çekebilirdim ama karşılığında yine buradan kurtulamayacaktım. Kurutulsam dahi bu sefer yüz iki gebertirdi beni.
O beni buradan bile daha çok korkutuyordu.
Kesik bir nefesle gözlerim alnından akan bir damla tere gitti. "Galiba altıncı kişi ben olacağım?" Sorusuyla bana yaklaşan adımlarına karşı bir harekette bulunmadım. Benim için bir sorun teşkil etmiyordu ama onunda belinde bir sis cihazı vardı. İşte asıl o benim için sıkıntıydı. Hisar'ın eli ise hiç beline gitmiyordu.
O yüzden bana doğru birkaç adımını sakinlikle izledim. "Hayır, yedinci olacaksın,"dediğimde duraksadığını fark ettim. Pervasızlığıma şaşırıyor gibiydi sanki.
"En azından kafasına sıkmamışsın,"deyip yukarıya işaret edince dövdüğüm adamdan bahsettiğini anladım. "Baya haşat etmişsin ama,"diye de devam etti.
"Sen alışkınsın zaten, niye şaşırıyorsun?"
Omuz silkti. "Her seferinde şaşırmaya devam edeceğim gibi görünüyor."
Sertçe yutkunup arkasında kalan kapıya dik dik bakınca dudaklarım kendiliğinden aralanmıştı. "Buradan çıkmam lazım,"derken sesim hüzünle kısıldı. Her an ağlayacak gibiydim, sesim titriyor ve elimdeki silahı sıkıca kavrayamıyordum artık.
"Niye? Buraya gelmek isteyen baştan beri sendin."
"Onlar gibi konuşup durma!" diye bağırdığımda boğazlarım acıdı. "Yemin ederim ilk seni gebertirim."
Yüzünde daha önce rastlamadığım bir ifade yer edinmişti. "Yaparsın, yapmalısın da," dedi, sesini yumuşatarak. Sonra ellerini havaya teslim olur gibi kaldırdı. "Çünkü seni buradan çıkarmazsam zaten öleceğim."
Kuşkusuz bir tonla aklımı darmadağın ettiğinde bir an silah elimden kayıp yere düşecek gibi oldu ama son anda tutuşumu sıklaştırdım. Adı kadar emindi, buradan bensiz çıkarsa neler yapabileceklerinden ama halinde korkuya rastlamamıştım sadece yersiz bir endişe dolanıyordu.
Bu beni daha çok ikilemde bıraktı.
"Şu saçmalıktan kurtar beni, ikimizi de çıkarayım buradan,"dediğimde yalvarırcasına boynumdaki lanet aleti işaret ettim. Gözleri kısa bir an titreyen ellerimde gezinip durmuştu. Benim ise gözlerim vaktini bulmuş gibi doldular.
Ağlamamak için verdiğim her mücadele buraya kadardı. "Yemin ederim, ben kimseyi öl-öldürmedim,"dedim çatallı sesimle.
Başını otomatikman hareket ettirince bir damla yaş yanağıma doğru süzüldü. "Biliyorum." Sesinde kuşkuya hiç yer yoktu, hatta ilk defa hiç inatlaşmamıştık. Güven dolu bakıyordu, en önemlisi inanıyor gibiydi.
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten Alvina...Ama onu çıkaramam,"dediğinde tırnaklarımı avuç içlerime batırdım. Hayal kırıklığıyla düşen bir damla yaşımda boynuma doğru yol çizmişti. Hisar'ın gözleri bir süre gözyaşlarımda takılı kaldı.
"Niye?"
"Onu sadece operasyonla çıkarabilirim, öyle kolay bir şey değil. Hayati fonksiyonların durur."
"Ne?"
"Sandığından daha farklı bu aletler, kelepçe gibi bir şey değil,"derken bir adım daha yaklaştı. Artık fazlasıyla yakınıma gelmişti. Aramızdaki iki adımlık ufak mesafe yüzünden silahın namlusu da hafifçe göğsüne değiyordu.
"Bana bir çözüm yolu sun o zaman!?" Genzimdeki yanma hissiyle silahı indirip göğsüne sertçe vurdum. Vurmamla gerileyen adımlarına rağmen bilerek üstüne gidiyordum. Ağlamamın şiddetiyle sarsılan omuzlarım ona vurmama engel oluyordu.
"Bakma öyle! Çıkar şunu!" Sinirle attığım bir yumrukla beraber aklımı kaybetmişcesine hüngür hüngür ağlamaya devam ettim. Titreyen dudaklarım bir açılıp bir kapanıyordu ama ona rağmen gıkını çıkarmadan ona vurmama sessiz kaldı.
İçimde tutuğum bütün biriktirdiğim acımı onun karşısında kustum. Ağlayamadığım kadar çok ağladım. Şiddetlenen vuruşlarıma ise en sonunda bileklerimi tutarak engel oldu.
"Sakin ol."
Olmadım. Çırpınmaya devam ettim.
"Alvina!"
İçimi çeke çeke halsizce bakındım. Çırpınmayı kestiğim anda dirseklerimden kavrayınca yaşlarla ıslanan yüzüme acı çekişiyormuş gibi bakmaya devam etti.
"Benim için kolay mı zannediyorsun! Bitmiyor, içine sıçtığım bu şey bir türlü bitmiyor!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. "Durmak zorundasın, beklemek zorundasın,"derken kısmaya çalıştığı sesi bir etki etmedi. Hala ses tonu yüksekti. Farkında bile değildi.
Elleri arasında hiddetlenen titremelerimin farkındalığıyla sımsıkı tutmuştu beni. "Ağlama."
Başımı zar zor iki yana sallayıp burnumu sertçe çektim. "Gitmek is-istiyorum, lütfen,"dedim kesik kesik. "Kutan'ı istiyorum...Hisar."
O anda ard arda yükselen koşuşturma sesleri ikimizinde sesini bıçak gibi kesmişti. Kapının ardında kalan ve bizi bekleyen orduya rağmen ikimizde elimizi birbirimizden çekmedik. O mu bana tutunuyordu, yoksa ben mi ona seçemedim bile.
"Sadece bekle, tamam mı? Biliyorum, imkansız belki ama şimdilik güven bana,"deyip fısıltıyla kulağıma yaklaştı. Aynı anda elimdeki silahı hızla alıp sırtımı göğsüne sertçe yasladı. Silahın namlusu ise bu sefer benim şakaklarımda dolanıyordu. Kolunu sardığı bedenimi iyice kendine yaslarken ağlayışlarım durulmuştu.
