Kütüphane

By VioletAusten

19K 1.1K 622

Hermione Granger, bir gün gittiği kütüphanede, hayranı olduğu ünlü yazarla karşılaşır. Not: Bu hikaye, 2013 y... More

Bölüm 1: Antonius ve Kleopatra
Bölüm 2: Hayran
Bölüm 3: Züppe
Bölüm 4: Tuhaf
Bölüm 5: Hayat Güzeldir
Bölüm 6: Soru
Bölüm 7: Yardım
Bölüm 9: Zarf
Bölüm 10: Şah Hâlâ Tahtada
Bölüm 11: Hız
Bölüm 12: Rüya
Bölüm 13: Teklif
Bölüm 14: Çok Güzel Bir Şey Ve Çok Daha Güzel Bir Şey
Bölüm 15: Anlaşma
Bölüm 16: Sonbahar
Bölüm 17: Siyah ve Beyaz
Bölüm 18: Mutlu Sonu Yazmak
Bölüm 19: Cennetten Kovulmak
Bölüm 20: Mayıs

Bölüm 8: Kurban Cezalandırıldı, Sayın Hâkim

909 58 51
By VioletAusten

"Beyaz..."diye gözlemledi Hermione düşünceli bir şekilde. "İlginç, siyahı seviyorsunuz, ama evinizin salonu beyaz ağırlıklı. Neden? Siyahın tam zıttı olduğu için mi, size karşıtlıklarınızı hatırlatsın diye; yoksa siyahla en iyi uyum sağlayan renk olduğu için mi, sizi dengelesin diye?"

Saatler öğlen 12'yi gösterirken, Hermione birkaç gün önce baygınken geldiği daireyi bu kez bilinci yerinde olarak bulmayı başarmış ve her zamanki gibi suratsız bir Severus Snape tarafından içeri alınmış, bir önceki gelişinde tam inceleyemediği salonu gözlemliyordu. Mobilyalar siyah detaylı beyaz ağırlıklıydı, sehpa, deri kenarlıklı oturma grubu, pencerenin önüne yerleştirilmiş yemek masası, duvar kâğıdı... Genç kız sorusuna cevap almak üzere, arkasından kapıyı kapatıp yanına gelmiş olan adama baktı, Snape hoşnutsuz görünüyordu. Hermione istemsizce onu süzerken -siyah pantolonun üzerine kurşun rengi bir gömlek giymişti bu kez, tişörtle değildi- fazlasıyla karizmatik olduğunu düşündü, gerçi adam pek umursuyormuş gibi değildi.

"Haddinizi aşmayın, Bayan Granger."dedi ekşi bir sesle.

"Buraya sohbet etmek için geldim ama."dedi Hermione tatlılıkla, hırkasını çıkarırken. Evin içini süzmeye devam ederken yavaş adımlarla ortaya doğru yürüdü. "Eee, cevap vermeyecek misiniz? Neden siyaha rağmen beyaz?"

Severus Snape'den ses çıkmadı, Hermione, duvarın birini boydan boya kaplamış olan kitaplığı seyrederken onun da kendisini izlediğini biliyordu.

"Peki."dedi iç çekerek. Dönüp hâlâ ondan birkaç metre uzakta duran adama baktı. "O zaman şöyle sorayım... Neden siyah? Neden en sevdiğiniz renk siyah?"

"Bunun cevabı öbürünün cevabını da verir."dedi Snape, yüzünde kayıtsız bir ifadeyle. Genç kıza doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. "Siyah, renksiz olarak görülür ama içinde tüm renkleri barındırır."

"Beyaz hariç."dedi Hermione, anlayarak. Şimdi onun yarım metre yakınına gelmiş olan Snape başını hafifçe eğerek onayladı.

"Beyaz hariç. Neden peki?"

"Çünkü-beyaz renk değildir?"diye cevapladı Hermione, emin olamayarak. Snape tekrar onaylarken bu kez dudağının kenarında küçük bir gülümseme vardı.

"Doğru. Tüm renkler," Hermione'nin karşısından ayrılıp ağır adımlarla salonda dolaşmaya başladı. "Güneş ışınlarından hangisini yansıttıklarına göre oluşur. Eğer bir cisim, güneş ışığındaki mavi rengi yansıtıyorsa rengi mavi olur, yeşili yansıtıyorsa yeşil. Doğada üç ana, üç de ara renk olmak üzere toplam altı temel renk vardır, Bayan Granger. Yalnızca altı." Vitrinin önünde durdu ve dönüp, yerinden kımıldamadan büyülenmişçesine onu izleyen genç kıza baktı. "Sayabilir misiniz?"

