Uzuuun bir ara oldu ama telafi için uzun bir bölüm yazdım. Daha önce söylediğim gibi meslek yetiştirme kursu için şehir değiştirmem gerekiyor ve kalacağım yurtta telefonuma el koyulma ihtimali yüksek. Kısaca bir ay burada olamayacağım.
Onun dışında Elvan açısından bol itiraflı bir bölüm oldu. Aslında bir bakıma Elvan'ın neden böyle davrandığını ya da Kaner'in karşısında neden donup kaldığını öğrenmiş olacağız. Multimedia'da Kaner ve Elvan var!
Keyifli Okumalar! Bir ay sonra görüşürüz! Kendinize iyi bakın!
¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤
Hayatım boyunca sevdiğim ve sürekli yaşamak istediğim bir an vardır. O da uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide kalıp hem bilinç altında hem de gerçek dünyada olmak ve bu anın tadını çıkarmaktır.
Normalde sevdiğim bu anı şimdi acı çekerek yaşıyordum. Bana ne olduğu hakkında hiçbir şey hatırlayamazken gözlerimi açmaya çalıştıkça iğne batırılıyormuş gibi canım yanıyordu. Başıma biri balyozla vursa harika olurdu çünkü beynim zonkluyordu. Komaya falan mı girmiştim ben?
Elimin üstünde hissettiğim acıyla kıpırdanmaya çalıştım. Ama sadece çalıştım. İcraata geçebilmem için biraz daha zorlamam gerekecekti sanırım.
"Niye uyanmadı?! Şimdiye ayaklanması gerekirdi!" Bağırmadan konuşamıyor musun sen?
"Elimden geleni yaptım Uğur Bey. Şok geçirmiş ve sanırım bu aralar fazla stresli anlar yaşamış. Tahlillerinde de hiçbir sıkıntı çıkmadı. Yapması gereken tek şey istirahat edip dinlenmek. Eğer başka bir sorunuz yoksa diğer hastalara bakacağım." Birincisi ben şok falan geçirmedim! İkincisi stres benim göbek adım. Üçüncüsü ne tahlili?! Ayrıca diğer hastalar derken? Bu bana dolaylı yoldan hasta diyor. Hasta falan değilim ben! Ve bu iğrenç dezenfektan kokusunu daha fazla çekemeyeceğim!
"Tamam doktor. Gidebilirsin." Sanki sen demesen temelli burada kalacaktı.
Ah! Durum değerlendirmesi yapacak olursam neden şok geçirdiğimi hatırlayamadığım bir şey yaşamıştım ve şu an hastanedeydim. Başımda dikilip beni dikizlediğini hissettiğim bir adet Uğur vardı. Bir dakika Uğur? Uğur'un yanında ne işim vardı benim?
Gözlerime batan iğneleri umursamadan göz kapaklarımı hareket ettirirken başımda bir hareketlilik hissettim.
"Elvan? Elvan iyi misin? Nasıl hissediyorsun. Doktoru çağırayım mı? Benimki de soru. Bekle hiçbir yere kıpırdama doktoru çağıracağım." Keşke bu çocuk kol kaslarını geliştireceğine biraz beyin jimlastiği yapsaydı. Hayır, arada lazım oluyor çünkü.
Kapıya doğru hareketlenirken doktoru görmek istemediğimi fark ettim.
"U-Uğur." Sesim benzetemeyeceğim bir tür hayvanın sesi gibi çıkarken bunu uzun süre konuşmamama bağladım. Kaç saattir uyuyordum ben?
"Söyle canım." Ne canımı be! Iy, yılışık yılışık!
"Doktoru falan çağırma. Ne oldu bana, onu anlat." Sesim biraz daha insan sesine benzerken bana far görmüş tavşan gibi bakan Uğur'a iki tane çakasım geldi.
"Ne yani ne olduğunu hatırlamıyor musun?" Yok, hatırlıyorum da zevkine bir de senden dinleyeyim dedim.
Kaşlarımı çatarak cevap vermeye çalıştığım da konuşmaya başlamıştı.
"Ne kadarını hatırlıyorsun?" Hafızamı zorlarken aklıma ilk gelen Bâki Baba olmuştu. Babacan bakan kahveleri hatırlayınca içim burkulurken gözümün önüne Abay'la yaptığım tartışma ve devamında gelişen olaylar gelmişti. Sıkıntılı bir nefesi dışarı bırakırken Uğur sabırsızca cevap vermemi bekliyordu.
Uğur'un mekânına gittiğim zamanı ve parmağını kestiğim adamı hayal mayal hatırlıyordum.
