Mandalina Bahçesi 🎶
🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶🎶
Baturalp biten sigarasının izmaritini açık camdan fırlatıp evin önünden geçen polis aracına bakarak camı kapattı. Salondaki sırt çantasından giyebileceği rahat bir şeyler bulup üstünü değiştirdi. Rojhat'ın "Komutan" diye seslenmesine karanlıkta yolunu bulurak "Geliyorum" deyip odaya girdi ve kapıyı kapatıp yatakta sırt üstü yatan adamın örtüyü kaldırmasıyla ses çıkarmadan yatağa girdi.
Rojhat onun gelişiyle içinde garip bir huzurla sırtını ona dönüp gözlerini kapattı. Yanı başında yatan adamın varlığı belki de şimdiye kadar hissedebileceği tek huzurlu ve mutlu olduğu anlardan biriydi. Onun beline kolunu sarıp sırtını göğsüne yaslayan Baturalp yatakta küçücük kalan adamın saçlarından derince öpüp başını omzuna yasladı.
"Eğer dışarı çıkma şansın olsaydı nereye gitmek isterdin?"
Rojhat bu soruyla gözlerini açıp gülümsedi.
"Denizi görmek isterdim... Hatta sadece denizi görmek için bile son bir kez dışarı çıkmak isterdim."
Baturalp onun bu isteğine hafif bir şaşkınlıkla burnunu saçlarına sürttü. Rojhat yüzünü ona dönmek için hareketlendiğinde biraz geri çekildi. Karanlık odada bile ışıl ışıl parlayan deniz mavisi gözlere bakarak omuz silkti.
"İstanbul'a gelirken bir asker denizin üstünden geçtiğimizi söylerken duydum ama bindiğimiz aracın camları yoktu, göremedim."
Baturalp kaşlarını çatarak onu gülümseyerek izleyen adamın yüzüne elini koyup yavaşça okşadı.
"Denizi görmeyi çok mu istiyorsun?"
Rojhat sakince başını aşağı yukarı salladı sadece ve kolunu ona saran adama sıkıca sarıldı.
"Çocukken İstanbul'u gösteren bir posterim vardı. Deniz o kadar durgun ve masmaviydi ki, sanki maviliği tüm renkleri boyayabilirmiş gibiydi... O günden sonra..."
Cümlesine boğazına düğümlenen acı yüzünden devam edemeyince susup başını Baturalp'in göğsüne gizledi. Baturalp ise yüzünü buruşturarak göğsüne saplanan sızıyla iç çekti.
"Göreceksin dağların oğlu, sana bir gün bütün denizleri göstereceğim, söz veriyorum."
Rojhat omuz silkerek saklandığı yerde mırıldandı. "Sözler verme komutan, umut zehirdir unutma."
Baturalp onu kendine çekip daha sıkı sarılarak başından öptü. "Türk askeri verdiği sözleri tutar dağ çiçeği, sen de bunu unutma."
Rojhat gülümseyerek tekrar gözlerini kapattı ve yerinde biraz kıpırdanarak Baturalp'in göğsüne yüzünü gömüp onun kokusunda soluk aldı.
"Senin kokun deniz kokusuna mı benziyor komutan, sanki sende denizi görebilirmişim gibi, gözlerine baktığımda o posterdeki denizi görüyorum."
Baturalp gülerek Rojhat'ın alnından öptü. "Nasıl kokuyorum bilmiyorum ama gözlerim denizlerin olur istersen."
Rojhat ondan beklenmedik bir kıkırtıyla başını kaldırdığında Baturalp duyduğu o tiz gülüşe şokla kaşlarını çattı. "Rojhat, bir daha şöyle gülersen kendi denizimde boğulurum haberin olsun."
Rojhat utanarak "Tamam tamam" deyip tekrar başını eğdi ama söyleceği şeyi hatırlayınca omuz silkerek "Senin denizlerin çok korkunç komutan, çok hırçın ve sinirli" deyince bu sefer Baturalp güldü.
"Korkma, bir sana sakinleşir o denizler, bir tek senin için durulur. Sen yeter ki o denizleri görmeyi iste."
