Yıllar Yıllar Önce...
Nur hatun eteklerini tutarak çıktı haremin mermer merdivenlerini. Gecenin yarısı olmak üzereydi, bütün sarayda ses seda yoktu. Loş koridorun sonunda kahverengi bir kapı vardı. Hemen tıklattı ve içeriden gelen komuta göre içeri girdi. Zeyneb Asime Sultan, altın rengi desenli divanınada lacivert geceliği ile oturuyordu. Geceden kara kalın bukleleri omuzlarından aşağı doğru süzülürken bir elini divanın minderine koydu ve kapının ağzındaki nefes nefese olan hatuna baktı. Gülbahar da tam onun yanında oturuyor, bir eliyle de önündeki beşiği sallıyordu.
"Ne havadis getirdin hatun, nefes nefesesin?"
"Sultanım..." dedi Nur hatun göğsünü tutarak. "Hünkarımız..." nefesini düzenledi. "Hünkarımız halvetteymiş."
Gülbahar fal taşı gibi açılmış gözlerini önce Nur'a ardından endişeyle Zeyneb'e dikti. Zeyneb ise şaşkınlığını korumak ister gibi derince bir nefes aldı. "Sen Selim'i al ve odasına yatır Gülbahar. Sen de gel bi soluklan, anlat olanı biteni hatun."
İkisi de onlara denileni yaptı. Gülbahar bir aylık şehzadeyi yavaşça kucağına aldı ve odasına götürdü, Nur ise hızlı adımlarla divanın önündeki minderlerden birine kurulmuştu bile. Biraz sonra Gülbahar da yanlarına geldi ve minderlerden birine oturdu.
Nur hatun hararetli bir şekilde başladı anlatmaya. "Haremden duydum," dedi. "Bu gece halvet var dediler."
Zeyneb düşünceli bakışlarını karşıya sabitledi. Kösem Sultan, Zeyneb'in yegâne destekçisiydi. O olmasa Zeyneb şuan bu odada, bu divanda oturamazdı. En başında Murâd Aypare'yi unutsun diye Zeyneb'i göndermişti halvete. Sonra yine göndermişti ve yine göndermişti. Bir süre sonra Murâd gözde hatunu yerine Zeyneb'i çağırmaya başlamıştı odasına. Çok geçmeden Zeyneb gebe kalmış, Kösem de Aypare'yi uzaklaştırmıştı saraydan. O gün bu gündür Kösem Sultan Zeyneb'in tarafındaydı.
Nasıl buna engel olmaz? diye düşündü Zeyneb. Valide Sultan istese, bir yolunu bulur halveti engellerdi.
"Kim göndermiş ki hatunu halvete? Kösem Sultan mani olamamış mı?" diyerek lafa daldı Gülbahar.
"Asıl düğüm burası Gülbahar hatun." dedi endişeyle Nur. "Halveti Kösem Sultan istemiş, o göndermiş hatunu."
Zeyneb beyninden vurulmuşa döndü âdeta. Bu nasıl olabilirdi ki? "Ne demek o Nur? Yok, olmaz öyle birşey. Kösem Sultan evvela benim arkamdadır."
"Valla ben öyle duydum Sultanım. Haremdeki kızlar gülüşüp kıkırdıyorlardı. Hepsi de sizi konuşuyordu."
"Susturamadın mı hatun?" diye çıkıştı Gülbahar.
"Susturdum tabii, susturmaz olur muyum! Bana bakın hatunlar dedim, hakkında atıp tuttuğunuz veliaht annesi Zeyneb Asime Sultan dedim..."
Zeyneb elini havaya kaldırarak susmasını işaret edince Nur aniden kesti sesini. "Şimdi de beni mi alıyor karşısına?" dedi buz gibi yeşil gözlerini odanın diğer ucunda yanan ateşe sabitleyerek. "Amacı benden de mi kurtulmak?"
"Sen Aypare'nin yıllardır çabalayıp yapamadığını yaptın." dedi Gülbahar sırtını dikleştirerek. "Veliaht şehzadeyi doğurdun. Kim sana zarar verebilir?"
"Başka bir hatundan doğma şehzade bana zarar verebilir." dedi Zeyneb sinirli bir ses tonuyla. "Ve Kösem Sultan da o hatunu kolayca has odaya sokabilir."
Nur tedirgin bakışlarını bir Zeyneb'e bir Gülbahar'a kaydırdı. "Sultanım, ya hatun gebe kalırsa?"
"Kalmayacak." dedi Zeyneb kararlı bir şekilde. "Kalmamalı."
