Sağ taraftaki multimedia bölümüne eklediğim youtube videosunu yanında dinleyebilirsiniz.
Kanımın damarlarında donduğuna yemin edebilirdim. Kalbim atmayı bırakmıştı. Vücudum tüm fonksiyonlarını kaybetmişti. Söylediği söz kafamda milyonlarca kez yankılanıyordu. Cedric de bu işin içinde. CEDRIC. De. Bu. İşin. İçinde. Sonunda kendime geldiğimde gülümseyerek Fifi’ye doğru baktım. Artık öylesine hissizleşmiştim ki, hiçbir şey hissetmiyordum. Adeta hislerim kısa devre yapmıştı. Bu kadarı, fazlaydı. Cedric deli gibi güvendiğim bir insandı. Evine gitmiştim. Bize gelmişti. Annesiyle tanışmıştım. Kardeşiyle. Babasıyla fotoğraflarını görmüştüm. Kötü imajının altındaki iyi çocuğu görmüştüm. Emindim. Bana zarar vermeyeceğine deli gibi emindim. Ancak anlaşılan hata yapmıştım. Kesinlikle kocaman bir hata yapmıştım ve şimdi tüm çıkış yolları kapanmış gibi hissediyordum. O an için kimseye güvenmemem gerektiğini anlamıştım. O kadar delirmiştim ki, Ronald’a bile güvenemezmişim gibi hissediyordum. Hatta anneme bile güvenemezmişim gibiydi. Belki de en başından iyi rolü yapmalarına rağmen hepsi tek bir isimsizdi. Belki de Max de bu işin içindeydi. Etrafımdaki herkes durduk yere benden nefret etmeye başlamışlardı. Belki ben kötü bir insandım. Evet. Bundan başka bir açıklama olamazdı. Herkes kötülüğümü istiyordu ve belki de tüm sorun bendeydi. Belki de ölmem gerekiyordu. Belki bana yapacakları her şeye izin vermeliydim.
“Madison!” Sonunda en başından beri yankılanan sesi yeni fark ettim. Bununla beraber yere çökmüş olduğumu da yeni fark etmiştim. Kafamı kaldırdım. Ronald yanıma çökmüş, ellerimi ellerinin arasına almıştı ve suratıma endişeyle bakıyordu. Fifi de hemen arkasındaydı ve surat ifadesi Ronald’ınkinden farksızdı. Yanağıma çarpan rüzgâr ağladığımı yeni fark ettirmişti. Kafayı yiyor olmalıydım. Kesinlikle deliriyordum. Artık ne yapacağımı bilemez durumdaydım. Yaşama sevincimi gerçekten de kaybetmiştim.
Ronald yavaşça ayağa kalktı ve Fifi’ye döndü. Ona doğru baktım. Görüşüm bulanıktı ve bunun sebebini tam olarak bilmiyordum. Gözlerimdeki gözyaşları olabilirdi. Ölüyor bile olabilirdim. Açıkçası bu umurumda bile değildi.
“Özür dilerim, birden söylemek istememiştim. Sadece bir anda aklıma geldi.” Fifi’nin sesi bir yerden yankılanıyordu. Gözlerimi kapattığım için iyice algısızlaşmıştım.
“Nereden biliyorsun bunu?” diye fısıldadı Ronald. Sanırım.
“Cedric de onlarla görüşüyordu. Ve arada Cedric’in lafı da geçmişti. Onun işi halledip halletmediği hakkında falan konuşuyorlardı.” Bu duyduğum şeyler yavaş yavaş hissetmeme sebep olmuştu. Veya en başından beri hissettiğim şeylerin farkına varmama. Kalbim atıyordu. En başından beri atıyordu ancak kesinlikle milyonlarca parçaya ayrılmıştı. Ve bu içimdeki tüm organlara batıyor olmalıydı. Hissettiğim acı o kadar derindi ki. Fiziksel olarak bile, her nefes alış verişimde canım yanıyordu. Ben gerçekten yorulmuştum. Bu kadarı çoktu. Sırtımı yasladığım insanların en başından beri kaçtığım kişiler olması çoktu. Ki son günlerde kendimi Cedric’e fazlasıyla açmıştım. Yanında ağlamıştım. Onun için kendimi kötü hissetmiştim. Ona acımıştım. Ben… Onu… Öpmüştüm.
