***
"İyisin, hoşsun bir yokuşsun
Harbiden baya bi' boşsun
Şarkıya, türküye lanet olsun
Anlayamadın ya
Ama o anladı
O beni anladı
Dibine kadar"
Önümde gitar çalışını izlerken o kadar odaklanmıştım ki şarkıyı bitirdiğini beni dürttüğünde anlamıştım.
"Bu kadar iyi çalabildiğini bilmiyordum."
"Bundan sonra benim hakkımdaki herşeyi bilmeni sağlayacağım Felix." sıcak bir gülümseme sunup yaklaşarak yanağına bir öpücük kondurdum.
"Herşeyini bilmek istiyorum Hyunjin."
"Beni bırakmadığın için teşekkür ederim."
***
Yanımda uyuyan bedene bakarken uyurken bile gülümsemesine bende gülümsemiştim.
O kadar mutlu olmuştu ki onu affetmeme tüm gün sırıtıp durmuştu.
En sonunda sarılarak uyuduğumuzda dinlenebilmiştik biraz.
Onu affettiğim için pişman değildim. Hyunjin'in yokluğunun zorluğunu tatmıştım ve daha fazla katlanılacak gibi değildi.
Ne kadar uyuduk bilmiyordum ama saat öğlene doğru geliyordu. Onu uyandırmamak için olduğum yerde kalıp yüzünü seyre dalmışken dayanamayıp hala sırıtan dudaklarına bir öpücük kondurmuştum.
Geri çekildiğimde dudakları daha da gülümsüyordu. Çok tatlıydı, yüzüne bir daha eğilip dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Bu sefer geri çekilmezken onun dudaklarının kıpırdadığını hissettim.
Dudakları benimkileri kavrarken onu uyandırdığım için kendime kızmıştım. Bacağını tutup karnına doğru çekmiş ve üzerine yatmamı sağlamıştı.
Öpüşümüz derinleşirken nefessiz kaldığım için geri çekilmiştim.
Gözlerimiz birbirine değdiği zaman kalbim aşırı hızlanmıştı. Güzel gülüşünü tekrar takınırken kollarımı ona sarıp yüzümü göğsüne gömmüştüm.
"Ne zamandan beri uyanıksın?"
"Beni öptüğün ilk andan beri." başımı göğsünden kaldırıp yüzüne sinirli bir ifade ile bakarken azarlamaya başlamıştım onu.
"Ya! Seni uyandırmamak için yüzümü yıkamaya bile gitmedim."
"Olsun sabaha güzelce başladık." dediği istemsizce güldürürken tekrar öptüm onu.
"Hadi kalkalım." beraber ayaklanıp lavaboya gitmiştik.
Aynanın karşısına geçip ikimizin yüzüne losyon sürdüm. Önce onunkini durulamış ardından kendiminkini durulamıştım. Havlu ile yüzümüzü silmiş ardından Hyunjin işemek için lavaboda kalmış bende kahvaltı için aşağıya mutfağa inmiştim.
Ona kahvaltı hazırlamak için dolaptaki malzemeleri karıştırırken işini bitirmiş ve o da bana yardıma gelmişti.
"Öncesinde düşüncelerim arasında bana kahvaltı yapman sadece hayaldi." donup kalırken elimdekini bırakıp ona döndüm.
Boynuna sarılıp yanağından bir kere öpmüştüm. "Bunların hepsini konuşacağız aşkım. Şimdi sakince kahvaltımızı hazırlayalım." Başını sallayıp boynumdan öpmüş ve geri çekilmişti.
Masaya geçip kahvaltımızı yapmış ve beraber toparlayıp salona geçmiştik.
"Ben eve geçeyim birazdan. Akşam beni alırsın gideriz olur mu?" kafasını sallayıp saçlarım arasından öpmüştü.
Biraz daha sarıldıktan sonra saklanıp odasına geçmiş ve dünki kıyafetlerimi giymiştim.
"Seni bırakmamı ister misin?" Ben giyinirken odaya gelip beni izlerken sormuştu.
"Bir taksiyle giderim ben sorun değil." beni onaylamış ardından evden ayrılmıştım.
Eve gittiğimde direkt olarak duşa atmıştım kendimi. Kararımdan pişman değildim.
Duşta işimi hallettikten sonra genel bakımlarımı yapıp bir kitap alarak oturma odasına geçmiştim.
Gözlüğümü de takıp kaldığım yerden okumaya başlamıştım.
"Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."
- Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna
Hoşuma giden bu sözün altını çizip yanına bir kaç yıldız bırakmıştım.
Bu satırları okurken ki aklımda olan ondan başkası değildi. Eğer Hyunjin'i tanımamış olsaydım yine yaşayacaktım elbet ama bu yaşam renksiz bir resimden farksız olmayacaktı.
Onu tanımak benim için hayatın en güzel oyunuyken her hatasında onu kabul edeceğimi fark ettim. Kurulu düzenimi bozması veya çizili sınırlarımı geçmesi benim için sorun değildi.
O yapabilirdi çünkü o özeldi.
Kitabımı okumaya dalmışken telefonumun çalması ile direkt açmıştım.
"Hazır mısın?"
Düşünce ve kitap saatini aşırıya kaçırdığım için saati unutmuştum.
"Neredesin ki?"
"Kapında." istemsizce sırıtırken onu biraz bekleteceğimi söyleyip odama çıkmıştım.