"E-evet."dedi Hermione yutkunarak. "Kırmızı, mavi, sarı, yeşil, turuncu ve mor."

"Doğru." Snape, sakince dolaptan aldığı bir içkiyi kadehine boşaltırken tekrar önüne dönmüş, yanıtladı. "Bunlar gökkuşağının renkleridir. Ve fark ettiyseniz eğer, içlerinde siyah ya da beyaz yok. Çünkü siyah, aslında doğal bir renk değildir. Eğer var olan bütün renkleri karıştırırsanız, siyah rengi elde edersiniz."

"Peki ya beyaz?"diye sordu Hermione, konunun çekiciliğine kapılarak.

"Beyaz,"dedi Snape, elinde kadehi tekrar onun yanına yaklaşırken. "Siyahın aksine, beyaz doğaldır, ancak yine de bir renk değildir. Işığın tüm renkleri birleştiğinde, beyaz olur."

Hermione bunu kavramaya çalışarak düşünürken, Snape ona biraz süre verdi, kara gözleri genç kızın üzerindeydi.

"Yani..."dedi Hermione ağır ağır. "Aslında-ikisi de aynı mı?"

"İkiz kardeşler kadar benzer."diye yanıtladı Snape, yumuşak bir sesle. "Ve iki kutup kadar zıt. Siyah maddedir, Bayan Granger, beyaz ise ışık. Siyah yapmadır, beyazsa doğal." Kadehini şerefe dercesine kaldırdı ve kafası karışmış görünen genç kıza hafifçe gülümsedi, tedirgin edici bir gülümsemeydi bu. "Siyahı severim, Bayan Granger; çünkü güçlüdür, yoğundur ve renkli olduğunu saklamakta ustadır."

"Sizin gibi..."diye mırıldandı Hermione, kendi kendisine.

"Ve beyazı severim,"diye devam etti Snape, onu duymayarak veya duymazdan gelerek. "Çünkü siyaha en çok benzeyen olmasına rağmen onun tam karşısında durabilen tek renktir."

Hermione kafasında tüm parçalar yerine otururken hayret ve hayranlıkla ona baktı, Snape tek kaşını kaldırarak sordu nazikçe.

"İçki?"

***

İki saat sonra, genç kız ve adam, Severus Snape'in çalışma odasındaki masada yan yana oturmuş -oda neredeyse salon kadar genişti, beyaz dekore edilmişti ve salondaki kütüphanenin aslının burada olduğu anlaşılmıştı- konuşmaya devam ediyorken, Hermione bu günün hayatının en güzel günü olabileceğini düşündü ve sonra, bunu son günlerde sıkça düşünmeye başladığını fark etti. Sonra da bunun üzerinde başka zaman düşünmeye karar vererek, Jul Sezar oyununun, başkarakteri Sezar olmamasına rağmen neden bu şekilde adlandırıldığı yolundaki sorusuna cevap vermekte olan Snape'i dinlemeye döndü. Son iki saat böyle geçmişti, salondaki etkileyici karşılama sohbetinin ardından buraya gelmişler ve Hermione bir konu açarak hayranlıkla Snape'in konu üzerinde konuşmasını dinlemeye dalmıştı. Sonra o konu kapanmış ve Hermione yeni bir konu daha açmıştı. Genelde konuşan taraf Snape'ti, Hermione iki saatin çoğunu ağzı ayran budalası gibi açılmasın diye çaba gösterip hayran hayran onu dinlemekle geçirmişti. Severus Snape'in eski İngiliz edebiyatı ve tarih konusunda da epeyce donanımlı olduğunu anlıyordu, Hermione için o konuştuğu müddetçe ne hakkında konuştuğu önemli değildi gerçi.

"...yani bence işin özeti, kimse bir hainin hikâyesiyle ilgilenmezdi.* Ve Shakespeare, Bayan Granger, diğer sıfatlarını bilmem ama, iyi bir pazarlamacıydı."

