2. KİTAP 15. BÖLÜM
Jason'ın korkunç halinden ciddi bir terslik olduğunu anlamışlardı gençler. Hemen revire koştular. Victoria, Mona'nın iyi olması için dua ediyordu. Ancak pek kabul olmamış gibiydi.
"Aman tanrım, ona neler oluyor?" diye sordu Blake.
"Marvin, bunun anlamını biliyor olmalısın. Bu konuda çok fazla şey biliyorsun." dedi Max. Marvin, bildiğinden emindi.
"Sioux sendromu."
"Ne?"
"Ne demek bu, Marvin? O iyi olacak mı?" diye sordu Jason, gözleri kıpkırmızı olmuştu.
"Hayalet Takımlar, kendi dillerinde kendilerine Sioux derler. Sioux sendromu ise onları gören birinin bundan aşırı etkilenmesi sonucunda oluşur."
Ancak o an daha da tuhaf bir şey oldu. Mona'nın giysileri renklerini kaybetmeye başladı. Siyah beyazaya bürünüyordu bedeni.
"Tanrım, bu da neyin nesi?" diye sordu Victoria, korkuyla.
"Sioux sendromu belirtisi. Kesinlikle hiçbir şey yapmayın. İlaç, hatta merhem bile kullanmayın."
"Ama neden? İyi görünmüyor!" diye çıkıştı Jason.
"İyi olmasının tek yolu, onu kendi haline bırakmak. Sorun bedeninde değil, ruhunda. Ruhu kendine geldiğinde iyileşmeye başlayacak."
Durulmuştu Jason. Böyle hiçbir şey yapmadan beklemek istemiyordu. Tek bir laf daha etmeden koşarak çıktı revirden. Onu yalnız bırakmamak için saniyeler sonra Blake de yola koyuldu. Pars'ın evine çıkmıştı yol. Jason içeri girer girmez yere yığılmış olan tüm kitapları etrafa savurmaya başladı.
"Jason, dostum! Sakin ol, ne yaptığının farkında mısın?"
"Fazlasıyla farkındayım, Blake. Bu kitaplardan bir tanesinde bile işimize yarar bir şey olmalı."
"Belki de işimize yarayacak olsalardı onları hiç ummadığımız bir şekilde erkenden bulmazdık, ha?"
Kitapları savurmayı bıraktı Jason. Etrafa delice bakan gözlerini aniden Blake'e çevirdi.
"Mona'nın ya da bir başkasının, özellikle de aramızdan birinin o canavarlar yüzünden akli dengesini kaybetmesine izin veremem, Blake. Sen de veremezsin."
"Vermeyeceğiz. Ama şu an yaptığın sanki bunun bir örneği gibi. Bir süre yanında olmayacak ama Mona iyi. Daha da iyi olacak."
Blake, Jason'ı olduğu yerden kaldırdı ve sıkıca sarıldı ona. O anda Jason, Blake'in arkasında büyük bir varlığın durduğunu fark etti.
"Aman tanrım, Blake!"
"Ne? Ne oldu, Jason?"
"Şuna bir bak."
Blake arkasını döndüğü anda boyu neredeyse tavana kadar ulaşan, o dumandan yaratığı gördü. Ve yine aynı şey oldu; tüm hislerini kaybetmiş gibiydiler, bir tanesi dışında. Korku.
"Ne yapmamız gerekiyor, biliyor musun?" diye sordu Blake, yutkunarak.
"Kesinlikle bilmiyorum."
"Öyleyse kaçalım."
Her ikisi de tam giriş kapısının önünde duran, karşılarındaki Hayalet Takımın hayaletlerinden birinin içinden geçerek dışarı attılar kendilerini. Bu Blake'e çok heyecanlı gelmişti.
"Tanrım! Bu inanılmazdı."
"Ve şimdi kaçmamız gerekiyor, Blake!"
Koşmaya başladılar. Arkalarındaki hayalet büyük bir hızla onları takip ediyordu. Ve koştukça her şeyin giderek siyah beyaza döndüğünü de fark ettiler. Ta ki, aniden iki çocuk onları durdurana kadar. Zach ve Aiden çıkmıştı karşılarına.
"Hey, siz iyi misiniz? Neyden kaçıyorsunuz böyle?" diye sordu Zach.
"Gerçekten soruyor musun?" diye karşılık verdi Blake. "Az önce arkamızda olduğuna yemin edebilirim."
"Pekala, Max herkesin yeniden beşinci kata çıkmasını istiyor. Gitmeliyiz." diyerek araya girdi Aiden. "Bu arada, çıkmadan önce McGregor'un ofisine uğramamız gerekiyor."
"O neden?" diye sordu Jason.
"Bilmiyorum. Önemli bir konu olduğunu söyledi."
Gençler aynen Aiden'ın söylediğini yaparak ilk önce McGregor'un ofisine geçtiler. McGregor, bu büyük kargaşa içinde konuyla oldukça alakasız ama oldukça önemli bir konu için çağırmıştı onları.
"Çocuklar, eminim sizi neden çağırdığımı bilmiyorsunuz."