Rojhat daha da utanarak mırıltıyla "İstiyorum, hep istedim" deyip sanki Baturalp'ten bir milim ayrılırsa karanlıklara düşecekmiş gibi tamamen onun göğsüne sokuldu.
İkisi de gözlerini kapatıp uykuya daldığında Rojhat korktuğu karanlıklara düşeceğini bilmiyordu ve kabuslarda denizler yoktu.
"Rojhat."
Genç oğlan duyduğu sesle eğildiği yeşilliklerden doğrulup ona seslenen gence baktı.
El hareketiyle ona devam etmesini işaret eden gence gülümseyerek önüne kattığı koyunları çitlere doğru sürdü.
İki evinde koyunlarını yaylada sürme işini yine bu iki gence vermişlerdi. Çocuklarından beri aynı bahçede, sürekli birbirinin evine girip çıkarak, anne babalarını kendi anne babaları gibi görüp büyüyen bu iki gencin kaderleri de bir yazılmıştı.
Rojhat gülerek sürüden ayrılarak kaçan koyunu gösterdi. "Adar tut şunu kaçıyor."
Elleri belinde kaçan koyuna sayıp söven Adar koşarak koyuna yetişip postundan tuttuğu gibi çitin içine sürüdü.
Elliye yakın koyun da çitlere girdiğinde Rojhat çiftlere girip zincirle tahta kapıyı kapattı, zinciri kilitledi.
Derme çatma tek katlı küçük bir yapıda on beş gündür kalan ikili her zamanki gibi kararan havayla evlerinden getirdikleri azıkları Adar'ın yaktığı ateşin önünde açıp yemeye koyuldular.
Adar yine bir gün gideceği İstanbul'un hayallerini anlatıyor Rojhat ise onu merakla dinleyip arada bir "Ben de gelecem yanında, öyle dediydin" diyordu.
Adar bilmiş bir eda ile annelerinin yaptığı ekmekten büyük bir parça koparıp içine koyduğu peynirle "Sen daha gelemezsin, yaşını doldur önce. Raşit amcam zinhar izin vermez gelmene" deyince Rojhat'ın suratı düştü.
Parmaklarıyla hesap yaparak "Dört ay kaldı, on sekiz olacam ben de. İzin verir babam" dediğinde Adar elindeki peynirli ekmeği onun ağzına tepiştirerek "Hele bi dur sen, önden ben gideyim iş bakayım, sonra gelir seni alırım" dedi.
Rojhat ağzı dolu dolu üstündeki eski bir hırkanın iç cebinden babasının eve getirdiği dergiden kestiği posteri çıkarttı.
"Burayı da görmeye gidelim. Babam dediydi deniz bu diye. Görür müyüz denizi?"
Adar koluna sokulan Rojhat'ın sorusuna gülümseyerek "Gideriz tabi, her bir yerine gideriz İstanbul'un" dedi.
O da ağzına attığı peynirli ekmekle uzayıp giden yaylaya baktı. Gidecekti buralardan, köy yerinde hayat yoktu. Her yıl babasının amcasının boyunduruğunda yaşamaktan bıkmıştı. Kaçacaktı bir iki aya köyden, planını aylar öncesinden yapmıştı ama Rojhat'a sadece gideceğini söylemişti. Kimseye söylememesi için de yemin ettirmişti.
Yemekten sonra Rojhat'ın bakır demlikte demlediği çayla ikili sessizleşmişti. Rojhat ufku izleyerek çay içen genci izledi bir süre. Biliyordu onun gideceğini, arkasında onu bırakacağını, bir daha da dönmeyeceğini. Hissediyordu, Adar'ın onun sevdiği gibi sevmediğini. Çocukluklarında yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Adar'ı büyüdüklerinde farklı gözle gördüğünü anladığında kaybetmişti Rojhat.
Adar ise bunu anladığında kaçmak yerine Rojhat'ı bulduğu yerde, samanlıkta, bahçenin bir köşesinde sıkıştırıp öpüyor ama sonra da hiçbir şey olmamış gibi ona boş gözlerle bakıyordu. Rojhat o gözlerde sevgiden yana tek bir bakış olmadığını, bunun Adar için küçük bir oyun ya da kaçamak olduğunu içten içe biliyordu. Çünkü çoktan Adar için köyden soylu bir ailenin kızı seçilmiş, evlilik için tarih alınmıştı.