Artık içimi çekmekten başka bir şey yapamıyordum. Güven kelimesini bile ağzına almaktan kaçmasına rağmen şuan ona güvenmemi bekliyordu. Ama bilmiyordu, zaten başka çare bırakmamışlardı.
El mecbur beni sıkıştırmasına ve kafama soğuk metali yaslamasına izin verdim. Dudaklarımdan da sessiz bir fısıltı koptu.
"Ta-tamam...Şimdilik."
"Şimdilik."
Onaylamasıyla birlikte beni kapıya doğru sürüklemesi eş zamanlı gelişti. Odadan çıkar çıkmaz bir yığın korumayla karşı karşıya kalmıştık ama en önde elinde silahıyla dikilen Ekin daha çok göze batıyordu.
Bizi görür görmez yüzünde oluşan şaşkınlık buradan bile okunabiliyordu.
"Hisar?"
"Yakaladım, pencereden kaçıyordu,"derken sesi stabildi. Az önce ki halinden nasıl kopabilmişti anlayamıyordum çünkü ben hala kendimi toparlayamamıştım.
Ekin'ın ağlamaktan kızaran yüzüme keyifle baktığını görebiliyordum. Elindeki silah da yavaş yavaş inmişti, hatta hemen belime doğru götürüp geri koydu. Birkaç saniye sonra da arkasında kalanlara indirmeleri için işaret verdi.
"Helal olsun, bir an hiç kendine gelmeyeceksin zannettim."
"Onun benim için önemi olmadığını biliyorsun, emirleri ne zaman çiğnediğimi gördün?"
"Ne bileyim kimse kraliçeye de yükselmeni beklemiyordu bilader, canına susadığını filan sandık,"dedi yarı alaylı bir tonla.
Hisar'ın sertçe verdiği nefes saçlarıma dokundu. Kızıyordu ama gardını da indirmiyordu. En çok bu yönüne şaşırıyordum.
"Geçmişi bugünle bir tutmamak lazım, ilk defa verdiğim bir tepki değil bu,"deyince Ekin biraz bekleyip yani dercesine boynunu büktü. "Neyse, hadi şunu teslim edelim. Babamlar kıyameti kopardı,"dedi.
Hisar'ın da söylenmelerine uyup beni tekrar yürütmesine karşı koymadan ona eşlik ettim. Zorlamamalarımı fark etmiş gibi omuzumdaki elini tenimde gezdirdiğini hissettim. Bu hem beni sakinleştirdi hem de güvende olduğumu hisettirdi.
Asansörle birlikte tekrar aynı katları çıkarken zihnime kabus gibi çöken uğursuz düşünecelere mani olamıyordum çünkü az kalsın gerçekten de onun hayatını da riske atıyordum. Eğer oradan bensiz çıksaydı kraliçe verdiği sözü yerine getirebilirdi. Sahiden bu sefer Hisar'da ölmüş olurdu. Daha Yağız'ı sindirememişken bir de bu çıkardı.
Kısa bir sürede tekrar aynı odaya getirildiğimde yine bütün simalar gergin bekleyişle homurdanıyorlardı. Ta ki beni görene kadar. Talat Kılıç hala bir ileri, bir geri olduğu yerde sayıyordu. Gergin ve sinirli olması herkese aynı derece yansımıştı.
Beni gördüğü andaki rahatlaması ise gayet fark ediliyordu. Gözleri de aynı saniyede kraliçeye dönmüştü. Sanki aynı rahatlamayı ondan da bekliyor gibiydi. Korumaların hepsi yine askerlerle birlikte aynı yerde itaat ederek hazır ol da bekliyorlardı. O yüzden çok bakma gereksinimi görmedim.
Birden masaya vurulan bir yumrukla yüreğim ağzıma geldi. "Lan! Sen yine-"
"Osman!"
Kraliçenin lafı ağzına tıkmasından dolayı Osman Akça öyle bir bozuldu ki mosmor suratıyla masanın başında kalakaldı. İlk başta algılayamamış gibi Deniz Bey'e bakmıştı ama o da aynı kraliçe gibi umursamaz bir hava çizdi.
"Burada hesap soracak bir varsa o da benim!" diye gürlerken bir yandan Hisar'a doğru başını oynattı. "Şu kızı adam edin dedik yine bir bok yapamadınız."
"Yaraları kapanmaya başlamış kraliçem, bizde anlamadık. Toparlanması imkansız." Açıklamak için kraliçeye el pençe divan duran Erel ceketinin düğmesini de ilikledi. Buradan bakılınca o kadar komik görünüyordu ki olduğum durumu düşünmesem gülmeden duramazdım ama birkaç saat sonra boynuma geçirilecek urgan korkumu körüklüyordu.
"Bunun sebebini de bulun dedim ya hani?"
İğnelemeyle bütün doktorları hedef alan kraliçe gözlerini radar misali hepsinde gezdiriyordu. Muhatabı kesinlikle doktorlardı, en azından gözü şuan beni görmüyordu. Onun doktorlara bir şeyler gevelemesine kulak tıkladığım sıra Caner'le bir askerin daha bana yöneldiğini gördüm. Hisar'da onun gelişiyle silahı geri indirmiş ve beni serbest bırakmıştı.
"Hepinizde o silahlardan olması gerekiyordu, boşuna mı yanınızda gezdiriyorsunuz?"
Hala söylenmelere devam eden kraliçeye bakmadan beni götürdükleri yere bakındım. Daha önce oturduğum sandalye yerine şimdi tavadan aşağı sarkan zincirler vardı. Bu sefer halatlarla bağlamayacaklarını anlayıp bileklerimi gözlerinin içine baka baka Caner'e uzattım.
Yanında duran kar maskeli adamın bile bu hareketimle dikkatini çekmiştim ama ilk atak yapan yine Caner oldu. Şaşırmasına rağmen hiç belli etmeden bileklerimi tavandaki zincirlere bağladı. Kollarımın asılmasından dolayı sırtımdaki yaralar daha çok zonkladı.
Bana dakikalar gelen kısacık süre de gözlerime bakmaya devam etti ama ben bakışlarımı yere indirdim. Sadece önümdeki kalın botlarını görebiliyordum.
"Dua edin yakalandı, yoksa hepinizi şuracık da gebertmiştim,"diye konuşmayı devralan Talat, kraliçe yerine devam ediyordu. "Koskoca sarayda binlerce korumaya rağmen ortalık da fink atıyor, üstüne bir de askerlerimizi öldürüyor."