Snape sözünü bitirir ve sakince suyundan bir yudum alırken, Hermione derin bir nefes aldı. Bu adamı dinlemek onu başka bir dünyaya savuruyordu sanki, diğer her şeyi unutturabiliyordu.

"Başka sorunuz var mı?"diye sordu Snape, oturduğu yerde doğrulup siyah gözlerini kahverengilere dikerken. Hermione onun sesindeki "olmasa iyi olur" tonunu sezmişti ama ne yazık ki şu an Snape'in sözünü dinleyecek durumda değildi. Yine de, Shakespeare'den biraz uzaklaşabileceklerini düşünerek, odaya girdiklerinden beri aklında olan soruyu sordu.

"Var." Eliyle Snape'in arkasına düşen kitaplığı işaret etti. "Buraya gelirken Londra'daki evinizden bütün kitaplarınızı getiriyor musunuz yoksa bunlar yıl boyunca burada mı duruyorlar?"

"Büyük kısmı burada duruyor."diye yanıtladı Snape omzunun üstünden kısa bir bakış atarak. "Ama röportaj yapmıyorduk sanıyorum."diye ekledi uyarıcı bir sesle.

"Yapmıyoruz."dedi Hermione rahatsızca kıpırdanarak. "Sadece merak ettim."

Snape bir eğlenme ifadesiyle kaşlarını kaldırdı.

"Dikkat edin Bayan Granger, merak kediyi öldürür derler."

"Ederim."dedi Hermione inatçı bir sesle. "Ve size 'ben kedi değilim" dememi ve eğlenmeyi planladıysanız üzgünüm, demeyeceğim."

"Lütfen."dedi Snape, ipeksi bir sesle. Hermione onun yüz ifadesinde kızgınlık ya da öfke değil de eğlenmişlik görmekten memnun, gülümsedi.

"Peki... Kleopatra hakkında konuşalım mı biraz?"

"Kleopatra..."dedi Snape, su bardağını masaya bırakarak. "Nil'in kraliçesi."

"Marcus Antonius'un büyük aşkı."dedi Hermione şevkle.

"Ve Jul Sezar'ın."dedi Snape.

"Tarihin en gizemli, en güzel, en zeki ve en entrikacı kadını."

"Ona yapılan övgülerin de yergiler gibi ucu bucağı yok. Sesi, istediği her titreşimi çıkarıp, istediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi. Kim diyor bunu?" Snape sordu.

"Plutarkhos."diye yanıtladı Hermione, tereddütle ona bakarak ve adamın siyah gözlerinden doğru cevap verdiğini anlayınca rahatladı. "Tüm tarihler gibi o da Kleopatra'yı olduğundan daha yüce sayar."

"Korkulan tüm hükümdarlar gibi, Kleopatra da yüceltilmiş bir hükümdardır."dedi Snape. Onun konuşmayı devraldığını anlayan Hermione yerinde toparlanarak dinlemeye hazırlandı. "Antik Mısır'ın Helen soylu son kraliçesi, dediğiniz gibi, tarihin en gizemli ve ilgi çekici kadını. Hakkında yazılıp çizilen onca şeye rağmen Kleopatra hâlen daha bir bilinmezden ibarettir. Kısa bir yaşam, sorunlu büyük bir imparatorluk, kirli mücadeleler, aşklar, savaşlar, entrikalar... Tarihin en büyük imparatorluklarından birini, Mısır'ı gerçekten yönetmeye başladığında yalnızca on sekiz yaşında olduğunu biliyorsunuz, değil mi?" Cevap bekleyerek Hermione'ye baktı, genç kız başını sallayarak yanıtladı.

"Evet. Babası vasiyet ettiği için, erkek kardeşiyle evlenmeye zorlandı, babası ölünce, on beş yaşındayken tahta çıktı. Sonra kardeşi onu tahttan uzaklaştırdı, ama Kleopatra pes etmedi. On sekiz yaşında, sürgünden döndüğünde-"

"Yanında, büyük Roma imparatoru Sezar vardı."diye tamamladı Snape. "Kleopatra Mısır'a Sezar'la döndü ve öncekinden daha büyük bir güçle, tekrar tahta çıktı. Bundan sonrası, Roma ve Mısır gibi iki büyük imparatorluğun iç içe geçmiş öyküsüdür. Özetlemek ister misiniz?"