Rojhat'ın tek umudu onun bu köyden kaçıp İstanbul'da istediği hayatı yaşamasıydı. Adar ne kadar geri dönüp seni de alacağım dese de Rojhat bunun onu avutmak için söylenmiş bir yalan olduğunu, onun gittiği gün arkasında bıraktığını unutacağını biliyordu. Acı bir kere yapışmıştı Rojhat'ın damağına, kussa da yutsa da geçmeyecekti.
Dört duvarın içine girdiklerinde Adar yağ lambasını yakıp tahta kirişe astı. Üstündeki hırkayı çıkarıp yere serdikleri döşeğe uzanan Rojhat'a göz ucuyla bakarak yanına uzandı. Rojhat'ın sessizliğini sezen genç sırtını ona dönen gence sarıldı.
"Rojhat, asma şu suratını. Geri döneceğim dedim."
Rojhat sesini çıkarmadan başını salladı sadece. Gözlerini yakan bir acı boğazını sıkıyordu ve artık yutkunmakta çare olmuyordu. Adar onu omzundan tutup sırt üstü çevirerek üstüne çıktı. Rojhat'ın yüzünü öperek dudaklarına kadar ulaştı. Rojhat cılız bir kuvvetle onu göğsünden iterek "Burda olmaz Adar, şimdi değil" diyerek oflayarak üstünden kalkıp yerine uzanan gence döndü.
"Burda olmaz Adar, şimdi olmaz Adar, biri görecek Adar. Ne zamana kadar bekleyeceğim Rojhat?"
Rojhat yutkunarak acı bir gülümsemeyle "Tamam" diye fısıldadı.
Adar şaşkın ama memnun bir ifadeyle Rojhat'a döndüğünde onun gözlerinde yenilmişliği ve kaybedişi göremedi. Çünkü aklı sadece Rojhat'a dokunmakta, aylarca içinde tuttuğu arzuyu serbest bırakmaktaydı.
Sırtını ona dönüp elini beline saran Rojhat'la sonunda aylardır beklediğine kavuşmanın sevinciyle Rojhat'ın boynundan öpmeye başladı.
Rojhat onun elinin değdiği her noktasında yandı, bu ateşin onu da yakacağını bilmeden. Onu soyan gencin kollarında harap olacağını, ona sevgiden uzak saf bir arzuyla dokunan gencin ellerinde hayatını mahvedeceğini bilmeden. Acı inlemelerini yastığa gömdü gözlerinden düşen bir damlayla.
Rojhat bir kez yenilmiş, binlerce kez ölmüştü o gece yün döşekte. Ve binlerce gece ölüm Rojhat'ın yakasını bırakmamıştı.
Aylar sonra Adar'ın bir gece sonra kaçacağı o gün yine samanlıkta yakalamıştı Rojhat'ı hayvanlara su verirken. Bir öpücüğe sığdıracaktı gidişini, geri dönmeyişini.
Rojhat dudaklarını hırpalayarak öpen genci itti ilk kez var gücüyle. Bunu bekmeyen Adar kaşlarını çattı onun kolunu sertçe sıkarken.
"İtme beni Rojhat, döneceğim dedim, anla bir kere."
Rojhat bir çare onun elini tutup "Beni de götür yanında, iş bulurum orda sana yük olmam" dese de Adar'dan sertçe "İkimiz gidersek anlaşılırız Rojhat, bırak gideyim sana da iş bulacağım orda, az sabret" cevabını aldı.
Pes ederek elini ondan çekip "Tamam git o zaman" diyerek arkasını döndü ama beline sıkıca sarılan Adar'ın "Bir kere öpeyim, sırtını dönme bana" cümlesiyle gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi.
"Tamam ama çabuk ol."
Yüzünü ona döndüğünde Adar yüzünü avuçları arasına alıp dudaklarına uzandı. Gözlerini kapatan Rojhat'ın dudaklarını şimdi daha sakin öperek sanki vedasını onun dudaklarına sığdırmaya çalışır gibiydi.
Birbirlerinden ayrılırken duydukları sesle olduğu yere çivilendiler.