"Suç bende efendim, alt kata çok fazla destek yollamadım,"deyip suçu üstlenmeye çalışan Caner hala sesindeki katı tonu silmiyordu. Bakışlarının ağırlığı da böylece üzerimden çekilmişti.
"Sen hata yapmazsın, gereğini yap olur mu?" Talat Kılıç Caner'le konuşurken yükselen sesini bastırmaya çalışıyordu. Ben de hayretle başımı kaldırmak zorunda kaldım. Sahiden o da, kraliçe de Caner'e fazlasıyla tolerans gösteriyorlardı.
"Ayrıca sana da aferin, iyi iş çıkardın,"dediğinde bu sefer ilgi odağı Hisar oldu. Elindeki tabanca hala varlığını koruyordu. "Görevimiz,"dedi başını hafifçe eğerek.
Talat'ın memnuniyet dolu ifadesi kraliçeye de yansımıştı çünkü kaskatı kesilen sureti kısa sürede kendine geldi. Uzun elbisesiyle yine tahtının orada dikiliyordu.
"Saatler artık senin için işliyor duyuyor musun Alvina Akdemir?"diyen ve aniden herkesi susturan kraliçe üstünlükle çenesini kaldırdı. "Zaman geliyor."
"Şansın varken öldür beni."
"Asla, bu zevkin tadını çıkarmak istiyorum,"derken tahtına gerine gerine oturdu. Otururken eteğini çekiştirmesiyle yırtmacı açılmıştı. Sonra da gözümün içine bakarak bacak bacak üstüne attı.
Yüzündeki sinsi dolu gülümsemeye ifadesiz kalmaya çalışıyordum çünkü ben tepki verdikçe onu daha çok eğlendiriyordum ve bunu artık istemiyordum o yüzden sustum.
"Deneklerimizi gördüm bugün," deyip elini şıklattığında arkasındaki askerlerden biri eline bir kadeh uzattı. "Hepsi mışıl mışıl uyuyorlar. Acaba cenazene gelmeseler üzülür müsün?"
Dalga geçercesine dudaklarını büzünce sinirden tırnaklarımla etlerimi zedeledim. Keyifle kadehini yudumlarken bir yandan beni baştan ayağı zevkle izliyordu.
"Nerede olduklarını sormayacak mısın?"
Susmaya devam etmek için yanak içlerimi ısırmaya başlamıştım ama kraliçe buna daha çok sinir olmuş gibiydi. "Hadi ama sorsana... onların senden haberi bile yok, ne acınası. Ne bilsinler birazdan seni sonsuza kadar kaybedeceklerini."
Ağzımın içine gelen kan tadıyla kendimi daha çok sıktım. Bedenim artık kontrol edilemez derece de kendini kaybetmişti.
"Ama sen kötü görünüyorsun üzülüyorum bak, hadi güzel deneğimize biraz takviye yapalım,"demesiyle masadan bize doğru gelen kadın doktorlardan biri eline bir şırınga almıştı. Bir yandan onu ayarlıyordu. İçindeki kremsi sıvıya odaklandım. Hava boşluğunu hafifçe vurarak yok etti.
Artık korkmuyordum bile. Hissizlik öyle bir işlemişti ki az önce ki gözyaşlarımdan zerresi kalmamıştı. O sıra kraliçenin yamacına doğru giden Talat Kılıç yanında dimdik durdu. Ellerini de arkasında bağladı. Görünmez bir kalkanı var gibiydi.
Caner'in doktorun gelmesiyle geriye çekilmesi ve adımlarını Hisar'a doğru ilerletmesi kaçınılmaz oldu. Hisar'da pür dikkat birazdan saplayacakları iğneyi izliyordu. Yüzüme bakamıyordu.
"Ne yaparsan yap beni durduramayacaksın,"dedim boğuk ama net bir sesle. Sesimdeki çatlamalar artık boyut atlıyordu. "Emin miyiz? Ben tam olarak onu yapıyor gibi görünüyorum,"derken alay edercesine bir de gülmüştü.
Dudaklarından kaçan yüksek sesli gülüşleri ahenk içindeydi. Film izler gibi takındığı tavrıyla sırtını geriye yasladığında öfke damarlarımda zehir gibi yayılıyordu. Keşke Bars ve Aysar'da annesinin nasıl bir kadına dönüştüğünü görebilseydi. Babasını geçtim annesi söylenilenden çok da farklı değildi.
Babası en azından yapabileceklerini bizzat kendisi yapıyordu ama annesi tam bir manipüleciydi. Emir veriyor, yapmazlarsa baskınlık kuruyordu. Şu birkaç günde belki de en net öğrendiğim karakter onunkisiydi. Ama benim dışımda bunu fark eden bence çok da biri yoktu.
Doktorun asılan kollarımın arasından boynuma ulaşmak için saçlarımı geriye atmasını sakince izledim. Gözlerim artık yardım arar gibi etrafta dönmüyordu çünkü vazgeçmiştim. Buradan dönüş yolum belki de hiç yoktu çünkü araf'ın sesleri de, yüz iki de bana ulaşmak bir yana dursun varlıklarını dahi belli etmiyorlardı.
Benden vazgeçme ihtimalleri sadece canımı ölesiye yakıyordu. Onlar yüzünden buradaydım ve yanıma kattığım insanlar da aynı benim gibi ölümle burun burunalardı.
O anda kadının ellerinden kayıp yere düşen şırınga odada tek ses oldu. Ama eğilip alan o değil yanımda dikilmeye devam eden askerlerden biriydi. Koca bedeniyle yere eğildiğinde kadında geri dönüp yeni bir şırınga almak için masaya doğru ilerlemişti.
Bakışlarım bir süre ikisi arasında gidip geldi. En sonunda yerdeki şırıngayı alıp dizlerinin üzerinde kalan adama bakakaldım. Başı hafif bir açıyla bana dönmüştü. Keskin gözleri birden gözlerime çarpınca bir an gördüğüm şeye inanamadım. Saatler o an için ikimiz arasında durmuş kalmıştı sanki.
Bu bir asker değildi.
Karşımda koyu kehribarlara bürünmüş bir adam vardı. Kar maskesinin altındaki parlayan gözleri cehennemin iki kat dibinde olsam dahi tanırdım.
Bars, buradaydı.