“Bunun…” Kurumuş dudaklarımdan çıkan sözler üzerine Ronald ve Fifi hızla bana döndü. Derin bir nefes aldım. “Bunun hesabını sormam gerekiyor.” Ağladığım için sesim titrek ve boğuk çıkmıştı. Yutkundum ve gücümü toparlamaya çalışıp ayağa kalktım. Kesinlikle iyi hissetmiyordum. Başım hafiften dönüyordu. Yine de derin birkaç nefes ile daha iyi hissedebilmiştim. Tabii sadece fiziksel olarak…
“Hayır,” dedi Ronald.
Kafamı yan eğip ona doğru baktım. Neden inkâr ediyordu? Şuan en yapılması gereken şey buydu. Gidip Cedric’in suratına haykırmak. Ağlamak. Bağırmak. Ona vurmak. Ona güvenmeme izin verdiği için ona ne kadar kızgın olduğumu göstermem gerekiyordu. Ne kadar incindiğimi görmesi gerekiyordu.
“Şuan gidip ona bunu söylediğinde inkâr edecektir. Düzgünce konuşup, bir şeyleri düşünüp, mantıklı hareket etmeliyiz. Duygularını şuan işin içine katamazsın Madison.” Ellerimi tuttu ve ikna olmam için gözlerini gözlerime sabitledi. “Bana güvenmelisin.” Güldüm. Ona güvenmeli miydim? Aslında şuan kimseye güvenemezdim. Korkuyordum. İnsanlara güvenmekten korkuyordum.
“Benim…” dedim ve ellerimi geri çektim. “Benim biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Bir şey söylemesine izin vermeden denize doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Artık kafamı deniz de dağıtamıyordu. Yıkılmıştım. Tüm bunları neden hak ettiğimi anlayamıyordum? Cedric’i üzecek ne yapmıştım? Benden bu kadar nefret etmesine sebep olacak ne yapmıştım? Açıkçası, Josh ve Emy’ye ne yaptığımı da bilmiyordum. Sorun neydi? Popüler olmaya başladıkça onların kinle dolmasına mı sebep olmuştum? Fakat niye? Tüm bunlar aptal bir ergence istek yüzünden gerçekleşmişti. Popülerlik… Şimdi, her şeyi yapabilirdim. Tekrar o berbat hayatıma dönmek için her şeyi yapabilirdim. Kimsenin benimle uğraşmadığı zamana... Kimsenin umurunda olmadığım, silik ve görünmez olduğum ancak en azından her günümün korkuyla geçmediği zamana dönmeyi istiyordum. Bunları düşündükçe daha berbat oluyordum. Keşke sözcüğü canımı yakıyordu. Keşke hayatımdan memnun olsaydım. Keşke popüler olmayı umursamasaydım. Keşke o gün o ceketi giymeseydim. Keşke o maile hiç cevap vermeseydim.
Ayağa kalktım ve suya doğru ilerledim. Ilıktı. Tüm yüklerimin denizin dibinde kaybolmasını diledim. Acılarımın iyileşmesini… Ancak olmuyordu. Bunlar iyileşebilir gibi değildi. İzleri gitmiyordu. Aksine sürekli birileri yaramı deşiyordu. Kanamasından zevk alıyorlardı. Ağlamaya başladım. Yapamıyordum. Gerçekten. Şuan ne kadar doğru düşündüğümü bilmiyordum fakat mutlu değildim. Adımlarımı hızlandırdım ve yürümeye devam ettim. Su yavaşça çenemden yükseldi. Burnuma geldiğinde yüzmüyor, öylece duruyordum. Birkaç adım daha attım ve gözlerimi kapattım. En iyisi buydu. Gerçekten. Kurtulabilmek için tek yolum buydu. Gözlerimi sıkıca kapattım. Nefesimi tuttukça bilincim zayıflıyordu ve tam o sırada bir el kolumdan tutup beni kıyıya sürükledi.