O gece zehir oldu Zeyneb'e. Sabaha kadar uyumadı. Uyuyamıyordu. Ne zaman gözünü kapatsa Murâd'ı başka hatunlarla görüyordu. Zeyneb'in gözünün önünde öpüşüyor, sarılıyor, gülüşüyorlardı. Yatakta bir sağa bir sola dönüp durdu. Nihayet güneş doğunca da hazırlanıp koşar adımlarla Kösem Sultan'ın odasının yolunu tuttu. Sinirliydi. Güvendiği kişi nasıl ona bu kadar çabuk arkasını dönebilirdi ki? Zeyneb'in ve şehzadesi Selim'in hayatını tehlikeye atacağını bile bile nasıl has odaya hatun gönderebilirdi? Başka bir hatundan doğacak şehzade, kesinlikle Selim'in rakibi demekti. Zamanında Fatih Sultan Mehmet'in kanun-i âli osmaniye'de hazırlattığı kanunu hatırlayınca tüyleri diken diken oldu Zeyneb'in;"Kardeş katli vaciptir"
Bunları düşününce kalbinin hızlandığını hissetti. Sakin olmalıydı. Mantıklı bir açıklaması olmalı diyerek sakinleştirmeye çalıştı kendini Kösem Sultan'ın odasının kapısına gelince. Kapıdaki hatunlara haber vermelerini söyleyince bir tanesi kapıyı tıklattı ve içeri girdi. Bir şeyler gevelediğini duydu Zeyneb. Ardından Kösem Sultan'ın sesi duyuldu. Gelmesini söylemişti. Ama haber veren hatun odadan çıkarken arkasından birkaç hatun daha çıktı. Anlaşılan Kösem Sultan durumu anlamış ve odadaki herkesin çıkmasını söylemişti.
Zeyneb odaya girmek için bir adım atacakken son bir hatun daha çıktı kapıdan. Bu diğerlerinden farklıydı. Açık kahverengi saçlarını bir eliyle nazikçe omuzunun arkasına atarken salına salına çıkıyordu odadan. Zeyneb'in önünde hafifçe eğilerek aksanlı bir şekilde "Sultanım.." dedi. Yan gözle bakıp kurnazca gülümsedi ve yoluna devam etti. Zeyneb anlamıştı. Demek hatun buydu. Tahminen on yedisindeydi. Zeyneb derin bir nefes alarak tekrar etti içinden. Sakin olmalıydı.
Kapıdan içeri adımını attı ve Kösem Sultan'ın oturduğu divanına tam önünde durdu. Zarif ellerini yeşil kaftanının önünde birleştirerek selam verdi ve hafifçe doğruldu. Kösem Sultan bütün haşmetiyle karşısında duruyordu. Siyaha yakın kaftanının rengi odanın kapalı atmosferi ile uyum içerisinde gibiydi. Tam yanında yere serpilmiş beyaz bir çarşaf vardı. Ortası ise kırmızı lekeliydi. Zeyneb damarlarındaki öfkeyi olabildiğince bastırıyordu. Bu çarşaf, halvet oldu demekti ve içinden bir ses Kösem Sultan'ın kasten yere serdiğinden şüpheleniyordu.
"Dün gece halvete giden hatunu sizin gönderdiğinizi işittim." diyerek lafı açtı Zeyneb. Cevap beklediği çok açıktı.
"Ne o, oğlumun odasına hatun göndermeden evvel senden mi izin alacağım?" dedi Kösem alaycı bir ses tonuyla. "Ya da oğlum koynuna hatun almadan evvel sana mı soracak?"
Zeyneb'in tek kelime dahi etmesine müsade etmeden sözüne devam etti Kösem. "Hanedanımızın devamlılığını sağlaması gerek hatun. Haremdeki her kadın, has odaya giren tek kadın olmak ister. Amma ve lakin, bu imkansızdır. Gerçi sen daha iyi bilirsin bu konuyu. Zira senden önceki kadının yerini aldın. Sanma ki başkası da senin yerini alamayacak. Bu sarayda işler öyle yürümez."
Zeyneb burnundan soluyordu şimdi. Birleştirdiği ellerini öyle sert sıkıyordu ki, kendine hakim olması gerektiğini hatırlattı kendi beyninde. Biraz sonra ağzını açtı ve sadece tek bir cümle söyledi. "Ben Aypare değilim, Sultanım."