Bana saatleri andıran bir saniyede ayağa geri kalkınca ağzımın açık kalışını zapt edemedim. Yine dimdik yanımda kalıp elindeki şırıngayla karşı tarafa odaklandı. Hiç kendini açık verecek bir şey yapmadı aksine o kadar iyi role büründü ki bir an gördüklerimin sanrıdan ibaret olduğunu sandım.
Ardından gözlerim şüpheyle kraliçenin ve Talat'ın arkasında duran bedenlere kaydı. Seçmek zordu ama dört bedenin hepsi aynı anda başlarını daha çok dikleştirdi. Aynı hareketi yapan bütün maskeli bedenlere şok içinde bakakaldım.
Hisar'ın yanında, doktorların arkasında, kapıyı koruyanlar, yönetimin dibindekiler hepsi bizimkilerdi. Ortada sarayın askerlerinden bir iz dahi yoktu. Sadece benimle birlikte gelen bir grup koruma vardı.
Kalbim anlık endişeyle dolup taştı. Sanki ölüm korkusu kaburgalarıma içeriden baskı yapıyordu, canımı söküp atacak kadar şiddetliydi.
"Çabuk yap şunu, baksana kireç gibi oldu yine,"deyip kadının elindeki şırıngayı sertçe alan Osman Akça büyük adımlar eşliğinde yanımda bitti. "Uğraştığımız şeylere bak." Söylene söylene boynumu sıkıca kavrayıp iğneyi tenime sertçe bastırdı. Derimi delip geçen acıyla kasılırken başımı ellerinden hışımla çektim.
İğnenin çıkışı debelenmelerimle daha çok canımı yakmıştı. "O küçücük beyninle buradan kaçabileceğini mi sandın sahi?"
Dudaklarındaki şeytani kıvrılmayla yeniden yüzünü yaklaştırınca geri kaçmaya çalıştım ancak bedenim yanımdaki hiç olmayacak birine çarptı. Bars'ın kaskatı kesilen uvuzları yüzünden büsbütün ürperdim.
Ağzımın içine kadar giren suret yüzünden üzerimdeki bakışların ağırlığı artıyordu. "Hiç seninle yalnız kalamadık değil mi Alvina?" diye mırıldandığı anda parmakları birbirine girmiş saçlarıma dolandı. Bars'a temas etmemek için artık kaçamıyordum da. İğrentiyle buruşan yüzümle gözlerimi sımsıkı yumdum.
Pis nefes darbeleri tenimi delip geçiyordu adeta.
"Baba!"
Ekin'in gür sesi yükselince gözlerimi zar zor araladım ama araladığımda tek karşılaştığım Osman'ın sertleşen yüz hatlarıydı. İstemeye istemeye benden uzaklaşıp oğluna baktı. Sanki onu böldüğü için daha çok kızmıştı ama Ekin ondan daha öfkeli görünüyordu.
"Çok dibinde değil misin sence de?" Kıskançlık dolu bakışlarla baktığını görüp ellerimle bileklerimdeki zincirlere asıldım. Kollarım duruşumdan dolayı ağrımıştı. "Oğlum yoksa beni mi kıskanıyor?" diye sorarken hafifçe kenara çekildi ama benden uzaklaşmadı. Aksine saçlarımdan tutuğu gibi beni herkese göstermeye çalışmıştı.
Elinde bir oyuncak bebek gibi tutuyordu. Parmak ucumda yükselmem gerekti. Dişlerimi sıkıp acımı gölgelemeye çalıştım.
"Bırak!"
"Bugün bunu da yatağında ister misin?"
Gözlerim duyduklarımla irileşip kocaman açıldılar. Aynı saniyede öyle bir gürültü koptu ki dudaklarımdan kopan tiz çığlık etrafta yayıldı. Hisar'ın elinde tutuğu silahtan çıkan kurşun tam bacağına isabet etmişti. Acıyla haykıran Osman dışında odada delici bir uğultu oluştu.
Kısa süreli nefesimi tutarken gözlerim her birinda usulca gezindi. Ta ki Ekin babasının yanına koşana kadar sürdü her şey. Ne kraliçe yerinden kalktı, ne de yönetimden biri. Osman Akça yerde can çekişirken oğlu dışında herkes ona gözlerini yummayı tercih etti.
Kimse yardım eli uzatmadı bile.
"Baba!"
"İyi misin?" Başını elleri arasına aldığında arkadan biri bu sefer Ekin'in başına silah dayadı. Talat'ın ağır adımları yavaşça bize yönelirken hedefi önümüzde duran kar maskeli adam gibiydi.
"Ben sana emir verdin mi?" Soğukkanlı bir tavırla tek kaşını kaldırınca ani bir kararla gözlerinin odağı Hisar'a döndü. İkisi adına konuşuyordu. "Bir soru sordum!" diye kükrediği anda odadaki bütün uğultular kesiliverdi.
"Benim adamımı vuracak yürek sende var mıydı?" Tekrar nükseden tehdikar havası bu sefer direkt Hisar'a yönelikti. Ama Hisar'da bir an olsun elindeki silahı indirmedi. Namlusu hala bize dönüktü.
"Saraydan para kaçırdığını bilseydin yine onu korur muydun?" Terslenerek elindeki silahı indiren Hisar, Ekin'in yerinden kalkmasına neden oldu. Ama ona atılamadan ona silah çeken adamı görüp geriledi. Osman Bey'in bağrışı daha çok artmıştı.
"Lan siktiğimin piçi!"
"Kapa çeneni!"
Talat artık sinirden kendini kaybetmiş bir haldeydi. Osman'a tepeden bakarken bile hala Hisar'a karşı konuşuyordu. "Ne zamandır?" diye sordu.
"Uzun bir süredir."
"Şimdi mi-"
"Şimdi söyleyesim gelmiş demek ki,"deyip daha çok alaycıl bir tavra bürününce Talat hiç umursamadı bile. Dibindeki askere bakıp omuzuna doğru birkaç kez dostça vurdu. "Götürün ikisini de buradan."
"Ben yönetim üyesiyim! Delirdin mi?!" Tekrar bağırmaya başlayan Osman Bey yüzünden Talat'ın koyulaşan hareleri neredeyse yerinden fırlayacak gibiydi.
"Doğru...O yüzden seni burada öldürmeyeceğim,"dedi tehlikeli bir tınıyla. "Senin yerin yönetim masası."
"Ne?"