“Madison! Delirdin mi sen!” Ronald’ın sesi titriyordu. Gözlerimi açıp ona doğru baktım. Ağlıyordu. Ancak birkaç gözyaşı ile yumuşak bir ağlama değildi. Hüngür hüngür ağlıyor, bir yandan bana bağırıyordu. “Bunu nasıl aklından geçirirsin? Delirdin mi sen? Söyle bana? Delirdin mi?” Sorduğu soruların hiçbirisine cevap istemiyordu. Ona doğru hareketsizce bakıyordum. Sakinleştiğinde beni doğrulttu ve ifadesiz suratımı avuçlarının içine alıp suratını yaklaştırdı. Nefesi nefesime karışıyordu. Fısıldadı. “Nasıl seni seven insanları bırakmayı düşünebilirsin? Nasıl beni bırakmayı düşünebilirsin? Bu o kadar da zor değil Madison. Bu üstesinden gelemeyeceğimiz bir şey değil.” Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı ve beni öptü. Sanki bu beynimin durmasına, saçmalamama sebep olan tüm parazitleri ortadan kaldırmıştı. Bu kendim gibi hissetmemi sağlamıştı. O kadar da güçsüz olmadığımı hissettirmişti. Dudaklarını geri çektikten sonra “İşte,” dedi. “İşte hissettiğin bu şey aşk,” dedi. “Güven. Huzur. Mutluluk.” Birkaç saniye durdu ve devam etti. “Bunları hissettiğini biliyorum çünkü benim hissettiklerim bunlar. Biliyorum sen de hissediyorsun Madison. Yanında olduğumu biliyorsun. Sen kolaya kaçacak bir kız değilsin. Sen güçlü bir kızsın. Bu kadar çabuk yılamazsın.”
“Ronald,” dedim yavaşça. “Ne yaptım ben?” Kaşlarımı çattım. “Ciddiyim, ben ciddiyim ne düşünüyordum bilmiyordum. Özür dilerim gerçekten özür dilerim mantıklı düşünemiyordum sanki delirmiş gibiydim. Sanki her şey üzerime geliyordu ve…” Sözümü kesti. Bunu dudaklarımızı tekrar birleştirerek yapmıştı.
“Kendine gelmene sevindim.”
Uzun bir süre susmuş, öylece ileriye bakarak oturmuştuk. Sonunda sessizliği ben bozdum. “Şimdi ne olacak?”
“Bir fikrim var. Bu pek hoşuma gitmese de…” Derin bir nefes aldı. “Ayrıymışız gibi davranmaya devam edeceğiz.”
“Ne?” Bu da ne demek oluyordu?
“Cedric’e âşık gibi davranman gerekiyor.”
“Ne?” Bu kez bu bir sorudan çok, bir tepkiydi. “Asla böyle bir şeyi yapmam hayır o bana yalan söyleyip beni kandırdı ve…”
“Sakin ol Madison. Bu sadece planın bir parçası, ona oyun oynamamız gerekiyor. Onun dilinden konuşacağız. Şimdi sıra bize geçti.”
Huzursuzca kafamla onayladım.
“Cedric’in sana iyice yakın olmasını sağlayacaksın. Biliyorum buna katlanmak zor olacak, senin için olduğu gibi benim için de. Fakat bu onun bir açığını yakalamamızı sağlayabilir. Yapmamız gerekiyor. Sonunda rahat edebileceğiz.” Kolunu omzuma attı ve başıma bir öpücük kondurdu. “Haydi, geri dönelim. Yokluğun onu rahatsız edebilir. Bizi beraber görmesin.”
“Tamam, ben gidiyorum. Sen birkaç dakika sonra gel,” dedim kaşlarımı çatıp. Bu işten hiç hoşnut değildim. Dudaklarımı tekrar onunkine götürüp veda öpücüğünü verdim ve kamp alanına döndüm.
“Madison!” Cedric beni görünce yanıma doğru koştu. Onu görünce yine o acıyı hissetmiştim.
“Evet?”
“Neden tuhaf davranıyorsun?”
“Şey ben…” Kaşlarımı kaldırıp ona doğru baktım. Yalan söylemeyi beceremiyordum. Nedense ona karşı olmuyordu.
“Ah, akşamki sözlerimden dolayı değil mi?” Onunla tartışmış olduğumuz tamamen aklımdan çıkmıştı. Bir şey söylemeden suratına doğru baktım. “Özür dilerim. Gerçekten. Sadece benim de sinirlerim bozulmuştu ve haksız yere sana yüklendim.”
