Kükreme'den sonra mağaranın girişine doğru ayak sesleri gelmeye başladı. Her adım sesinde ise benim bedenimde artan bir korku oluşuyordu. Ayak sesleri karanlığın bittiği noktada durdu ve oradan bir çift göz bana bakmaya başladı. Orada ki canlı her ne ise gözlerini gördüğümde dehşete düşmüş ve arkama bile bakmadan kaçmak istemiştim. Ama bedenim buna izin vermiyordu. Oradaki canlının gözlerine gelecek olursak, onun gözlerinin akı tamamen kırmızı, göz bebeği ise insanlarınkinden farkı olarak dikey ve bembeyazdı. Canlı karanlıktan çıktığında ise korkum gitmiş, yerine hayranlık hissi ve acizlik hissini getirmişti.
Çünkü karanlıktan çıkan canlı siyah pullarla kaplı, çok büyük ve heybetli bir ejderhaydı! Uzaktan beni izlerken, beni şaşırtacak bir biçimde konuştu.''Bir insan ile karşılaşmayalı uzun zaman olmuştu!'' Diye akıcı bir biçimde konuştu. Ama benim düşünebildiğim tek şey ''bu ejderha ne kadar güçlü'' olduğuydu. Hayvan konuşabiliyordu! Bunlar sadece efsanelerde değil miydi? Çünkü hayvanların konuşabilmesi için belirli bir seviyeye ulaşmaları gerekiyordu.''Ben düşünürken, ejderha tekrar konuştu. ''Şimdi senin ile ne yapmalıyım? İnsan denen aciz varlık, ne kadar aciz olursa olsun, eti yine de çok tatlı!" Derken dilini dışarı çıkartmış, ağzının kenarlarını yalamıştı. İşte o an giden bütün korkum geri geldi ve dehşet verici bir ifade ile o muhteşem ejderhaya bakmaya başladım. O ise bana şaşkın şaşkın bakıyordu.''Lanet olsun! Sen beni anlayabiliyorsun! Hahahah! Beni anlıyorsun!'' diye bağırıp bana yaklaşmaya başlarken bir daha beni şaşırtarak boyu küçülmeye ve değişmeye başladı.
Dönüşüm bittiğinde ise karşımda açık beyaz tenli, simsiyah saçlı,kırmızı göz akı olan ve normal insanın ki gibi beyaz göz bebeğine sahip biri vardı. 'Şerefsiz, madem insan gibi görünebiliyorsun da ne diye korkutuyorsun el kadar çocuğu!' Diye düşünürken o benim yanıma geldi ve beni kucağına aldı.''Normalde insanları sevmem, dolaylı olarak insan bedenimi de sevmiyorum. Ama şu an gerekli değil mi?'' diye kendi kendine soru sorarken, düşüncelerimi duymuş gibiydi. Yavaş adımlarla Karanlık mağaranın derinliklerine doğru yol almaya başladı. İçeriye girdiğimizde ise her yer kemik kırıntıları , kül ve ölen insanlardan kalma olduğunu düşündüğüm zırh,kılıç yüzük ve kolye gibi şeylerle doluydu. Hatta belirli yerlerde ermiş metal dahi vardı. Adam veya ejderha, her neyse beni bir kayanın üzerine bırakarak, bana baktı ve galiba şu an düşünüyor. Ben mağaraya bakarken, deri ve kürklerden yapılmış baya büyük bir sedir gibi bir şey gördüm. Galiba orada yatıyor. Sonrasında ise mağaranın daha ileri yerlerinde 2 ye ayrıldığını fark etmem çok zaman almadı. Garip bir şekilde dışarıdan Karanlık görünen bu yer, içeriye girdiğinizde yerini loş ışık alan bir yere bırakıyordu kendini. Ben etrafıma bakarken ejderha olan adam konuştu. ''Şimdi senin ile ne yapayım?'' dedi ve sırıttı.
Lanet olsun! Ben neden böyle şeyler yaşıyorum? Gerçekten bu dünya beni sevmiyor.''Peki, sende sıkılmış gibisin. Ama merak etme ben ne yapacağımızı buldum'' dedi ve arkasından güldü. Söylememiş olabilirim ama şimdi söylüyorum. Bu adam veya ejderhadan -her neyse artık- oluk oluk psikopatlık akıyor.