Üzerime sade birşeyler geçirip hızlıca saçıma fön çekip çıkmıştım.
Beni arabasına yaslı şekilde beklerken önce bana sarılmış ardından yolcu koltuğunun kapısını açıp kemerimi bağlamıştı.
Kendisi de sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırırken arabadaki yoğun erkeksi kokuya odaklanmıştım.
"Parfüm mü sıktın?" sorumla saniyelik gözünü yoldan çekip bana bakarken cevaplamıştı.
"Beğenmedin mi kokusunu?"
"Hayır güzel ama teninin kokusunu ayrı bir seviyorum." yüzünde silik bir gülümsemeye sebep olurken arabayı sürdüğüne dikkat ederek yaklaşmış ve yanağına hafif bir öpücük kondurmuştum.
Nefesleri hızlanırken kıkırdayıp yola bakmaya başlamıştım.
Bir süre sonra araba durmuş ve kendisi gelip hem kapımı hemde kemerimi açmıştı.
Restoranta girerken bize ayarladığı masaya geçip oturmuştuk.
Siparişe gerek olmadığını bu restorantta yemeğin standart olduğunu söylemişti. Zaten o ne alsa aynısını alacaktım benim için fark etmezdi.
Kadehlerimize şarap doldururken mumlu ve loş ortama bakmıştım. Bizden başkalarıda vardı fakat bilemiyordum.
Şaraplarımızı tokuşturup birer yudum almıştık.
"Bu şarap 600 yıl dinlendirilmiş." duyduğum neredeyse beni boğarken ilk defa içtiğimi belli etmemek için sadece kafamı sallamıştım.
Bir müddet neredeyse sadece birbirimizi izlemiştik. Arada elimi tutup bileğime kadar öpüyor sonra da bırakıyor ve tekrar gözlerini üzerimde gezdiriyordu.
Yemek geldiğinde de pek konuşmamış ve sadece yemiştik. Konuşmaya ikimizde başlayamadığımız için konuşmuyorduk ama böyle olmazdı.
"Neden?" mırıltılı bir sesle söylemiştim. Bakışlarını tabağından çekip gözlerime dikmişti. Az öncekine nazaran şuanki gözlerinde bir kırılmışlık görüyordum.
"Felix ben beni sevebileceğin ihtimalini aklımın ucundan bile geçirmedim çünkü."
"Hayır Hyunjin. Neden ben?" dediğime şaşırmış olacak ki tüm ilgisini sadece gözlerime vermişti.
"Hayatımın bir düzeni yoktu benim, birileriyle yatar ardından isimlerini unuturdum. Her zaman yorgun, argın, sarhoştum. Eve uğramaz, derslerimle ilgilenmezdim. Tüm hayatım partilemek ve düzüşmekti."
Bunları zaten biliyordum. Benden öncesi beni ilgilendirmezdi. Bana geçmişini yansıtmadığı ve geçmişi geleceğini etkilemediği sürece benim için sıkıntı yoktu.
"Günün biri akşam yine parti vardı. Jisung yeniydi, Minho onunla yatmak istediğinden bahsedip duruyordu. Bu yüzden onunla yakınlaşmıştı. Her neyse işte o ikili beraberken yine bir gün parti saatini öğrenmek için yanlarına gidiyordum. Seni gördüm onların yanında. Fakültenin başında ilk kez buluştu gözlerimiz Lix. Ben her gün gördüğüm şeylerin farkına o zaman varabilmiştim. Sen bir anda girdin hayatıma bende alt üst oldum işte."
Tamam ben bilmeden benden hoşlandığını bir kısıma kadar anlamıştım ama ilk gördüğünden beri olduğunu düşünmemiştim.
"O gün o partiye gitmedim Felix. Sende gitmedin aklımdan. Yüzün hep zihnimdeydi. O akşam düşünüp durdum. "
Masadaki ellerimi tutup dudaklarına bastırmıştı.
"Lakin bulamadım çare, tek bir şifa var benim derdime
Aşk tanrısının yeni yaktığı ateş; o da gözdemin gözerinde"
- William Shakespeare, Soneler
Sonelerden aldığı alıntı ile kalbim hiç olmadığı kadar hızlanmıştı.
Gözlerimiz birbirinden asla ayrılmazken birbirimize yavaşça yaklaşıp bir öpücük başlatmıştık birlikte. Dudaklarımız birbirinin üzerinde kayarken gözyaşlarımın aktığını hissettim.
Hyunjin gerçekten ilk defa seviyorsa bende gerçekten ilk defa seviliyordum. Bana bunu o kadar net bir şekilde anlatmıştı ki ağlamayıp napabilirdim bilmiyordum.
Dudaklarımızı ayırmıştı devam etmek için sözüne.
"O günden sonra ben ben değildim Felix. Tanrı şahidimdir aklımda olmadığın gün olmadı. O kadar çok sevdim ki seni, aramıza katıldığında sana yazmadan önce de tanıdım seni. Gülerken kısarsın gözlerini, yerken dikkat kesilirsin yediğine, dinlerken önem verirsin karşındakine, okurken hisseder her cümleyi, konuşurken dikkat eder dediğine."
Dolu gözlerimi aşık olduğum adamdan hiç çekmeden gülümsemeye çalışmıştım. Bilemezdim acımın onun aşkından daha derin olmadığını. Bilseydim eğer çektirmezdim acı sevdiğime.