O sırada arkadan gelen Ronald’ı gördüm ve ona doğru baktım. Gözlerini bize sabitlemişti. Mutlu olmadığını görebiliyordum. Fakat yapmam gereken bir rol vardı ve boğazımı temizleyip gözlerimi geri Cedric’e çevirdim. “Hayır, sorun değil,” dedim gülümseyip.
“Aramız iyi değil mi?”
“Kesinlikle,” dedim gülümseyerek. Sonra bunun fazla yapmacık olduğundan korkup hızla “Benim çok uykum var, gidip yatacağım,” diye ekledim.
“Tamam, ben de geliyorum.” Sonra onunla aynı çadırda kaldığımız aklıma gelmişti. Onun isimsiz olduğunu düşünürsek bu korkutucuydu ancak Katrina da bizimle kalacağı için biraz teselli olabiliyordum.
“Bekle,” dedim çadırın yanına geldiğimizde. “Önce üzerimi değiştirmeliyim.”
“Sanki seni daha önce görmemişim gibi…” Gözlerimi büyütüp ona doğru baktım ve sonra içimdeki kendine aşık et butonunu harekete geçirip güldüm.
Gözlerimi kıstım ve “Kötü çocuk,” dedim. “Burada bekle.” Çadırın içine girdiğimde midem bulanmıştı. Kötü çocuk mu? Tanrım. Bu işte kesinlikle berbattım. Kesinlikle daha fazla çaba göstermem gerekiyordu. Hızla rahat şortumu ve t-shirtümü giyip çadırı açtım. “Gelebilirsin.”
Tulumlarımızın içine girdiğimizde “Katrina nerede?” diye sordum. Her ne kadar sanki o anda aklıma gelmiş gibi davransam da en başından beri bunu düşünüyordum.
“Anlaşılan başka bir çadırda işi var.” Pis bir şekilde sırıttı.
Ah, harika, diye düşündüm. “O senin kardeşin.” Suratımı istemeden büzmüştüm.
Gülümsedi. “Dalga geçiyorum Madison. Sabaha karşı gelecektir. Arkadaşlarıyla iyi vakit geçiriyor.”
“Ah,” dedim. “Peki.”
“İyi değil gibisin? Bir sorun mu var?” Cedric şüphelenmişti. Bu kesinlikle iyiye işaret değildi.
“Ne? Hayır. Sadece tuvaletim olduğu yeni aklıma geldi,” dedim hızla.
Güldü. “Gidip yapabilirsin.”
“Evet, öyle yapacağım.” Hızla çadırdan çıktım. Ronald ileride oturuyordu. Beni görünce ayağa kalkıp bana doğru baktı. Kafamla ormanı işaret edip ilerledim. Birkaç dakika sonra yanıma geldi.
“Sorun ne?”
Endişeyle “Ben, yapamıyorum,” dedim. “Anlıyor. Hissediyor.”
Elimi tuttu. “Yapabilirsin Madison. Yapman gerekiyor.”
“Başka bir yolu yok mu? Başka bir şekilde onu haklayamaz mıyız?”
Gülümsedi. “Sevgilim,” dedi yumuşakça. Sevgilim... Bu tüm endişelerimi yok etmeye yetmişti bile. “Onun zayıf noktası sensin. Sana duyduğu bir ilgi var. Bunu kullanabiliriz.”
“Nasıl becereceğim peki?”
“Öp onu.”
“Ne?” Duyduğum şeyi idrak edememiştim. “Sen ciddi misin?”
Yutkundu. “Evet.” Ağzımı açacağım sırada “Biliyorum,” diye ekledi. “Biliyorum bu ayrılma sebebimizdi ancak şuan durum tamamen farklı. Zaman kaybedemeyiz. Buna ne sen dayanabilirsin, ne ben. Ne de Cedric tatmin olabilir. Çünkü anlayacaktır. O zeki birisi. Bu işin içindeki herkes fazlasıyla zeki ve bunun farkındayız. Elimizdeki kozları hızlı ve bol bir şekilde kullanmak zorundayız. Git, onu öp ve pişman olmadığını söyle. Aşkını körüklemesini sağla.”
“Ama ben…”
“Senin hiçbir şey hissetmeyeceğini biliyorum. Onun ne kadar aşağılık bir insan olduğunu ikimiz de çok iyi biliyoruz.” Gözlerini kapattı. “Ona güvenmiyorum.” Geri açtığında acıyla ve nefretle dolduklarını görebiliyordum. “Ona dokunacak oluşunun düşüncesi dahi beni çıldırtıyor ancak biraz riske girmeliyiz. Anladığını fark ederse, kötü sonuçlar doğabilir Madison.”
