TAKINTI

By suheda_zsy

3.7M 141K 50.4K

Ona hiç sarılamamıştım mesela. Hiç elini tutamamıştım. Hiç öpememiştim. Hiç koklayamamıştım. Hiç sevdiğimi sö... More

TAKINTI
1.Bölüm "OKUL"
2.Bölüm "ÖZLEM"
3.Bölüm "ŞOK"
4.Bölüm "KARMAŞIK"
5.Bölüm "ENDİŞE"
6.Bölüm "BEKLENMEYEN YOLCULUK"
7.Bölüm "ÇIKMAZ SOKAK"
8.Bölüm "ÇIĞLIK"
9.Bölüm "YALNIZLIK"
10.Bölüm "BİR HAFTA"
11.Bölüm "YÜZLEŞME"
12.Bölüm "SESSİZLİK"
13.Bölüm "CESARET"
14.Bölüm "DUYGULAR"
14.Bölüm "DUYGULAR" (2.KISIM)
15.Bölüm "PİŞMANLIK"
16.Bölüm "AİLE"
17.Bölüm "UMUT"
18.Bölüm "ARAF" (1. Kısım)
18.Bölüm "ARAF" (2.Kısım)
20.Bölüm "SERZENİŞ"
21.Bölüm "MUCİZE"
22.Bölüm "RENKLER"
23.Bölüm "MEDCEZİR"
24.Bölüm "MEFTUN"
25.Bölüm "HİCRAN"
26.Bölüm "KAYIP"
27.Bölüm "YARI ÇIPLAK"
28.Bölüm "MESAFE"
29.Bölüm "YANKI"
30.Bölüm "NEFES"
31. Bölüm "KUMPAS"
Yazar'dan
31.Bölüm "KUMPAS" (2.KISIM)
32.Bölüm "İRTİCA"
33.Bölüm "PUNT"
34. Bölüm "İNTİKAM"
35. Bölüm
35. Bölüm "ENKAZ" (2.Kısım)
36. Bölüm "NEFRET"
37. Bölüm "AVDET"
38. Bölüm "ÇAĞRI"
39.Bölüm "VİRAJ"
40.Bölüm "İTTİHAT" (1. Kısım)
40.Bölüm "İTTİHAT" (2. Kısım)
41. Bölüm "ANDAÇ"
42. Bölüm "FORSA"
43. Bölüm "DERSAADET"
44. Bölüm "EZA"
45. Bölüm "NİHAN"
46. Bölüm "YEİS"
47. Bölüm "ELFİDA"
48. Bölüm "FEVERAN"
49. Bölüm "GİRİFT"
50. Bölüm "İZAN"
51. Bölüm "TEMAŞA"
52. Bölüm "KOYGUN"
53. Bölüm "MUNTAZAR" & ÇEKİLİŞ
54. Bölüm "MEYİL"
55. Bölüm "İLTİMAS"
56. Bölüm "GİZ"
57. Bölüm "TESHİR"
58. Bölüm "İSTİNAT"
59. Bölüm "PERESTİŞ"
60. Bölüm "FEYİZ"
61. Bölüm "KIVANÇ"
62. Bölüm "VUSLAT"
63. Bölüm "İŞTİYAK"
64. Bölüm "TEMAYÜL"
65. Bölüm "DANS"
66. Bölüm "İNTİBAH"
67. Bölüm "İNHİDAM"
68. Bölüm "DİLHUN"
69. Bölüm "HİTAM" -SON-
Yazar'dan
H.P
ÖZEL BÖLÜM DUYURUSU ✨
ÖZEL BÖLÜM YAYINDA!

19.Bölüm "SARHOŞ"

60K 2K 936
By suheda_zsy



Bedenin sarhoş olması başka, ruhun sarhoş olması ise bambaşka bir şeydi. Beden sarhoşluğu sadece birkaç bardak alkol ile mümkün olabiliyorken ruhun sarhoşluğu çok daha fazlasını istiyordu; belki sonsuza dek hafızandan çıkmayacak mutlu birkaç hatıran, belki de her aklına geldikçe benliğini bunaltan hüzünlü olaylar buna sebep olabilirdi. Bir yanının hep eksik kalması seni mantıklı düşünememeye iterdi mesela. İhtimallerine, hayallerine kadar sarhoş olurdun. İçmeden sarhoş olmak tabiri benim için tam da buradan doğuyordu. Her istediğine sahip olmuş bir kimseyle hayatının temelini kaybetmiş bir kimsenin kafa yapısı ve zihinsel sağlığı aynı olmazdı en basitinden. Onlar sonuna kadar ayık olurdu, sense dibine kadar sarhoş.

Keyif için alkol kullanılması sadece şımarıklıktan ibaretti bana göre, fakat hayatının en önemli unsurlarından birini kaybetmiş kimseninki öyle değil. Onun zaten ruhu sarhoştu; her şeyi eksik ve buğulu görüyordu. Adımları tutarsız, yürüdüğü yolda dengesizdi. Bu gerçekleri bilmek onu zaten kahrediyor iken anlık da olsa hafızasından silmeyi istemek onun en doğal hakkıydı. Çünkü biliyordu ki burada düpedüz bir adaletsizlik var.

"İçme artık. Sarhoş olacaksın."

Karşımdaki adam birazdan sarhoş olacaktı; kendini kaybedecek, saçma sapan hareketler yapacak ve sabah kalktığında tek hissettiği duygu pişmanlık ve baş ağrısı olacaktı. Hem alkolün ne zaman köklü bir çözüm bulduğu görülmüştü ki? Sadece seni belli bir saate kadar misafiri yapıyor, ardından ev sahipliği yaptığı sürenin bedelini tesiriyle yaptığın iğrenç hareketlerle misli misline ödetiyordu.

Ayıkken yaptığımız onca hata varken sarhoş olmak hata kat sayımızın artışına göz yummaktan başka bir şey değildi.

Benim ruhum sarhoştu.

Bir bebek dünyaya gözlerini açtığında onun hayatının temelini atan kişiler anne ve baba olurdu, ilk öğretmenleri de. Öyleyse... ben temelimi kaybetmiştim.  Ailem abim olmuştu,  buna bir itirazım yoktu; çoğu abiye göre bu genç yaşında daha fazla sorumluluk üstleniyor, on yedi yaşında bir genç kıza bakıyordu. Kendi gençlik dürtülerini hep geri plana atıyor ve öne beni çıkartıyordu. O yüzden ona binlerce kez teşekkür etsem bile içimdeki minnetimi dışa aktaramazdım; o derece sevip sayıyor, hatta yaptığının büyük bir başarı olduğunu kabul ediyordum ama... insanın içinde bir burukluk olmuyor değildi. O eksikliği hiç tamamlayamayacak gibi kendimi boşlukta hissediyordum. Her ne kadar kendimi 'nasıl olsa başka şehirlerdeyiz, boşanmaları bana koymaz,' diyerek kandırmış olsam da bilinç altıma onların ayrı olduğunu yerleştirmek bile acı vermişti. Aklıma İzmir dendiğinde artık hasretle, özlemle gözümün önünde canlanan sıcak bir yuva değil; iki farklı soğuk evin, iki farklı bireyleri geliyordu.

Bu benim ruhumu sarhoş yapıyordu işte. Düşündükçe terliyor, dibe batıyor, sonra da düşünemeyecek hale geliyordum. Alkol gibi ama ondan daha gerçekçi... ve kendimden başka kimseye zarar vermeyecek türden.

Acılarımı unutup diğer insanlarla eşitlenmeyi istemek belki benim de hakkım olabilirdi ve yine belki dünya gerçekten adaletsiz bir yerdi ama bunu basit bir sıvı ile düzeltemezdik.

"Ben öyle kolay kolay sarhoş olmam!"

Hakan'ın gereksiz yüksek tonlamaları söylediğini inkar ediyordu. Hızla yerimden kalkıp daha fazla kontrolü kaybetmemesi adına elinden bardağı aldım. "Seni daha önce uyarmalıydım," diye hayıflandım kendi kendime. "Hatta hiç vermemeliydim!"

Elimdeki bardağı ilk aldığım yere, sehpanın üzerine bırakıp tekrar arkamı döndüm. Hakan ayağa kalkmıştı. "İyiyim kızım ben," dedi ciddi bir şekilde. "Öyle kolay kolay kendimden geçmem, merak etme."

Konuşmaları mantıklı geldiğinden olsa gerek, tek kaşımı kaldırıp emin olamamışçasına yüzünü ağır ağır süzdüm. Baygın gözleri hariç benden geçer not aldığında, "O zaman beni eve bırakırsın?" diye sorar gibi konuştum.

Hafifçe kaşları çatıldı ve düşünceli bir tonlamayla "Koray eve geçmiş midir?" diye sordu.

"Bilmem," dedim. "Gitseydi aramaz mıydı beni?"

Kafasını onaylamazca yukarı kaldırdı. "Kafası güzelse aramaz."

Gözlerimi devirdim. Abimden de aynı konudan şikayetçiydim. Neyse ki o bu tarz durumları elinden geldiğince bana yansıtmıyordu. Mesela Hakan'ın tabiri ile, 'kafası güzel' olan halini hiç görmemiştim.

"Abim evde değilse bile benim gitmem lazım. Beni bulamazsa çok kızar."

"Onun bugün ayılacağını sanmıyorum. Senin yokluğunu fark etmez bile. Ama Samet gelirse fark edilmeyecek gibi değil."

"Samet'in siniri geçmiştir artık. Eve gitmek istiyorum. "

"Neden?" diye sordu hafifçe çatarak kaşlarını. "Sıkıldın mı benden?"

Omuz silktim. "Hayır... Senden sıkılmadım tabii ama... annemler aklıma geldi. Keyfim kaçtı işte."

Nefesini sesli bir şekilde dışarı verip tekrar kalktığı yere oturdu. Sonra sakin bir tavırla, "Hiç görüşmedin mi o olaydan sonra?" diye sordu.

Kafamı olumsuz anlamda iki yana sallayıp ben de tekrar yerime yavaşça çöktüm. "Abim babamla görüşmemi istemiyor. Annem de... Annemle ne konuşabilirim ki? Böyle bir olay karşısında diyecek bir şey bulamam."

"Yine de yalnız bırakmamanız lazım."

Omuzlarımı 'yapabileceğim bir şey yok' der gibi yukarı kaldırdığımda biraz düşünüp, "Bence ilk fırsatta bir İzmir turu yap," dedi.

"Nasıl olacak ki?" diye sordum.

"Yılbaşı veya sömestr tatilinde işte... Ya da ne bileyim, başka bir zaman. Ama gitmen şart."

Bu düşünce bana mantıklı gelse de abimin kararlarını kestiremiyordum. "Abim ne der, bilemiyorum."

Omuz silkti. "Böyle konularda bir şey demesine izin vermeyeceksin. Aile bağları önemli. Tatilden tatile de gitmezsen eğer ortada aile denilen bir şey kalmaz."

Kafamı salladım. "Haklısın." Sonra onun bu hassas düşünceleri karşısında aklım kendi ailesine olan tutumuna kaydı. "Senin ailen...? Hiç bahsetmiyorsun."

Omuz silkip gülümsedi. "Benim ailem... Biz iyiyiz işte. Arada bir Hande sinirlerimi bozuyor o kadar."

Gülümsemesine gülümseme ile karşılık verip, "Eminim o da senin için aynı şeyleri düşünüyordur," dedim. Sonra aklıma gelen fikirle hafifçe öne atıldım. "Beni bir gün Handeyle tanıştırsana?"

Kaşlarını havaya kaldırıp doğrulatmak ister gibi, "Handeyle mi?" diye sordu. Ardından benim konuşmama izin vermeden devam etti. "Hande pek yerinde duran bir tip değildir. Hatta şu an kim bilir nerede... Bir gün karşılaşırsanız tanışırsınız. "

"Neden?" diye sordum. "Buraya gelmiyor mu?"

"Haftada iki kez aile yemeklerimiz oluyor," diye cevap verdi. "Babam disiplinli adamdır... Orada mecburen görüşüyoruz. Onun dışında... onun okulu var, benim okulum var. Zaten çok da anlaşamadığımızdan haftada iki kez yeterli oluyor."

