Boğazımı yakan sıvının ne olduğunu çözmeye çalışırken göz pınarlarımın da sızladığını hissedince tamamen bir boşluğa düştüm. Sanki ateşim çıkıyordu ve bir hastalığın içinde gibiydim.
"Kapının önünde dikilmeye devam mı edeceksin?"dedim, sorusunu yanıtlamayı es geçtim. O ise bakışlarından taviz vermeden mesafeli duruşunu sürdürdü.
"Barlas, senden kaçtığım falan yok."
Kaşları havaya kalkarken ilk defa bir duygu belirtisi ortaya çıkmıştı. Bu bana cesaret verdi.
"Gel, otur şuraya,"dedim ısrarla. İşin daha fazla büyümesini istemiyor ve güzellikle halletmek istiyordum.
Israrlı bakışlarıma rağmen duruşunu değiştirmedi. Ben de pes ederek ayağa kalktım ve hızlı hızlı yürüdüm. Yanına ulaştığımda ise hafifçe başımı kaldırdım. Şimdi göz göze duruyorduk.
"Bir kere daha tekrarlıyorum: Senden kaçmıyorum."
İfadesiz bir sesle bunu söylerken gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum. Aksini düşünmesini istemiyordum. Arkadaşlığımız muhtemelen zarar görecekti, bunun farkındaydım ama elimden endişelenmek dışında başka hiçbir şey gelmiyordu.
Kendi egolarımın kurbanı olmak ne kadar acı verse de altından kalkmaya çalışacaktım.
"Tamam,"dedi ifadesiz bir sesle. "Kaçmıyorsun."
Gözlerini gözlerimden çekip etrafına kısa bir bakış attı. Gözleri tekrar benimle buluştuğunda söylediği cümle afallamama yetmişti, hatta artmıştı bile.
"Bir problem yok o zaman. Test çözüyordun galiba? Devam et sen, ben maç izleyeceğim."
Yalandan dudakları yukarı kıvrılırken gözlerinden geçen hayal kırıklığını görmek benim için pek de zor olmadı. Belki de bu da benim uydurmamdı. Kırdığımı bildiğim için gözlerinden geçenin hayal kırıklığı olduğunu sanıyordum.
Yalandan gülümsemesi fazla uzun sürmedi ve ağzımı bile açmama izin vermeden hızlıca uzaklaşmaya başladı.
İşte Derin, dedim kendi kendime. İşte şimdi büyük sıvadın.
Kafamı duvara vurup gözlerimi bir süreliğine kapattım. Bu kadar aptal olmayı nasıl başarıyordum bilmiyorum ama bu nedense hep başıma geliyordu. Başta doğru yaptığımı sanıyor ve sonuna kadar diretiyor, sonra da delicesine pişman oluyordum. Mantık insanı olduğumu söylüyordum ama önünde sonunda duygular devreye giriyordu.
Ne ara yerime geçtim ve ne ara başımı masaya koydum hatırlamıyordum. Başım felaket derecede ağrıyordu. Bunun çözümü de ilaç değildi.
§§§
Bazen toksik bir insan olduğumu düşünüyordum. Fakat bunun böyle olmasını sağlayan da yine bendim. Benim fazlam gerçekten zehirliydi.
Saç diplerim yanarken yağmurda eve gitmeye çalışıyordum. Hava ne kadar soğuk olursa olsun içten gelen bir yanmayla asla üşümüyordum. Belki de vücudum bunu kaldıramayacak ve yine hastalanacaktım. Bunu fark edene kadar eve varmıştım, artık çok geçti.
"Ne yiyeceğiz?"dedi Çağlar ellerini birbirine vurarak. Daha ayakkabılarını yeni çıkarmıştı ve düşündüğü ilk şey yemekti. Belki de gelirken hep bunu sayıklamıştı ama ben duymamıştım.
"Dolapta vardır bir şeyler. Ben uyuyacağım,"dedim ve montumu asıp direkt olarak odama çıktım. Tabii ki meraklı Çağlar peşimden gelmişti.
"Ne oldu kız?"dedi benden önce yatağıma otururken. "Yolda da hiç konuşmadın. Duru'yu mu kıskandın yoksa?"
Sırıttığını gördükten sonra çantamı boşalttım. Böyle sanması daha iyiydi.
"He evet,"dedim ama elbette yemedi. Böyle dersem yemezdi tabii...
"Asla kıskanmazsın sen. Neden mi? Duru'yu benden daha çok seviyorsun çünkü!"
Buna istemesem de güldüm. Maalesef doğruydu.
"Dökül bakalım,"dediğinde hareket etmeyi kesip ona döndüm. "Bamyam, birazcık uyuyayım. Sonra konuşuruz, olur mu?" Yanaklarını sıktım. "Şu an gerçekten başım ağrıyor. Sanırım hasta olacağım."
Saçlarımı sıktı. "Ipıslak saçların. Yürü git kurut. Ondan sonra da güzelce uyu. Delirtme beni, kem kem yemek de yemiyorsun zaten! Ölüp kalacaksın,"diyerek konuyu kapattı ve parmağını üzerime doğru salladı.