"Elvan?"
"En son bir adamın parmağını kesmiştim sonra..."
"Sonra?" Lafımı kesmesen anlatacağım!
"Sonra sen geldin ve..." Uğur'un yanına gidişim ve benim üzerime üzerime gelip, duvara sıkıştırdığı anı hatırlayınca kaşlarım çatılmıştı. O da ne hatırladığımı anlamış olacak ki bakışlarını duvara doğrultmuştu.
Bu kısmı pas geçerek hafızamı zorlamaya devam ettim.
Zihnime dolan şeyse Kaner'in hayal kırıklığına bulanmış bakışları ve ardından gelen diyaloglar olmuştu...
Kaner'in Uğur'la sözel kavgası, bana onunla gitmem için yalvaran gözleri. Zihnimi işgal ederek kulaklarımda eko yapan cümleyi hatırlamaya çalışırken kalbim göğsümü zorlamaya başlamıştı.
Kaner'in sırtını dönüp gitmeden önce söylediği son cümle tüm benliğimde yankılanınca gözümün önüne mekanı terk ediş anı ve sonrasında kararan gözlerim gelmişti.
"Seni sevdiğim için özür dilerim."
Bana gitmeden önce söylediği son cümle bu olmuştu.
Kulaklarımda eko yapmaya devam eden sözle kaskatı kesilirken cümleyi süzgeçten geçirmeye çalışıyordum.
"Seni sevdiğim için özür dilerim."
Beni sevdiğini söylemişti. Be-beni seviyor muydu? Özür dilemek? Neden özür diliyordu? Sevmek özür dilenecek bir duygu muydu?
Sevgiye layık olmadığımı biliyordum ama bana hissedilen bu duygu özür dilenecek bir şey miydi?
İnsanın kalbini kırdığın zaman özür dilerdin. Ya da karşındakini üzdüğün zaman. Ama beni sevmesi özür dilenecek bir şey değildi ki. Çünkü... canım yanmamıştı; üzülmemiştim.
'Şu an düşündüğün gerçekten bu mu? Cidden o cümlenin "özür" kısmına mı takıldın?'
İç sesimi kâle alırken duran zihnimi çalışması için zorladım.
Sevmek?
Kaner beni seviyordu.
"Evet. Sonra ben geldim ve-"
"Kaner beni seviyor." Bu sefer Uğur'un lafını kesen ben olmuştum. Âdeta fısıldayarak kurduğum cümlemi Uğur duymuş olacak ki bana trenmişim gibi bakıyordu.
"Kaner beni seviyor." Sanki bu şeyi idrak etmeye çalışıyor gibiydim. Cümleyi tartıyordum ama bir sonuca ulaşamıyordum. Kelimelerin lügatimde karşılıklarını aramaya çalıştım ve ulaşamadığım tek kelimenin 'seviyor' olduğunu farkettim.
Sevmek.
Neydi sevmek? Ben daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamıştım ki. Neydi? Nasıl olurdu? Bilmiyordum.
Anlamak için tekrar ettim.
"Kaner beni seviyor." Düşünmeye devam ederken Uğur'un bir şeyler söylediğini kıpırdayan dudaklarından anlasamda sesini duyamıyordum. Kulaklarımda çınlayan tek şey tekrar edip durduğum cümleydi.
"Kaner beni seviyor." Şu an farkına vardığım bir şey varsa o da hissetmenin farklı olduğuydu.
Hissetmek bambaşkaydı. Hele ki hayalini kurduğunuz bir şeyi göğüs kafesinizin altında çırpınıp duran şeyde hissetmek... Şu an yaşadığım şeyi anlatan kelimeler tam olarak onlardı.
Sevmek ve Hissetmek.
Hayalini kurduğum şeyse... Sevilmekti. Bir gün birinin beni karşılıksız seveceğini hayal ederdim.
Diğer normal insanlar gibi ileride gerçekleşmesi olağan şeyleri değil de, birinin bana söylediğinde 'Ufak atta kuşlarda yesin!' diye karşılık verceğim düşüncelerin hayalini kurardım. Mesela ileride asla anaokulu öğretmeni olmazdım çünkü çocukların sadece emekleme aşamasında olanlarını severdim. Bir de ağlamayanlarını. Buna rağmen kendimi pembe elbiseli, saçlarını keçi kulak yapmış şirin kız çocuklarına kedi merdiveni yapmayı öğretirken hayal ederdim. Ya da Kaner'le normal bir şekilde tanışıp liseli aşıklar gibi sinemalara gitmeyi. İlk tanışmamızın çarpışarak ve elimdeki kitapları yere düşürerek olmasını... Belki de renksiz hayallerime direnen tek tük hayallerdi bunlar...