Düşünceli bir sesle, "Hım," diye mırıldandım.

Hemen sonra, "Ama en çok annemle iyi anlaşıyoruz," diye itirafta bulundu. Bir dakika ya... Hakan Atan benimle bildiğin sohbet ediyordu! Hem de kendi isteğiyle! Bu ya aramızdaki bağın kuvvetlendiğini gösteriyordu ya da kafasını dağıtmak için bir meşguliyet aradığını. Belki de... uzun zamandır kimseyle -ya da bir kızla sohbet etmiyordu. Hayatında yan gözle bakmadığı çok kız olduğunu zannetmiyordum. Bense bu sayılı kızlardandım ve belki de bu yüzden bana içini dökmek istemişti. Döküyordu da...

"Mesela bu oda ve çatı katı hariç her yeri annem döşedi," diye devam ettiğinde kaşlarım çatıldı. Bu oda ve çatı katı hariç... Çatı katını gizemli kız mı döşemişti acaba? Kendi zevkine göre... Hakan evin en güzel bölümünü ona mı emanet etmişti yani? Bunları niye ona sormuyordum ki? Zaten epey derin konulara girmiştik, benim ailemden onun ailesine kadar... En fazla terslerdi ve bu benim çokta yabancısı olduğum bir karşılık değildi. "Çatı katını kim döşedi?"

Kafasını yere eğip dirseklerini bacaklarına dayadı ve ellerini önünde birleştirdi. "Eski sevgilim..."

"Ondan sonra hiç değiştirmedin mi?"

Kafasını hızla yukarı kaldırıp gözlerini büyüterek, "Saçmalama," diye cevap verdi. "İçine girmeye kıyamıyorum."

Kaşlarım şaşkınlıkla ayaklanırken gözlerimin anında yanmaya başladığını hissettim. Hayır, şimdi hiç sırası değildi! Ağlayamazdım... Ağlarsam açıklayamazdım. Zaman kazanmak adına kafamı önüme eğip yüzümü gizledim.

"Ee?" diye sorar gibi konuştu alayla. Konuyu değiştirmeye çalışır gibiydi. "Senin sevgili olayları nasıl?"

Alayla sorması fazla... gurur kırıcıydı. Sanki benim hiç sevgilim olamazmış gibi. Bu durum tetikte bekleyen göz yaşlarımın dağılmasına yardımcı olmuştu.

İnadına kafamı kaldırıp yüzüme sinir bozucu bir gülümseme yerleştirdim. "İyi işte. Her şey tıkırında."

Bu sefer alaycı ifadenin yerini şaşkınlık aldı. Onu izlemek zevkliydi. "Ne diyorsun kızım sen?"

Umursamaz görünmeye çalışarak, "Dediğim gibi işte," dedim. "Her şey yolunda. Yeni okulda bana rağbet çok. Buldular güzel kızı tabii. Başta Çağatay olmak üzere... "

"Salak salak konuşma, " dedi inanmak istemiyormuş gibi. "Ciddi değilsin, değil mi?"

Omuz silktim. "Yo, öyle. Neden? Benim sevgilim olamaz mı? Sana göre çirkin olabilirim ama..."

"Senin daha yaşın kaç? Çağatay yavşağına bakma sen. O kızları kandırmak için gelmiş dünyaya. İki muhabbet ettik diye kanka olduk zannettin galiba. Hala abinin arkadaşıyım. Kendine gel bence."

Hakan'ı sinirlendirmek hoşuma gitmişti. "Ben bu konuyu abimle de konuşmak istiyorum zaten..." diyerek ciddiyetle sürdürdüm. "Yakında on sekiz yaşıma gireceğim. İlkokuldaki kızların bile sevgilisi var artık. Yaşımı gayet uygun buluyorum."

İnanmak istemiyormuş gibi bir ifadeyle arkasına yaslandı ve ellerini kafasının arkasında birleştirdi. "Koray hayatta böyle bir şeye izin vermez. Boşa ümitlenme. Hem sana bir abi tavsiyesi..." Gözlerimi devirdim ve içimden taklidini yaptım. 'Abi tavsiyesi...'

"Sevgili özenilecek bir şey değil. Siktir olup gidiyorlar... Arkalarına dönüp bakmıyorlar bile. Sen de elindeki zaman kaybıyla kalakalıyorsun."

Tek kaşımı kaldırdım. "Kendi sevgililerine göre genelleme yapmazsan sevinirim... Hakan abi."

"Fark etmez ki," dedi anında. "Benim ya da senin. Bir taraf hep daha az sever, senin sevgin ziyan olur."

Boş bulunup, "Senin sevgilin neden gitti?" diye sordum bir an ama daha kendi cesaretime şaşıramadan Hakan cevap verdi.

"Gitmedi aslında. Bizimki bitmek bilmeyen uzunca bir ara. Sevmediğini çok geç fark ettim...  Ama biliyor musun?" diye sordu. "Geri döneceğini hissediyorum."

"Sa-saçmalama."

Omuz silkti. "Saçmalamıyorum. Ciddiyim, gelecek. O gün sana bunları hatırlatacağım."

Ama o gün ben bunları dinleyecek halde olacak mıyım? Veya... muhtemelen beni bulamazdı, çeker giderdim.

"Sen... kabul edecek misin peki onu?"

Omuz silkti. "Konu ona gelince planlarım programlarım hiçbir halta yaramıyor. Bu yüzden pek de düşünmüyorum aslında. Ama... attığı kazığı hayatım boyunca unutmayacağım. Hala hazmedemedim ve korkarım, ömrümün sonuna dek bu böyle devam edecek."

Sorarcasına, "Kazık dediğin?" diyerek cevap verdim.

"Bir sabah uyandığımda onu yatakta bulamamam... Düşünsene yaşadığım şoku."

"Ya-yatak? Siz... Bildiğin beraber yaşıyordunuz yani?"

"Tabii." Pis pis sırıtıp altımdaki koltuğu işaret etti. "Oturduğun yerde çok sevişmişliğimiz var."

Hızla koltuktan fırladım ve histerik olarak saydırmaya başladım: "Geri zekalı! Iyy... Baştan söylesene! İğrençsin!"

Oturduğu koltukta daha bir yayıldı ve hala sırıtarak "Eyvallah," dedi.

Muhabbetin devam ettirilebilecek bir yanı kalmadığı için, "Ben eve gidiyorum!" deyip yağmurluğumu koltuğun üstünden hızlıca kavradım.

Daha sonra onun konuşmasına zaman bırakmadan karşımdaki kapının içinden geçtim ve hırsla koridoru arşınlarken gülerek arkamdan gelmeye başladı. "N'oldu kızım ya? Abin de aynısını yapmıyor mu?"

"Bu eve bir daha gelmeyeceğim!"

"Büyük konuşma."

Ben cevap vermeyince o da ciddileşti. "Geç oldu. Hiçbir yere gidemezsin."

"Giderim!"

"Gidemezsin!"

"Giderim!"

Dış kapıya ulaştığımda yarı zafer kazanmış vaziyette kapının kolunu kavradım, tam aşağı indireceğim sırada Hakan elini kapının üst kısımlarından herhangi bir yerine yerleştirdi ancak ben hiç umursamadan kolu aşağı indirdim ve aynı azimle kendime doğru çektim. Fakat kıpırdayan tek şey benim arkamdaki koca bedene çarpan vücudum oldu. Bir iki adım öne çıktım hemen  ve bir daha kolu aşağı indirip kendime doğru çektim ama yine yukarıdan uygulanan güç kapıyı açmamı engelliyordu. Sinirle gözlerimi kapayıp sakinleşmeye çalıştıktan sonra vücuduna değmemeye özen göstererek yavaşça arkamı döndüm, tabii bu kadar yakınlıkta bu mümkün olmamıştı. Kafamı kaldırıp yüzüme çok yakın olan yüzüne gözlerimi diktim. Yine kaşlarını çatmıştı ve çok sert bakıyordu.

Daha demin gülen kişi de kendisiyken.

Çok çabuk sinirleniyordu ve ben bu zamanlarda ne yapacağımı şaşırıyordum. "Çeksene elini," diye mırıldanabildim sadece. Cidden, sesimi duyduğundan emin bile değildim.

Elini yavaşça aşağı indirdi ve kapı gıcırdayarak yavaşça aralanmaya başladı. Aklımdan arkamı dönüp evden çıkmak gelse de Hakan'ın hakimiyetinin geçerli olduğu yerlerde her aklıma geleni yapacak gücü kendimde bulamıyordum maalesef. Tek elini karnıma yerleştirdi ve ben daha ne olduğunu anlayamadan sertçe bedenimi geriye itti. Kontrolümü kaybederken geriye doğru savruldum ve sırtım ilk önce kapıya çarptı; hazırlıksız yakalanan kapı sertçe tekrar kapandı ve ben de ona çarparak kendimi ancak durdurabildim. Canımın acısıyla yüzüm buruşurken elim anında sırtıma gitti. "Delisin sen!" diye bağırdım ve evet, sesim acizliğimi haykıra haykıra titremişti. Ama korkudan falan değil, üzerime uygulanan aşırı kuvvet sonucu canımın yanmasındandı.

"Uslu dur," dediğinde çenesi kaskatı kesilmişti ve dişlerini sıktığını buradan fark edebiliyordum. Şaşkınlıkla ağzım aralandı ve hayretle ciddi ciddi sordum: "Sen... Sen hasta mısın? Daha demin gülüyordun."

"Evet, hastayım ve dışarıda benim gibi hasta olan onlarca insan var." Kolumdan tutup ilerletmeye başladı. "Bu yüzden hiçbir yere gitmiyorsun."

Mutfağa doğru sürüklüyordu tahminimce ve uyguladığı kuvvet yine çok fazlaydı. Acıdan buruşmuş yüzümle, "Bırak kolumu," diye mırıldandım. "Taksiyle giderim, söz. "

Mutfağa girdiğimizde yönettiği vücudumu bar taburesine benzer sandalyeye ilerletti ve pek de kibar olmayacak şekilde oturtmaya çalıştı. İnat edip yerimden hiç kıpırdamadım. Tekrar kolumdan ittirip sandalyeye düşmemi istedi fakat ben yine son anda dengemi sağladım. "Ceren," diye tısladı dişlerinin arasından. Konuşmasına fırsat vermeyip, "Ben eve gitmek istiyorum," dedim. "Korkmaya başladım senden."

Yüzüme bir süre dik dik baktıktan sonra belimden tutup havaya kaldırdı. Böyle bir şey beklemediğimden küçük bir çığlık atıp boynuna sarıldım. "Heh şöyle," dedi keyifle. "Yola gel."

Sonrasında nazikçe sandalyeye oturtup oynar başlı sandalyenin yönünü tezgaha doğru çevirdi. Tezgahtan tutunup sandalyeyi durdurdum ve kafamı ondan tarafa çevirdim. Arkasını dönmüştü ve kapaklı dolaptan bir şeyler çıkartıyordu. "Ne yapıyorsun?" diye sordum merakla.

Dolaptan eline bir şeyler alıp kapağı kapattı ve tekrar bana döndü. Sonra elindeki çikolata paketlerini ileri geri sallayarak, "Sakinleştiricilerini getirdim," dedi.

"Yemeyeceğim," dedim inatla. "Eve gitmek istiyorum."

Çikolataları önüme atıp yere eğildi ve sandalyemin demirleriyle oynamaya başladı. "N-Ne yapıyorsun?"

Cevap vermeyip metallerle oynamaya devam etti. Bir zaman sonra ise olumlu bir şeyler homurdanıp iki eliyle de sandalyemin demirini kavradı. Şaşkın şaşkın ne yapmak istediğini çözmeye çalışırken bir anda sandalyemin boyu uzadı ve yükselmeye başladım. Sandalyenin sırtlığı olmadığından düşme ihtimalim çok yüksekti ve ben bunu istemiyordum. Tek elimi Hakan'ın omzuna yerleştirip işinin bitmesini bekledim. Sonuna kadar demirleri gerdirdiğinden sandalyem neredeyse Hakan'ın boyu kadar yükselmişti. Tamam, biraz abartmış olabilirim ama kafam ile omuzları aynı hizadaydı. "Niye böyle bir şey yaptın şimdi?"