"Şerefsizler, soysuz köpekler."
Rojhat'ın dayısı samanlığın kapısından girip bir hışımla Adar'ın enseninden tuttuğu gibi sürükleyerek çıkarttı.
Rojhat'ın "Dayı" diyen feryadını umursamadan Adar'ı sürükleyerek iki evin ortasındaki bahçeye çıkarttı.
"Çıkın lan dışarı, namussuz oğullarınızı görün" diyerek köyü inletecek kadar bağırdı.
Rojhat dayısının koluna yapışıp "Dayı kurbanın olayım bırak onu, kapına köpek olayım bırak Adar'ı" dediğinde öfkeden kuduran dayısı Rojhat'ın yüzüne sert bir tokat atıp yere savurdu.
"Seninle de görüşeceğiz soysuz köpek."
Ev halkı bahçeye doluşup "Ne oluyor Diyar, bu ne hal" dediğinde Diyar elinde yaprak gibi titreyen ve korkudan yüzü bembeyaz olmuş oğlanı sarsarak "Birbirlerine düşmüş bu namussuzlar, kudurmuş it gibi yiyişiyorlar samanlıkta" deyip Adar'ın babasına döndü.
"Oğlunun hesabını sen mi kesersin ben mi keseyim Civan Ağa" dediğinde Rojhat düştüğü toprakta ayağa fırlayıp "Onun suçu yok Civan ağam, Allah belamı versin benim suçum, o bir şey yapmadı" deyince Rojhat'ın babası oğlunun yüzüne attığı tokatla yer gök inledi.
Rojhat düştüğü yerde ağzından akan kanlarla yeniden fırlayıp dayısının koluna yapıştı ama Adar'ın annesinin evden getirdiği tüfekle şokla çığlık attı.
"HAYIR, HAYIR, HAYIR."
Civan Ağa eline aldığı tüfekle Diyar'ın yere fırlattığı oğluna doğrulttu.
Rojhat artık yakasını bağrını yırtarak "YAPMAAAAA" diye bağırırken tüm köy bağırış seslerine evin önüne doluşmuştu ve Diyar'ın "Oğul oğla düşmüş ahali, duyun bunları, başımıza taş yağacak. Soysuzluk almış başını gidiyor" derken Civan Ağa sıktığı dişleriyle kendi oğluna, kanına, canına nefretle bakıp parmağını tetiğe yerleştirdi.
Adar artık düştüğü yerde ağzı yüzü kan hakkında verilen hükmü Rojhat'ın kollarını tutan adamların elinde çırpınarak "ONUN SUÇU YOK, BEN SEVDİM BEN YAPTIM. O MASUM" çığlıkları kulaklarını doldururken gözlerini kapattı.
Oysa Rojhat'ı götürmeye o gece, o dağ başında kollarının arasına alırken karar vermişti. Sevecekti onu, onun sevdiği gibi, özgürce.
Göğü delen tüfek sesi Rojhat'ın acı çığlıklarına karıştı. Toprağı yumrukladı elleri "HAYIRRRRR" diye çığlık çığlığa bağırırken. Gökte yaprak kımıldamadı Adar toprağa düşerken, Rojhat'ın gözleri önünde kanlar içinde son nefesini verirken. Gök inledi Rojhat'ın sesiyle ama yer duymadı.
Rojhat kucakladı yüzü dağılan sevdiğini, kanı karıştı ellerine bir daha silinmemek üzere. Elleri arasındaki beden kaderini yazdı aynı kanla. Adar'ın babasına çevirdiği öfkeli gözleriyle bağırdı.
"VUR, BENİ DE ÖLDÜÜRR."
Civan Ağa bu kez namluyu ona çevirdiğinde Diyar gözü dönmüş adamın yanına gidip kulağına eğildi ve fısıldadı. Ne söylediyse namlu yere indi ve Rojhat'ın babasına döndü.
"Ver oğlunun cezasını."
Rojhat'ın babası Raşit Ağa belindeki beylik tabancayı çıkarıp oğlunun alnına dayadı suratına tükürerek "Senin gibi oğul olmaz olsun."
Kapattı Rojhat gözlerini tekrar kavuşacağı sevdiği için. Ama Diyar'ın cümleleri böldü tüm umutlarını.