Birinin beni sevmesi.
Üstüne bir de bunu hissetmiştim ben. Sevildiğimi hissetmiştim ama bunu bir düş olarak yorumlamıştım. Gerçek olamayacak kadar güzel bir düş.
İnancım kalmamıştı. Düşlerimin gerçekleşeceğine dair en ufak bir inancım yoktu.
Kaner'in kurduğu cümle ufakta olsa bir umudu beraberinde getirmişti.
'Peki sen Elvan? Sen ne hissediyorsun? Sen de seviyor musun?'
Bu... şu an için asla cevaplayamayacağım bir soruydu. Daha ne anlama gelmediğini bilmediğiniz bir duyguyu hissedip hissetmediğinizi nasıl anlardınız ki?
'Bence bu soruyu sorman gereken kişi iç sesin değil.'
Haklıydı. Bu soruyu 'sevmeyi' tatmış birine sormalıydım.
Bu soruyu beni sevene sormalıydım.
Bu soruyu... Kaner'e sormalıydım.
İçimde oluşan ufakta olsa heyecanlanmama neden olan umut; bana iyi gelmişti. Geçmişimde çektiğim onca acının silindiğini hissedebiliyordum.
Yavaşça kuruyordu akıttığım göz yaşları. Haykırışlarım diniyordu sessizce. Kalbimde oluşan tüm yaralar kabuk bağlıyordu sakince.
Uzun zamandır hiç yaşamadığım şeyleri yaşamak heveslenmeme neden olmuştu. Kaner'e sormam gereken soruyu hemen sormalıydım.
Yattığım ultra rahatsız hastane yatağından kalkarken bu defa algılarını zorlayan kişi Uğur'du. Sanırım hareketlerimi çözmeye çalışıyordu.
Elimin üzerinde hissettiğim acıyı görmezden gelerek serumu çıkardım. Ayağa aniden kalkınca bir an başım dönmüştü ve gözümün önüne siyah noktalar doluşmuştu.
Hiçbirini umursamadan odanın kapısına yöneldiğimde kolumda bir el hissetmiştim.
"Elvan du-dur! Doktora danışalım, iki gündür ölü gibi uyuyorsun! Ani hareketler yapma." Ne saçmalıyordu bu? Zihnime doktorun söylediği sözler doluşmaya başladığında hiçbirini umursamadım. Ben iyiydim. Kaner'e sevmenin ne olduğunu sorsam daha iyi olacaktım. Ama aklım şu iki günde takılı kalmıştı. Şok geçirdiğimi biliyordum ama bu kadar uzun süre uyuduğumu bilmiyordum. Sırtımda oluşan bu ağrının sebebini bu muydu yani?
"İki gün mü?" Başını sallayarak beni onayladığında Kaner'e geç kalmadığımı düşünmeye çalıştım.
"Kaner'e haber verdin mi hastanede olduğumu?" Tepkisiz kaldığında cevabının olumsuz olduğunu anlamıştım. Hastane de olduğumdan haberi yoktu ve beni Uğur'un yanında sanıyordu.
Kolumdaki elini ittirerek yüzüne en sert bakışlarımı attım.
"Niye haber vermedin?! Niye hastanede olduğumu söylemedin?!" Bana ifadesiz bakışlar atarak cevap verdi.
"Haber vermem için bir sebep yoktu." Bu adam benim sabrımı falan mı sınıyordu? Onun yüzünden umudumu yitirebilirdim. Onun yüzünden tekrar kaybedebilirdim.
"Ne demek bir sebebim yoktu?!" Vücuduma hızla dolan sinirle göğsünden ittirdiğimde birkaç santim geri sendelemişti.
"Peki o zaman sen söyle! Bana Kaner'e senin nerede olduğunu ilgilendirecek tek bir sebep söyle!" Sakinleşmek için derin derin aldığım nefeslere son verirken başından beri Uğur'un yanında olmanın bir hata olduğunu anlamıştım. Geçte olsa bunun farkına varmıştım. Ve şu an Uğur'un iyiliği için sakin olmak isteyeceğim bir şey değildi.
"Tek bir sebebim yok..." Yüzünde oluşan sırıtışı silmek için devam ettim.
"... Birçok sebebim var. Kaner benim nerede olduğumu bilmeli çünkü beni seviyor..." Gözleri önce donuklaşıp sonra öfkeden olsa gerek seyirmeye başladığında sebeplerime devam ettim.
