Multimedyadaki şarkı ile birlikte okuyun lütfen..
Duvarın dibinde isyanın en hadsiz zirvesindeyken, Alacakaranlığa dalıp gidiyordu vücudumdaki her bir zerre. Kaçmaya mecalim kalmamışken, Tek bir yıldıza terk edecekken meleği, Gecenin öfkesi engel oluyordu bana. Aydınlığımı yavaş yavaş yitirirken, Çırpınışlarım ise alacakaranlık meleğinin esaretindeydi.
Yenemedim onu işte.
İnadına alaca
inadına karanlık.
Dudaklarını dudaklarımda gezdirişi benim için bir zehirdi adeta. Beni zehirlemek istediğinin farkındaydım gerçi. Başarıyordu da. İstemsizce etkiliyordu beni. Onun zehrine bulanmak istiyordum ve en kötüsü de, amacını bile bile yine de ona doğru sürükleniyordum işte.
Cam mavisi gözleri alacakaranlığın rengini alırken, vücudunu vücuduma daha sıkı bir şekilde sabitledi. Hareket etme kabiliyetimi yitirmiş olmam yetmiyormuş gibi, nefes alış verişlerimde git gide zorlanmıştı. Kesik, kesik nefes almaya çalışırken, Aftiel ise çoktan alt dudağımı var olan gücüyle ısırmış, akan kanı emmeye başlamıştı. Nihayet onu ittirebildiğimde ise şeytani bir şekilde gülümseyip, dudaklarında benden kalan her bir zerremin tadını çıkarırcasına yalamaya devam ediyordu. Onun bu hareketi her ne kadar beni tahrik etse de, yeterince gardımı indirdiğim için bir an önce silkelenip kendime geldim ve dudaklarımı aralayarak
L: Lanet olsun senin derdin ne?
Der demez ifademi mümkün olabildiğince ciddileştirmeye çalıştım. Fakat bir yandan da alt dudağımdaki sızı beni deli ediyor, düşünme kabiliyetimi yitirmeme sebep oluyordu. ''Lanet olsun!'' Diyerek dişlerimi gıcırdattım ve bana herhangi bir cevap vermesini beklemeye başladım. Aftiel ise her zamanki gibi şeytani bir şekilde gülümsedi ve dudaklarını aralayarak
A: Hmm, Bir tahmin yürüt.
Der demez ''Yeter artık!'' diye tıslayarak, yakasını olağan gücümle tuttum ve bir kez daha dudaklarımı aralayarak
L: Senin derdin ne bilmiyorum ama benden uzak dur!
Diyerek dişlerimi gıcırdatmayı da ihmal etmedim. Sinirden ne söylediğimin farkında değildim kabul ediyorum, fakat ben birden sinirlenen tiplerdendim. O yüzden ''Az bile söylemişim'' Diyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım fakat bir yandan da içimden ''Ne olur uzak durma benden'' Demeyi de ihmal etmiyordum.
Aftiel ise sanki söylediklerim bir kulağından girip, bir kulağından çıkıyormuş gibi umursamadan şeytani bir şekilde gülümsemeye devam etti ve dudaklarını aralayarak
A: Senden uzak durmak? Hmm, işte o benim için zor.
Der demez tebessüm ettim. Fakat ona göstermek istemediğim için boğazımı temizledim ve kendi kendime ''Demek benden uzak duramıyor'' Diye söylenip, içimde kelebekler uçuşmasına izin verdim. İçimde kelebekler uçuşmasına mı? Tanrım, ne kadar da saçma. ''En iyisi silkelenip kendime gelmek'' Diye düşünüp, silkelendim ve dudaklarımı tekrar aralayarak,
L: Neden?