"Ölüm ona kurtuluştur ağam, bırak onun cezasını dağlar versin."
Raşit Ağa namluyu geri çekip bu kararı onaylayan Civan Ağa ile oğlunun yüzüne bir kez daha tükürüp "Ailenin yüz karası, ölüsün bundan gayrı bu köyde" dedi.
Rojhat öleceğini sandığı için rahattı ama şimdi ne olacağını bilemeyerek dayısının ağırdan çıkarttığı at ve urganla Adar'ı bırakmamak için cansız bedene sıkı sıkı sarıldı. Ama koparıldığı sevdiğiyle elleri bağlandı urganla ve sürüldü dağlara bir atın arkasında sürüne sürüne.
Dayısı bir dağ başında ellerini bağladığı urganı çekiştirerek götürdü Rojhat'ı ve teröristlerin kucağına fırlattı.
"Bundan sonra sizin malınızdır bu oğlan, Raşit Ağanın hediyesidir. Ölmeyecek, ölmek için yalvaracak ama ölüm ona hak olmayacak."
Ele başı elleri bağlı Rojhat'ı arkasına alıp pis pis sırıttı. "Sen merak etmeyesin Diyar, bundan sonra bu oğlan benim malımdır."
O gün ölmüştü Rojhat, binlerce kez ölmek için diri diri toprağa gömülmüştü ve toprak kokmuştu her yanı, kanlı bir toprak.
Dağdakilerin komutan dedikleri adamdan etiyle kemiğiyle nefret etti Rojhat. Günler sonra bir gece yarısı ona saldıran adama duyduğu nefret ve öfke bedeninde hissettiği her damarda, akıttığı her kanda Rojhat'ı diri diri öldürdü. Kendini öldürmeye kalkıştığı her anda yüzüne inen yüzlerce tokatta, bedenine dokunan her elde Rojhat ölemedi, ölümü dilerken ruhu.
Meze oldu teni adamın sunduğu adamlarda, ölüm bile uğramadı toprağın artık çürüdüğü ruhunda. Artık ne bir kalbi kalmıştı ne de bir ruhu. Adar'ın öldüğü o gün ölmüştü Rojhat'ın hisleri. Acıyı da hissedemiyordu artık, işkenceyi de. Yüzüne çizilen her iz bir bıçakla değil kalemle yazılmıştı kaderine.
Baran'ın malı diye ilişmiyordu kimse ne yardım etmeye ne de konuşmaya, yıllarca ama yıllarca sessizliğe gömüldü Rojhat, ağzını açsa kan kusacaktı yeniden, toprağı kana bulmayacaktı o gün sıkılmayan o kurşunla.
Bir gün "Vur" dedi Baran bir askeri göstererek elinde tutuşturduğu tüfekle. Rojhat dişlerini sıktı, ellerini sıktı, bütün bedenini sıktı ama o kurşunu sıkmadı bir askere. Gerekirse öldürsündü Baran, ölüm kurtuluştu ona. Ama o masum askere eli kalkmayacaktı.
Eli kalkmayan elini kırdı adam ama Rojhat çoktan acıyı da unutmuştu tıpkı her şeyi unuttuğu gibi. Herkesin korkuyla tir tir titrediği adama Rojhat baş kaldırıyordu sonunda ölesiye dayak yiyeceğini ve bedeninin bir oyuncak gibi kullanılacağını bile bile.
Onun baş kaldırışı bazen diğerlerine de örnek olsa da çeşitli tehditler ve işkencelerle susturuldular ve kimse Rojhat kadar cesur olamadı o dağ başında.
Yıllar sonra Baran'ın askerler tarafından öldürüldüğü yankılandı dağda ve ilk kez derin bir nefes aldı Rojhat. Sonunda kurtulmuştu o adamdan, artık ölebilirdi. Ölmekti tek dileği, ölüpte artık silik bir anı kalan Adar'a kavuşmak.
Onu sildi zihni yıllar geçtikçe, silmeliydi, o temiz kalmalıydı kirlenmiş ruhunda ve bedeninde. Rojhat artık temiz değildi onun son dokunduğu bedeninde. O bedene onlarca el değmiş, bütün bedeni kirli bir oyuncaktı.