"... Çünkü o bu dünyada güvendiğim, değer verdiğim tek insan..." Her an patlamak üzere olan saatli bir bomba gibi gözükse de Kaner'in beni yanlış anlamasına sebep olduğu için üzerine gitmeye devam ettim.
Uğur bana verdiği zararın farkında değildi; benim aksime.
"... Bir insanı sevdiği kişiden daha çok kim ilgilendirir öyle değil mi Uğur?" Kurduğum son cümleden sonra her şey sabitti benim gözümde. Kapının yanındaki sandalyenin üzerinde duran sırt çantamı alıp dışarı çıkarken duyduğum tek şey, odadaki sandalyenin yere çarpış sesi ve Uğur'un yenilgiyi kabullenmeyen bağırışlarıydı. Ne dediğini anlayamıyordum ama Kaner'e karşı aldığı mağlubiyetten pek memnun kalmamıştı sanırım(!) Hastaneyi inleten haykırışları bu kanıya varmamda büyük etkendi tabii.
Kaldığım odaya doğru hızla ilerleyen güvenlik elemanları umarım Uğur'a nazik davranmazlardı. Onun yüzünden Kaner beni yanlış anlamıştı. Bundan bu kadar emin konuşuyordum çünkü onu tanıyordum.
Hissediyordum.
Bana kırıldığını hissediyordum. Haber vermediğim için bana kızmıştı. Yapmasından korktuğum şeyse... uzaklaşmasıydı.
Kaner giderdi...
Sinirlendiği zaman zarar vermemek için uzaklaşırdı. Bunu daha önce de yaşamıştım. Öfke kontrol sorunu vardı ve bunu uzaklaşarak çözüyordu. Uğur'un mekânındaki bakışları öfke kokuyordu. Şimdi yapabildiğim tek şeyse benden uzaklaşmamasını ummaktı. Gerçekleşeceğine adınız kadar emin olduğunuz bir olayın aksini düşünmek gibiydi benim için. Ama biz insandık, umut ederdik...
Hastanenin çıkışına ulaştığımda yüzümü yalayan hafif meltem beni biraz olsun gevşetmişti.
Eve gitmem gerekiyordu ve aklıma ilk gelen şeyi yapıp sırt çantamdan Bâki Baba'nın kartını çıkartmıştım. Numarayı hızla tuşlayıp babacan tınıyı duymayı dilerken aklım Kaner'deydi.
Bu defa geç kalmak istemiyordum.
Bu defa Kaner'e geç kalmak istemiyordum.
"Alo?" Düşüncelerimden ayılmamı sağlayan Bâki Baba'nın sesi olmuştu.
"Bâki Baba benim, Elvan. Hatırladın mı?" Beni unutmamasını umarak cevap vermesini beklemeye başlamıştım.
"Elvan kızım, O nasıl soru? Tabii ki hatırladım. Buyur kızım."
"Estağfurullah, ben şey rica edecektim..." Hızla hastanenin adına bakmak için birkaç adım uzaklaştım kapıdan.
"... * Hastanesi'ne gelebilir misin, rica etsem?" Beni bekletmeden onaylayıp telefonu kapattığımda hızlı olmasını dilemekten başka yapacağım hiçbir şey yoktu.
~♧~
"... İşte böyle Bâki Baba. Umarım geç kalmamışımdır. Onu tanıyorum ben. Kesin uzaklaşmak istemiştir. Telefonu da kapalı. Ve-"
"Kızım sakin ol biraz. Hem uzaklaşsa ne olacak ki? Geri sana dönmeyecek mi? Neden bu kadar sıkıntıya sokuyorsun kendini?" Belki de ilk defa biri benim sözümü kestiği halde onu gırtlaklama planları kurmamıştım. Sanırım Bâki Baba'nın aklına ve tavsiyelerine ihtiyaç duyduğum içindi ama nefes almak gibi normal bir eylemi yapmamak kadar garipsemiştim bunu hissetmediğim için. Çok mu câniydim?
"Ne bileyim Bâki Baba... İçimde garip bir his var." Sanki biri boğazımı sıkıyordu ve o birini bulup öldürmemek sinirimi bozuyordu.
Belki iki düşüncemden biri öldürmekti ama bu önüne geçebildiğim bir şey değildi. Bunun için eğitilmiştim.
Öldürmek için.
Hissetmemek için.
Evet, korkusuz olmak ya da bu derecede cesur davranmak dışarıdan bakılınca özenilecek bir şeymiş gibi görünebilirdi ama bazen korkmayı bile özlüyordum. Korkuyu hissetmeyi.