"İnemeyesin diye."

Gözlerimi devirdim. "Ne yani, sozsuza kadar burda mı duracağım?"

Omuz silkti. "Yo, ben isteyince ineceksin."

Nefesimi sesli bir şekilde dışarıya verdim. "Ben bu gıcık Hakan'ı istemiyorum. Son yarım saati geriye sarma ihtimalimiz var mı?"

Gülümseyip kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. "Gerçek Hakan bu gördüklerin değil aslında."

"Nasıl yani?"

"Gerçek halimi henüz görmedin. Sakin hareketlerimden bile bu kadar korkuyorsan o halimi görünce kafayı yersin herhalde. "

Kaşlarım çatıldı. "Anlamıyorum."

Altına bir sandalye çekip oturacaktı ki benim sandalyemin yanında çok kısa kaldığını fark etti. Sandalyeyi tekrar önünden çekip tezgaha tırmandı bu sefer. Rahat bir pozisyona geçtikten sonra, artık eşitlenmiştik. "Gerçek Hakan..." deyip sustu. Biraz düşündükten sonra devam etti. "Hobi olarak ayna kırar mesela."

Garip bir tınıyla tekrar, "Anlayamadım?" diye sorar gibi konuştum.

Gözlerini devirdi ağır ağır. "Başka bir tepki verecek misin artık?"

Şaşkınlıkla aralanmış olan ağzımı toparladım. "Affedersin. İlk defa hobisi ayna kırmak olan biriyle karşılaşıyorum."

Tebessüm etti. "Aslında hobi değil. Sinirimden arınabilmek adına."

"Bunun için kum torbaları var."

"Var," dedi kafasını sallayıp. "Var olmasına da... karşımdaki nesnenin zarar gördüğünü görmeden rahat edemiyorum. İnsanlar için de geçerli bu."

"Peki... Bir şey soracağım."

"Sor."

"Anladığım kadarıyla içinde eski sevgiline dair hala bir şeyler var... Bekliyorsun da... Bu durumdayken hiç ummadığın anda biri sana aşkını itiraf etse... Ne yapardın?"

Yüzünü buruşturdu. "Sanmıyorum böyle bir şey olacağını."

"Var say."

Omuz silkerek söze girdi. "Eski sevgilimi unutturabilecek yüreğin varsa buyur gel derim. Unutturabilirse olur, unutturamazsa herkes kendi yoluna."

Bu sözleri ile içime bir umut ekilmedi değil. Acaba unutturabilir miydim? O yürek bende var mıydı? "Gerçekten bunları yapar mısın?"

"Ben yalan söylemem," dedi rahat bir tavırla.

"Peki... Unutturamazsa herhangi biri mi olur? Yani... seni seviyor sonuçta... Hiç benimsemez misin?"

Önce biraz düşündü ve ardından gülümsedi. "Çok zor soruyorsun. Eski sevgilim benim çocukluk aşkımdı. Yani ben kendimi bildim bileli o vardı hayatımda. Başka kimseye gerek duymadım. O yetiyor, artıyordu bile. Bu nedenle... karşı cinsle pek alakam olmadı. Benden yüz bulamayınca kimse beni sevme veya hoşlanma seviyesine gelemedi. Bu tür olaylarla hiç karşılaşmadım. Ne cevap veririm, nasıl bir tavır takınırım, en ufak bir fikrim bile yok."

Kafamı önüme eğip çikolata paketleriyle oynamaya başladım. "Eski sevgilin çok şanslıymış."

"Neden?"

"Çünkü... bir kızın sevgilisinde arayacağı her özellik sende var, yani seni tanıdığım kadarıyla. Sen... Sen sevgilinde hangi özellikleri ararsın?"

Ellerini iki bacağının ortasındaki mermer tezgahta buluşturup kollarının desteğiyle biraz arkaya doğru uzandı. Ardından bakışlarını tavana dikip biraz bekledi. Cevabı bulduğunda tekrar benimle göz teması kurdu. "Öncelikle... itaat etmesini bilecek."

"Mesela?"

"İtaat dediğim... bana tapsın demiyorum tabii ki. Sadece... iki lafından biri kendi özgürlüğü olursa, olmaz. Kendinden taviz vermesini bilmeli."

Omuz silktim. "O zaten illa ki oluyor. Yalnız halinle ilişkin varkenki halin bir olmaz."

"Onu arayanlar var işte. İki şekilde de aynı rahatlığı..."

"Hım... Anladım."

"Senin... Hoşlandığın biri falan mı var?" diye sordu kaşları çatık, garip bir tınıyla.

Tepkisine ve mimiklerine önce bir kahkaha patlatsam da ardından elimle ağzımı kapayıp susmak için kendimi telkin ettim. Gülme dürtüsü geçtiğinde sırıtarak, "Tuzak soru değil mi?" diye sordum. "Söyleyeceğim, sen de hemen abime yetiştireceksin."

"Yo, hayır," dedi ciddiyetle. "O aklımdan bile geçmemişti. Sadece sorduğun sorular bunu düşündürttü."

"Anladım," dedim ben de ciddileşerek. "...ama yok hoşlandığım falan. Asıl olmadığı için merak ediyorum ya."

Kafasını sallayıp, "Aferin," dedi bilmiş bilmiş. "Bu yaşta ne hoşlanması."

Gözlerimi devirmeden edemedim. "Şu yaş mevzusunu bıraksan artık? Cidden, yakında reşit olacağım. Komik gözüküyorsun."

"Allah Allah," dedi gülerek. "Her reşit olan birine hoşlantı yaşayacak kadar olgunlaşıyor muymuş?"

Rahat bir tavırla, "Her reşit olanı bilmem ama ben gayet olgunum şimdi bile, " dedim.

Alay dolu bir kahkaha attı. "Giydiğin o pijamalardan sonra mı?" Kahkahalarının arasından konuşmaya devam etti. "Harbiden, eve geldikten sonra bile bir süre kendime gelemedim."

Kollarımı önümde birleştirip suratımı astım. "Ha ha ha. Çok komik."

Hala gülerken, "Komik tabii," diyerek diretti.

Kaşlarımı alayla havaya kaldırıp yapmacık bir tarzla, "Affedersiniz efendim, bir dahakine mutlaka sizin zevkinize uygun giyinmeye çalışacağım," diyerek dalga geçtim.

Gülmesini aniden kesip aradığı bir şeyi bulmuş gibi işaret parmağıyla beni işaret edip, "Heh!" dedi hızla. "İşte aradığım sevgili böyle olmalı."

Ve o an kalp teklemesinin ne olduğunu öğrenmiş oldum.

İçime sıcak bir sıvı akarken Hakan her şeyden habersiz konuşmaya devam etti. "Ama nerede şimdi böyle kızlar... Anca senin gibi dalga geçmek için kullanıyorlar bu cümleleri. "

Sertçe yutkunup kendimi, kendime gelmeye zorladım. "Saçmalama, sevgilinle bu kadar resmi mi olmak isterdin?"

*

Omuz silkip, "Tabii," dedi. "Ben istediğimde ona samimi olmasını emrederim zaten. Onun dışında resmiyet ve mesafe iyidir. Ne haddini aşan olur, ne de canını sıkan."

İnanamayarak sordum. "Yani şu an sevgilin olmuş olsaydı, benden daha resmi mi konuşacaktın onunla?"

"Herkes haddini bilecek," dedi. "Küçük bir kız çocuğuyla, benim sevgilim aynı seviyede olamaz. O her zaman zarif olmalı. Her hareketinden asillik akmalı. Lakait hareketlerden zaten hiç hoşlanmam, bir de benim sevgilim ise bana karşı dahi olsa ciddi olmalı."

Uzaylı görmüş gibi suratına baktım. "Sen ciddi olamazsın. Ben ne anladım böyle sevgililikten? Öğretmen-öğrenci ilişkisi gibi."

"Anlamanı beklemiyorum zaten," dedi. "Olgun kişiler anlayabilir. Belki de beklentim yüksek olduğu için uzun bir süre daha tekim. "

"Hiç böyle bir ilişkin oldu mu? Yani bu resmiyette. "

"Hayır. Dediğim gibi, eski sevgilimden hariç hayatıma ciddi düşündüğüm bir kız girmedi."

"Eski sevgilin öyle miydi peki?"

"Hayır. Zaten o gittikten sonra koydum hayatıma bu kriterleri. Siz kızlar... Fazla ilgi görünce cidden şımarıyorsunuz. "

"Bak işte, " dedim bilmiş bilmiş. "Hiç böyle bir ilişkin olmadığından sana mantıklı geliyor. Yoksa böyle bir olayın gerçekleşmesi dahilinde, o ilişkiden anında sıkılırsın. Düşünsene, kız sana 'Aşkım, canım, cicim,' demiyor, 'Efendim, sen, siz,' gibi sıkıcı kelimeler kullanıyor. Hiçbir erkek böyle bir despotluğa katlanamaz. "

"Ben asıl, kım, canım gibi kelimelere katlanamam. Sevgili deyince ilk akla neden bu kelimeler geliyor ki? Bu kelimeleri kullananların çoğu yapmacık. Cıvık ilişkiler yerine adamakıllı bir yalnızlık tercihimdir."

"Bir gün sevgilin olursa ve de bu şartları kabul ederse çok yanlış düşündüğünü anlayacaksın."

Omuz silkti. "Bence aksine, bir gün senin sevgilin olursa sen ne kadar hatalı olduğunu anlayacaksın. Basit olmamak her zaman iyidir. Düzeyli ilişkinin tadına vardığında, samimi ilişkiler sana sadece ergenlik olarak gelecek."

"Peki o zaman. İlk önce kimin sevgilisi olursa birbirimizi haberdar edelim. "

Tek gözünü kapayıp düşünür gibi yaptı. "Senin daha... En az on yılın olduğuna göre... Sanırım benim daha önce olur."

"Oha!" diye atıldım hemen. "On yıl mı! Yuh! Hem... Hem belki ikimizin de aynı anda olur?"

Yüzünü buruşturdu. "O kadar zaman bekleyebileceğimi sanmıyorum."

Yine laf yetiştireceğim sırada, benden önce Hakan'ın telefonunun zil sesi sesini duyurdu. Eli hemen kot pantolunun cebine kaydı ve kısa bir uğraştan sonra telefonu cebinden çıkarttı. Ardından bakışlarını yüzüme dikip aramayı cevapladı. "Evet?"

"..."

Karşı taraf ne söylediyse Hakan'ın yüzünde şaşkınlıkla panik arası bir ifade yer aldı. "Pardon ya," dedi elini saçlarına daldırıp. "Aklımdan çıkmış. "

"..."

"Iıı... Tamam, gel. "

Bakışları yüzümde gezindi.

"..."

"Tamam, görüşürüz. "

Telefonu kapattıktan sonra tezgahın üzerine bıraktı. Sonra kafasını kaldırıp "Bir arkadaşı eve davet etmiştim. Geleceğini unutmuşum," dedi.

Sandalyemden inmek için yeltendim. "Tamam o hâlde. Gelsin. Ben hemen giderim."

"Dur dur," dedi eliyle durmamı işaret ettikten sonra. "Hemen telaş yapma. Gelemez, evi bilmiyor. Ben gidip alacağım."

Bu sefer sandalyeden aşağı atlayıp "Beraber çıkalım o zaman," dedim.

Kafasını sallayıp ne zaman olduğunu bilmediğim, yere düşen yağmurluğumu yerden kaldırdı ve kucağıma attı. "Giy şunu. "

Yağmurluğu kolundan kavrayıp havaya kaldırdım ve giyinmeye başladım. "Çok kibarsın cidden."

Gözlerini devirdikten sonra "Eğer üzerinde daha usturuplu bir şeyler olsaydı ben de daha kibar olurdum," dedi.