1.2 YIL SONRA
Ben hala yaşıyorum lan! Nasıl olduğunu sorarsanız anlatayım. Ejderha o gün bana ihtiyacı olduğunu söyledi, ve bu zamana kadar bana o baktı. Ailemin yapmadığını, babam olarak gördüğüm hayvan yaptı lan! İşin garip tarafı hayvanın bana bakması değil. İşin asil garip tarafı bana bakarken buradan hiç çıkmaması ve bize yemekleri hep hayvanların getirmesiydi. Bir keresinde süt bile getirmişlerdi. Acaba nasıl getirdiler? Bunu neden yaptıklarını ejderhaya sorduğumda ise ''sonra'' diye geçiştirdi. He bu arada 4 ay önce konuşmaya başlamış,3 ay önce ise yürümeye başlamıştım. Ejderhanın bana verdiği ilk görev ise mağarada bulunan ölü insanların kemik ve küllerini temizlememdi. Ne kadar kolay gözükse de, kolay bir görev değildi. En azından benim küçük bedenime göre. O iş için 1 ay uğraştım. Ondan sonraki 2 hafta ise bir şey yaptırmadı . Şu an ise mağaranın çıkışında oturuyorum. Ama ejderha yine aynısını yaptı.''Hævn buraya gel!'' Bu adamın seslenme ile ilgili sorunu var. Ben yanında olsam da bağırıyor.
Yanına gittiğimde, bu sefer yatmıyor aksine ciddi bir şekilde insan formunda oturuyordu. Ve yine sinirliydi. Neden sinirli olduğunu anlamasam da, insan formuna çok nadir geçtiği için bir şey olduğunu anladım ve hemen karşısına oturdum.'' Evet baba ne oldu?'' diye sordum. Ona baba dememin nedeni ise, gerçek ailemin bana yapmamış olduğu şeyi yapmasıydı. O benim kalbimden sevgi koparabilen sayılı canlılardan biriydi. Aynı geçmiş hayatımda bana babalık yapan yürekli adam gibi. "Söyle bakalım Hævn benim hakkımda ne biliyorsun?'' Babam bana Hævn dediğinde istemeden de olsa seviniyor ve gülümsüyordum. Bunun anısı ilk karşılaştığımız anımıza dayanıyordu.
Adam bebeğe baktı ve ''Senin adın ne olduğunu bilmiyorum. Ama ben sana Hævn diyeceğim. Benim adım ise Natwy Yize, ama sen bana istediğin gibi seslenebilirsin küçük Hævn.'' O gün Forlad, Hævn adını benimsemiş ve sevmişti. Ayrıca bu adamı baba olarak görmeye başladığı için ona baba diye seslenecekti...
''Hævn,daldın. Hadi söyle ne biliyorsun?''. Hævn şöyle bir düşününce,babasının adında başka hiç bir şey bilmediğimi fark ettim.''Sadece adın baba. Natwy Yize.'' deyince babam gülümsedi. ''O zaman sözümü kesmeden dinle. Çünkü bir daha anlatmam.'' konuştu ve uzun bir soluk aldı.''Çok önceden, Unighed'de bizim bulunduğumuz kıtada insanlardan önce yaşayan 2 kadim ejderha vardı. Bu kıtada hızla insanların oluşup, çoğalması ve güçlenmesi ile birlikte 2 ejderha fikir ayrılığı yaşamış. Biri insanların zarardan başka bir şey getirmeyeceğini söylerken, diğeri ise onlarında yaşama hakkı olduğunu ve her canlının içinde kötünün olduğunu savunuyormuş. Olaylar oldukça ilerlemiş ve ikisi arasında oldukça çetin bir savaş başlamış. İnsanlar, kendilerini savunan ejderhanın yanında iken, bazı hayvanlarda insanların kötülük getireceğini düşünen ejderhanın yanındaymış.'' dedi ve derin bir soluk daha aldı.'' Savaşın sonucunda ise 2 ejderha da yaralanmış ve güçten düşmüş. İnsanları savunan ejderha, gücünü sonuna kadar kullanarak hiç yapmak istemediği bir şeyi yapmış. Yaptığı şey ise diğer ejderhayı lanetleyip, bir yere mühürleyerek hapsetmekmiş. Beraber yaşayıp kardeş bildiği ejderhanın hiç istemeyeceği bir lanetmiş. Öyle ki ölse daha iyi olurmuş. Ama insanların tarafında olan ejderha hapsettiği yeri hiçbir insana söylememiş. Ki, hayatını, yaptığı şeyi bi nebze de olsa düzeltmek istediğinden, huzurlu yaşanmasını istemiş. İnsanlar mutluydu. İnsanlar için savaş