"Evet, bilmiyoruz. Şimdi öğreneceğiz." dedi Jason.
"Pekala. Kısa bir süre önce sınıfınızdan birinin başına gelenler..." derken nefesi kesildi McGregor'un. Ama devam edebilmişti. "Daniel'ın aramızdan ayrılmasıyla sınıfınızda bir kişilik boşluk açıldı."
Gençler bir an için birbirlerine baktılar. Bu aşırı derine inecek olan bir şeydi ancak McGregor'un asıl anlatmak istediği Daniel'ın aralarından ayrılması değildi. Blake söze girdi.
"Ve yönetmelik gereği bu boşluğun doldurulması gerekiyor."
"Bir kişiyi daha bu olaylara karıştırmak ne kadar mantıklı, bilmiyorum." dedi Jason.
O sırada hiç beklemedikleri bir şekilde Aiden araya girdi.
"Belki yeni bir kişiyi katmanıza gerek yoktur, ha? Ben buradayım ve yılın başından beri neler olduğunu, bu sınıfın neler yaşadığını biliyorum. Dahil olmasam bile bende burada birçok tehlike atlattım. Ve Blake, geçmişte sorunlarımız olsa bile zaten çoktan hallettik. Yani demek istediğim, birinin hayatını göz göre göre tehlikeye atmak yerine bunu yaşamış biri olarak ben Yetenek-10 sınıfına dahil olmak istiyorum."
Blake, Jason ve Zach, önce birbirlerine ve ardından da bir anlığına McGregor'a baktılar. Bu büyük bir karar ve oldukça büyük bir sorumluluktu.
"Bundan emin misin, Aiden?" diye sordu McGregor.
"Tabii ki eminim! Yetenek-10, belki de ölümüm olacak ama buna değecek."
Kısa bir süre düşündükten sonra McGregor, bilgisayarını açtı ve Aiden'ın kayıt dosyasına girdi. Ardından Yetenek-8 olan sınıfını Yetenek-10 olarak değiştirdi.
"Öyleyse şimdi Yetenek-8 sınıfı için doldurulması gereken bir boşluk var."
McGregor'un ofisinden çıktıktan sonra direkt olarak beşinci kata çıktı gençler. Aiden sonunda Yetenek-10 sınıfına dahil olabildiği için rahatlamıştı. İçeri girdikleri an Victoria, Blake'in üzerine atladı.
"Tanrım, iyisin! Hepiniz iyisiniz."
"Evet, biz iyiyiz." dedi Blake. Ardından güncel haberi arkadaşlarına iletti. "Dinleyin, tanıyorsunuz ancak Yetenek-10'un yeni üyesine merhaba deyin. Aiden artık bizimle!"
Çok şaşırmışlardı bu habere gençler ancak bir şey olmak zorundaydı. Sınıfların tamlığı kuralını herkes biliyordu.
"Aramıza hoş geldin, Aiden." dedi Vanessa. Ardından Ethan ve Sean tebrik etti. Jessie, şaşkınlığını biraz daha farklı bir şekilde gösterdi. Aiden'a kadar yanaştı ve ardından dudaklarına yapıştı. Geri çekildiği anda Aiden mırıldanmaya başladı.
"Bu hoş geldin demek miydi?"
"Ah, hayır. Bu güle güle demekti. Burada hepimiz öleceğiz." dedi Jessie, tuhaf bir gülümsemeyle.
Onun bu sözleri tüm tempoyu düşürmüştü. Bir süredir gülümseyen yüzler yeniden somurtmaya başlamıştı. Yalnız bir an yakaladıklarında Victoria, Blake'e bu konu hakkında bir şeyler sormaya başladı.
"Blake, sence Aiden'ı sınıfa dahil etmek ne kadar mantıklı? Birinin daha hayatını tehlikeye atıyoruz."
"Endişelenme, tatlım. Üstelik bu çok daha doğru bir karardı. Her şeyden habersiz birini bir kez daha bu tehlikeye atmak yanlış olurdu."
"Aranızın tam olarak düzeldiğinden emin misin?"
"Düzeldiğinden eminim. Ama biliyor musun? Hayalet Takımın etkisinde kalacağından da eminim. Geçmiş konuları tekrar dinlemeye hazırlanıyorum."
Victoria, gülümsedi ve Blake'e sarıldı.
"Geçmiş konuların seni buradaki hayaletler kadar etkileyebileceğini sanmıyorum."
İkili arasındaki tatlı gülüşmelerin ardından Victoria, Blake'in kucağına oturdu ve onu öpmeye başladı. Sınıfın diğer üyeleri ise onlara tezahürat ediyorlardı.
"Buradan çıkmamız gerekecek, çocuklar!" dedi Zach, kahkahalar atarak.
O sırada Jessie de Aiden'ın dudaklarına yapıştı. Aslında tuhaf kaçmıştı bu ancak erkekler tezahürata devam ediyorlardı.