"Ha?" diye sorar gibi soludum kaşlarımı çatarak. "Serap falan görüyorsun herhâlde?" Eteğimin tek kenarını tutup pileleri gerilecek şekilde açtırdım. "Eteği görmüyorsun sanırım. Okul eteklerinden daha sade."

"Görüyorum, görüyorum," dedi kafasını sallayarak. "Aynı zamanda Koray'ın sana okul eteği değil, pantolonu giydirdiğini de biliyorum."

Kaşlarım çatıldı. "Nerden... Nerden biliyorsun? "

Hain bir sırıtıştan sonra "Ona o fikri kim verdi sanıyorsun?" diye sordu.

Gözlerimi kıstım ve öne doğru bir adım atarak "Pis hain," dedim. "Koynumuzda yılan beslemişiz..."

Omuz silkti. "Sen beni koynunda beslemedin ki..."

Gözlerimi devirdim. "Hep işine geldiği gibi anla zaten. Herneyse... Hadi, çıkalım artık."

Ben yağmurluğumun fermuarını çekene kadar o da yan odaların birinden, asker kumaşı desenli şık ceketiyle geldi ve ben önde, o arkada evden çıktık. Nerde olduğunu bildiğim arabasına doğru ilerlemek üzere bahçe kapısının tokmağını kaldırdım. Beni eve bırakacağını söylememişti ama... şu an ona muhtaçtım işin açığı. Cebimde ta ne zamandır idare ettiğim paradan zerre kalmamıştı ve zor durumda kaldığım zaman, aradığım kişi olan abimi, şu durumda kesinlikle arayamazdım. Kapıdan çıktıktan sonra kenara çekildim ve Hakan'ın da kapının içinden geçtiği sırada yerimde huzursuzca kıpırdanıp "Şey..." diye mırıldandım. "Beni eve bırakabilecek misin?"

Suratıma bir müddet düz düz baktıktan sonra "Bunca gereksiz soruyu nerden buluyorsun, anlamıyorum, " dedi. "Altımda araba varken seni taksiyle mi yollayacağım?"

Gülerek koşup sarılma isteği uyandırdı bu sözleri içimde. Tabii sadece gülme kısmını uygulayabildim. "Sağ ol ya. Cebimde beş kuruş param yok. Cidden büyük sevaba girdin."

Gülümsedi ve "Fakirlere yardım etmek bizim işimiz, " dedi.

İkimiz de kıkırdayarak arabaya yöneldik ve o koltuğuna yerleşirken ben henüz arabanın etrafını dolaşıyordum. Sürücü koltuğunun yanındaki yolcu koltuğunun kapısını açıp içeri geçmeye yeltendiğim sırada Hakan boynunu benden tarafa uzattı ve "Öne arkadaşım gelecek," dedi. Bir müddet öylece kaldıktan sonra anlayışla kafamı sallayıp geri çekildim ve kapıyı tekrar kapatıp arkaya geçtim. Ortadaki koltuğa yerleştiğimde Hakan da arabayı çalıştırmıştı. "Beni eve bıraktıktan sonra arkadaşını almayacak mıydın?" diye sordum.

Elini yanındaki koltuğun başlığına attı ve arkaya döndü. Sonra bana ters bir bakış atıp "Yana kay," diye konuştu ters bir şekilde.

Ruh hâlinin ani değişimine şaşırıp kalsam da itiraz edemedim ve hemen sol tarafımdaki koltuğa kaydım. Arkamdaki camdan yolu gözetip bulunduğumuz yoldan arabayı geri geri sürdü. Bir sokak arasının başına geldiğimizde ters bir şekilde sokağa girdi. Sonrasında ise usta hareketlerle hızlı hızlı direksiyonunu çevirip arabayı caddenin sağ tarafımızdaki devamına döndürdü. Tamamen düzleme çıktığımızda tekrar yana, orta koltuğa geçtim. "Arkadaşım," dedi. "Sizin evin yolunun üstünde bir durakta bekliyor. Onu alacağız birazdan. Ardından seni eve bırakıp biz tekrar buraya döneceğiz."

"Hım," diye mırıldandım. "Anladım."

Dakikalar sonra, iki şeritli bir yolda ilerliyorken Hakan arkamızdaki arabalara sinyal verip hızını yavaşlattı. Sağ tarafımızda onca kişi bir durağın altına toplanmış, soğuktan titrerken hangi şanslı kişinin Hakan'ın arkadaşı olduğunu merak ediyordum. İlk gözüme çarpan, kahve mantolu, sempatik gözüken kumral bir çocuk olmuştu. Genç adamda herhangi bir hareketlenme gerçekleşmeyince hemen yanındaki kırmızı sırt çantalı, spor giyinimli sarışın çocuğa kaydı gözlerim. Fakat onun da tek yaptığı ağır ağır yüzümü incelemekti. Hakan iyice ağırlaştı ve durağın tam önünde durdu. Son olarak; esmer, siyah kulaklıklarını kapüşonundan dışarı sarkıtmış, diğerlerine göre daha donuk yüz ifadeli genci inceleme altına aldım. Ama o da arabaya yönelmek adına hiçbir hamle yapmayınca kaşlarım hafifçe çatıldı.

Duraktaki insanlar bundan ibaret değildi tabi ki. Kızlar, orta yaşlı kadınlar, hattâ yaşlı kadınlar, yaşlı adamlar, orta yaşlı adamlar, ve az önce saydığım genç adamlar... Nerdeyse hepsi içinde bulunduğum arabaya yiyecek gibi bakıyordu ve kısa sürede bakışları beni buluyordu. Ben hâlâ gençlerden bir hareket beklerken arkalardan bir genç kız insanları yararak öne çıktı ve önüne dökülen saçlarını arkaya attırıp kafasını yerden kaldırdı. Ve ilk baktığı yer, arabanın camlarını aşarak Hakan'ın gözleri oldu. Masumca gülümsedi, gülümsemesi Hakan'a bulaştı. Bakışlar havada çarpıştığı an, Hakan titrek bir nefes aldı. Bir kıza, bir Hakan'a bakarken istemsiz kaşlarım çatıldı. "Bu mu arkadaşın?"

Kafamı tekrar camdan tarafa uzatıp kızı süzmeye başladım. Kız... İnkâr edemeyeceğim kadar güzeldi. Sade ve güzel. Diz kapaklarından bir karış aşağıda, siyah spor botları vardı ve botların içerisinden bacağını sarmaya başlayan dapdar kot pantolonu, bütün vücut hatlarını gözler önüne seriyordu. Üstünde mini, siyah bir mont vardı ve beli açıktaydı. Bacakları ve beli, mankenleri andıran incelikteydi ve kız kendini öne attığından beri, daha demin saydığım gençlerin bakışları da kıza kilitlenmişti. Dudakları soğuktan olsa gerek, doğal bir kırmızılıktaydı ve siyah dalgalı saçları dirseklerinin altına kadar uzanıyordu.

Neydi şimdi bu?

Şaka falan mı? Sabrımı mı ölçülüyorlardı, yahu? Göz alıcı kız dalgalı saçlarını savura savura kaldırımdan aşağı adımını attı. Elini sürücü koltuğunun yanındaki koltuğun kapısına attı ve bu benim derin bir nefesi içime çekmeme sebep oldu. Pratik hareketlerle bacağını arabadan içeri atıp kıvrakça koltuğa yerleşti ve kapıyı kapayıp Hakan'a yöneldi. Hakan da ona yaklaştığı vakit, dudakları ortada buluştu.

Ah, hayır hayır, kâbus olmalıydı. Gerçek olamazdı, değil mi? Daha az önce eski sevgilisinden bahsediyorduk. Sertçe yutkunup göz kapaklarımı birkaç kez hızlıca açıp kapadım. Küçük bir buse kondurduktan sonra kız geri çekildi ve "Seni özlemişim," dedi gülümseyerek.

Hakan sırıtarak önüne döndü ve tekrar gaza yüklendi. Ardından kız arkada birinin varlığını hissetmiş gibi arkasına döndü kaşlarını alayla havaya kaldırıp beni baştan aşağı, bakışlarını gizlemeye gerek duymadan ağır ağır süzdü. Ardından burun kırıştırıp Hakan'a hitaben "Bu kim?" diye sordu dilinin ucuyla.

Hakan gözlerini yoldan ayırmadan "Koray'ın kardeşi," diye, en nefret ettiğim şekilde tanıttı. "Ceren."

Kız anında U dönüşü yaptı ve yüzündeki ifade de dahil sesine kadar bütün itici hareketlerini değiştirip "Aaa," diye tekrar bana döndü. "Öyle mi?"

Gülümsemesine çatık kaşlarla yanıt verip yüzüne düz düz bakmaya devam ettim. "Koray benim çok eski bir arkadaşımdır," dedi kendini tanıtmaya çalışarak. Tekrar gülümsedi. "Abin çok kafa dengi." Ardından Hakan'a dönüp "Bir gün beni Koray'ın yanına da götürürsün değil mi?" diye sordu.

Hakan kafasını sallayıp "Olabilir," diye cevapladı.

Kız tekrar bana dönüp "Ben bir süre Hakanlarda kalacağım da..." diyerek açıklama yapmaya devam etti. "Bana buraları gezdirecek. Abine selam söyle. Gitmeden yanına uğramak isterim."

Yüzüne hâlâ boş boş bakıyordum. Hissizce. Kız çok kibar ve nazikti. Yüzü bir bebek kadar pürüzsüz, aynı zamanda yüz hatları sıradan değildi. Hakan yarım bir vaziyette kıza dönüp "Bavulların nerede?" diye sordu.

Kız, "Bavul falan getirmedim," dedi yüzünü buruşturarak. "Onları taşımaya üşendim. "

Hakan yüzüne ters bir bakış atınca yaramaz çocuklar gibi gülümseyip "Beni alışverişe götürürsün, değil mi?" diye sordu cilveleşir gibi.

Bir dakika ya! Kız gözümün önünde çocuğa iş atıyordu resmen! Ama maalesef ki ben onu durdurabilmek adına hiçbir yetkiye sahip değildim.
"Olabilir," dedi yine Hakan, sesi olumluyu çağrıştırabilecek şekilde.

Kız şirince gülümserken gözlerim yanmaya başladı ve göz altlarımda hafiften bir ıslaklık hissettim. Kızın benden tarafa dönmesiyle benim yüzümü ellerimin arasına almam aynı anda oldu. Uykum gelmiş gibi gözlerimi ovuşturup gözyaşlarımı dağıttım. Ardından ellerimi yüzümden çekip kıza yapmacık bir gülümseme gönderdim. Kız konuşmamama anlam verememiş gibi zoraki gülümseme ile yüzümü inceledi. Sonra da sessizlikten rahatsız olmuş gibi tekrar Hakan'a yöneldi. "Şimdi nereye gidiyoruz?"

Hakan bakışlarını yoldan ayırmadan "Ceren'i eve bırakacağız," dedi. "Sonra bizim eve geçeriz."

Kız hevesle gülümseyip "Senin şu mekanı çok merak ediyorum, " dedi.

Hakan hafifçe tebessüm edip "Fazla merak..." deyip sustu.

Kız kafasını geriye atıp küçük bir kahkaha attı. Ardından Hakan'ın omzuna hafifçe vurup "Yaaa," dedi gülerek. "Götürecektin hani?"

Hakan küçük bir gülümseme ile "Onu önceden söylemiştim," dedi. "O zamanlar mekanda biz bizeydik. Şimdi büyüdük. Tıklım tıklım oluyor. O sorumluluğu kabul etmiyorum."

"Ya, ne olacak?" dedi kız boynunu bükerek. "Mekan senin değil mi? Misafirine yan gözle bakmazlar."

Hakan kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. "O kadar çok orospu çocuğu var ki... Görsen şaşarsın."

Kız suratını asıp önüne döndü ve kollarını önünde birleştirip yandan gördüğüm kadarıyla somurtmaya başladı. Hakan gözünün ucuyla kıza kısa bir bakış attı ve tekrar önüne döndü. Yolu kolaçan ettikten sonra tekrar kıza döndü. "Tamam," dedi gözlerini kısa bir süre yumup. "Bu gece kapatırım mekanı senin için."