Konuyu uzatmamasına minnettar olup ayrıca ona hak verdim. Banyoya girip güzelce ısınmam gerekiyordu.
Çağlar odamdan çıktıktan sonra resmen kaynar suda güzelce banyo yaptım. Derim buruş buruş olana kadar kaldıktan sonra uyuşuk uyuşuk odama geçtim ve tertemiz pijamalarımı giydim. Saçlarımı kurutup yatağa kurulduğumda karnımın acıkmadığını fark edip aşağı gitmeme kararı aldım. Bir akşam yemek yemezsem ölmezdim herhalde.
Yatakta cenin pozisyonunu alıp vücut ısımın normal haline gelmesini bekledim ve bu çok uzun bir süreçti. Ellerim ve ayaklarım buz kesti mi tekrar ısınması resmen asırlar alıyordu.
Daha sonrası zihnimde yer almıyordu. Kafa yorgunluğu ve fiziksel yorgunluk birleşince uyku yine kaçınılmaz bir hal almıştı.
Uyandığımda hava kapkaranlıktı ama akşam değildi. Sabaha kadar deliksiz uyumuş olmalıydım. Bir ara bir şeyler duymuştum ama tepki verememiştim. Vücudum o derece uykuya muhtaçtı ama şu an çok daha iyiydim. En azından uykusuzluk konusunda.
Pencereyi açıp etrafa baktım. Hava tamamen gri rengi almıştı ve tek bir güneş belirtisi yoktu. İşte en sevdiğim havalar bunlardı. Güneşli havaları hiç sevmezdim. Fakat içimdeki olması gereken sevinç bu güzel havaya rağmen oluşmamıştı.
Üşüyüp pencereyi kapattım. Ardından tamamen dağılmış olan yatağıma bir bakış atıp banyoya doğru yöneldim. Midemden gelen seslere bakacak olursak vücudum "yemek" diye isyan ediyordu. Bu yüzden hızlıca günlük rutinimi yapıp aşağıya indim. Daha kimse uyanmamıştı.
Kendi kendime küçük bir kahvaltı hazırlayıp yanına da bir kahve yaptım. Bu tamamen bir bağımlılık haline gelmişti ve canımı sıkmaya başlamıştı. Kendime bir türlü engel olamıyordum ve işin sıkıntılı yanı buna engel olmak istemiyordum.
Çatalı kahvaltı tabağımda gezdirirken ölmeyecek kadar yediğime kanaat getirip gezdirdiğim çatalı tabağımın kenarına koydum. Midem gerçekten bozulmuştu.
Çıkan bulaşıkları makineye yerleştirdikten sonra bir süre mutfakta oturdum ve dışarıyı izledim. Bu Çağlar uyanana kadar sürmüştü.
"Günaydın güzelim!"dedi bir koşu yanıma gelip. Ben gülümserken yanağımdan bir makas almıştı bile. "Günaydın bamya, sabahları enerjik olmazsın sen. Ne oldu?"
Sırıtıp yanıma bir sandalye çekti. "Yılbaşında Duru'ya çok güzel bir sürpriz hazırladım. Onun enerjisi olabilir."
Gülümsemem yüzümde asılı kalırken yanağıma avcumu koyup öyle dinlemeye başladım bizim keretayı. Anlatırkenki heyecanı beni mutlu ediyordu. Ömrünün sonuna kadar böyle olmaya o kadar hakkı vardı ki... Çağlar bu dünyadaki en masum insanlardan biri olabilirdi. Tertemiz bir kalbi vardı ve insanları kırmamaya aşırı dikkat ediyordu. Böyle bir kalbe sahip olmak gerçekten çok güzel bir duygu olmalıydı.
Planını anlattığında onu tebrik ettim. Ciddi manada. Genelde dalga modunda olurdum ama Duru bu sürprize gerçekten çok sevinecek gibi duruyordu. Yiğidi öldür, hakkını yeme şimdi...
"Yuh,"dedim şaşkınlık içinde. "Nasıl aklına geldi bunca şey?"
Yapacağı şeyler romantik değildi ama yeterince eğlenceliydi. Bütün bir günü dolu geçireceklerdi anlaşılan. Ama yılbaşında da beraber olacaktık, bu kaçınılmazdı...
"Çok odun olduğuma karar verdim. Her zaman kereste gibi takılınmaz, değil mi biricik?"
Kahkaha atıp başımı salladım. "Kız da biraz sevinir, yazık. Senin gibi biriyle sevgili olmak eziyet tabii."
Ağzını tıpkı bir atın ağzı gibi yaparken ne kadar çirkin olduğunu düşündüm. Bunu ona söyledim ama zerre umrunda olmadı. Pek de şaşırmadım aslında.
"Sen benim at ağzımı boş ver de dünü anlat. Asla kaçmaz."
Oflayıp başımı ovdum. Buradan kaçış olmadığını cümle alem biliyordu. Çağlar'dı bu, asla ondan kaçamazdın.