Diye sormak istemezdim aslında. Pek çok cevap verebilirdi çünkü. Fakat merakıma yenik düştüm ve istemsiz de olsa bu soruyu sorarken buldum kendimi. Nasıl bir cevap alacağımı da bilememek daha da fazla meraklanmama sebep oluyordu. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Dışarıdaki havayı içime çektim. Çeşitli alkol, nikotin ve afrodizyak'ın harmanlanmış olduğu keskin bir koku yayılıyordu genizlerime doğru. Bir yandan çok ağır ama öteki yandan oldukça tahrik edici olan bu koku, çoktan beni rahatlatmaya başlamıştı. Aldığım nefesi havaya doğru üflediğimde kendimi eskisinden daha iyi hissettiğime kanaat getirdim ve Aftiel'in gözlerine bakmaya başladım.
Sorduğum soruya karşılık Aftiel her zamanki ifadesinden arınmış, düşünceli bir hal almıştı. Sanırım oldukça dominant bir soru sormuştum. Hayat da böyle değil midir zaten. Bazen bir dönüm noktası olur, bir insan bize basit bir cümle olan Neden? Diye sorardı, fakat öyle bir an olurdu ki o an, bırakın o soruya cevap vermeyi, konuşamazdık bile. Herkesin başına gelmiştir bu. Gelmeyenler ise hazırlıklı olsa iyi olur, çünkü her an, her yerde bu soruyla karşılaşabilirdiniz ve inanın bana dut yemiş bülbüle dönmektense cevap vermek her zaman daha iyidir.
Derin bir nefes alıp ağır ama aynı zamanda tahrik edici olan havayı içime çektim. Nefesimi havaya üflediğimde ise tekrar Aftiel'e baktım. Aftiel ise yavaş adımlarla bana doğru yaklaştı. Tam önümde durduğu sırada gözlerini gözlerime sabitledi. Sol elini cebinden çıkartıp ince ama aynı zamanda uzun olan parmaklarını yanağımda gezdirmeye başladı. Havanın çekimine çoktan kapılmış olan soğuk yüzüm, Aftiel'in sıcak parmaklarının da etkisiyle ufak bir elektrik çarpması yaşayıp, irkilmeme sebep oldu. Aftiel ise istifini bozmadan, gözlerimin en derinlere bakarak, parmaklarını tekrar tenimde gezdirip, dudaklarımı da okşadıktan sonra dudaklarını araladı ve
A: Çünkü beni etkiliyorsun. Hem de her şeyinle.
Der demez parmaklarını boynumda gezdirerek elini geri çekti ve sol eline küçük bir öpücük kondurarak yavaş adımlarla benden uzaklaşmaya başladı. Benimde yapabildiğim tek şey ise arkasından bakakalmaktı.
Yine ve yeniden
.......................................................................................
Yeni bir güne merhaba demek her yiğidin harcı değildir. Basit gibi gelebilir, fakat kendince zor tarafları da vardır. Örneğin iyi bir gün geçiren insan güneşin gökyüzünde oluşturduğu sarı hattı izlerken bulabilir kendini. Mutlu bir şekilde gülümseyip ''Selam olsun sana Güneş'' Diye bağırabilir. Fakat kötü bir gün geçiren ya da her günü anlamlandıramadığı bir şekilde kötü geçen bir insan ise, güneşin gökyüzünde oluşturduğu sarı hattı pek umursamaz. Ona göre her sabah aynı sabah, her gün aynı gün ve her gece de aynı gecedir. Bu yüzden ''Selam olsun sana Güneş'' Demekten ziyade ''Geldi yine tipini siktiğim'' Diye serzenişte bulunup, yatağına gömülmek isteyebilir. Fakat bu sefer de uyku onu görmezden gelir. O da mecburiyetten ne yapması gerekiyorsa gün içinde onu yapar, hayatına bu şekilde devam eder.