"Götürün, Osman Akça için yönetim odasını kapatın. Kendisi orada gebermek istiyormuş,"derken Caner'e baktığında ilk atağa geçen yine o oldu ama odadaki askerlere değil telsizine yöneldi. Bir grup gardiyan onun seslenmesiyle içeri doluşunca Ekin babasına siper olmaya çalışmıştı.
"Durun! Kafayı mı yediniz siz?"
"Ekinciğim hadi gel yanıma,"diyen kraliçe uzun süre sonra konuşma gereği gördü ama Ekin donakaldı. Babasının ölecek olmasına mı şaşkındı yoksa yaptıklarına mı inanamadı anlaşılmıyordu.
"Babam-"
"Baban bunu kendi tercih etti."
"Ama-"
"Baban gibi seni de harcamak istemem evlat,"deyip lafa girdi Talat. Sesinde baskıcı bir ton vardı, eğer biraz daha gardiyanlara engel olursa ona da sıkacak gibi duruyordu.
Ekin'in bakışları kederliydi. Ne olduğunu dahi anlayamadan Osman Bey yalvarır gibi Ekin'in paçasına yapıştı. "Oğlum-"
"Neden yaptın ki?" Sorusuyla hepimizi hatta en çok beni şaşırttı. Babasıyla son kez konuştuğunu biliyor gibiydi. "Neden yaptın!"
"Hakkımızı al-alacaktım."
"Salak herif." Tükürürcesine homurdanıp suratını ekşiltince adımları geriye çekildi. O saniyede gelen bütün gardiyanlar Osman Bey'in haykırışlarına rağmen sürükleyerek odadan çıkardılar. Geride boynu eğik bir adam ve arkasında sinirden kudurmuş bir lider vardı.
İkisi de dönüp birbirlerine baktılar ama ilk konuşan Ekin oldu. "Özür di-dilerim."
"Benden değil...Ondan,"diyerek kraliçeyi gösteren gözlerle Ekin sertçe yüzünü sıvazladı. Başı hafifçe oynamıştı ama kimse fark etmedi.
Kraliçeye doğru dönüp aniden eğilince bir an şoke oldum. Önünde dizlerinin üstüne çökmüştü. "Özür dilerim, çok özür dilerim kraliçem."
"Haberin var mıydı?"
"Yoktu, ye-yemin ederim." Sesi titreyip gittikçe kısıldı. "Öldürecek misiniz onu?"
"Düzenimi bozanı ne yaparım bilirsin,"dedi katı bir tonla. Aldığı cevaptan ötürü olsa gerek başını geri kaldırdı ve ağırca ayağa kalktı. "Onu da cezalandırın o halde, emir almadan babamı vurdu." Hisar'ı işaret eden bakışlarını fark ettiğim anda zincirleri çekiştirip öne atıldım.
"Çek gözlerini ondan!"
"Sana ne oluyor ulan?"
"Babanın diğer yaptıklarını da anlatsana!"
"Neyden bahsediyor?" Bağrışımla birlikte aniden ayağa kalkan kraliçe az ötemde duran Talat'a kaydı. Elindeki kadehi de sertçe yanındaki adamın eline tutuşturmuştu. "Osman başka ne yaptı?"
Talat'ın şoke olmuş suratı gittikçe kasılırken ben artık susmamak için kendimi yırtıyordum. Tek bir an bile düşünmeden Hisar'a döndüm ama hedefimde hem Caner, hem de o vardı. Kıyamet kopacaksa işte şuan tam sırasıydı.
Titreyen bedenimle öne çıkmaya çalıştım. "Yüz iki,"deyip sustum. Nefesim tıkandığı dakika da artık bütün ilgi odağı bendim. Hisar'ın ismi duymasıyla silahı tutan eli sıklaştı. İkisininde yüzü kireç gibi oldu. Duyacaklarını tahmin eder gibi başını hiddetle iki yana sallıyordu. "O adam yüz ikiye tecavüz ediyordu!"
Dudaklarımdan çıkan kelimelerle birlikte hızlanan kalbim yerini derin bir rahatlamaya bıraktı. Üzerimdeki yük azalmamıştı ama kendimi daha iyi hissetmiştim. Ama o saniye de Hisar'ın yüzü öyle bir şekil aldı ki korkudan dilimi ısırmaya engel olamadım. İşte bu kadarını tahmin etmek zordu.
"Seni orospu!"
O anda boğazıma yapışan Ekin'le nefeslerim acıyla ciğerlerime battı. Öfkeden deliye dönmüş gözleri yuvasından çıkacak gibiydi. Ama aniden odayı inleten iki el silah sesi o gözlerin kapanmasına ve ellerinin gevşemesine neden olmuştu. Hisar'ın vurduğunu zanneden yanım istemsiz ona bakarken hareketsiz öylece kaldığını fark ettim.
O vurmamıştı.
Ekin'in yere düşmeden önce başından akan kanlarla nefeslerim daha çok sıklaştı. Bedeni boş bir çuval gibi yere yapışınca arkasında görünen bedenler herkesin ilgi odağı oldu çünkü vuran Hisar değil, Kutan'dı.
Kraliçenin arkasında elindeki silahla ateş etmişti. Yüzünde beliren buz gibi ifade iyice koyulaştı. Nefretini mesken edinmiş gözleri babasına dönüktü ve namlusu kraliçeye değil babasına bakıyordu.
Bana bakmadı bile. Tek bir saniye gözleri ondan başka kimseye dönmedi. Ardından yanında dikilen diğer bedenler olduklarından daha çevik bir hareketler gördükleri herkesin başına silah dayadılar.
Son silahını kuşanan da bir adım arkamda dikilen Bars oldu. Kar maskesini çıkaran Kutan'dan sonra Aysar donuk bir vaziyette annesini hedef almıştı. Ondan kayan gözlerim ise her birinin çıkardıkları maskelerdeydi. Doktorlar, yönetim ve korumalar hiçbiri bir milim dahi kıpırdayamadı.
Düşen her bir maskeyle yüreğim pır pır etti. Aralarında eksik yüzler de vardı ama onların da burada olduğunu hisseden yanım baskın geliyordu.
Neye uğradığını şaşıran bedenler ise korku dolu bir ifadeyle gerilemeye çalıştılar ama başaramadılar çünkü her taraftan başka biri önlerini kesiyordu. Onları koruduklarını zanneden maskelerin altından Kutanlar'ın çıkacağını tahmin edemezlerdi ki. Ben bile edememiştim.
"Selamlar gençlik!"