Ardından hızlı bir şekilde yeniden eğildi ve arkasına dahi bakmadan çıktı odadan. Kendi odasına vardığında sinirden her şeyi devirmek istedi. Odadaki herkesi çıkardı. Sadece Gülbahar ve kucağındaki Selim kalmıştı. Zeyneb dişlerini daha fazla sıkmaya dayanamadı. "Bana düşman olmuş!" dedi sessiz hıçkırıklarının arasından. "Daha geçen gün hareme beni savunan kadın bugün bana düşman olmuş!"
Gülbahar aceleyle Selim'i beşiğine koydu ve Zeyneb'in yanına oturdu. "Ne dedi?"
"Senden mi izin alacaktım dedi, herkes tek kadın olmak ister gerçi sen daha iyi bilirsin dedi..." Zeyneb daha fazla devam edemeyerek hıçkırıklara boğuldu. Gözlerinden deli gibi yaşlar akıyordu. Uzun bir süreden sonra bu kadar çaresiz hissetmemişti. Sinirleri öyle bozulmuştu ki, Kösem Sultan'dan başka kime güvenecekti bu sarayda? En büyük destekçisini kaybetmiş, kuvvetli bir düşman edinmişti şimdi ve tamamen çaresiz hissediyordu.
Gülbahar dostuna sarılıp onun başını kendi omuzuna yerleştirdi. Zeyneb ağlarken Gülbahar onun saçlarını okşayıp sakinleştirmeye çalıştı. "Sıkma canını bu kadar, bak beşikte bebeğin var senin. Selim'i düşün. Annesini ağlarken görünce nasıl da üzülüyor sabi. N'olur toparla kendini."
Zeyneb başını kaldırıp gözyaşlarını sildi. İçin için ağlamaya devam etse de derin bir nefes aldı yavaşça. "O hatundan kurtulmalıyız." dedi öfkeyle. "Neler yapabileceğimi görsün Kösem Sultan."
Ertesi gece Zeyneb gölgelerin arasından süzülerek hekim kadının yanına gitti. Bütün saray uyuyordu. Zavallı yaşlı kadın boğazında hissettiği hançerini soğukluğu ile ürperip uyanınca, karşısında Zeyneb Asime Sultan'ı gördü. Boğazına hançer tutan hatun ise Gülbahar'dan başkası değildi. "Senden bir arzum var hekim hatun." dedi Zeyneb soğuk bakışlarını onun gözlerine sabitleyerek. "Ve yapmazsan denizin dibini boylarsın, bilesin."
Güneş bütün güzelliği ile doğarken Dördüncü Murâd'ın yeni gözdesi gözdeler katına taşındı. Olan biteni izlemek için Nur hatun da oradaydı. Yeni gözde cilveli ve şımarık harekerlerle ağalara eşyaları düzgün koymasını söylüyor, arada sırada da aynanın karşısında kendine bakıp gülüyordu. Zeyneb'in kollarından biri olan Nur hatunu da orada görünce sataşmadan edemedi. "Ay canım da ne çekti biliyor musunuz kızlar, şöyle sulu sulu bir armut." dedi yanında oturan bir grup kıza dönerek. Ardından Nur hatuna döndü. "Ay aşeriyorum kız valla. Gebe miyim neyim?"
Haremdeki kızlar göndermeyi anında anlamıştı. Şimdi bütün bakışlar Nur hatundaydı. Nur hatun bir kahkaha patlattı haremin ortasında. "Gebe olmak marifet olsaydı, önüne gelen havalanırdı hatuncuk. Marifet göbeğine dokunup aşermek değil, o göbeğin içinde bir şehzade taşımak. Ve kim bunu hakkıyla yerine getirdi hepimiz de biliyoruz."
Etraftan bir kıkırdama sesi yükseldi. Karşı divanda oturan hatun tek kelime dahi edememişti şimdi. Nur hatun aynı kahkahayı bir kere de atarak usulca kalktı divandan. Ardından yanda oturan kızlardan birine uzunca bir süre baktıktan sonra yukarı kata çıktı. Baktığı kız çoktan anlamıştı görevini.
O akşam Kösem Sultan şerbetinden bir yudum daha aldıktan sonra "Nerede şu yeni gözdemiz, çağırında bir yüzünü görüp halini soralım." dedi. Çok geçmeden hatun çağırıldı. Salına salına girdi odaya ve eğildi. Kösem Sultan tam kıza yeni odası hakkında soru soracakken bileğindeki bezi gördü. "Hayırdır hatun, ne olur bileğine?"
"Odaya yerleşirken haremdeki kızlardan biri tabak düşürdü sultanım. Toplayayım derken kestim yanlışlıkla. Hekim hatun baktı, merhem sürdü merak etmeyin."