Sanırım tedirgin olduğum tek şey değerli gördüklerimi kaybetmekti. Değerli hissettiklerimi demek isterdim ama bir şey hissetmeyeli epey zaman olmuştu.
İçten bir duyguyu hissetmeyeli...
Belki de bu yüzden donup kalıyordum Kaner'in karşısında. Ona bakınca kararan kalbim aydınlanmaya çalışıyordu. Bir şeyler hissetmek isteyip deli gibi çırpınıyordu. Yapmayı bilmediğim bir şeyi sözel olarak ifade edemeyip Kaner'in karşısında dilsiz oluyordum. Bilmediğiniz bir yemeği tarifi olmadan pişirmeye çalışmak gibi... Ya da bilmediğiniz ve yorum yapamadığınız bir konu hakkında soru çözmeye çalışmak gibiydi benim için hissetmek. Sonuç, malzemesi eksik bir yemek ya da kalem oynatamadığınız bir soru olurdu. Benim sonucumsa hissiz bir katildi.
Ben de istiyordum hissetmeyi ama olmuyordu.
Diğerlerinin aksine -ki bu diğerlerine Kaner de dahildi- Sokak'ta sadece fiziksel olarak eğitilmemiştim. Duygularım da eğitilmişti.
Bir yanda yüzüme gelebilecek bir darbeyi nasıl önleyebileceğimi öğrenirken diğer yanda acıma duygumu köreltiyorlardı.
Silahsızken kendimi nasıl koruyacağımı hafızama kazırken sevmeyi unutturmuşlardı bana.
Silah adlarını tek tek ezberleyip her birinin ne kadar mermi alıp, kaç kalibre olduklarını öğrenirken; birini öldürdüğümde pişman olmamayı ve acımamayı da öğrenmiştim.
Hissetmeyi unutturmuşlardı.
Kendime bir zarar gelebileceği düşüncesini silmişlerdi aklımdan.
Diğerlerinden farklı bir eğitim gördüğümü biliyordum. Çünkü duygusuz bir katile çevrilmeden önce iznimi almışlardı.
Size sadece sözel olarak sarkıntılık etti diye bir insanın parmağını kesip; o parmağı ağzına sokmazdınız.
Ama ben yapardım. Yapmıştım da.
Çünkü o an düşünemiyordum. Yapmak istediğim tek şey karşımdakine acı çektirmek oluyordu ve bunu bir arzu gibi görüyordum.
Bana öğretileni yapıyordum.
İsteğime karşı koymak aklımın ucundan bile geçmiyordu çünkü böyle bir düşünceyi içimden geçirmiyordum. Geçiremiyordum.
Boğazımı sıkan eller gittikçe sıkılaşıyordu ve ben neden bu duruma düştüğümü bilmiyordum.
Neydi canımı yakan şey? Bir şeyler hissetmek istemem mi? Olmayacağını bile bile hissiz bir katile çevrilmeme izin verdiğim güne pişman olmak istemem mi?
Pişmanlık duyuyor muydum? Pişmanlık neydi ki? Köreltilen bir duygudan başka bir şey değildi ama neden bu haldeydim? Neden anlamını bilmediğim bir şeyi hissetmek için çabalıyordum?
Bir an içinde olsa zamanı geri alıp bana sorulan soruyu olumsuz yanıtlamak istedim.
Hissetmekten yoksun bir katil olmayı değil de; sevmeyi bilen aklı bir karış havada, leyla gibi ortalıkta dolaşan eline kan bulaşmamış biri olmayı diledim. Katil olmamayı diledim.
Yapabildiğim tek şeyi yapıp sadece diledim.
Dilemekle yetindim.
"Elvan kızım? Yine daldın gittin." Boş boş bakmayı bırakıp Bâki Baba'nın söylediklerini idrak etmeye çalışırken gözüme tanıdık gelen izbandutlarla karşılaştım. Bunlar bizim korumalar değil miydi? Bir dakika gelmiş miydik?
"Evet kızım geldik." İki ihtimal vardı. Ya bu adamın düşünceleri okuyabilme gibi özel güçleri vardı ya da ben Bâki Baba'nın yanında sessiz düşünemiyordum.
"Dalmışım Bâki Baba kusura bakma. Neyse benim acelem var biliyorsun durumu, hadi ben kaçtım." Taksimetrede yazan parayı oturduğum koltuğun görünür kısmına bırakıp hızla arabadan inerken korumaların şaşkın bakışlarını umursamadım. Taksinin pürüzlü zeminde bıraktığı sesi duymadan önce kulağıma Bâki Baba'nın 'Bir dahaki sefere taksimetreyi kapatacağım!' diyerek sitem edişini işitir gibi olmuştum.