Batın'ın tok sesi kulağıma dolarken bir gardiyanı yere düşürdüğünü görebilmiştim. Yüzünde anlamsız bir sırıtma kol geziyordu. "Bizim bir emanet vardı da, sizdeymiş galiba,"diyerek bakışları altında kaldım.
O anda Bars'ın dibime giren sureti beni hedef alanından çıkarmıştı. İşte güvenli alan tekrar gelmişti.
"Siz-"
"Evet, biz anneciğim. Ne o özledin mi?" diye soran ve namlusunun ucuyla annesinin kolunu itekleyen Aysar muzipçe güldü. Kraliçe ilk defa geriledi. Onca silaha rağmen korkmayan gözler kızının tek bir hareketinde kaçmıştı.
"Ne yapıyorsunuz siz?"
"Dedik ya, emanet için geldik."
"Aysar!"
"Ne!"
Gür sesi sonunda derin bir yankı uyandırdı. "Çek adamlarını, yoksa hepinizin soyunu sopunu kuruturum."
"Asıl sen çekiyorsun silahını, karşında annen var!"
"Hayır...Karşımda kraliçe var anne,"deyişi kırıktı. Duraksamış ve kelimeleri toparlayamamış gibi bir hali vardı. Ne kadar özgüven dolu gözükse de annesine kırgın bir edayla bakıyordu. Ondan kayan bakışlarım kısa süreli Bars'a kaydı. Dibimde durmasının avantajıyla ne hissettiğini görmek istedim ama bakışlarında görmeyi beklemediğim bir ifade vardı.
Gurur.
Aysar'a gururla bakıyordu.
"Bars!" diye bağırdığı anda diğer taraftan başka birinin daha hedefi oldu. Azra sert adımlarla tam ensesine silahını dayamıştı.
"Sesiniz fazla çıkıyor kraliçe hanım, çekin hadi adamlarınızı. Yoksa birazdan hepsinin ceset yığınlarıyla karşılacaksınız,"dediğinde Deniz Bey'den beklenmedik bir kahkaha koptu.
"Ne?" Daha da yükseldi ve kahkahasını durduramadı. "Siz o ufacık aklınızla bize mi kafa tutuyorsunuz lan?"
"Galiba tam açıklayıcı olmadı ha, ne dersiniz kızlar?" diye sesinin dozunu arttıran Aleda yanındaki Arven'e kısa bir an bakıp parmağını şıklattı. Birden ekranda görünen kamera görüntüleri elimi ayağımı birbirine dolandırdı.
İlk kamerada Alkan işkence gördüğüm odada bütün her yeri dağıtıyordu, yanındaki Gökay'da tamamen buz kütlesine dönmüş iki korumanın önünde dikiliyordu. Gökay uzun zaman sonra ilk defa gücünü kullanmıştı. Bir süre sonra kameranın odağından çıkıp bir yere doğru atıldı ve geri geldi. Kamera açısına tekrar giren Gökay yakasından tutuğu Erel'i masaya yatırıp üzerine çullandı. Ardı arkasına vurduğu her bir yumrukla etrafa fışkıran kanlardan gözlerimi alamadım.
İkinci kamerada Bikem ve İdil vardı. Bikem karşında kalan beş korumayı da diz üstü çöktürmüş bir halde sisle boğazlarına sarılmıştı. İdil'in de odağında çözemediğim bir kaç alet vardı, sanki bir şeyi çözmeye çalışıyor gibiydi. Tam o anda Bikem'in sesi yükselmişti.
"Bütün kapıları ortadan kaldır, önümüze engel çıkmasın,"dediğini işittim.
Ardından üçüncü kamera kaydı geçti. Önsal ve Beker dışarda bahçedelerdi. Ama dikkat çeken Beker'in önündeki insan bedenleriydi. Hepsi can çekişiyordu. Bazıları kusmuğunda boğulmak üzereydi. Etrafa resmen zehir yayıyordu. Önsal'da elindeki bir mendille keyif içinde kanla kaplanmış bıçağını temizliyordu. Ardından çalıların arasından bir sima çıktı geldi.
Sessiz, salına salına yanlarına geliyordu. Bir yandan elinin tersiyle alnında biriken teri sildi. Ama adımları Beker'e yönelikti. Bakışlarında ne çekingenlik, ne de ürkeklik vardı. Sessiz olduğundan daha farklı bir kararlılığa bürünmüştü.
Dördüncü kamera görüntüsü verildiği anda şok içinde kalakaldım çünkü İzel ve Devin görünmüştü. Yanlarında ise sürülerindeki çocuklar da vardı. Hepsi en az on kişilik bir ekibi esir almış bir vaziyette sarayın kapısında diz çöktürmüşlerdi. Aralarında sadece birkaç bedenin parçalanmış cesetleri vardı. İstemsiz bütün tüylerim ürperdi.
Onun hemen ardından gelen görüntü daha büyük bir felaketin habercisiydi çünkü sarayın bütün etrafını sarmış Araf'ın sesleri ellerindeki kılıçlarla bekliyorlardı. Sanki önlerinde görünmez bir kalkan vardı da onun kalkmasını bekliyor gibiydiler. Her bir tarafı sarmışlardı ama önlerinde dikildikleri demir kapıların ardında bir ordu kadar asker sis yağdırıp duruyordu. Yağdırdıkça yok olan sis, toz bulutu gibi sadece havaya yükseliyordu.
En sonunda askerlerin gerilediğini görüp rahatladım. Gerçekten hepsi gelmişlerdi. Tılsımlara rağmen hala buradaydılar, sınırı geçmiyor ve önlerindeki güce karşı koyuyorlardı ama birden bütün görüntüyü darmaduman eden başka bir şey oldu. Önümden ışık hızıyla geçen Caner'in bedeni kıpkırmızı kesilmişti.
Odadan öyle bir çıktı ki arkasından gitmeye kalkışan bütün korumaların anında önleri kesildi. Bizimkiler tarafından. Nereye gittiğinin gayet bilincindeydim o yüzden el mecbur suçluluk hissiyle ona döndüm. Hala gözlerinde dumura uğramış bir ifade vardı ve rengi o kadar atmıştı ki endişelenmeden edemedim.
"Alvina." diye seslenen naif bir sesin varlığıyla bakışlarım doktorların arasında kalmış Nizgin Hanıma kaydı. Onun da Hisar'dan pek bir farkı yoktu ama bir anda kayan göz bebekleriyle zincirleri çekiştirdim.