Bozulmaya başlayan düzene yeni bir ele başı geldiğinde özellikle köşesine sinip görünmez olmayı dileyen Rojhat'ın kim olduğu fısıldandı kulağına. İşte o gün bulmuştu yine kaderi Rojhat'ın yakasını.
Sirvan Rafahi.. Rojhat'ın asıl yok oluşu.
Rojhat'ın işkencelere alışık olan bünyesine tam tersi gelen iğrenç bir sevgiyle yaklaşmıştı ona. Takıntılı olacak kadar herkesten saklamıştı onu ve bir kafese kapatmıştı, özgürlüğün artık bir isminden ibaret kaldığı altın bir kafese.
Rojhat artık ne gün yüzü görebiliyor ne de Sirvan'dan başka bir insan. Herkesin yeni komutanın göz bebeği dediği Rojhat, evet bir bebekti artık, oyuncak bir bebek. Sirvan'ın iğrenç ellerini sürdüğü, kulağına midesini bulandıran sevgi sözcükleri fısıldadığı, artık etiyle kemiğiyle değil damarlarında gezinen her kandan nefret ettirdiği bir oyuncak.
Fakat bir gecenin sabahında Rojhat kim olduğunu hatırladı. O, Rojhat Zemheroğlu'ydu, soyadının kanlı ellerle silindiği zeki, inatçı ve baş kaldıran bir adamdı artık. Büyümüştü, nefret ve öfke onu yeniden yarattı.
Örgüttekilere "Gerçek komutan bunlar mı sanıyorsunuz aptal olmayın, bu ülkenin askerleri de komutanları da dağların ardında ve hepinizi ininden çıkarırlar" diyecek kadar da aklı başındaydı.
Oysa ona yıllarca verilen ilaçlar beynini bulundurmak yerine iradesine bir perçin daha atmıştı ve Rojhat'ın uyanışı o gecenin sabahındaydı.
Ve ona takıntılı olan Sirvan'ı ustaca manipüle edip Kuzey Irak'taki gruplarla daha yakın ilişkiler kurması için kendisini kullanabileceğini söyleyerek yavaş ama emin adımlarla bu fikri aklına kazıdı. Başlarda Sirvan buna şiddetle karşı çıksa da her gece onunla dişlerini sıka sıka ilgilenen adamın fikirleri mantıklı gelmeye başladı. Yakında büyük bir baskın için Kuzey Irak'takilerin vereceği ciddi bir yardıma ihtiyacı vardı ve kendileri askerlerin saldırılarıyla giderek azalıyorlardı.
Sonunda ikna olduğunda yanında götürdüğü Rojhat'la önemli isimlerin oturduğu masaya oturdu ve Rojhat'ın ustaca konuşmaları, ona göz koyan bir kaç isimle de biraz daha amacına yaklaştı ama onun asıl amacı başkaydı.
Bu sayede uzun bir süre Kuzey Irak'ta kalmayı başardı ve elbette avucunun içi gibi öğrendiği ülkede Türk Devleti'nin merceğine girmeyi de başardı.
O gün karşılaştığı takım elbiseli adamın hayatını tamamen değiştireceğini bilmeden, elinde avucunda örgütler hakkında ne varsa sundu ve adamın elde etmek istedikleri önemli bilgileri önüne sunduğunu fark ettiğinde ikisi de gizli bir anlaşmaya vardı.
Rojhat yıllar sonra bu adamın MİT ajanı Tarık Tekiner olduğunu öğrendiğinde artık çok geçti. Belki de bir gün onun ya da onun gibi adamların elinde ölecekti ve bu Rojhat'ın tek dileğiydi. Ölecekse de eğer koca bir örgütü çökertip ölmeye and içmişti.
Fakat yıllar sonra bilmediği ellerde oyuncak olurken, örgütün her zerresini çözdüğü ve bilgi topladığı o günlerde, bir köyde masmavi denizlerle karşılaşacağını bilmiyordu. Sadece gözlerini görebildiği o denizler Rojhat'ı suyun en derinliklerine çekip boğdu. Boğdukça da denizlere tutundu. Ona ait her şeyi ruhunun en ücra köşesinde kalan o el değmemiş topraklara sakladı.
