Ne yapacağınız hakkında hiçbir fikriniz yokken ne yaparsınız? Tabi ki uyumak.
Uyku bir transa geçiştir aslında. Beyin bütün gün topladığı anları toparlar bu sürede, tuhaftır ki ben hiçbir yere varamıyordum. Tüm işi beynime bırakamıyordum, ruhum eskimiş bir paçavra gibiydi ve artık yırtıklar genişleyip koca yaralara bırakıyordu yerini.
Kaçış yoktu, bu hapishanede kalakalmıştık. Özellikle en popüler bizdik yani kurucu bile tanıyordu. İçime kaygı damlacıkları serpilirken bir yanım git ve canlarını oku demekteydi.
Ellerimle yavaşça göz kapaklarımı okşadım ve yeni karlı ve berbat bir güne daha uyanmış bulundum. Birkaç gün önce yaşadıklarımız... Karmaşık geliyordu. Çözemediğim bir bulmacaydı bu, dönüp dolaşıp sadece ip uçlarıyla yetiniyordum sadece.
''Hadi kalk tembel saat yedi. Barlas bekliyordur.'' Bade'nin tatlı sesi kulaklarımda hoşça bir tını yaratırken kalkmış üstüme geçirecek sim siyah bir iki parça bir şeyler bakıyordum.
''Sen git ben gelirim.''
***
''Sonunda gelebildiniz hanım efendi, nasıl çok mu tatlı uyudun.'' Barlas, alaycı maskesini hem yüzüne hem de sesine takınmıştı bu sabah. Onu süzüp hemen karşıdaki aynada yansımama gözlerimi gezdirmiştim. Güzel görünüyordum lakin kafamı kesersem. Yüzüm resmen ''uyumadım'' diye büzülmüş, haykırıyordu. Barlas kesinlikle dalga geçiyordu.
''Evet çünkü rüyamda sen yoktun.'' Ben de sahte bir gülücük yollayıvermiştim onun zeytin gözlerine.
''Olmasam cidden mutlu mu olurdun?'' Barlas mesafeyi kapatıp üstüme kelimelerini solumuştu resmen. Bana nefesimden daha yakın gibiydi, hem öyle olmasını istiyordum hem de çok uzaklara gitmesini.
''Olurdum.''
''Başla o zaman, belki oyunlar başlayınca beni zor ama öldürürsün.'' Barlas ile aramdaki mesafeyi iyice açmış bulunmaktaydım, bununla beraber söylediği hoştu fakat ben insan öldüremezdim, ben onun gibi değildim. Her ne olsa da kendimi korumak zorunda kalacaktım, kum torbası yumruklamak hoştu tabii.
Her yumruk ile ensemdeki soğuk bakışları daha fazla hissetmekteyken, Barlas orada dikilmiş sadece beni izliyordu. Ben ise onu kum torbası olarak düşünüp yumrukları indiriyordum. Öyle iyi geliyordu ki anlatacak kadar kelime dağarcığım yeterli değildi.
''Bak, karnını yeterince sıkmıyorsun. Tüm gücünü oradan al ve rakibine karşı her zaman tetikte kal.'' Karın kısmını söylerken belimi deli gibi sıkıştırmıştı. Kaslarımı böyle tutmamı mı istiyordu? Her neyse demiştim. Dediğini yapıp, yumruklarımı indirmeye devam ettim.
''Saç, baş falan çekmek çok klasik. Kızın çenesine vursaydın her şey hallolurdu.'' Barlas bir şeyler geveliyordu ama cümlelerinin her zaman olduğu gibi bir ögesi eksikti.
''Yemekhanede olan olaydan mı bahsediyorsun?''
''Evet.'' Saçmalıyordu. Sinirli halimle ne saç görmüştüm ne baş. Sadece onu susturmak için ne gerekiyorsa onu yapmıştım. ''Hadi yeter artık, sen duşa gir. Ben yemekhanede olurum.'' Yine bana emirler savurmuştu beyefendi. Karşı gelmeye üşendiğim gibi tek kelime bile söylemeden büyük ve güzel kapıya yönelmiştim bile. Kapıyı yavaşça aralarken Barlas'ın bakışları hala beni takip ediyor gibiydi.
Odaya giderken oldukça görkemli ve bir o kadar da büyük bir oturma odasından geçivermiştim. Perdeler bordomsu bir renge bürünmüştü, yerleri siyah ve yansımamı görebileceğim kadar harika bir gece karanlığı granitle döşenmişti. Duvarlar sanki insana bej rengini anımsatmaktaydı, fakat odanın en ilgi çekici tarafı o büyük mü büyük televizyonuydu. Neredeyse bir duvar kadar olan televizyon tüm görkemiyle resmen taçlandırıyordu odayı. Koltukların siyah derisi ile odanın görünüşü noktalanmıştı.
Odaya vardığımda tüm sessizliğiyle beni karşıladığını anlamıştım. Açık pencere ise içeriye resmen bir hüsran havası doldurmaktaydı. Artık bu yer beni ürkütüyordu, Bade ve Batur'un odasının öyle sıcak bir atmosferi vardı ki ; belki orayı birbirlerine olan sevgileriyle ısıtmışlardı. Bizim odaya gelirsek , Barlas zaten buz gibiydi. Benim de fazla farkım yoktu ondan. Buraya geleli fazlasıyla soğuklaşmıştım. Sanki o neşeli ben gitmiş, yerine kederli ve göz altında torba bulunan bir kadın gelmişti.