"Bayılacak, tutun!"
Yere düşmek üzere olan bedenini son dakika koşarak kucaklayan Arven asistan doktorları bir çöp yığını gibi kenara iteledi. Nazik bir tutuşla onu dikkatle yere uzandırırken Bars'ın hışımla bana döndüğünü fark ettim.
"Dayan...Birazdan kilitler açılacak."
"Sil-silahlar da sis var,"dememe kalmadan dışarıdan kopan bir gürültü gittikçe çoğaldı. Odada yükselen ses ise ikimizi de aynı saniyede susturdu.
"Oğlum."
Talat Kılıç şokundan sıyrılmış bir halde ona doğru adım atmaya çalıştığında Kutan ona birkaç adım gitti. Adımları sertti. Siyahlara bürünmüştü ve siyah botlarının salonda bıraktığı ses her adım attığında kulaklar da çınlıyordu. Ellerinde hala benim sardığım sargı bezleri duruyordu. Onları dahi çıkarmamıştı. Dokunmamıştı bile.
Çevik bir hareketle daha ne olduğunu anlamamıza bile izin vermeden silahın ucunu Arven'e yönelecek korumanın alnına hizalayıp tek atışta vurdu. Adam anında Deniz Bey'in ayaklarının dibine düştü. Aynı saniyede tekrar babasına doğrultuğu silahını elini gerdirerek sıkılaştırmıştı. O an çenesindeki bir kemik seğirdi ve gergince başını oynattı.
"Bir hoş geldini hak ettik bence."
⚝
Sessiz'in Ağzından
Gece yarısı, operasyona saatler kala.
Midemdeki bulantıyla öğürtülerim artıyordu. Zar zor yattığım yerden doğrulmaya çalıştığımda elim istemsiz karnımı buldu. Bu his genelde vücudumun kendini toplamaya çalıştığı sıralar ortaya çıkardı.
Galiba Kutan abinin planı işe yarıyordu.
Sen benim planımdaki ilk adımsın demişti. Bana güvendiğini söylemişti sahi. Minik bir tebessümle gözlerimi tamamen araladığımda karşıma tablolarla dolu bir oda çıktı. Yastıktan doğrulup ayaklarımı yere sarkıtırken yatağımın yanındaki tek tek dizilmiş bazaların her birinde farklı bir simayı gördüm.
Ama ben yanımdaki Bikem ablaya takılı kalmıştım. Galiba derin bir uykunun ağırlığı içindeydi çünkü terden alnına yapışmış saçları ve kıpkırmızı kesilmiş boynu huzurlu bir uyku çekmediğini hissettiriyordu.
Bedenim kendini yenilemişti ama onları yenileyecek hiçbir güç yoktu.
Belki de ondan ilk adım olarak ben seçilmiştim.
Minik birkaç adımda direkt Bikem ablanın yanına çökerken elim saçlarını nazikçe geri itelemeye çalıştı ama dokunmaktan çekindim. O yüzden elim havada öylece kaldı. Dakikalar sonunda yan yana sıralanmış yataklar da yatan bedenlere tekrar bakıp elimi koluma dokundurttum.
Burada kesici bir alet olduğunu zannetmiyordum.
O yüzden aklım yine bundan günler öncesine gitti.
Beker'e.
Dudaklarımda minik bir tebessüm oluşunca elimi ayakkabımın içinden çorabıma uzattım.
Merdivenlerden inmeden önce koluma değen sıcak bir tenle ürkekçe gerilediğimde aniden ellerini havaya kaldırıp durdu.
"Özür dilerim, ama bunsuz bırakmam," deyişiyle cebinden bir çakı çıkardı. Küçük bir şeydi ama işime çok yarayabilirdi. En azından planda onlara yardımcı olmak istiyordum çünkü Azra abla tek eksiğin ben olduğumu söylemişti. Korkmam ve cesur olmam gerektiğini öyle sert ifade etmişti ki reddedememiştim.
"Kestiğimde canım çok yanar mı?"
Bakışlarına yansıyan küçük gülümseme birden ortaya çıktı. "Acımaz, senin için seçtim."
Terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürtüp ona doğru uzattım. İlk başta elime uzun uzun baktı. "Acır mı ki ya? Emin olamadım şimdi,"deyince birden kendi kolunu öne uzattı. "Dur kendimde deneyim."
Bir hışımla çakıyı koluna geçireceği sırada korkuyla havada kalan bileğini tuttum. Sıcak teni avuç içlerimde kaldığı anda ne yaptığımı çok geç idrak etmiştim. Gözlerim ürkekçe ondan kaçmaya çalışırken o inatla dik dik bakıyordu.
"Hayır, gerek yok. Benim yaralarım iyileşiyor, senin gibi değil."
Gülümsemesi büyüdü ve dudak kenarları iyice kalktı. "Şuan namusuma el uzatılmış gibi hissetmem normal mi?" diye sorup bileğini tutan elime baktığında suratında haylaz bir parıltı vardı. Ben de aceleyle elimi geri kaçırdım.
"Özür dilerim... Bi-bilemedim."
"Sen hep bileme. Yoksa sittin sene yanına yaklaşamam."
Duraksayarak merdivenler de bir adım geri indiğimde ellerimi yumruk yapmıştım. Ne kadar da aptaldım, benim gibi o da rahatsız olabilirdi.
"O ne demek?"
"Ne anladıysan o demek."
"Sende mi rahatsız oluyorsun?" diye sordum ama sorduğum anda çatılan kaşları paniğimi artırıyordu. "Senden mi?" Aniden keyifle gülünce yüreğim hoplamıştı. "Asla, Sessiz. Asla."
"O halde niye öyle tepki verdin?"
"Bir daha dokun diye."
"Ama-"
"Az önce şaka yapıyordum, istersen namusum ellerinde defalarca kirlenebilir,"demesiyle donup kaldım. Cidden benimle alay ediyordu ve ben anlamamıştım. Hala da devam etmesine inat yüzümü astım.
"Bu şaka değil, bildiğin alay ediyorsun."
"Saf saf bakıyorsun hoşuma gidiyor,"dediğinde sertçe yutkunup gözlerinden kaçmaya çalıştım. Başım yere eğilince parmak uçlarımı yerde gezdirmiştim. "Salaklık o, Bikem abla öyle demişti,"dedim.
"Hayır, onun adı Sessizlik."