Nedenini bilmediğim, ürpertici bir titreme sardı bedenimi. Yollara tırnaklarımı geçirip arabayı durdurmak istiyordum. İlerlememek, eve varmamak en çok istediğim şeydi. Onları baş başa bırakacak olduğumu bilmek içimi o kadar bunaltıyordu ki çaresizliğimin sesimden akacağına inanıyordum. O derece bütünleşmiş, benimsemiştim. Bu kız neyin nesiydi? Hakan'da kalacaktı, Hakan onun için mekanı kapattıracaktı, alışverişe götürecekti, ha?

"Hakan..." diye mırıldandım sessizce.

Bakışlarını yoldan alıp dikiz aynasına çevirdi ve benimkilerle kesiştirdi. Soru sorar gibi bakınca, tekrar "Şey..." diye mırıldandım.

Ve devamında ne diyeceğimi bilemedim. Aslına bakarsanız Hakan'a neden seslendiğimi de bilmiyordum. Belki kızla konuşmasına dayanamadığımdan, belki de ilgiyi üzerime çekmek istediğimden. Tamamen içgüdüsel olmuştu ve ben Hakan'ı paylaşmak istemiyordum.

"Evet, Ceren?"

"Şey... Abim evde değilse..? Ben korkarım," dedim o an aklıma geldiği şekilde.

"Kızım," dedi bakışlarını dikiz aynasından ayırmayıp. "Sen değil miydin, ev ev diye tutturan?"

"Evet de..." dedim etrafıma bakarak. "Hava çok kararmış. Bizim oraları da biliyorsun... Biraz ıssız."

Nefesini ağır ağır ve sesli bir şekilde dışarı verdi. "Tamam. Koray evde değilse düşünürüz bir şeyler. "

Minnetle aynadaki yansımasına gülümsedikten sonra arkama yaslandım ve abimin evde olmaması için dualar etmeye başladım.

Evimizin olduğu caddeye girdiğimizde gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Ya abim evdeyse, ben ne yapardım? Bunları bu lanet arabada bırakmak ölümden beterdi. Olmayacağını bile bile içimden zamanın durmasını onlarca, binlerce kez diledim. Zamana tutunmak, kum tanelerini tek tek toplamak istedim. Etrafındaki herkesin dağıldığı, onun yanında bir tek benim kaldığım güne gitmek istedim. Tüm benliğimle.

"Ceren," diye adımı telaffuz etti Hakan, bana en acımasız gelen ses tonuyla. "Geldik."

Gözlerimi aralamak zorunda olduğumu biliyordum. Sanki sıcaktan mayışmış olduğum için gözlerimi kapamış gibi yapıp uyuşukça araladım. Hakan arabayı durdurmuştu ve arkaya dönmüş, bana bakıyordu.

Bir umut, gözlerinin en içine baktım. Beni bırakmasın diye.

Hiçbir şey yapmadı.

"Abim...?"

Kafasıyla arkayı işaret etti. "Arabası burada."

Koltuktan doğrulup arkamı döndüm ve tırmanıp kafamı yukarı kaldırdım. Camın gerisine baktığımda evet, kahretsin ki, abimin itici arabası tüm soğukluğuyla orada duruyordu. Asık ve biraz da ağlamaklı suratımla tekrar önüme döndüm. Hakan önüne dönmüştü ve arabadan bir an önce inmemi istiyormuş gibi bir hâl sezmiştim. Elini kapının koluna attığım vakit önümdeki kız arkasına döndü. Tek elini uzatıp, "Ben Berna," dedi. "Tanıştığıma memnun oldum."

Bir eline, bir yüzüne iğrenir gibi baktım. Senden nefret ediyorum.

Uzattığı eli memnunsuzca sıkıp yüzüme bile bakmayan Hakan'a bakarak "Hoşça kalın," dedim.

Kız usulca elini elimden çekerken Hakan onaylar gibi kafasını salladı. Konuşmaya bile tenezzül etmeyen adam, bana kal mı diyecekti? Hah, saçmalıyordum. Kolu hırsla kendime çekip kapıyı sertçe açtım. Ayağımı henüz dışarı atmıştım ki kız anında arabanın radyosuna uzanıp kışkırtıcı bir müzik açtı.

Kendimi nasıl attığımı bilemedim dışarı. Kapıyı çarptıktan sonra bir adım geri çekildim. Kız, soğuğa meydan okuyarak camını sonuna kadar aşağı indirdi ve dans ederken aynı zamanda bağıra bağıra şarkıya eşlik etmeye başladı. Müziğin sesi kulaklarımı, aynı zamanda caddeyi doldururken Hakan'ın arabasının motor sesi onu gölgeledi. Lastikler adeta çığlık attı, arabanın üzerinden geçtiği asfalt lastiklerden dolayı siyah şeritlerle süslendi. Afilli araba afilli bir kalkış yaparken benim yanımda tutunmaya çalışan sadece egzoz dumanı oldu.

Yolun tam ortasına geçerek gidişlerini seyretmeye başladım buğulanan gözlerimle. Gittikçe motor ve müziğin sesi azalmaya başladı, dev araba küçüldükçe küçüldü. Yollar lastik izleriyle onların peşini bırakmazken pes etmişçesine omuzlarım düştü. Aynı zamanda birkaç damla yaş. Giden sadece lüks bir araba değildi. Giden; hayallerim, umutlarım, huzurum, sevgim, inancım, aşk'ımdı.

Araba küçük bir nokta boyutunu aldı. Az önce saydıklarım da. Cümleyi bitiren nokta... Bitirmiş miydi, gerçekten? Şu an bitmiş miydim? Bitiyor muydum? Karanlık adam, geçmişindeki kızı içinde besleyen adam, başka bir kızla yanımdan uzaklaşmıştı. Beni bir başıma sokak ortasında bırakıp.

Kafamı yenilgiyle önüme eğdiğimde yağmurluğumdan süzülen yaşların çokluğu beni bile şaşırttı. Bu görüntü daha bir ağlamama sebep oldu ve omuzlarım sarsılana, göz yaşlarım hıçkırıklarımla süslenene kadar şiddeti arttı. Nefesimi toparlayamadım bir ara. Saçlarımı geriye atıp kafamı gökyüzüne kaldırdım. Derin bir nefes çektim içime. Ama önüme döndüğümde umduğumun aksine içime çektiğim nefes başımın dönmesine sebep oldu. Tutarsız adımlarla ilerlemeye çalıştım. Gözlerimde biriken yaşlar ve başımın dönmesi dengesiz adımlarla sürükledi beni ileri. Bahçe kapısına gitmek için çabalarken bir an bayılacağım sandım. Elimle etrafımı yokladım yere yığılmamak adına. Elime kaygan bir zemin temas etti. Kaygan ve pürüzsüz. Bütün gücümü zemine verip dengemin yerine gelmesini bekledim bir süre.

Gözlerim kapalı öylece beklerken bir zaman sonra başımın dönmesi kesildi. Ağır ağır göz kapaklarımı araladım. Gözlerim hemen tutunduğum zemine kaydı. Beyaz, cilalı, kaygan zemine.

Abimin arabası.

Her şeyin içine eden, onların baş başa kalmasındaki tek etken, bu lanet araba. Ellerimi sıkıp arabanın kaputuna sert bir yumruk geçirdim. Tok bir ses yükselirken hırsımı alamadım hiç durmadan yumruklamaya devam ettim.

Ruhumun darmadağınlığına giysilerim, makyajım, saçlarım eşlik ederken bunlara bir de evin salonunun eşlik ettiğini gözlemliyordum. Televizyon açık, yastıklar yerlerde, masanın üstü çöp poşetleri ile dolu ve burnuma ulaşan tek koku sigara dumanıyken bunların hiçbirine müdahele edecek ruh hâline sahip değildim. Böyle bir şeye cesaret bulduğumda ilk toparlamak isteyeceğim ruhum olurdu. Bir başka kadına göz göre göre sevdiğin adamı teslim etmek... O kadar onur kırıcı, gurur kırıcı bir şeydi ki insan özgüvenini tatmin edecek bir şeylere muhtaç kalıyordu. Aksi takdirde insan kendini o kadar aciz, o kadar çelimsiz hissediyordu ki bu kendini etrafındaki bütün kızlarla karşılaştıracak kadar büyüyebiliyordu.

Müthiş bir baş ağrısıyla merdiven basamaklarını tutunarak tırmanmaya başladım. Düşüncelerim duman altındaydı. Kızın sonlara doğru etmeye başladığı dans, Hakan'a karşı olan samimi hareketleri... Canımı yakmıştı. Ben... çok denilemese de epey zamandır Hakan'ı tanımama rağmen bu kadar yılışık hareketlerde bulunabilecek samimiyete ulaşamamıştım. Tam yeni yeni resmiyet duvalarlarını yıkmaya başlamıştık ki yine benden bir adım önde bir kadın çıkmıştı karşıma. Delirecek gibi hissediyordum kendimi. Ne demek... Ne demek mekanı kapatacağım? Ne demek aynı evde kalacaklar? Ne demek alışverişe çıkacaklar? Bu sahnelerde yakınlaşmaları o kadar mutlaktı ki...

Odamın kapısından içeri geçip safsak adımlarla ilerledim. Bu düşünceler beynimde dönüp durduğu sürece, ne odamda ne de bu evde bana rahat vardı. Duvarlar üstüme üstüme geliyor, midem bulanıyordu. Neye mi ihtiyacım vardı?

Birazcık ilgiye, şefkate, sevgiye ve hemcinslerimden kalır yanım olmadığını hatırlacak güzel sözcüklere. Hakan'la tanışmadan önce, ne böyle bir şeye ihtiyaç duymuştum ne de gerek. Çünkü sadece aynaya bir bakış atmam, hepsi için yeterli oluyordu. Sanki yansımam dile geliyor, benim ne kadar güzel, alımlı, hoş bir kız olduğumu haykırıyordu. O sıralar etrafımda o kadar yalaka insan vardı ki böylesine dibe çakıldığıma hiç şahit olmamıştım. Hiçbir hemcinsimi kıskanmamış, hiçbir zaman kendimi onlardan alçakta hissetmemiştim. Durmadan beni övüyor, ilgiye boğuyor, egomu fazlasıyla tatmin ediyorlardı. Şimdi böyle ilgisiz kalmak... Ölüm gibi geliyordu. Neden böyle bir düşüşe geçmiştim? Ne olmuştu bana?

Hemen söyleyeyim; abimin arkadaşına aşık olmak gibi bir aptallık yapmıştım.

Hakan'ı suçlayabilir miydim, kardeşim dediği insanın kardeşine yan gözle bakmadı diye?

Ah, tabi ki hayır. Bu insanlığa sığmazdı ki. O doğru olanı yapıyordu. Suçlayamazdım, beni sevmedi diye kızamazdım. İstediği ile takılır, gezer, tozar, alışverişe çıkar, gücünün yettiği her mekanı kapatabilir, istediği kişiyi evine davet edebilir, hattâ istediği kadar yatılı misafiri edebilirdi.

Buna karışamazdım, ama karışamadığım gibi katlanamazdım da.

Zordu. Yazılımından, okunuşundan, yaşanışı daha zordu. Onun başka kızlarla güldüğünü, eğlendiğini, gezdiğini tozduğunu görmek, 'benim ne eksiğim var?' sorusuna itiyordu insanı. Benim ne eksiğim vardı? O kız, başka kız, diğer kızlar... Ne eksiğim vardı? Ya da... Eksiğim falan yok, fazlam vardı. Ne mi? Abim. Diğer kızlardan ayrıcalığım -olumsuz yönde- abimin, Hakan'ın arkadaşı olmasıydı. Abim benim fazlalığımdı. Ve bu fazlalık yüzünden, Hakan ile aramda diğer kızlara nazaran bir kat daha olumsuz yönde etkileniyordum.

Ama çokça dile getirdiğim gibi; Hakan veya bir başkası yüzünden abimin varlığından şikayetçi olamazdım.

Böyle bir şeye hakkım yoktu. Olsa olsa o benden şikayetçi olabilirdi, ona verdiğim yükten dolayı o kadar.

Hakan'dan vazgeçmeliydim.