"Âlaa." dedi Kösem tatmin olmuş bir şekilde. Ardından kızı yanına çağırıp minderlerden birine oturtturdu. Amacı, hatunu yine halvete göndermekti tabii ki de.
Bir hafta sonra, cariyelerden biri gelip Kösem Sultan'ın bu akşam odasında eğlence tertip ettiğini haber verdi Zeyneb Asime'ye. Valide Sultan onun da gelmesini, gelirken de Selim'i de getirmesini söylemişti. Zeyneb haberi duyunca Gülbahar'a baktı. "Hekim hatunun da dediği gibi, tam bir hafta oldu."
Gülbahar alttan alttan gülümsedi. "Ben şehzademizi hazırlayayım." dedi. "Bu akşam eğlence var."
Nihayet akşam olduğunda Kösem Sultan'ın odasında müzik sesleri ve yemek kokuları geliyordu. Hatunlar dans ve sohbet ediyor, gülüşüyor, eğlencenin tadını çıkarıyorlardı. Kösem ise her zamanki gibi divanında yerini almıştı. Sağ yanına Zeyneb'i sol yanına da Murâd'ın yeni gözdesi olan Dilber hatunu oturtturmuştu.
Zeyneb'in yanında Gülbahar duruyor ve Selim'i tutarak onunla ilgileniyordu. "Kollarına baksana." dedi Selim'i pışpışlarken. "Her yeri yara bere içinde olmuş ama saklıyor herkesten."
Zeyneb de görmüştü kollarını. "Hekim hatunun dediği gibi bulaşıcı değildir inşallah." dedi endişeyle. "Yoksa onu kendi ellerimle boğarım." diye de ekledi bir elini Selim'e atarken.
Kösem neşeyle Selim'i izliyordu. "Maşallah büyümüş şehzademiz."
"Öyle." dedi Zeyneb gülümseyerek. "Babası gibi yiğit olacak benim oğlum."
"Kısmet doğacak öteki şehzadelerimize." dedi Kösem yan gözle Dilber'e bakarken. Son zamanlarda haremde Dilber'in gebe olduğu dedikoduları yayılmıştı. Zeyneb ise planının biran önce işlemesini umarak, hatunun gebe olmaması için dua ediyordu.
Tam o sırada Dilber öksürmeye başladı. Önce zararsız bir gıcıklanma gibi olsa da, birkaç öksürüğün ardından ağzından kan gelmeye başladı. Kösem ve diğer hatunlar bunu görünce ayağa fırlayıp çığlık attılar hemen. Zeyneb ve Gülbahar da kalkmıştı ve Gülbahar -tıpkı daha önce anlaştıkları gibi- Selim'in bunu görmemesi için arkasını dönmüştü.
Dilber hatun boğazını tutarak yere yığıldı en sonunda. Artık nefes almak için çırpınıyordu. Kösem hemen hekim hatunu çağırmalarını emretti. Ama hekim hatun gelene kadar Dilber çoktan ölmüştü bile.
Şimdi bütün gözler Zeyneb'in üzerindeydi. Ve herkesin aklında tek bir düşünce vardı; Zeyneb Asime, Dilber'i zehirlemişti.
Murâd da aynı düşünceye sahip olmalıydı ki, o akşam Zeyneb has odaya çağrıldı. Hiçbirşey belli etmemek için kendini tembihledikten sonra odaya girdi ve karşısında duran heybetli adama doğru yürüdü. İri gölge arkasını döndüğünde gözlerinden âdeta ateş fışkırıyordu. Ve tabii ki odada Kösem de vardı. Bir köşede durmuş sinirle Zeyneb'e bakıyordu. Murâd arkasında birleştirdiği ellerini sıkıyordu. "Ne bu vaziyet Zeyneb! Doğru mu dedikleri?"
"Tabii ki de değil hünkarım."
"Elbette inkar edecek." dedi şöminenin yanında duran Kösem.
Ama Murâd öyle bir kükredi ki. "Sen karışma valide!"
Zeyneb başını dikleştirdi. "Benim size yalan borcum yok validem." ardından Murâd'a döndü. "Ve hareminizde ne laflar edildiğini işittim lakin böyle bir rezilliği asla yapmam."
Murâd tam bir şey söylemek için ağzını açacaktı ki kapı tıklandı. İçeri giren ağa başını hiç kaldırmadan "Emrettiğiniz gibi hekim hatun geldi hünkarım." dedi.