Bunu ona anlatsam her ne kadar beni paylaşamasa da bu yaptığımın çok yanlış olduğunu söyleyecekti ve bunu tahmin etmesi zahmetli bir iş değildi.
"Anlatacağım ama benim niye haberim yok diye zırlayıp durma. Benim de daha yeni yeni kafama dank ediyor."
Dediklerimin üzerine ciddi bir ifadeye bürünüp başını salladı. Bu da bana güç vermiş olmalı ki bugüne kadar ne olup bittiyse ayrıntılı olarak anlatmıştım. Hissettiğim en ufak duyguyu bile... Hiç bu kadar kendimi açtığımı hatırlamıyordum. Kendime bile bu kadar dürüst olmamıştım.
"Biricik,"dedi, sesi şaşkınlıktan titremiş bile olabilirdi. "Ben bunları nasıl fark edemedim? Gerçekten inanamıyorum."
Çağlar'ı ciddi gördüğüm zamanlar seyrektir derim hep. Yine diyordum çünkü yapısı böyleydi. Buna artı olarak ciddi olduğu zamanlarda hep bir şeyler değişiyordu hayatımızda. Belli ki şimdi de öyle olacaktı.
"Kendi içinde bunları yaşıyorsun. Kafayı yemene ramak kalmış. Biz neciyiz burada?"
Kollarını bana sararken onu bekletmeden karşılık verdim. Üzgün olduğunu hissedebiliyordum. Hem bana kızgındı hem de kendine. Ama buna hiç gerek yoktu.
"Kafayı yemedim bamya. Sadece aklım karıştı. Ve anlatacak kadar önemli görmedim başlarda. Şimdi ise karşımdakini kırdım, hem de çok. Beni üzen bu."
Dudakları anlamlı bir ifadeyle büzülürken başını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Bu dediğine kendin bile inanmıyorsun. Şu ön yargını bir kırsan gayet mutlu bir insan olacaksın. Tamam, dünyanın en kıskanç kuzeni olabilirim ama senin mutluluğun benim isteyeceğim ilk şey."
Sandalyesini bana doğru yaklaştırdı. "Ona çok değer verdiğini görebiliyordum evet, fakat ona aşık olduğun hiç aklıma gelmemişti."
Kaşlarımı havaya kaldırmıştım ki beni kısa sürede susturdu. "İtiraz etsen de etmesen de fikrimi değiştirmeyeceksin. Bu kötü bir şey değil Derin. Ergen liseli gibi davranmayı bırak. Lise sona gidiyor olabilirsin ama yirmi yaşındasın artık. Kendine güven ve etrafına güvenme problemini de aşmaya çalış."
Sesindeki kızgın ton giderek arttı. "Küçüklüğünden beri böyleydin. Senin kimseye güvendiğini görmedim ben Derin. Gören Poyraz ve Lara yüzünden böyle olduğunu düşünür ama hayır. Sen çocukken bile herkese kuşku ile yaklaşırdın. Bu senin yapın ama sevdiğin insan için bunu kırman gerekiyor."
Uzun konuşmasından sonra bal rengi gözleriyle bir süre beni izledi, bir şey diyemedim. Haklılığı bir bir yüzüme vururken bahsettiği çocukluğum gözümün önünden geçti. Dediklerinin arasında tek bir yanlış cümle yoktu. Acıydı fakat böyle bir çocukluk geçirmiştim.
Birinin bunu yüzüme vurması gerekiyordu ve bunu yapan kişinin Çağlar olması hiç de şaşırtıcı bir durum değildi benim için. Gerektiğinde beni silkelemek için ağır konuşurdu ve bunu hak ederdim. Çünkü beni benden iyi tanıyan tek insan oydu.
"Bizimkileri kardeşin olarak görmeyi hayatın sana sunduğu en güzel hediye olarak görüyorsun, değil mi? Aşk da bir hediyedir güzelim. Sevmek en güzel hediyedir. Bunu hep söylersin sen."
Elini omzuma koydu. "Bak,"dedi. "Ben filozof falan değilim, tamam mı lan? Aklını başına topla ve öyle karar ver. Ne yapacağını söyleyecek kişi ben değilim ama nasıl davranman gerektiğini söyleyebilirim. Kendin yapacaksın ama sağlıklı düşüneceksin. Güçlü bir kadın ol ve çocuk gibi davranmayı bir an önce kes."
Omzuma iki kere vurup yanağımdan öptükten sonra beni mutfakta tek başıma bıraktı. Sanki dayak yemiş gibiydim. Üzerimde saçma sapan bir uyuşukluk vardı. Beynim karıncalanıyordu.
Pencereden dışarı bakarken iç geçirdim. Çağlar'ın söyledikleri beynimin içinde dönüyordu ve tuhaf olan ise her kelimesine hak veriyordum.
Parmaklarımı birkaç kez sandalyenin kenarına vurduktan sonra kendimden beklemediğim bir hızla ayağa kalktım. Böyle hızlı hızlı nereye gidiyordum bilmiyordum ama artık kafamda bir şeyler oturmuştu. Çocuk gibi davranmayı kesecek ve olması gerektiği gibi davranacaktım.
§§§