Artık ben, ben değildim. Parkur oyunları Lara Bulut'u derinden öldürmüştü, o eski hallerim bana hayret veriyordu. Modum yerlerde sürünmekteydi ve elim kolum bağlı hayatla ilişiğimi kesmeyi bekliyordum.
Küçük bir duş daha da toparlamış gibiydi beni. Zaten saat sekizi on geçiyordu, tam kahvaltı zamanımızdı. Odadan daha fazla ürkmeden ayrılmıştım, koridora çıktığımda oldukça boş olduğunu gördüm. Her zamanki gibiydi işte.
Yemekhaneye girdiğimde herkes bana bakıyordu ama deli doktorunun verdiği ilaçlardan olacak ki gayet rahat yürüyordum, hiç düşünmeden. Bir yerde gerçekten işe yarıyorlardı, lakin içimde hep bir bomba varmış gibi hissediyordum sanki hep bir şey orada kalıp çıkamıyordu. Bu da ruhumu derinden sarsmaktaydı.
Yavaşça ağabeyimin yanına çöküp kahvaltımın önüne getirilmesini bekliyordum. Ağabeyim bana tuhafça bakmıştı bir an, hatta beni endişelendiriyordu. En son yutkunup dudaklarını yavaşça aralayışını kaydettim zihnime.
''Lara, sen... Yani.'' Yüzü değişik bir hal alıvermişti sevgili ağabeyimin. Bir şeyler ima etmek istese de ben o ima ettiği şeyin ne olduğunu henüz kavrayamamıştım. Bu nedenle daha da gözlerimi dikip ona baktım ve önümde hazır duran kahvaltımdan bir peynir parçası aldım. '' Akli sorunlar mı yaşıyorsun?'' Ağabeyimin sözü içimde güm diye bir ses bırakmıştı, lokmam bile boğazımda dizilip kendini çıkarmak için uğraşıyordu.
''Ne? Hayır! Nereden çıkardın böyle bir şeyi?'' Yutkunabilmiştim sonunda.
''Yani... Herkes senin şu psikoloğa gittiğini konuşuyor. İlaç falan vermiş sana , neler oluyor?'' Ve tüm film şeridi bir an kopuvermişti.
Evet sonuç olarak herkes o deli doktoruna gittiğimi biliyordu, ayrıca geçen günkü küçük kavgayı başlatma sebebim olarak da deli olduğumu söyleyebilirlerdi, doğaldı çünkü bu. Ya o Elis çakması da bunun için bana gülüp durduysa. İhtimaller beynimi çorba haline getirmişken ne halt yiyeceğimi düşünüyordum. Herkes benim aklımı kaçırdığımı düşünüyordu.
İçimde beliren dürtü ile ayağa kalktım. Barlas, Batur ve Bade'nin bulunduğu masaya yönelip sakince oturdum. Bu süreçte hayret dolu gözler beni izliyordu.
''Lanet olsun.'' İçimden daha farklı şeyler geçiyordu fakat daha da deli olduğumu düşünmemeleri için sadece şu iki kelimeyi hayatımın tümüne adamıştım. Boş gözlerle sadece yemek odasının en karanlık köşelerine bakakalmıştım. Bade, elini omzuma yavaşça yerleştirirken ise derinden bir irkilme yaşamıştım.
''Ne oldu ? İyi misin? '' Endişe dalgaları beni boğarken zaten kendi aklımda boğulduğumu fark etmiştim. Bade ve masada bulunan diğerleri de bana oldukça endişeli şekilde bakakalmışlardı.
''Benim... Deli olduğumu düşünüyorlar.'' Gözlerim dolu doluydu. Hatta bir iki damlacığa sahip çıkamamıştım çünkü masa bir anda gümleyivermişti.
''Kim demiş? Söyle! '' Bir iki damla daha yavaşça akarken Barlas masaya güçlü yumruklarını indiriyordu. Bu halleri ise beni daha fazla korkuturken büyük gürültüyle herkes bize bakmıştı. Bu bakışları hatırlıyordum ve bir daha görmek istemediğime emindim. Birden gözlerim karardı ve hala gözlerimden yaşlar akarken yemekhanenin çıkışına doğru koşturmuştum. Çıktığımda damlalar yerini hıçkırıklara bırakmıştı ve ben hala koşuyordum.
Arkadan yemekhanenin kapı sesi bir kez daha duyulmuştu ama umursamıyordum işte. Sadece o ürkünç mekana koşuyordum, orası benim tek kurtuluş , saklanış alanım gibi geliyordu.
''Lara!'' Bade'nin sesi şiddetlice bana doğru dalgalanmaktaydı.
Odaya vardığımda oda kapısını büyük bir gürültüyle kapatmıştım. Sonra yatağa gömülmüş olarak buldum kendimi. Ardımdan bir kapı sesi gelmişti ve bu daha sakin bir kapanmayla sonuçlanmıştı.
''Konuşmak ister misin?'' Bade nazikçe saçlarımı okşarken ben sadece hüngür hüngür ağlıyordum. İçim fazlasıyla dolmuştu yine. Annemi , babamı en çok da Melisa'yı özlemiştim. Zavallı hasta yavrucağız, bir başına bırakmıştık onu. İçim öyle acıyordu ki ona öyle son kez sarılmamı düşündükçe ağlayışım daha da bir kuvvet kazanıyordu.
''Hayır, lütfen.''
''Peki ama sakinleş tamam mı?'' Bade yumuşak sesiyle beraber odadan çıkmıştı, yine yapayalnız kalmıştım bu ürkünç odada, ayrıca kurt gibi açtım.
Umarım beğenmişsizindir :) Bölümler her zamanki gibi cuma gelecek canlar
-Seçil