"Evet."dedi Hermione gergince ve kafasındaki bilgileri hatırlamak için duraksadı. "Kleopatra'nın Sezar'dan bir oğlu oldu. Sezar'layken en büyük hayali, Roma ve Mısır'ı birleştirip dünyaya hâkim olmaktı, ama Sezar ölünce bu hayali havada kaldı. Sezar öldükten sonra Roma 3'e ayrıldı, doğu kısmını yöneten Marcus Antonius'tu. Antonius bir gün Mısır'ı ziyaret etti ve-"

"-Ve Kraliçe Kleopatra'ya sırılsıklam âşık oldu."diye tekrar tamamladı Snape usulca. "Onlarca esere konu olan bu efsanevi aşk o ikisinin felaketi hâline geldi. Kleopatra iktidarını ve aşkını korumak için korkunç şeyler yaptı. Onlara ve Mısır'a düşman olan Sezar'ın yeğeni Oktavius'la savaştılar, yenildiler. Art arda intihar ettiler. Kleopatra, öldüğünde otuz dokuz yaşındaydı ve Romalı şair Horacius, onun öldüğü gün, zafer flamalarının çıkarılıp asılmasını teklif etmişti. Hazin." Dramatikçe iç çekip Hermione'ye baktı. "Bize sunulan Kleopatra nasıl bir kadın, Bayan Granger? Hırslı, tutkulu, entrikalar çeviren, rakiplerini zehirleyen, erkekleri baştan çıkaran, güçlü, kötü ve zalim bir kadın; değil mi?"

"Evet."diye yanıtladı Hermione, bu tanımlamaların kulağa ne kadar kötü geldiğini düşünürken.

"Peki ya şuna ne dersiniz?"diye devam etti Snape. "Kleopatra bir firavun kızıydı. Öfkeli bir hâlkı, sorunlu bir krallığı yönetmeye uğraşırken, devrin en güçlü devleti Roma'ya ve diğer düşmanlarına karşı ülkesini, hâlkını ve tahtını korudu. Sürgüne gitti, ihanete uğradı, dünyanın en büyük hükümdarlarından Sezar'la aşk yaşadı ve ona, sahip olduğu tek oğlu verdi Düşmanlarına karşı büyük bir paralı ordu kurdu. Mısır'ı, batının en büyüğü Roma'ya karşı, doğunun en büyüğü hâline getirdi. Ve bütün bunları yaptığında henüz yirmi yaşında bile değildi." Hermione'nin tepkisini ölçercesine duraksadı, genç kız nutku tutulmuş hâlde yalnızca dinliyordu. "Her kadın bütün dünyayı ister, Bayan Granger, ama kaç tanesi bunun için onun kadar savaştı?"

Hermione sessizce yutkundu. Gözlerini adamın yüzünden ayıramıyordu, sesinin ve sözlerinin büyüsü, içinde bir yerlerde büyüyen bir ateş yakmış gibi ısınmıştı.

"Cevabını düşünmeniz gereken soru şu; Bayan Granger... Kleopatra açgözlü bir kraliçe miydi, yoksa yalnızca hayatta kalmaya çalışan bir kadın mıydı?"

"Sanırım..." Hermione boğazını temizleme ihtiyacı hissetti. "Sanırım, sizin cevabınız ikincisi."

Snape, onu süzerken dudağının kenarı memnuniyetle kıvrıldı.

"Bunu nereden anladınız?"

Hermione bir çırpıda ezberden okudu.

"Kimlerin sahiden yenilmişler olduğunu nereden bilebiliriz ve kimlerin gerçek mağdurlar? Tarih yenilmişlerin düşmanıdır her zaman, ama bilirsiniz, kazananlar ve övülenler güçlülerdir, zayıflar ve yenilenler lanetlenir. Yenilmek yeterince mücadele etmediğinizi gösterir mi peki ya da yeterince iyi olmadığınızı? Tarihi yazanların sevmedikleri niçin kötü olsun, söyle bana? Belki de sadece zavallı birer köleydi tarih yazanlar; efendilerine şöyle diyen: Kurban cezalandırıldı, sayın hâkim!"

Elle tutulabilecek kadar ağır bir sessizlik oldu. Siyah gözler gerçek bir şaşkınlıkla büyür ve Snape kendisine bakakalırken, Hermione birazcık utanmış, başını eğip mırıldandı.

"Ateşin Çocukları'ndan."