kazanılmıştı. Ama ejderhanın durumu iyi değildi ve hiç yapmak istemediği bir şey yapmanın sorumluluğunu taşıyordu. Bitkindi, güçten düşmüştü. İnsanlar ise açgözlülükleri ve güç hırsları yüzünden, ileride ejderhanın sorun teşkil edebileceği kanısına varıp yanlarında savaştıkları, ejderhaya saldırmışlar. Ejderha ise son demlerinde kardeşinin haklı çıkması yüzünden, üzüntü ve keder ile hayata gözlerini yummuş. İnsanlar diğer ejderhayı arasalar da bulamamışlar. Lanetlenmiş ejderhaya gelirsek, onun laneti hiç sevmediği insana ayda bir kere dönüşmek ve bir daha oradan hiç çıkamamakmış. Peki sen Hævn son kalan kadim ejderhanın adını biliyor musun?'' Diye soru yöneltti. Ben ise heyecanla ''hayır baba, bilmiyorum'' dedim ve onun söylemesin bekledim. Heyecanlı bir hikayeydi ki, anladığım kadarıyla, karşımda oturan bu adam o şahsiyetti! Ne de olsa o kadarda mal değildik. Anlamıştık bir şeyler. ''O ejderhanın adı Natwy Yizedi Hævn!'' dedi ve ben çok da şaşırmamıştım. O da fark etmişti şaşırmamamı ama takmamıştı. Normal biri olmadığımı o da biliyordu. Kim kolay kolay daha bir yaşına girmeden yürüyebilir, düzgünce konuşabilir, bebekliğinden itibaren bilinçli olabilirdi ki? Bunun yanında üstün zekam da vardı tabi. O da anlamıştı bunu, yani öyleydi umarım. O yemek getiren hayvanlar ise, bir zamanlar benim yanımda olan hayvanların, torunlarıydı. Çoğu öldü, veya terk etti buraları." dedi ve ardından da ekledi.''Peki ben daha kendime bakamaz iken sana neden baktım, merak etmiyor musun?'' dedi ve yine bana sordu.
''Neden,neden bana baktın baba?'' diye sordum umutla. O ise benim ifademi görünce gülümseyerek cevapladı.'' Ben seni bebekken gördüğümde beni anlayabildiğini fark ettim. Normalde seni yiyecektim, dilimin kavuğuna yetmeyecek olsanda. Ama fark ettikten sonra, kararımı değiştirdim. Bunu konuşmaya başlayınca sende söylemiştin. Ben seni gördüğümde bana kısmen benzediğini anladım. Sende benim kadar olmasa da, bazı insanlardan nefret ediyordun. Ben insanlardan nefret etsem de, onlar kendi soyları ile bitirmek için seni eğitmeyi seçtim. Yani sen benim için bir araçtın. Ama zamanla sana ısındım ve seni olmayacak oğlum gibi gördüm. Ve benim seni eğitme kararımı sana veriyorum, sen ne dersen o olacak. Ama seni sadece savaşçı olarak eğitebilirim. Büyü yeteneğin yok evlat, ama üzülme, o sorunu da ileride hallederiz. Zaten büyü yeteneği, çok nadirdir pekde sıkıntı yapma." Ben ilkten duyduklarıma üzülüyordum ama konuşmanın devamında onun da beni oğlu gibi gördüğünü öğrenince sevindim ve çok düşünmeden kararımı verdim.'' Dediklerin doğru baba, bende bazı insanlardan nefret ediyorum. Senin ve kendi intikamının bir kısmını almak için beni eğitmeni istiyorum. Ve savaşçı olmak hiç yoktan iyidir. Bunun değerini iyi biliyorum. Ama senin bu büyü işini de kısmen halledebileceğimizi söylediğini duyunca içim bir rahatlamadı değil. Bu arada ne zaman başlıyoruz eğitime?" Bu sefer şaşıran taraf o olmuştu. Ve galiba verdiğim karardan ötürü mutluluktan gülümsüyordu. ''Senin normal bir bebek olmadığını fark etmiştim. Ama ne bileyim.. yinede biraz garip" diyip biraz duraksamış, bana ilgiyle bakmaya devam etmişti. "Eğitime gelince, onun zamanı gelince ben söyleyeceğim. Zamanımız bol eski hayatını anlat bakalım'' dedi ve sözü bana attı. Bense eski hayatımı ayrıntılı bir biçimde anlatmaya başladım.
*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*-*
''Aslında herkes, yanlızca sadece yalnızlar.''
-1400- (DÜZ.)