Bir süre ona doğru bakıp söylediklerini tarttım. Doğru söylüyordu. “Peki,” dedim.
“Şimdi gitmelisin.”
Sıkıca Ronald’a sarıldım. Bana güç verdiği için fazlasıyla şanslıydım. Yanımda olduğu için şanslıydım. Kollarından sıyrılıp ilerlerken arkamdan seslendi. Geri döndüm.
“Fazla tutkulu öpme olur mu?”
Gülümsedim. “Senden başka kimseyi tutkuyla öpemem.” Sonra dönüp çadıra ilerledim ve kendime içimden hızlı bir güven konuşması yapıp içeriye girdim. Uyumuş olmasını diliyordum fakat içeri girince kıpırdanıp gözlerini açtı.
“Hey, nasıl gitti?”
Gülümsedim. “Mükemmel.” Tuluma girdim. Yan dönmüş, bana bakar şekilde duruyordu. Önce arkama dönmeyi düşünsem de sonra Ronald’ın söylediklerini hatırladım ve ona doğru döndüm. Fazla yakındık. Bu korkunçtu. Ürküyordum.
“Her şeyi yoluna sokacağız. Hissediyorum,” dedi. Bu kadar iyi yalan söyleyebiliyor olmasına inanamıyordum. Sanki bu işin içinde değilmiş gibi davranmayı o kadar iyi başarıyordu ki bu ondan daha çok korkmama sebep oluyordu. Çok korkunç birisiydi. Mükemmel rol yapıyordu ve bu hiç işime gelmiyordu.
“Seninleyken ben de bunu hissedebiliyorum,” diye yalan söyledim. Açıkçası tek hissettiğim şey mide bulantısı ve korkuydu. Belki biraz da acı. Belki de fazlasıyla. Hayal kırıklığı. Pişmanlık. Üzüntü. Özlem.
Elini saçımda dolaştırmaya başladı. Tüylerim diken diken olmuştu ancak bunu anlamaması için elimden geleni yapıyordum. Göz göze baktığımız için bu fazlasıyla zordu ve bu durumdan kaçabilmem için yapmam gerekeni yaptım. Dudaklarımı onun dudaklarına yaklaştırdım. Öpüşüme hızla karşılık verdi. Sanki bunu deliler gibi bekliyormuş gibiydi. Ronald haklıydı. Tüm bu kötülüklerine rağmen, beni arzuladığına emindim. Belki de bana olan hisleri onu böyle psikopat bir insan haline getirmişti? Belki de… Hani belki de psikopatlığını yok etmesini sağlayacak olan şey bu hisleriydi? Onun öpüşü aklıma bir öncekini getiriyordu ve bu Cedric’in kötü birisi olmadığını düşünmek istememe sebep oluyordu. Fakat hayır, hiçbir şekilde kurtarmıyordu. Sonunda bitmesini deliler gibi dilediğim öpüşme sone erdiğinde kafasını geriye çekti ve gözlerini gözlerime tekrar sabitledi. Bu kez bakışları korkudan ibaretti. Pişman olup olmadığımı görmek istiyordu. Hafifçe gülümseyerek ona baktım. Gülümsediğimi görünce kaşlarını kaldırıp o da gülümsedi. Sonra gözlerimi kapattım ve “Uykum geldi,” dedim.
Yumuşakça “İyi geceler,” dedi.
Sonra arkamı döndüm ve elimi ağzıma götürüp ağlamamı bastırmaya çalıştım. Yine de gözlerimden akan yaşları tutamamıştım. Sakince dökülüyorlardı. Ağlıyor olma sebebimden tam emin değildim. Kendimi yalancı hissettiğim ve oynamayı istemediğim bir oyunu oynadığım için miydi? Yoksa Cedric’e olan güvenim yıkıldığı, onun sandığım kişi olmadığını fark etmem hâlâ acı veriyor olduğu için miydi? Bilemiyordum. Ancak bildiğim tek bir şey vardı ki bu oyunun bir an önce bitmesine ihtiyacım vardı. Ve sona yaklaştığımızı hissediyordum.
Yeni bölüm haftaya gelecek.