Snape bir süre daha sessizce onu izledi, gerçekten etkilenmiş gibi görünüyordu. Konuştuğunda, kadifemsi sesinde bir hayret ve çok gizli de olsa, bir hayranlık tınısı vardı.

"Biliyor musunuz, Bayan Granger... Bazen beni sahiden etkiliyorsunuz."

Hermione saç diplerine kadar kızardığını duyumsarken ağzının kulaklarına varma çabasını son anda durdurdu, zıplama dürtüsünü bastırdı -bunun imajını zedeleyeceği aşikârdı- ve büyük bir mutlulukla gülümsedi.

"Teşekkür ederim, gurur duydum."

"Şımarmayın."dedi Snape, sandalyesinde gerileyip Hermione'den birazcık uzaklaşarak. Ama Hermione onun kabuğunun yumuşadığını görebiliyordu, içi içine sığmazken sessiz kaldı. Bu, hayallerinin ötesinde sıcak bir andı. Fazla sıcak. Sıcak basmıştı. Eliyle çaktırmadan kendisini yelpazelerken, Snape de sandalyeden kalkmış, ona bakmaksızın kitaplığına ilerlemişti.

"Bu kadar sohbet yeter sanırım, değil mi?"dedi, arkası ona dönükken. Hermione bununla rüyadan uyanır gibi silkinip kendisine geldi.

"Ben-ah, evet... Evet-yeterli."

Gitmesi yolundaki ani imayı anladığından sandalyesinden kalktı, hırkasını üzerine geçirdikten sonra defterini ve diğer ıvır zıvırını toplamaya başladı. Severus Snape hâlâ ona bakmıyordu, kitaplığında bir şeyler arıyormuş gibiydi. Hermione işini bitirince doğrulup adama baktı ve derin bir nefes aldı.

"Teşekkür ederim."dedi içtenlikle. "Bugün yaptığınız her şey için."

Severus Snape teşekkürü duyduğuna dair bir işaret vermedi, eski bir kitabın arasından beyaz bir şey çıkarıyordu. Hermione yutkundu.

"Şey-ben gideyim o zaman?"

"Bunu," dedi Snape, ona dönerek. Elindeki beyaz şeyi, bir zarftı, genç kıza uzattı. "Benim için Profesör McGonagall'a teslim etmenizi istiyorum."

Hermione'nin ağzı hayretten açıldı.

"Mc-McGonagall mı? Nasıl yani-siz onu tanıyor musunuz?"

"Soru sormayın."dedi Snape sakince keserek. "Sadece zarfı ona verin. Hatırlarsanız size bir şartım olduğunu söylemiştim. Şartım bu, bunu ona iletmeniz."

Hermione hâlâ şaşkın ve bir şey anlamamış, kendisine uzatılan zarfı aldı.

"Peki."diye mırıldandı zayıfça. "İletirim."

"Kapıyı biliyorsunuz o hâlde."dedi Snape. Genç kız başını kaldırıp onun yüzüne baktı ve hiç mi hiç kızmazken, hissettiği tek şey derin bir sevgiydi, gülümsedi.

"Biliyor musunuz,"dedi fısıltıyla. "Siz mükemmel birisiniz."

Ve hemen ardından, Severus Snape'in şok geçirişini izlemek için beklemeden apar topar odadan çıktı. Mutluydu. Ve Snape'in karşısında kıkırdayıp da öldürülerek bunu bozmaya niyeti yoktu.

***

(*Jul Sezar oyununun başkahramanı, Sezar'dan ziyade ona ihanet eden Brütüs'tür ama oyuna onun değil Sezar'ın adı verilmiştir.)

Continue Reading

You'll Also Like

3.6M 202K 36
Kız kardeşinin hatası yüzüden ceza alan ve ailesinden veto yiyen Rojbin, parasız pulsuz bilmediği bir şehre sürgün edilir. Tabi bu sürgüne ek deli do...
3.1M 46.7K 11
'Umudun gece ise, ay'a tutun.' ∞ (15/08/2018; Başlama tarihi.)
25.9M 919K 79
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
125K 7.5K 56
Buraya bak cılız okur. Senin geçirdiğin tüm o uykusuz geceler gibi yüzyıllar geçiren Carryhall Lisesi öğrencilerine bak. Bak ve elindeki loş telefon...