Günler günleri kovaladı, her gece denizler toprağını çağırdı ve Rojhat ölüm arzusuyla geçen yılların ardından ilk kez yaşamak istedi, bir denizin ellerinde ölmek için yaşamak.
Yaşamak dediğinde aklına gelen tek isimle nefes almaya başladı. Baturalp Özbey.
Adını diline alamadığı dupduru ama hırçın bir deniz, Rojhat Zemheroğlu'nun toprağına döküldü ve kırgın bir çiçek açtı kanın değmediği çorak topraklarda.
Fakat ne Rojhat biliyordu o denizlerin toprağını bir kez daha kanatacağını, ne de denizler biliyordu toprağa kan dökeceğini.
Onun küçücük resmini sakladığı o gece Sirvan'a yakalanmış ve bugüne kadar yemediği en ağır dayağı yemişti. Artık yaşamak isteyen bedeni acıyı hissediyor, elinin değdiği her yer "DOKUNMA" diye çığlıklar atıyordu.
"DOKUNMAAAAA."
"YAPMAAA."
Baturalp duyduğu acı çığlıkla uykudan fırlayıp kan ter içinde "Dokunma bana" diyen Rojhat'ı uyandırmak için sarstı.
"Rojhat, Rojhat.. Aç gözlerini kurban olduğum, yok bir şey."
Rojhat dehşet içinde gözlerini açıp karanlıkta seçemediği Baturalp'in kollarını yumruklayıp "Dokunma, yalvarırım dokunma" diyordu.
Baturalp eli ayağı boşalırken elini ondan çekip yataktan fırladı. Yatakta titreyerek ağlayan adamın "Acıyor, acıyor, dokunma... İstemiyorum Baturalp, dokunmasınlar, acıyor" çığlıklarına dişlerini sıktı ve onu kucaklayıp güçsüz yumruklarını umursamadan ayılması için banyoya götürdü. Kapıyı tekmeleyerek açıp suyu açtı ve küvete kucağında Rojhat'la girip oturdu.
Başlarından akan buz gibi suyla Rojhat titreyerek ıslanırken Baturalp kollarıyla onu sararak "Geçti dağ çiçeğim, geçti toprağım. Yemin ederim geçti, bak ben burdayım. Lütfen kendine gel ömrüm, yaşamım" deyip daha sıkı sarıldı.
Rojhat yavaş yavaş kimin kucağında olduğunu algıladığında bu defa korkarak ondan uzaklaştı.
"Dokunma bana, kirleneceksin, sen de kirli olacaksın, benim gibi."
Baturalp küvetin diğer köşesine sinen adamla gözlerinden suya karışan yaşların farkında bile değildi. O ağlamaz, o önünde acıyla kıvranan bir adamla ölmezdi.
Ama Baturalp ölmüştü ona korkuyla bakan ve sürekli "Ben kirlendim... Dokundu hepsi.. Acıyor artık... Sen geldin ben acı çektim... Gördüm ben.. Denizleri gördüm.. İstemiyorum... Kirlenecek denizler... Toprak çok kirli.. Kan var...." diye diye sayıklayarak bedenini yıkamaya çalışan Rojhat'la ölmüştü.
Baturalp artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. "Denizler temizler toprağı... Ben de kirleneyim o toprakta.. Öleyim Rojhat, öl de öleyim... Ama deme kır çiçeğim.. Ben kirliyim deme... Ellerinle öldür beni ama deme... Sana dokunan ellerimi kes kopart ama deme yalvarırım... Çek vur beni ama deme... Ölüyorum ben... Deme şunu."
Rojhat karşısında çaresizce çırpınan adamı gördüğünde gözlerini kırpıştırarak bir süre onun ıslanan yüzüne baktı. Ne olduğunu algılamayan zihni kafasını karıştırıyordu ama yaşamak kelimesini hissiden kalbi denizlere uzanmak istiyordu.
Birden Baturalp'in titreyen ellerini tutup kekeleyerek "Ko..mu..tan" dediğinde Baturalp kıpkırmızı gözleriyle başını kaldırıp Rojhat'ın toprağını seren gözlerine baktı.