Başka çıkış yolu yoktu. Olmayacak bir hayalin peşinden sürükleniyordum bir bilinmeyene. İçimdeki özgüven iyice körelmeden, aşkım ve onu elde etme arzum daha fazla alevlenmeden onun peşini bırakmalıydım. Bu içime kapanık hâlimin, içimde büyüttüğüm sevginin, sessiz serzenişlerimin, görünmez kırıklıklarımın kime ne faydası vardı ki?

Onu gördüğüm ilk andan itibaren içime bir zehir gibi aşkı akmaya başlamış, şu bulunduğumuz anda ise bütün vücudumu saracak kadar birikmişti. Fayda değil, bolca zarar vardı bu işin içimde. Geri çekilmek acizlerin işiydi belki, belki korkakların, belki aptalların işiydi ama elimden gelen hiçbir şey yoktu. Zorla sevdiremezdim ya kendimi.

Meğer sandığımdan daha zordu sevilmeden sevmek. Bu duyguyla yeni tanışıyordum ve oldukça sarsıcı olduğu tartışılmazdı.

Olmuyordu, yapamıyordum. Uzatmanın anlamı yoktu. Aradan bir gün de geçse, bir yıl da geçse sonuç elimdeki zaman kaybı olacaktı. Ve ben bu yüzden zararın neresinden dönersen kardır, mantığını uygulayarak an itibariyle Hakan'dan vazgeçiyordum. Evet evet, en doğrusu bu olacaktı.

Elimi saçıma atıp tokamı sıyırıp aldım ve ellerimle saçlarımı dağıtıp yatağıma doğru ilerlemeye başladım. Onları düşünmek istemiyordum. İstediklerini yaparlardı ve ben karışamazdım.

Yatağıma tırmanıp yağmurluğumu hızlıca çıkarttım ve yere fırlattım. Sinirlerim alt üst olmuştu. Ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilmez olmuştum. O kadar boş hissediyordum ki birinin beni yönetmesi dahi gerekebilirdi. Tek başıma asla sağlıklı düşünemeyecek hâldeydim. Ama kim? Hakan son kişi bile olmadığına göre...

Derken...

Telefonum çalmaya başladı. Şu an o kadar ilgiye muhtaçtım ki birinin bana 'nasılsın?' demesi bile iyi gelecekti. Diz kapaklarımın üzerinde yatağımın ucuna doğru ilerleyip yere eğildim ve yağmurluğumu yerden kaldırıp ceplerini yokladım. İkinci cepte elimde varlığını hissettim ve acele tavırlarla telefonu çıkartıp arayan kartvizite odaklandım.

Başka bir şey isteseydim olacak mıydı? Yoksa sadece şanslı anıma mı denk gelmişti? Aksi takdirde... bana en içten ilgi gösterecek kişinin araması tesadüften ibaret olamazdı.

"Çağatay?"

"Ceren?" dedi muzip bir şekilde. "N'aber bebeğim?"

"İyiyim," dedim proffesyonel bir yalancı gibi. "Sen nasılsın?"

"Ben bomba," dedi, cidden cümlesinin içeriğini sesine dolu dolu yansıtarak. "Sana bir teklifim var. "

Oturduğum yerde dikleştim çatık kaşlarla. "Nedir?"

"Imm..." diye mırıldandı. "Drift?"

"Oha!" diye bağırdım sesime hakim olamayıp. "Sen ciddi misin?"

Küçük bir kahkaha attı. "Ne sandın, güzelim? "

Birden suratım düştü. Ne kafam ne de düşüncelerim gürültülü ve o kadar hareketli bir ortamı kaldırabilecek durumdaydı. Sessiz sakin bir ortamda, küçük ezgiler dinleyip saçlarımın okşanmasını istiyordum. "Çağatay," dedim usulca. "Özür dilerim ama... şu an o tarz ortamları kafam götüremeyecek gibi. "

"Hey," dedi. "Sende bir şeyler var. Anlatmak ister misin?"

"Yo, yok bir şeyim."

"Bak, şimdi drifti falan unutuyoruz tamam mı? Sen bana her şeyi anlatıyorsun."

"Çağatay..." dedim yorgun çıkan sesimle. "Benim sanırım... sana ihtiyacım var. "

Bu sözlerimden sonra telaşa kapıldı. "Sen dışarda değilsin, değil mi? Başına bir şey mi geldi? Ne oluyor?"

"Sakin ol. Evdeyim. Başıma bir şey de gelmedi."

"Ne oluyor peki? "

"Şey... Anlatamam... Ailevi... "

"Ha," dedi şaşırarak. "A-Anladım. O zaman üstelemem. Ama bana ihtiyacın varsa..."

"Çok."

"Evin adresini yolluyorum? "

"Hızlı."

"Ah," dedi gülerek. "Beni şaşırtıyorsun. "

"Yarışı seçmediğine pişman olmayacaksın."

"Bekliyorum."

Ilık bir duş... Yine beni kendime getirmişti. Sisli düşünceler yok olmuş dinç bir Ceren dirilmişti. Daha demin ki düşüncelerimin ne kadar gülünç olduğunu anca fark ediyordum. Yok Hakanmış da... Yok ilgi görmüyormuşum da... Hah, buna sadece gülünürdü. Bir kere Hakan, kaçan kovalanır mantığı ile hayatı yaşadığından benim gözümde bu kadar yükselmişti. Yoksa... Çağatay da onun kadar hoş ve karizmatikti. Yine eski günlerime dönebilir, o 'herkesin hayalini kurduğu Ceren' olabilirdim. Yine dikkatleri üzerimde yoğunlaştırabilir, bir zamanlar ilgiden boğulan Ceren'e tekrar ulaşabilirdim. Bir erkeğin peşinden koşarak gençliğimi ziyan etmem aptallık olurdu. Hakan kör bir kuyu gibiydi. Kızları bitmez, bana sıra gelmezdi. Berna yoksa, gizemli kız, gizemli kız yoksa başka kız...

Hakan yoksa Çağatay, Çağatay yoksa, başka erkek...

Evet, rutin tamda buydu. Doğru olan da. Bornozuma daha bir sıkı sarılıp, makyaj masamın karşısındaki şirin tabureme yerleştim. Bu gece fazla...

Şık...?

Yetmez.

İddialı...?

Yetmez.

Asil...?

Yetmez.

Zarif...?

Yetmez.

Göz alıcı...?

Yetmez.

Seksi...?

Yetmez! Bu gece doyumsuzdum, eski Ceren'i diriltmek öyle kolay olmayacaktı. Bunların hiçbiri ile yetinemezdim. Daha fazlası... Hep daha fazlası. Şu an gördüğüm ilginin fazlası, sevginin fazlası, duyarlılığın fazlası...

Taburemden kalkıp gardrobuma doğru ilerledim. Belki de kendimi ilk defa birinin gözdesi olmaya zorlayacaktım. Güzel bir elbise... Güzel bir makyaj... Güzel birkaç çift söz ile...

Çağatay gözlerini benden alamayacaktı!

Gardırobumun kapaklarını sonuna kadar açtım. Gözde gecenin, gözde elbisesi... Hangisi olmalıydı? Çok çeşit, çok model, çok renk vardı. Nerden başlayacaktım seçmeye, elemeye? Öncelikle... Sadeleri bir kenara atmalıydım. Ardından dekoltesizleri. Şimdiden kıyafet sayım yarıya inmişti bile. Renk olarak...

Mavi? Hayır. Gece renkleri olmasına dikkat edecektim.

Kırmızı? Hayır. Bana fazla... iddialı gelen bir renkti bu.

Sarı? Hayır. Gece rengi istiyorum.

Krem? Hayır. Gece ren-

Bir dakika ya... Gece rengi zaten siyah değil miydi? Hâlâ neyi düşünüyordum? Az önce saydığım bütün maddeleri içinde yaşatacak tek renkti belki de siyah... Asil, zarif, göz alıcı, kibar...

Bütün siyah elbiselerimi askıları ile birlikte kucaklayıp yatağımın üzerine bıraktım. Ardından hepsini boylu boyunca sıralayıp göz hapsine aldım. Sade ve dekoltesizleri bir kenara ayırdığımda pek de fazla seçenek kalmamıştı.

Elbise bir: Yakası köprücük kemiklerimin hemen altından bedenimi sarmaya başlayan, göğüs dekoltesi noksan bir abiye. Kol detayları, bileklerime kadar, kolumu sımsıkı çevreleyen dar bir kesim. Etek boyu... Ancak kalçalarımı kapatabilir, fazlaca da belli edebilecek bir kadar dardı. Sırtı ise açık denemese de tenimi belli edecek kadar ince bir dantel kumaşından oluşmuş kalçalarıma kadar üçgen bir kesilimle uzanan, mini elbise.

Elbise iki: Eteğinin boyu bileklerime kadar uzanan, fakat iki yanından diz kapaklarıma kadar yırtmacı olan, ne dar ne de bol denemeyecek sade bir kesim. Bir önceki elbise gibi göğüs dekoltesiz, fakat derin bir sırt dekoltesine sahip ihtişamlı bir giysi. Sırt dekoltesinin kesimi oval geliyordu ve tamamen açıkta bırakacağına kalıbımı basabilirdim. Dekoltenin kenarları gri, parlak, irili ufaklı taşlarla döşenmişti ve epey bir kalın detaydı bu. Taşlar fazlasıyla göz alıcı ve ışıltılıydılar. Kumaşı ince bir kadifeyi andırıyordu ve kombinasyonu ne kadar zarif bir hâle getirebileceğim şimdiden kafamda canlanmıştı.

Elbise üç: -aynı zamanda son olan- Diğerlerine göre çok daha yazlık duran bir elbise. Gerek kumaşından gerekse modelinden dolayı. Kumaşı sateni andırıyordu ve ince olduğu kadar kaygandı da. Diğer ikisinin aksine ensemde biten sırt yakası, derin de bir göğüs dekoltesi vardı. Elbisenin dore rengi askısından tutup havaya kaldırdım boyunu daha iyi gözlemleyebilmek adına. Etek boyu diz kapaklarımın büyük bir karış üzerinde olmakla beraber, göğüslerimin tam altında içeriden, sıkı bir lastik vardı. O lastiğin altından kumaş bollaşıyordu ve etek döküm döküm duruyordu. Lastiğin tam ortası, yani iki göğsümün arasından, küçük bir boşluk vardı ve o boşluk, gittikçe büyüyor, ters bir üçgen görünümünü alıyordu.

Elbisenin etiketi hâlâ üstünde idi ve tek bildiğim; bu elbiseyi denemem gerektiğiydi.

"Kimse bilmesin, nerde olduğumuu...

Sorarlarsa, öldü dersin..

Böyle gelmiş,

Böyle de gider...

Kafam senden bile güzell..."

Nakaratını mırıldandığım şarkı, makyajımın tamamlanmasıyla son buldu. Bir iki adım geri çıkıp boy aynama yöneldim. Aynada gördüğüm yansımam bana beş altı ay öncesini hatırlattı. Okulda tam popüler olduğum sıralar... çıkma tekliflerinin yağdığı, sürprizlerin hazırlandığı, beni şımarık olmaya iten, yoğun bir dönem... Belki de bu yüzden o okuldan ayrılmak, hem de bir kız yüzünden, bana çok koymuştu. Alıştığınız ortam, kurulu bir düzen... Bunların hepsini yıkıp baştan inşa etmek o kadar zor gelmişti ki bana, kaç gün kaygılar içinde ağladığımı ben bile hatırlamıyordum. İlk defa abimin o kadar merhametsiz olduğunu görmüştüm. Ne yaptıysam hiçbir işe yaramamış, katı hâlinden hiç taviz vermemişti. Bu mantığı hiç anlamıyordum, okulum değişti diye sanki bir daha kavga etmeyecek miydim? Tabi ki hayır. Yine karşıma öyle bir kız çıksa yine, hiç çekinmeden karşılığını verirdim. Ama abimin çok daha farklıydı bakış açısı. Annemle konuşurlarken duymuştum; eğer ilkini yaptığımda bir ceza almazsam ikinciyi yapmaktan hiç çekinmezmişim. Nokta, nokta, nokta...