Ama bunu umursayacak vaktim yoktu. Bir an önce Kaner'e sevmenin ne olduğunu sormalıydım.
Abay'ın yetiştirdiği çiçekler bana eşlik ederken hızla kapıyı çalmaya başladım. Anahtar sırt çantamdaydı ama tam çıkarıp kapı deliğine yerleştireceğim an Gökçe kapıyı açıp beni sinir edecekti ve benim ona çatacak vaktim olmadığı için içimde kalacaktı onu boğma isteği. Bu yüzden anahtarı çıkarmak yerine kapıyı daha hızlı çalmaya başladım. Gökçe'nin içinden saydırmalarını duyar gibiydim ama bu pek iplediğim bir şey değildi.
Şu an tek istediğim Kaner'e sevmenin ne olduğunu sormaktı.
"Patlama lan geliyorum!" Evet, bu kesinlikle Gökçe'ydi.
Tabii ki kapıyı açınca beni beklemiyordu ve suratının aldığı ifade görülmeye değer bir manzaraydı. Şaşırmaktan ağzı 'O' şeklini almıştı ama hala trenmişim gibi bana bakması rahatsız etmeye başlamıştı.
"İçeri almayacaksan söyle de seni bayıltayım. Bekleyecek vaktim yok." Beni algıladığına dair bir mimik aradım yüzünde ama gördüğüm tek şey açılan ağzına eşlik eden gözleriydi.
Yavaşça kolunu kaldırarak omzumu dürtükledi. Sonra sanki vahşi bir şeymişim gibi hızla çekti kolunu.
"Valla gerçek!" Cidden bu kadar zeki (!) olmak zorunda mısın?
"Elvan! Neredesin sen?!" Kapıyı açtığı ve beni ilk gördüğü zaman vermesi gerektiği tepkiyi şimdi veriyordu. İki dakika sonra. Ne yapalım; Gökçe'yi böyle kabul ettik biz.
Aniden boynuma atladığında afallamıştım ve birkaç adım sendelemiştim.
"Bo-Boğularak öl-mezsem nerede old-uğumu an-latırım." Ne zamandan beri bu kız öldürmek için sarılıyordu!
Bedenimi sıkıp nefessiz kalmamı sağlayan kolları biraz olsun gevşeyince derin bir soluk bırakıp Gökçe'yi ittim.
"Manya-"
"Evet, manyağım Elvan! Ama şu an önemli olan bu değil! Neredesin sen onu söyle bana!"
"Sözümü kestiğin için benim de seni kesmemi ister misin Gökçe'cim?" Bana gözlerini devirirken aklıma birden Abay gelmişti. Ona nasıl davranacağımı bilmiyordum. Belki de abartmıştım ama söyledikleri ağırıma gitmişti. Tabii ki ergenler gibi trip atacak değildim ama içimde hep bir burukluk kalacağını biliyordum. Daha önce adını koyamasam da bana iyi gelen şeyi 'sorumsuzluk' olarak adlandırması canımı yakmıştı.
"Beni kesmeni değil de nerede olduğunu anlatmanı istiyorum." Tip tip bana bakarken bir gözümle Abay'ı arıyordum. Sanırım onunla konuşsam iyi olaca- Bir dakika Kaner nerede?
"Kaner nerede Gökçe?"
"Ben ne diyorum sen ne diyorsun? Yaklaşık üç gündür yoksun. Ne haltlar karıştırdığını anlatmazsan Kaner'in nerede olduğunu söylemem."
"Cidden şu an bana şart koşacak durumda olduğunu falan mı zannediyorsun?" Gökçe'yi iterek eve girdiğimde gözlerim aydınlığını arıyordu.
Salona ve mutfağa hızla girip çıkarken onu henüz görememiştim. Boğazımı sıkan elleri yeniden hissetmeye başlarken bu kasvetli ortamı dağıtacak bir aydınlığa ihtiyacım olduğunu farkettim.
"Kaner!" Merdivenleri üçerli üçerli tırmanırken aydınlığımı arayan gözlerimde çoktan umutsuzluk belirtisi oluşmaya başlamıştı ve görüşümü bulanıklaştırmaktan başka bir şeye yaramıyordu.