Bana gelince; Ne ''Selam olsun sana Güneş'' Diye bağırıp, mutlu bir şekilde gülümsedim. Ne de ''Geldi yine tipini siktiğim'' Diye serzenişte bulunup, yatağıma gömülmek istedim. Nedendir bilmem ama hiçbir zaman o ya da bu gruptan bir insan olamadım. İnsanlar ikiye ayrılır; Deyip, yaşayanları iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin, mutlu ya da mutsuz, fakir ya da zengin olarak sıfatlandırmadım. Sıfatlandıran kişilerinde de arasında yer almadım. Alamadım. Dıştaydım ben her zaman. Ya da şöyle söylemem gerekirse, hiçbir zaman onlar gibi olmadım. Olamadım. İstedim mi? Bazen, çünkü benim gibi olanlar için ne mutlu bir gün vardır, ne de tipini siktiğimiz bir gün, bizim gibiler olan tek şey o günlerinde, o günlerin öyle olduğunu düşünenlerin de ''Saçma'' olmasıdır. Bizim gibiler saçma bulur her şeyi. Hatta bulunmaması gereken şeyleri bile. İnsanları ayırmaz bizim gibiler, çünkü onları da saçma bulur. Her şeyi saçma bulan bir felsefe akımı var mıdır bilmem, araştırmadım da hiç. Saçma çünkü. Fakat ben kendim gibilerine, ''Saçmabulanizm'' Demeyi tercih ediyordum. Her şeyi saçma bulan, hatta ''Saçmalıklardan seçmeler'''i hayat felsefesi haline getiren kişiler. Ha, bu demek değildir ki, ''E her şey saçma madem, o halde işemek de saçma'' Diye sövüyor olabilirsiniz. Fakat bizim gibilere göre saçma olan tek şey insani duygulardır. Zaruri ihtiyaçlar değil. Aşk (Saçma), Seks (Saçma), Üzülmek (Saçma), Mutlu olmak (Saçma), Hayal kurmak (Saçma) ... Bunun gibi pek çok şey işte.
Fakat dün geceden beri saçma bulduğum ne varsa tek tek yok olmaya başlamıştı. O öpücük, o dokunuş beni ''Saçmabulanizm'''den tamamen uzaklaştırmış, beni bambaşka bir şeye dönüştürmüştü. Ondan etkilendiğim su götürmez bir gerçekti. Fakat ona bu denli bağlı olmak, Aşık olmak? İşte bu beklemediğim bir şeydi. Daha önce hiç aşık olacağımı düşünmemiştim. Aşk'a inanmıyor değildim elbette. Zira Sebastian babam ve Cody babam bana aşkın ne olduğunu çok güzel bir şekilde gösteriyorlardı zaten. Aynı şey David amcam ve Ted amcam için de geçerliydi. Deamon ve Anthony de vardı tabi.
Ben mi? Asla başıma gelmeyecek sanıyordum. Ne hissediyordum? Bilmiyordum. Anlamıyordum daha doğrusu. Ne hissettiğimi anlamaya çalışıyordum. Bu duygular, benim için çok yeniydi çünkü. Peki, onu ne zaman sevdiğini fark ettin? Derseniz, işte onun cevabını biliyordum. Cevap ise dün geceki beni öpüşünde gizliydi. Öpücüğü o kadar derin ve şehvetliydi ki, hayatımda hiçbir öpücük beni bu kadar çok derinden etkilememişti. Onun zehrinde boğulmuştum adeta. İşte o zaman kendi kendime şunu söyleyebilmiştim sadece. ''Evet, ben bu adama aşığım. Ne olursa olsun bu adamı seviyorum işte.''
Derin bir nefes alıp bir ilke imza atmak için, ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdüm. Camı açıp, güneşin gökyüzünde oluşturmaya devam ettiği ince sarı hattı izledim ve dudaklarımı aralayarak ''Selam olsun sana Güneş'' Diye bağırıp, gülmeye başladım. Hepimizin değişik ilkleri vardır. Benimki de buydu işte.
Güneş'e selam vermek
Banyoya gidip, ellerimi yüzümü yıkadım. Saçlarıma şekil verip, üzerimi değiştirdim ve hazır bir ilki yapmışken, bir ilk'i daha yapıp, Aftiel'i ziyaret edeyim. Diye düşünüp, fazladan parfüm sıktım ve Babam Sebastian'ın 17. Doğum günümde bana hediye ettiği, benim kıymetlim olan Harley Davidson imzalı siyah motoruma atladığım gibi Aftiel'in çalıştığı yer olan, APPES'e doğru sürmeye başladım.
................................................................................................