Rojhat'ın eli onun yüzünü bulduğunda gözlerinden süzülen yeni ama bu defa sevgi dolu yaşlarla fısıldadı.
"Ağlama.. Denizlere kan değmesin.."
Baturalp acıyla yüzünü buruşturarak yüzünü tutan eli alıp avuç içini öptü. Rojhat kirli gördüğü elini öpen adamla o küçücük posterdeki denizi hatırlayarak gülümsedi.
"Denizler topraksız yaşayamaz Rojhat, denizlerde hayat yok... Orda senden başka bir toprak yok, yaşam yok, sevgi yok, acıdan başka bir şey yok. Denizler kurur sensiz, çiçekler açmaz, nefes alamaz. Yalvarırım bırakma o denizleri.. Gitme benden.. uzaklaşma."
Rojhat kesik bir nefes vererek boğazına düğümlenen acı bir gözyaşıyla yutkundu. "Toprağım temizler mi denizleri... kirlenmez mi? Kan..kan kokmaz mı?"
Baturalp artık tamamen ıslanan bedenleriyle Rojhat'ı ellerinden tutup kendisine çekip sıkıca sarıldı.
"Kan kokan denizleri bir tek senin toprağın temizler Rojhat, bir tek senin ellerin hayat verir kana bulanmış ruhuma. Anla artık ne olur, zehir de olsan ben sende ölürüm."
Rojhat başını yasladığı omuzda gözlerini sıkıca kapatıp bedenini saran kollara bıraktı kendini, ıslak saçlarını ard arda öpen adamda temizlendi.
Baturalp suyu kapatırken kucağına tamamen sığınan bedeni sarıp sarmaladı Rojhat başını göğsüne yaslarken. Kulaklarına çarpan kalp atışları Rojhat'a tekrar yaşamı verdi, yıllar önce ölen ruhundaki o toprağı suladı. Toprağına ekilen o cılız çiçek filizlendi.
Hâlâ ağlayarak onun saçlarını öpen adama bakmak için geriye çekildiğinde ona sevmezse ölecekmiş gibi bakan adamın yüzüne elini koyup sakallı çehresini okşadı. Parmaklarına değen yaşları silerken dudakları kımıldadı.
"Denizler toprağını çok sevsin tamam mı?"
Baturalp yüzünü okşayan parmakları öperek başını salladı sakince.
"Sensiz nefes alamam artık Rojhat, ölürüm."
Rojhat hızla başını sallayarak "Olmaz, denizler ölmez ki" dediğinde Baturalp kucağındaki adamı biraz daha kendine çekerek dudaklarını alnına değdirdi.
"Ölür toprak kokan adam, denizler toprağı olmadan ölür."
Rojhat giderek daha da mahsunlaşarak omuz silkti. "O zaman toprakta kurur, susuz kalır."
Baturalp hafifçe gülerek Rojhat'ın çenesini yavaşça tutup başını kaldırdı. Ok gibi kıvrılan kirpiklerin altındaki kahve gözlere bakarak iç çekti.
"Ben de can suyu olurum toprağının, nefes alırım seninle."
Rojhat, önce çenesini tutan ele ardından gözlerinin içine aşkla bakan adama bakıp başını salladı. Baturalp'in saniyelik iç çekmesine ve gülümseyen dudaklarına bakarak yüzüne biraz daha yaklaştı. Baturalp onun ne yaptığını anlamaya çalışırken gözleri kapanan adamla nefesini tuttu ve dudaklarına değen sıcaklıkla gözlerini kapattı.
O an karışmıştı denizler toprağa ve bir hayat filizlenmişti ruhları kanla, kalpleri ateşle, bedenleri aşkla doğan iki adamın kaderinde.
Rojhat'ın kımıldayan dudaklarında Baturalp toprağa dökülmüştü onu yaşatmak isteyen Rojhat'ın tertemiz ruhunda ve bedeninde, sarıp sarmaladığı adam için ölmeye ve öldürmeye yemin etmişti aşkı bir toprakta bulan kalbi. Ölüm de yaşam da bu adamdı artık Baturalp Özbey için.
Fırından yeni çıktı varsa bir kusur yerim 🤣🤣🤣