"Kaner!" Boş koridorda yankılanan sesim kulaklarıma eko halinde gelmeye devam ederken kendimi dizginlemeye çalıştım. Ayaklarım otomatik olarak toplantı odasına yönelmişti ama beni karşılayan tek şey kağıt ve barut kokusuydu. Arkamı dönüp banyoya ilerlediğimde Kaner'in orada olduğunu belirten bir ses bekledim. Su sesi, saç kurutmanın çıkardığı gürültü ya da alıp verdiği nefes... Olan tek şeyse derin sessizliğe karşı aldığım mağlubiyetti. Benim odama bakmaya gerek duymadan merdivenlere yöneldiğimde asıl bakmam gereken yere bakmadığımı fark edip iki kat aşağıya laciverte boyanmış odaya bakmaya karar verdim. Odasının önüne geldiğimde kapının zaten açık olduğunu farketmem kalbimde oluşan sıkışmayı mümkünmüş gibi biraz daha arttırmıştı.
Yavaşça kapıyı aralarken Kaner'in içeride uyurken bulmayı umdum. Ya da kum torbasını yumruklarken. Belki bahçededir. E-Evet kesin oradadır. Kulaklık vardır kulağında o yüzden beni duymamıştır. Başka ne olabilir ki?
Parmaklıklara tutunarak ayakta kalan Elvan, kendimi rahatlatmak için kurduğum cümlelere acıyarak bakıyordu şimdi. Bana hem kızıyordu hem de acıyordu.
Kızıyordu çünkü ruhsuz bir katile çevrilmeme izin vermem onun parmaklıklar ardına kapanmasına sebep olmuştu. Bana yalvarması ya da yapmamamı fısıldaması kararımı vermemde bir etken oluşturmamıştı. Çünkü o zamanlar karşıma bir aydınlığın çıkacağını bilemezdim. Benim için olması imkansız bir olaydı ve gün gelip aldığım bu kararın beni mahvedeceğini bilemezdim. Bilseydim yapmazdım ki.
Zaten yaptığım hatanın bedelini ödüyordum. Kaner benim için var ama yoktu. Siyahtı ama beyaz kadar temizdi. Karanlıktı ama göz kamaştırıcı aydınlığa sahipti. Benden fersah fersah uzaktı ama başımı kaldırdığımda hep o vardı.
Ben yaptığım hatanın bedelini ödüyordum. Elimden kayıp gitmesine tek bir 'Hayır!' diyemeyecek kadar dilsiz oluyordum onun karşısında. Hissetmeyi unutmuştum ama o hiç pes etmiyordu hissiz kalbimin açtığı savaşta. Beyaz bayrağı çekmeye niyeti yoktu bu zorlu harpte. Bu... benim için ödenebilecek en ağır bedeldi.
"Elva-"
"Gitti değil mi?" Gökçe cevap vermek yerine dolan gözlerini benden kaçırmıştı.
Bu bir nevî 'Her ne kadar istemesemde onaylamak zorundayım.' deme şekliydi.
Haklı çıkmıştım.
Kaner gitmişti.
Şimdi ne yapmalıydım peki? Kaner'in karşısında olduğum gibi dilsiz olup susmalı mıydım sonsuza kadar? Ya da boş boş bakıp halime acımalı mıydım? Yoksa sormak istediğim ve cevabını bizzat Kaner'den almak istediğim sorunun yanıtını alamamanın yaşattığı o sinir bozucu hali dibine kadar sürdürmeli miydim?
Şimdi yaptığım tek şey durup bir şeyler hissetmeye çalışmaktı.
Sanki derin bir uçurumun en ucundaydım. Görebildiğim tek şey karşımda uzanan uçsuz bucaksız mavilik ve aşağıdaki sivri kayalıklardı.
Aşağı düşecekmişim gibi bir his vardı içimde ama garip bir şekilde kendimi güvende sanıyordum. Çünkü beni sarıp sarmalayan kollar sürekli varlığını gösteriyordu.
O kolların sahibi şu an burada değildi ama yine de yanımdaymış gibi geliyordu.
Ne ara bu kadar işlemişti ki benliğime? Ne zaman bu kadar güvenmiştim ona? Hissedebilmeme izin verilen tek duyguyu nasıl bu derece kolay teslim edebilmiştim Kaner'e?
"Engel olmaya çalıştım Elvan ama biliyorsun... Gideceği zaman babamı bile dinlemiyor." Biliyordum. Uzaklaşmak için verdiği hiçbir karardan caymazdı. Ben de bu kararlarından onu vazveçirmek için bir çaba sarf etmezdim.
Çünkü gitmek istemesinin nedeni hep ben olurdum.
Öfkesi banaydı ve ben ilk defa onu geri getirmek istiyordum.