Aynı dün geceki gibi, nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde çoktan APPES'e varmış, ''Ne ara geldim ben buraya?'' Sorusunun cevabını bulmaya çalışıyordum. Aşık insanın gözü gerçekten de kör olabiliyormuş sanırım. Diye düşünüp, aracımı Mercedes Sls Amg siyah renk bir aracın yanına park ettim. Bu araç bana nedense tanıdık geliyordu. Aracın plakasını incelemek için arkasına doğru yürüdüm ve plakayı incelemeye başladım.
DLA/123
Daemon Loves Anthony, yanılıyor olmama imkan yoktu. Bu araç Daemon'a aitti. Fakat onun böyle bir yerde ne işi vardı ki? Gerçi Daemon'ın her zaman şizofren olduğunu düşünmüşümdür. Hoo, sanırım doğru çıktı diye düşünüp, bir yandan da ona gözükmeden giriş kapısından içeri girip, Aftiel'in odasına doğru yürümeye başladım. Aftiel'in odasının kapısının önüne çoktan varmıştım bile. Fakat kapının kulpunu çeviremeden sekreter kız bana dönüp,
-: Ah, merhaba Bay Lufian. Aftiel Bey şu anda bir yakını ile görüşüyor. Sizi biraz bekleteceğim.
Der demez onu başımla onaylayıp, beklemeye başladım. Fakat bir yandan da ''Hadi lanet odası, tek hücreli kişi, bir an önce çık artık'' Diye serzenişlerde bulunup, ayaklarımı sallıyordum. Sekreter kızın telefonu çalar, çalmaz başımı oraya çevirdim ve sekreter kız Aftiel'in odasına girdi. ''Hah, şimdi çıkacak herhalde'' Diye düşünüp, başımı o tarafa doğru sabitledim. Fakat çıkan kişi Sekreter kız olmuştu ve çıkarken kapının kapısını tam kapatamamıştı. ''İşte bana fırsat'' Diye düşünüp içeri girmeye çalışırken duyduğum konuşmalar ile donakaldım.
D: Aftiel? Senin derdin ne? Neden Lufian'ın etrafındasın.
A: Demek fark ettin Daemon, gözünden de hiçbir şey kaçmıyor doğrusu?
D: Sorumun cevabını alamadım.
A: Bende cevap vermek zorunda olduğumu anımsamadım.
D: Kes şunu ve bana bir cevap ver.
A: Sebep?
D: Çalışanımın etrafındasın ve bu durum benim hoşuma gitmiyor.
A: Hmm, demek öyle. Fakat bilmediğin bir şey var Daemon. Ben onun etrafında değilim. O benim etrafımda. Hatta şu anda bile benim yanıma gelmek için can atıyor. Bana ait olan her şey onu bana çekiyor. Sesim, görünüşüm, kokum. Kim bilir? Belki de çoktan buraya gelmiştir. Lufian daima peşimde olacak Daemon. Ben istesem de, istemesem de.
D: İstiyor musun peki?
A: Elbette. Onun bu çaresiz halleri hoşuma gidiyor. Kimin gitmez ki?
D: Yani ona aşık olduğun için değil?
A: Aşık olmak mı? Ona mı? Saçmalama lütfen. Homo değilim ben. Sadece onunla eğleniyorum hepsi bu.
Sadece onunla eğleniyorum, sadece onunla eğleniyorum, sadece onunla eğleniyorum hepsi bu.
Son sözleri çoktan zihnimi işgal etmiş, düşünme kabiliyetimi yitirmişti. Silkelenip, kendime (artık ne kadar gelebildiysem) geldim. Kapıyı olan gücümle açıp, yapabildiğim tek şeyi yaptım.
Gözlerinin içine baktım.
Cam mavisi olan gözlerine
Hiçbir şey hissetmeyen ve sadece kendisine bakan kişiyi yansıtan gözlerine
Alacakaranlık Meleği mi? Hadi oradan. Asıl şeytanın ta kendisi olan gözlerine.
BİR DİĞER BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE. HOŞÇA KALIN <3