Umrumda değildi bunlar. Tek bildiğim; yeni okulumu eski okuluma dönüştürebileceğimdi o kadar. Eski popülerliğimi bu okulda da sürdürebilirdim veya diğer kaybettiğim her şeyi. Erkeler de dahil.

Sessiz sakin sevmek bana göre değildi. Belki de bana göre idi ama bol ilgiden bir anda ilgisizliğe çok sert bir geçiş yaptığımdan fazlaca afallamıştım. Dengelerim alt üst olmuştu ve bu beni sağlıklı düşünememeye itiyordu. Düzenimi tekrar sağlamamın yolu, eskiye dönmekten geçiriyordu.

Ensemde toparladığım, dağınık topuz modelli siyah saçlarımla dudağıma kondurduğum kırmızı mat ruj, elbiseme uyum sağlamıştı. Buna siyah, süet, stiletto ayakkabılarım da destek olurken yine siyah, süet, kare, zarf çantam kombinimin tamamlayıcısı olmuştu. İstediğim görüntüye ulaşmıştım.

Öyleyse, bu bir tekrarın başlangıcıydı.

Öyleyse, bu bir geri dönüştü.

Öyleyse bu bir, yeniden doğuştu...

Taksi yolcuğu biraz huzursuz geçse de aşağı adımımı attığımda her şey berraklaşmıştı. Çağatay bana, şu an ki ruh hâlime, yardım edebilecek tek kişiydi ve bu amaç doğrultusunda verdiği adresteydim. Onun sadakatinde, güven veren duruşunda ve insanın kendini özel hissettiği bakışlarında dinlenmek istiyordum. Yanlış bir şey yaptığımı düşünmüyordum kesinlikle. Yani en azından şimdilik.

Taksi parasını abimin cüzdanından çalmıştım, bu bir yanlış sayılır mıydı? Ah, bence sayılmazdı. Çünkü buna mecbur kalmıştım. Artık ne kadar içtiyse, ölü gibi uyuyordu ve ne kadar dürtsem de uyanmayacağını biliyordum. Gerçi uyanık olsaydı ortada binebileceğim bir taksi olur muydu, orası muammaydı tabii.

Hızlı adımlarla ıslak zeminde, topuklu ayakkabılarımın çıkardığı tiz seslerle doğru olduğunu düşündüğüm sokağa saptım. Evler rengarenk, küçük şirin bahçelere sahipti ve hepsi, sıra sıra dizilmiş, göz yormayacak bir intizam içinde idiler. Semti döşeyen kişinin aynı mimar olduğu, evlerin hepsinin birbirinin aynı olmasından anlaşılıyordu. Sanki hepsi, bahçeler de dahil birbirinin kopyasıydı ve o kadar benzeşiyorlardı ki iç mimarinin bile aynı olduğunu düşünecektim neredeyse. Bu kadar sıradanlığa rağmen şehrin bu hiç bilmediğim kısmı, tatlı bir kasabayı andırıyordu. Fakat insanların mahalle sakini olduğu hâlde burada kendi evini karıştırması gibi bir hataya düşmesi çok muhtemeldi. Küçüklerdi ama iki katlı olduğundan mini bir aileye yetecek kadar boyutları vardı. Hepsinin ön tarafında küçük bir balkon vardı ve bahçeler üst düzey bir bakımla donanmıştı.

Kulağıma yükselen tek sesin ayakkabımın topuğunun asfalta sürtmesiyle oluşan ses olması evlerin şirinliğine karşın içimi ürpertiyordu. Caddede benden başka kimse yoktu ve evlerin çoğunun ışığının kapanmış olması hafiften de bir korku salıyordu. Bu durum saate son baktığımda gecenin yarısına geldiğini göz önünde bulundurduğumda gayet normaldi. Fakat bu saatlerde genelde uykuda olduğum için bana sıradışı gelmiş ve ürkmüştüm.

Elimde tuttuğum kare, zarf şeklindeki çantanın kapağını kaldırdım ve içinden telefonu çıkartıp tekrar topuklularımın mini melodisi eşliğinde ilerlemeye devam ettim. Tuş kilidini hızlıca açtıktan sonra son aranana gelip Çağatay kartvizitinin üzerine tıkladım. Ardından kulağıma götürdüm ve o, güven veren sesten destek alacağım anı beklemeye başladım. Yere bakarak, istikrarlı adımlarla yolda ilerlerken çok geçmeden aramam cevaplandı.

"Çağatay? Ben geldim. Sizin ev hangisi? Burda her şey birbirinin aynı."

"Ev olmasa? Ben yetmez miyim?"

Gülümsemem bütün yüzüme yayıldı. "Yetersin tabii."

"O zaman kaldır kafanı."

Cevap veremeyeceğim kadar verilen talimatın sonucunu merak etmiştim ve hiç sesimi çıkarmadan anında kafamı yerden kaldırdım. Ve ilk gördüğüm şey... Sesinden daha çok huzur, güven, sadakat bulduğum ta içleri parıldayan gözleri oldu. Sıcacık gülümsemem yüzümün her köşesine yayılırken telefonu kulağımdan indirdim ve adımlarımı hızlandırıp ona doğru ilerlemeye başladım. Aynı şekilde o da bana yaklaşımda bulundu ve mesafenin uzunluğundan olsa gerek, sonlara doğru sabrımız tükendi, adımlarımız koşar bir hâl almaya başladı.

Ortada buluştuğumuzda şüphesiz, ikimiz de hiç düşünmeden birbirimize sarılmayı arzuluyorduk ve bulunduğumuz pozisyona da uygun olacak şekilde bunu hiç düşünmeden gerçekleştirdik. Benim kollarım onun boynunu sarmalarken onunkiler de benim belimi hedef almıştı. Yüzünü boynuma gömüp "İyi misin?" diye fısıldadı. Tek elim saçlarını okşarken "Şu an, evet," diye cevap verdim.

Tenime değen yüz hatlarından gülümsediğini hissetmiştim. "Ben de öyle."

Bir süre öylece hiçbir şey konuşmadan bekledik. O, ara sıra kafasını gömdüğü yer olan boynumu kokluyordu ve çok güzel koktuğunu bildiren sözler mırıldanıyordu. Benim ise gözlerim kapalıydı ve hiç konuşmadan başını okşuyordum.

Ağırlığımı bir ayağımdan alıp diğer ayağıma verdiğimde Çağatay belimden ayrıldı ve geri çekilip özür dileyen bakışlarını gönderdi. "Kusura bakma..." Tatlıca gülümsedi. "Bir an... Doyamadım sana..." Yüz ifadesi tekrar pişmanlığa bulandı. "Yoruldun."

Bu düşünceli hâli ister istemez gülümsetti. "Saçmalama," dedim gülerek. Ardından tek elimi havaya kaldırdım ve yanağına götürdüm. Okşarken konuşuyordum da. "Buna gerçekten ihtiyacım vardı. Aksine... Bütün yorgunluğumu söküp aldın."

Pişman ifadesi çapkın bir sırıtışa terfi etti yerini. "Öyle mi? Bu daha ne ki... Hele bir eve gidelim..."

Elimi yumruk yaptım ve dudaklarıma götürdükten sonra iki kez yalancıktan öksürdüm. Bir nevi gülüşümü gizlemek içindi bu hamle. "Korkutma istersen... Hiçbir şey için geç değil. Her an taksi çağırabilirim."

Konuşmalarımızın hepsi ciddiyetten uzaktı ve yüzümüzden bir saniye bile gülümsememiz eksik olmamıştı. Ani bir hamleyle elini tekrar belime yerleştirdi ama bu sefer naziklikten uzak bir hareketle bedenimi kendine çekip tenlerimizi buluşturdu. Bu da yetmezmiş gibi, yüzünü yüzüme daha yaklaştırdı ve "Artık çok geç," diyerek dudağıma fısıldadı. "Hiçbir yere gidemezsin."

Yine tatlı bir itirazda bulunacağım sırada belki de buraya gelme sebebim olan kısma geçiş yaptı. Biraz daha yakınlaşıp "Çok güzelsin," diye mırıldandı.

İçimde iltifatlara aç kalmış bir yerler ağzı açık, devamını isterken büyük bir savaş verip onları susturdum ve ardından ellerimi karnına yerleştirip nazikçe ittirdim. "Çağatay, sokak ortasındayız. "

Bir süre daha kıpırdamadı ve ardından geri çekildi. Sonrasında yan tarafıma geçip tek elini sahiplenici bir şekilde belime yerleştirip "O zaman bir an önce eve gidelim," diye homurdandı.

Bardağından yudumladığı alkolu fondip yaparken karizmatik bir şekilde tek kaşını kaldırdı ve vücudumu ağır ağır, keyfini çıkarta çıkarta süzmeye başladı. Yayvan bir şekilde oturuşu onu o kadar karizmatik kılmıştı ki daha önce Çağatay'ın bu yönünü nasıl fark edemediğime şaşırıp kaldım. Siyah, kumaş pantolunun üzerinde beyaz bir gömlek vardı ve üstten üç düğmesi açıktı. Yakasındaki kıravat bağlanmamıştı ve ipleri iki yanından sarkıyordu. Gömleğin kollarını dirseklerine kadar salaş bir şekilde katlamıştı ve bu düzensiz, dağınık görüntü, onu fazlaca erkeksi göstermekle beraber dediklerine itiraz edemeyeceğim kadar etkileyiciydi de.

Bakışları, dekoltemden ileriye gidemez iken içimde küçük bir kaygı hissi baş kaldırdı. Ya beni beğenmezse? Özgüvenimin köreldiğinin en somut örneğiydi işte bu duygu. Artık güvenemiyordum kendime. Eski Ceren olmak istiyordum. Titrek bir nefes çektim içime. Ümitsizliğe yer yoktu artık. Ne demiştim evde? Bu bir yeniden doğuştu... Bu gece özgüvenimle beraber, kaybettiğim her şeyimi Çağatay sayesinde geri alacaktım. İşe ne kadar gerilediğimi anlamakla başlayabilirdim mesela.

Kalçamı yasladığım komodinden ayırıp ağır adımlarla Çağatay'ın yanına oturmak üzere harekete geçtim. Loş ortamı aydınlatan tek şey, çalışma masasının üstünde yer alan fazla güçsüz bir lambaydı. Gölgelerimiz yere devriliyordu ve Çağatay'ın yüzünün yarısı gözükmüyordu. Konuşan tek ses ise stilettolarımın topuklarıydı.

Onun beni arkadan da süzdüğünü bildiğim için vücudumun kıvraklığını fazlasıyla kullanarak önünden geçtim ve yanındaki boşluğa yandan bir bakış atıp zarif olduğunu düşündüğüm bir şekilde bacak bacak üstüne atarak yerleştim. Yönünü yarım bir vaziyette bana döndürdü ve "Buraya bu şekilde, bu saatte, bütün soğuk tavırlarını bir kenara bırakarak gelmenin altında bir artniyet aramalı mıyım?" diye sordu ciddi denebilecek sesiyle.

"Ne gibi?" diye sordum ağzını yoklamak adına. Benim ona dönüşümün bir erkeğe yaptığım hırs doğrultusunda olabileceğini anlayabilecek kapasite Çağatay'da vardı ki bence bu yönde tahminleri olduğu için sert görünmeye çalışıyordu. Başarıyordu da.

Sesini öncekine göre daha bir yükselterek yanıtladı. "Bu duygu değişimini diyorum, neye borçluyuz?"