"Nereye gittiğini söyledi mi?" Gökçe'nin dolan gözlerinde bir sevinç parçası görmüştüm ve bana olumlu bir yanıt vereceğini anlamıştım.
"Sen üç gündür yoktun ve yeni bir görev çıkmıştı. Kaner gitmeye hazırlanıyordu. Bilirsin... nereye gittiğini bize söylemez hiçbir zaman. Yine öyle olacaktı da. Tam çıkarken babam görevin yurt dışında olduğunu ve gitmesinin ona iyi geleceğini söylemişti. Kafasını mı ne dağıtırmış-"
"Gökçe sadece nerede olup olmadığını söyle." Normal bir zamanda bana lafını kestiğim için kızardı ama iyi bir zamanlama değildi onun için.
"Fransa. Fransa'ya gitti. Sen evden çıktıktan sonra başımın etini yedi. Biz uyurken de dışarı çıkmış. Sanırım seninle konuştu. Aradan bir iki saat geçmeden eve döndü, gideceğini biraz uzaklaşmak istediğini söyledi. Gerisiyse anlattığım gibi." Daha önce Kaner'in bu şekilde uzaklaştığı zamanlar olmuştu. Diğerlerinden farklı olan şeyse nerede olduğunu bilmemdi.
Uçurumun kenarında hissettiğim kollar yerini yavaşça boşluğa bırakırken gözümün önündeki uçsuz bucaksız mavilik kaybolup kararmaya başlamıştı.
Yanımda değildi ama nerede olduğunu bilmemek sanki başımın ucundaymış gibi düşlememe yardımcı oluyordu. Fransa'da olduğunu bilmekse benden fersah fersah uzakta olduğu gerçeğini yüzüme vuruyordu.
Karanlık bu hisle tüm benliğimi kaplamıştı. Beni boğmakla kalmayıp içine hapsetmeye çalışıyordu. Soğukluğunda donmamı; boşluğunda tökezleyip kaybolmamı bekliyordu. Benim şimdiye kadar karanlığa karşı kullandığım tek silahımsa, benden uzaklaşıp Fransa'ya gitmişti.
Bana göre yaşayan her insanın içinde ayrı bir gezegen vardır. Kimi Güneş'e çok yakın olduğu için fazla sıcak kimiyse uzak olduğu için fazla soğuk... İçlerinden sadece birinde hayat olduğu bilinen gezegene sahip insansa, en ihtiyaç duyulan kişidedir. Benim hayatımda yer almış insanların içinde o kişi Kaner'di. Görebildiğim tek hayat Kaner'deydi ve yaşamam için gerekli olan her şeye, Kaner sahipti.
Yakınımda olduğu zamanlarda bile nefessiz kaldığımı hissediyordum. Şimdiyse kilometrelerce uzağımdaydı. Ona ihtiyacım vardı ve o yoktu.
Nefesim kesiliyordu ve karanlıktaydım. Boşlukta yuvarlanırken beni tutacak kolları arıyordum ama ulaştığım tek sonuç biraz daha dibe düşmekti.
"Elvan? İyi misin?" Kulağıma yankılanarak gelen ses Gökçe'ye aitti ve yanağımda oluşan ıslaklık ağladığıma tanıklık ediyordu. Ne zaman başlamıştım ki ağlamaya?
"Elvan?" Sesi endişeli geliyordu ama hissizlikten kararan kalbim hissedebildiği tek duyguyuda kaybetmeyi kaldıramıyordu. Güvenebildiği insanın kendinden kilometrelerce uzakta olduğunu bilmeyi kaldıramıyordu.
Bu farklıydı aslında. Hala ona güveniyordum ki ben. Güvenmeyle ilgisi yoktu bu hissizliğin. Şu an fark ettiğim şey yeniydi. Daha önce sadece anneme karşı duyduğumu sandığım bir şeydi. Acı veriyordu ama bir yandan da bana onu hatırlatıyordu.
Bu his yanımda olmasını dilerken hayal etmeme neden oluyordu onunla geçen anlarımı.
Onunla görüp, duyduğum şeyleri çağrıştırıyordu bana yabancıladığım bu his. Ve o an bir şeyi idrak etmiştim. Garipsediğim iki farklı şey vardı şimdi. İlki uzun zamandır yapamadığım bir şeyi gerçekleştirdiğimi bilmekti.
İkincisiyse bunu Kaner'e duyduğum ve adını koyamadığım şeyi tam olarak bulmaktı.
Evet, uzun zamandır yapamadığım; gerçekleştirdiğimi bildiğim şey... hissetmekti.
Ve adını koyamayıp Kaner'e duyduğum his... sevmekti.