Aniden koca bedeni önümde eğilince başımı kaldırmama gerek kalmadı çünkü ayaklarımın önünde diz çöküp dikkatlice pantolonumun paçalarını katladı.
"Korkma,"deyişi kısıktı ama geri kaçacak zamanda vermemişti ki. Elindeki çakıyı dikkatlice çorabımın içine sıkıştırıp paçalarımı tekrar düzeltti.
Tenime değmemişti bile.
Hissiyatı az ve artık rahatsız edici değildi.
Çakıyı elime alır almaz tereddüt etmeden kolumu derince kestim. Ufak bir kesik ama onlara şifa verecek kadar açıktı. Hızlıca akan suyu Bikem ablanın dudaklarına yasladığımda huysuzca kaşlarını çattı ama hemen ardından sertçe kolumu iki eliyle kavrayıp birkaç yudum içine çekti.
Birkaç dakika öyle bekledim. Benimde kendime gelmem çok kısa sürmemişti, en azından o uyandıktan sonra şişeye koyduğumuz şifalı suyu herkese içirebilirdik çünkü o şişeyi birkaç gün önce saklasın diye ona vermiştim. Hem daha fazla direnç de kaybetmemiş olurdum. Bu fikri de yine veren kişi çakının asıl sahibiydi.
Bikem ablanın dudaklarından çektiğim bileğimle beraber yerde çömelirken gözlerim diğerlerinde dönüp durdu. Eğer birkaç dakika içinde uyanmazsa mecburen hepsine yeniden şifa vermek zorunda kalırdım.
Aradan geçen bir yirmi dakikanın sonunda nefesleri normale dönen Bikem ablanın hemen yanında dikeldim. Tepeden bakarken daha iyi görünüyordu. Aniden kocaman açılan gözleriyle yerimde zıplayıp hafifçe geriledim.
"Sessiz."
"Bikem abla."
"Ne oldu bize?" diye sorup ayaklanmaya çalışınca ona destek olmak istedim ama elim gitmedi. "Kutan abinin dediği gibi...Galiba bizi sahiden uyutular,"derken istemsizce diğer bedenlere tekrar baktım. O da benimle birlikte dönmüştü.
"Sadece kızlar burada."
"Evet, muhtemelen diğerlerini başka odaya kapattılar,"dedim. Bir tahminden ibaretti ama Bikem abla hemen başını salladı. Ardından hızlı adımlarla çaprazda yatan ablasının yanına gidince eli hemen ceplerini yoklamıştı.
"Şişeyi cebine koyacağını söylemişti,"diye mırıldanırken bir yandan ceket içine de baktı. Tam o anda sanki istediğini bulmuş bir edayla sırıtarak bana döndü. "İşte bu."
Avucunun içine aldığı şişeyi elinde tutarken bir yandan şişeye göz atıp dudak büzüyordu. "Len, acaba bu kafa filan mı yapıyor? Başımı yerinde tutamıyorum,"deyince minik bir kıkırtı döktüm.
"Bedenin ilaçtan aranıyor ondan."
Sırıtması tebessüme döndüğünde boştaki elini kolum boyunca hafifçe gezdirdi. Geri çekilmekten kaçtım çünkü minnetle bakıyordu. "Teşekkür ederiz...Kutan'ın planı şuan devam ediyorsa bu senin sayende."
Omuzlarımı ağırca kaldırıp indirdim. "Sanmıyorum, ilaçların bana etki etmeyeceğini bile sizin sayenizde öğrendim."
"Olsun, risk almak cesaret ister,"diyerek elindeki şişenin kapağını hafifçe açtığında yine Azra ablaya yönelmişti. Dudaklarından içeri bir iki damla sızdığı anda da geri kapattı. Parmak uçları nazikçe yanağını okşamıştı.
"Hadi, diğer kızlara da sen ver. Bu senin başarın." Elindeki şişeyi bana uzatınca bir an ne yapacağımı şaşırdım. Ama elim istemsiz şişeyi sıkıca tutmuştu. Bana artık inanarak bakıyordu ve bence ablasının yanından ayrılmak istemediği içinde yapıyor olabilirdi. O yüzden hiç itiraz etmeden bütün herkese o şişeden birkaç yudum içirdim.
Plan aslında birkaç hafta önce belliydi. Alvina uğruna yapılan bu plan bütün detaylarıyla düşünülmüştü. Nasıl yapıldı bilmiyorum ama söylenene göre içeriden bir adam Kutan'a bilgi sızdırıyormuş. Kullandıkları bütün ilaçları, silahları, teknikleri tek tek öğrenmişti ve ona göre de değişiklikler yapmıştı. En başından bir saldırı gerçekleştirecekleri belliydi aslında.
Kimse reddedememişti çünkü Alvina buradan çıkarsa geri dönüşü olmazdı. O yüzden Kutan abi ilk anda ilaca direncim olduğunu hesapladı, bütün planı benim üzerimden şekilendirmesi bir riskti ama o bu riski Alvina için alabilmişti.
Hatta Alkan abinin söylediği şey net ve kesindi.
"Biriniz dahi plandan cayarsanız Kutan'dan asıl o zaman korkun."
Korkmuyordum, ama Alvina'ya bende yardım etmek istiyordum. Görevim sadece şifa verip kenara çekilmekti, bu benim tek bildiğim şeydi zaten. Plan aslında olması gerekenden daha ayrıntılı açıklanmıştı.
Kutan ve Bars; Baran'ı yakalayacaklardı.
Azra, Bikem ve ben; Yağız amcayı bulacaktık.
Alkan ve Gökay; Barlas ve Ladin'i etkisiz hale getireceklerdi.
Aysar ve Aleda; Alt katta kalan bütün çocukları çıkaracaktı.
İdil ve Önsal; Sistemi devredışı bırakıp bütün kapıları ve kilitleri kaldıracaktı.
Beker ve Arven; Helikopterleri durduracaklardı.
Batın, Devin ve İzel; İlk önce içerideki korumaları halledeceklerdi.
Planın bu kısmı net belliydi ama sonrasında dışarıda kalan bütün orduyu herkes kendi yordamıyla halledecekti. Öyle anlaşmıştık. Benim ise tek kalmamam gerektiği üzerine basa basa çizilmişti.
Bugün herkes gücünü sonuna kadar kullanacaktı.
Denek operasyonu artık an itibariyle başlamıştı.
Bölüm Sonu
Bölümü beğenmeyi lütfen unutmayın, gelecek bölümde görüşmek üzere.❤️