Refleks olarak tek kaşım anında havalandı. Alttan alttan gelmeye başlayan sinir, sesime de yansıyarak yükselişe geçti. "Ne demek istiyorsun sen? Oradan bakınca kaşar gibi mi gözüküyorum? "

Üzerimdeki kıyafetlerle böyle bir soru sormam biraz çelişkili idi açıkçası. Fakat o ne demek istediğimi anlamıştı. Oradan bakılınca derken, kıyafeti veya fiziksel hiçbir şeyi kastetmemiş sadece içimi ne kadar tanıyıp tanımadığını ortaya çıkartacak, kendimce, tuzak bir soru sormuştum. Yaslandığı yerden doğruldu. Gerildiği belliydi. Stresini gözlerine akıtır gibi hızlıca devirdi ve "Saçmalama," dedi. "Onu demek istemediğimi biliyorsun. Sadece... Hareketlerin fazla dengesiz... Bana da hak veriyorsundur. Okulda bile doğru düzgün yanıma uğramaz iken şimdi, gecenin bu saatinde, evime geldin. Şüphe uyandırmayacak gibi değil... Sadece soruyorum tamam mı? Lütfen yanlış anlama." Gözlerini yumup nefesini sesli bir şekilde dışarı verdi. "Bir çıkar için mi burdasın?"

Bana karşı o kadar saf duygular besliyordu ki bunu fark etmemek için kör olmak gerekiyordu. Onun benden ona karşı verilecek olumlu, güzel, tepki ve davranışlara ihtiyacı vardı ve de her erkeğin isteyeceği birkaç hoş söz, samimiyet. Benim ise, ondan bana karşı verilebilecek ilgi, şefkat, sadakat ve güvene ihtiyacım vardı. Ve de her kızın isteyeceği, birkaç hoş söz, ilgi, alâka...

Artniyet olmasa da bunların da tamamen bir çıkar olduğu apaçık belliydi. Ama sağlıklı bir anlaşma olacaktı bu. Her ikimizin de istediği olacak ve bundan dolayı huzura erecektik.

Suskunluğumu yanlış yorumlamış olacak ki ikna etmek ister gibi usulca konuşmaya devam etti. "Bak, öyle bir şey olsa dahi, sana kızamam, bağıramam, biliyorsun değil mi? Çekinme de anlat. Merak etme," dedi gülerek. "Seni reddetmek, yapmaya gücümün yetmeyeceği sayılı eylemlerden. O yönden korkun olmasın. Bu gece iyi bir ev sahipliği, sana her halukârda yapacağım."

Tebessüm edip kafamı önüme eğdim ve ellerimle oynamaya başladım. "Evet, bir çıkarım var."

Kafamı kaldırıp gözlerimi gözlerinde sabitledim ve içlerindeki o hayal kırıklığını, en yalın hâliyle gördüm. İşin ironik tarafı; bu olay canımı sıkmıştı ve bu da yetmezmiş gibi, acıtmıştı da. Göz bebeklerinin içindeki, can çekişen o çocuğa daha fazla dayanamayıp konuşmaya devam ettim. "Evet," dedim kabullenir gibi. "Her zamankinden farklı giyindim. Evet, sana her zamankinden farklı davrandım. Evet, okulda doğru düzgün yüzüne bakmıyorum ama bu saate evindeyim." Kafamı olumsuz anlamda sağa ve sola salladım. "Bunların hiçbirini boşu boşuna yapmadım."

Pür dikkat beni dinliyordu. "Hepsinin karşılığında, kat kat ilgi bekliyorum."

Yüzüme bir süre boş boş baktıktan sonra depresif bir şekilde bir kahkaha patlattı. Daha sonra gülüşünün arasından "Sen ciddisin?" diye sorar gibi konuştu.

Bende katı hâlimi bir kenara bırakıp anında eridim. Gülmesine eşlik ederek "Hem de çok," diye cevap verdim.

"O zaman benim de birtakım çıkarlarım olacak," dedi muzip bir tavırla.

Kaşlarımı havaya kaldırıp
"Neymiş?" diye sordum merakla.

Dudaklarını yalayıp "Bu gece bana hayır demek yok?" diye sorar gibi konuştu.

Küçük bir kahkaha attım. "Sana güvenebilir miyim peki?"

Özgüven akan tavrıyla "Fazlasıyla," dedi.

"Tamam o zaman," dedim sırıtarak. "Kabul. Bu gece senin gecen olsun."

Serseri bir edaya bürünüp dudağının tek kenarını yukarı kıvırdı. Ve sonrasında üst üste attığım bacaklarımı, iki eliyle kavrayıp kendine çevirdi. Bacaklarımla beraber bütün bedenimde Çağatay'a dönerken o da koltuğa tamamen çıkıp diz çöker vaziyette bir pozisyon aldı. Bacaklarını iki yana açıp benim bacaklarımı onların arasına yerleştirdi ve nazik dokunuşlarla süet ayakkabılarımı topuğundan kavrayıp yerinden çıkarttı. İkisini de yere bıraktıktan sonra avuç içleriyle koltuktan destek alarak üzerime üzerime gelmeye başladı. Şu anlık birbirine temas eden bir tek bacaklarımızdı.

Koltuğa iyice sinip teması en aza indirmeye çalıştım fakat Çağatay dudaklarını boynuma sürterken bu pek mümkün olmadı. Kendimi o kadar kasmıştım ki koltuğun minderlerini sıkıyordum. Çağatay kafasını boynumdan kaldırmadan tek elini enseme yerleştirdi ve küçük küçük buseler kondurmaya başladı. Nefesi boynumda gezinirken belki de bir insanın en diken üstünde durduğu poziyon budur, diye düşündüm. Tenime bıraktığı öpücükler yumuşak ve sanki beni, dudaklarından bile sakınıyormuşçasına nazikti. Ama üzerimdeki bedeni ve boynumdaki nefesi hakkında aynı şeyi söyleyemecektim. Yavaş yavaş dudaklarının yolunu yukarı doğru sürmeye başladı. Aynı zamanda da ensemdeki elini boynuma indirmiş oralarda gezdiriyordu. Bedenim kaskatı kesilmişti. Karşılık veremediğim gibi itiraz da edemiyordum.

Dudakları kulağımın tam altına geldiğinde daha kaba öpmeye başladı. Sonra ara verip "Benimle," diye fısıldadı. "Hep böyle çıkarcılık yapmaya ne dersin?"

Bir dakika... Bu tamamen haksızlıktı. Bu teklifin nelere yol açabileceğini düşünmek için sağlıklı bir ortama ihtiyaç duyacaktım. Ama takdir edersiniz ki şu an bulunduğum nokta pek de öyle değildi.

Benden cevap alamayınca nedendir bilmiyorum, Çağatay aniden dişlerini hafifçe boynuma geçirdi. Böyle bir tepki beklemediğimden "Ah," diye acıyla inledim ve bütün vücudum daha bir kasıldı. Acının etkisiyle bacaklarım yukarı toplandı ve bunu fark eden Çağatay, tek elini bacağıma atıp okşamaya başladı. "Şş," dedi yine nefesi boynumda gezinirken. "Az önce bana bir söz verdin, unuttun mu? "

Bacaklarımdan kalçalarıma doğru çıkmaya başlayan elin üzerine elimi atıp durdurdum ve ardından "Sen de bana söz verdin," dedim. "Sana güvenebileceğime dair... "

Elini elimin altından çekti kafasını boynumdan kaldırdı. Yüzüme bakarak "Emin ol," dedi üstüne basa basa."Zerresini boşa çıkarmayacağım."

Çağatay bana hiçbir şey demese dahi güven veriyordu zaten. Buraya gelme amacımı kendime hatırlatarak "O zaman bu durumda ben de..." dedim ve sustum. Benim yerime, gayet keyif alarak cümlemi o tamamladı. "Kabul etmek zorundasın."

Gülümseyerek kafamı salladım. "Öyle oluyor, galiba. "

"Çok güzelsin," dedi tutkuyla. Ardından bakışları dudaklarıma kaydı. "Rujun da öyle. İkinizin de tadına bakmadan bırakmam."

Elini yakasından sarkan düğümü bile atılmamış siyah kıravata attı ve sıyırıp aşağı indirdi. Ardından kaşları çatıldı. "Gece daha yeni başlıyor."

Hakan'dan

"Gece daha yeni başlıyor," dedi yüzüne yaramaz bir sırıtış ekleyip.

Suratına düz düz bakıp "Git başımdan, Berna," diye tısladım.

Yapmacık bir ağlamaklı ifadeye bürünüp dudaklarını büzdü. "Kendi seçtiğin geceliklerle vakit geçirmeyecek misin?"

"Berna," diye soludum sabırla. "Yanında hiçbir şey getirmemişsin. Mecburiyetten aldım, bunun sen de farkındasın," dedim bu kez anlamasını umarak.

"Farkındayım da..." dedi. "Vücut ölçülerime bu kadar uyan bir geceliği kendim bile seçememiştim bugüne kadar. Sen nasıl seçtin?"

Omuz silktim umursamayarak. Cidden, tek istediğim şu lanet çenesinin artık kapanmasaydı. "İyi bir gözlemci olamaz mıyım, yani?"

Yaslandığım duvardan doğrulup kapıya doğru ilerledim. "Uyayacağım. Sakın yanıma geleyim deme. Sen burada uyuyacaksın."

Ofladığını duydum, yüzünü buruşturduğunu tahmin ettim. "Bu saatte uyunulur mu ya?" diye sızlandı.

Kapının koluna elime attığımda "Birkaç saat sonra güneşin doğacağından haberin vardır herhâlde, " diyerek kısa bir hatırlatma yaptım.

"Aman iyi be, " dedi asabi ses tonuyla "Uyuyacağım."

Cevap vermeden kapıdan dışarı çıkacağım sırada içeride unuttuğumu yeni fark ettiğim telefonumun tanıdık bildirim sesi tekrar geri dönmemi sağladı. Berna omuz silkip battaniyeyi tepesine çekerken bunu sadece bana inat olsun diye yaptığını biliyordum. "Telefonumu getir," diyerek kesin ve tavizsiz bir emir verdim.

"Getirmeyeceğim," dedi.

"Öyle mi?" diye sordum alayla. "Yarın kendine kalacak bir otel ayarlarsın o zaman."

Bu cümlem üzerine tahmin ettiğim gibi yerinden ağır çekimde kalktı ve küçük adımlarla telefonumun yanına ilerledi. Ardından somurttuğu yüz ifadesiyle telefonu sehpanın üzerinden eline alıp bana doğru ilerlemeye başladı. Aynı zamanda ekranı da aydınlatmıştı. "Mesaj gelmiş," dedi. "Okuyayım mı?"

"Kimden?" diye sordum sorusuna karşılık.

Gözlerine inanamazca ekranı yüzüne yakınlaştırdı ve "Barbie yazıyor," dedi garipseyek.

"Bu saatte?" diye sorar gibi konuştum şaşkınlıkla.

"Kim ki bu?"

Sorusunu es geçip "Oku," diyerek yeni bir talimat verdim.

Artık yanıma ulaşmıştı ve tam önümde durup alımlı ses tonuyla mesajı okumaya başladı.

"İkimizin de aynı anda sevgilisi olabilir demiştim. Haklıymışım. Ama sana bir şey söyleyeyim mi? Senin metod pek bir işe yaramıyor. Benimkisi daha etkili. "

~
Merhabalar. Yine epey beklediniz ve yine upuuzun bir bölüm okudunuz. Bölüm hakkında sorularım var ama ondan önce 12K rakamını görmemize az kaldığını belirtmek isterim.

Fakat üzülerek dile getiriyorum ki oy sayısı çok düşük. Yine dokuz bin kelimeye aşan bir bölüm oldu ve telefondan yazıyorum. Ne kadar kastığını siz düşünün artık. Buna karşılık bir oy çok değil, cidden.

Sizin de benden bölümleri düzensiz ve geç atmamdan dolayı şikayetçi olduğunuzu biliyorum. İkisini de çözebilmek adına bölümlere sınır koymaya karar verdim. Bence en güzeli böyle olacak. Hem siz verilen oy sayısından yeni bölümün ne zaman geleceğini kestirebileceksiniz hem de ben istediğim sayıya ulaşacağım. Gelelim soralara;

1-) Çağatay-Ceren ilişkisini destekleyenler var mı? -Bu benim için çok önemli-

2-) Berna'yı hikayeye katayım mı, yoksa misafir mi olsun?

3-) Ceren'in ani dönüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Oy, yorum, eleştiri ve önerilerinizi bekliyorum. Destek olacağınıza inanıyorum. İyi akşamlar.

+40

~

Continue Reading

You'll Also Like

27.7M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...
11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
24.4M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...