Murâd girmesini söyledikten sonra kara gözlerini Zeyneb'e sabitledi. "Şimdi öğreniriz ne olup bittiğini."
Hekim hatun yaşlılığından dolayı olabildiğince hızlı adımlarla girdi içeri. Başını ve belini öne eğerek selam verdi.
Murâd sabırsız davrandı. "Söyle hatun, ne zaman zehirlenmiş bu hatun?"
Hekim hatun yılların verdiği tecrübeyle yüzünü şaşırmış gibi yaptı. "Ne zehiri hünkarım, hatun zehirlenmemiş ki."
Murâd ve Kösem aynı şaşkın bakışlarla kadına bakakaldılar. Zeyneb'in ise içine su serpildi. Plan olması gerektiği gibi gidiyordu. "Nasıl olur, ayaklarımın dibinde öldü hatun!" diye çıkıştı Kösem.
"Zehirlenmemiş sultanım. Hastaymış hatun. Hem de uzun bir süredir hastaymış. Zavallının bedeni daha fazla dayanamamış.
"Ne hastalığı bu hekim hatun? Kimse önceden fark edemedi mi?"
"Öyle sinsi bir illettir ki bu hünkarım, insanın ruhu duymaz. Ancak ölünce anlarsın."
Murâd bunca zaman hasta bir hatunu koynuna aldığını fark edince istemsizce ürperdi. Ardından hekim hatuna gitme izni vererek bakışlarını Zeyneb'e çevirdi. Az önce ona ne kadar yüklendiğini fark edince de kötü hissetti. Bir çift kırgın yeşil göz ona bakıyordu şimdi. Gitmek için izin istedi ve hafifçe eğilerek çıktı odadan.
Zeyneb odadan çıkar çıkmaz hızla koridorun karanlık tarafına yöneldi ve köşeyi döndü. Biraz ileride hekim hatun onu bekliyordu.
"İşini iyi yaptın hatun. Bu akşam Gülbahar odana uğrayıp ödülünü verecek. Ve unutma, tek bir kelime dahi edersen hiç acımam boğdurturum seni. Sual eden olursa da hastalandı derim."
Kadın anlamıştı. İstemsizce yutkundu ve Zeyneb Asime Sultan önünden geçip giderken eğildi.
Zeyneb kendi odasına girdiğinde elleri ve ayakları boşaldı âdeta. Bir an plan suya düşecek diye ödü kopmuştu. Gülbahar onun geldiğini duyunca Selim'in odasının kapısını kapatıp Zeyneb'in yanına geçti. Zeyneb'in eli titriyordu. "Bir masumun canını aldım Gülbahar." dedi kendini divana bırakırken.
Gülbahar ona buz gibi bir su doldurdu. "Sen yapman gerekeni yaptın."
"Peki bu nereye kadar böyle devam edecek. Karşıma çıkacak her hatunu öldürmem mi gerek?"
"Gerekirse evet. Burada söz konusu olan Selim ve senin istikbalin. İleride Allah korusun, başka hatundan şehzade doğarsa ve hünkarımız vefat ederse ilk kimin boynuna dolayacaklar ipi?"
Zeyneb istemsizce boynunu tuttu. Ardından odasında her şeyden habersiz uyuyan minik Selim'i düşündü.
Gülbahar elini arkadaşının elinin üzerine koydu. "Evladın için, ileride doğacak evlatların için savaşmalısın Zeyneb. Kösem Sultan hünkarımızın koynuna hatun sokmaya çalışacak yine. Ama önemli olan gönlünde ve aklında kimin olduğu."
O anda kapı çaldı ve içeri bir hatun girdi. Elinde küçük bir kutu vardı. "Hünkarımızın size hediyesi Sultanım."
Gülbahar doğrulup kutuyu aldı ve Zeyneb'e verdi. Kıkırdayarak eğildi ve odadan çıktı.
Şimdi odada sadece Zeyneb vardı. Kutuyu yavaşça açtı ve içindeki zümrütlerle süslenmiş inci kolyeye hayranlıkla bakakaldı. İçinde ayrıca küçük bir not vardı. Murâd ünlü şiirlerinden birinin dörtlüğünü yazmıştı. Bunu hemen hatırladı Zeyneb. Murâd'ın ona yazdığı ilk şiirin dörtlüklerinden biriydi bu.
Zeyneb hemen gülümsedi. Kolyeyi aldı ve aynanın karşısına geçerek boynuna tuttu. Kesinlikle nefes kesiciydi. Zeyneb uzun uzun baktı yansımasına. "Gönlünde de, aklında da... Tek ben olmalıyım."