"Tanrım! Biz hala buradayız, çocuklar." dedi Sean, alay edercesine. Vanessa bir an için Ethan'a baktı. Gülümsüyordu ama yeterince gerçekçi değildi. Yanına gitti ve elini omzuna koydu.
"Onu özlediğini biliyorum." dedi. "Ama bunu dert etme, dostum! Yukarda bir yerlerde hep seni izliyor ve seviyor olacak."
Ethan'ın morali yerine gelmişti ki, o da tezahürat etmeye başladı.
"Birazdan burası yıkılacak!"
Victoria, Blake'in üzerinden inmişti ve şimdi koltuğa uzanıyorlardı. Ağırlığını hissediyordu Blake'in, Victoria. Aiden ise Jessie'yi masanın üzerine yatırmıştı ve üzerindekileri çoktan çıkarmıştı.
"Tanrım! Aiden..." sözleri çıktı Jessie'nin ağzından. Aiden, boynunu öpüyordu onun. Ardından altlarındaki giysileri de tamamıyla çıkardılar ve bir kenara fırlattılar. Jessie sıkıca yapışmıştı Aiden'ın kollarına. Ve onlar için sevişme tam anlamıyla başlamıştı.
"İyi hissettiriyor mu, bebeğim?" diye sordu Aiden.
Bu sırada Victoria ve Blake, öpüşmeyi bırakıp Aiden ile Jessie'ye döndüler. Victoria, herkesin içinde bunu yapmayacaklarını biliyordu ancak Aiden ve Jessie yapabilirdi.
"Bunu herkesin gözü önünde yapmayız, değil mi?" diye sordu Blake'e. Blake ise gülümseyerek, yapmayız dercesine başını salladı.
Oradaki herkes Aiden ve Jessie'ye odaklanmıştı artık. Jessie zevkle inlerken Aiden daha da hızlanıyordu. Tam Aiden işi bitirmek üzereydi ki, Max ve Marvin içeri girdiler.
"Ah, tanrım! Burayı bunun için hazırlamamıştık."
Aiden ve Jessie telaşla üstlerini giyinmeye koyuldular. Diğerleri ise alay edercesine gülüyorlardı. Komik olduğu inkar edilemezdi.
"Kesin gülmeyi!" diye çıkıştı Jessie.
"Adam işi halletmek üzereydi." dedi Jason, kahkaha atarak.
"Öyleyse şimdi yarım bıraktığımız işi tamamlayabiliriz." diyerek Jessie'yle birlikte oradan çıkmaya koyuldu Aiden. Çıkmadan Max'e hemen döneceklerini de söyledi.
"Umarım Aiden bundan pişman olmaz." dedi Max.
"Neyden? Jessie'yle sevişmekten mi?" diye sordu Victoria, alttan alttan gülümseyerek.
"Bu sınıfa dahil olduğundan."
"Bir bildiri aldık." diyerek araya girdi Marvin.
"Ne bildirisi?"
"Pars, Başkanlığın elinden kaçmış."
"Ne? O, aşırı güvenli başkanlık hapishanesinden nasıl kaçabildi?" diye sordu Blake, sert bir tepkiyle.
"Hapishaneye hiç girmemiş." dedi Marvin. "New York'ta, makam aracından iner inmez kaçmış ve ortadan kaybolmuş."
"Yani bunun anlamı ne?" diye sordu Jason. "Hayalet Takım kadar büyük bir sıkıntı olacağını sanmıyorum doğrusu."
"Ardından başkanla özel olarak telefonda görüştük." dedi Max. "Pars'ın işlediği tüm suçları baştan sona, her şeyiyle başkana ileteceğiz. Eğer suçları beklenenin üzerindeyse bize Pars'ı öldürmek için izin bile verebilirler."
"Bu güzel bir haber!" dedi Vanessa. Ancak bir yerden sorun çıkıyordu her zaman.
"Öyle. Ama Pars'ın şu an nerede olduğunu bilmiyoruz. Bir haftadır kayıp olduğunu var sayarsak, çoktan McGregor'a dönmüş bile olabilir."
Tam bu sırada dışardan gelen, dehşet verici bir kız çığlığı duyuldu. Gençler bunun Jessie'nin sesi olduğunu anlamışlardı. Hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladılar. Henüz onun hakkında konuşmuşken Pars'ın dönmesinden korkuyorlardı. McGregor ise artık delirecek seviyeye gelmiş gibiydi. Ofisinde, masasının başında öylece dikiliyor ve sadece masanın üzerinde duran tabloya bakıyordu. Liza'nın tablolarından biriydi bu.
Resimde ormanda birbirlerine sarılarak bekleyen bir kızla bir erkek vardı. Sağ alt köşede birkaç kişi çizilmişti ve onlara müdahale etmeye koşuyor gibi görünüyordu. Ancak en ilginç detay, sol üst köşedeydi. Orada bir başka adam, ağacın arkasına gizlenmiş bir şekilde bekliyordu ve yüzünde nefret dolu bir ifade vardı. Bunun anlamını çok iyi biliyordu McGregor. Ve ardından gelen ikinci çığlık, bu tablonun şu anda gerçekleştiğini gösteriyordu.