KESKİN

By Reading-0

183K 16.4K 4.6K

Sınıf arkadaşlarının tanımadığı bir çocuğu bıçakladığına şahit olan Defne, adım adım isyana sürüklendiği sıra... More

Tanıtım
BAŞLANGIÇ
✖1. Bölüm✖
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm/1
14.Bölüm/2
15.Bölüm/1
15.Bölüm/2
16.Bölüm/1
16.Bölüm/2
17.Bölüm
18.Bölüm
Frıfrıfragman
19. Bölüm
20. Bölüm/1
20. Bölüm/2
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
...
27.Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30.Bölüm
Facebook Grubu
31.Bölüm
32.Bölüm
33. Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
Z♡Y
Duyuru
36. Bölüm

37. Bölüm

2.1K 97 81
By Reading-0



Sena Şener- Self Control 

Üstümdeki krem rengi, bisiklet yaka elbisemin geniş kolları bileklerimde daralıyordu. Belimdeki kahverengi, kalın kemerden uzanan iplerden sonra uzun, bağcıklı, düztaban olan botlarımı sıkıca bağladığıma emin oldum. İlerleyip aynadaki aksime baktım. Düz saçlarımın ucunu kalın maşayla biraz kıvırmış saçlarımın tepe kısmını önüme gelmesin diye iki sıkı örgü ile toplamıştım.

Elimdeki kapatıcıya tereddütle baktıktan sonra yüzümdeki lekelere sürdüm. Birden açılan odamın kapısıyla gözlerimi aynadan zor da olsa ayırmıştım. Biri bana bakarken asla makyaj yapamazdım. Rimeli gözüme, gözümü kirpiğime falan sürerdim.

"Defne!" Leyla'nın şakıyan sesi ile kapatıcıyı ustalıkla ardıma gizledim.

"Ne var?"

Avucumun içine tek seferde tüm kuvvetimle sıktığım kapatıcıyı vakit kaybetmeden yanıma gelip biraz uğraş sonucu aldı benden.

"Kızım nimet bu böyle harcanır mı?"diye gözüme sokarcasına paketi salladı. Elimde fazlalık gördüğü kısımları kendi yüzüne yedirmeye başlarken kızgınca ona bakmamı umursamamıştı bile.

Kapatıcı veya fondöten kutusu elime geçtiği gibi yüzüme geçerdi. Ten makyajına başlarken azıcık diye kendimi tetiklesem de maalesef iradem bu konuda belim kadar zayıftır. Bu huyumu bilen Leyla bilirkişi olarak beni sandalyeme oturttuktan sonra yüzümdeki kapatıcının büyük kısmını söküp çöp kutusuna attı. Artık yüzümde kaldığına şüphe duyduğum kısımlarıysa elleriyle cildime hızlıca yaydı. Arada sırada tokatladı.

"Leyla yeter!" Bileklerinden tutup onu güçlükle kendimden uzaklaştırdım. Aynaya döndüğümde biraz dağılmış ama daha canlanmış bir halde görünüyordum.

"En azından allık sürmene gerek kalmadı." diyerek arkamda dikilirken aynadan bana sırıtarak baktı. Gözlerini masumiyetinin ifadesi olarak hızlıca kırpıştırdı fakat bunu yaparken bu hareket kadar bana şeytani gelen bir şey daha olmadığını bilmiyor olmalıydı. Ayağa kalktığımda gülerek burnumun ucuna uzattığı açık renk ruju elinden alıp aynaya döndüğümde acıyla sıçradım.

"Fıstık gibi oldun ha..."

"Auvv!"

"Adettendir." diye beceriksizce sırttı.

"Götümü kıstırmak mı?" Abartıyla açılan ağzını ağırca kapadı. "Ne kadar ayıp Defne! Bu kıyafetin içinde hiç yakıştıramadım." Gözlerimi devirip aynaya döndüğümde dudak çizgimden gerdanıma kadar inen ruj iziyle yorgunca inledim. "Benim neyime ruj!"

Hışımla döndüğümde burnumun dibinden ayrılmaya niyeti olmayan Leyla, otuz iki diş gülümseyip ıslak mendili gözüme sokarcasına verdi. Mendili elinden alırken gözlerim şüpheyle kısılmıştı.

"Neyin var senin?"

Öksürüp tıksırmaya başlamadan yanıt vermesini beklemiyordum zaten.

"Biraz güzellik, az alım çalım, bir miktar da..." Ona düz baktığımı fark edince sustu. "Bir miktarcık belki kırgınlık." diye gösterip dolan gözlerini hızlıca kırpıştırıp benden kaçırırken bakışlarını uzağa dikti.

"Neyin var ki?" Sesimdeki meraklı havaya karşı iç çekişleri sekteye uğradı. "Yok bir şey."Tebessüm etti. "Sağ ol." diye omzuna koyduğum elimi okşadı. "Ya söylesene kızım. Biz ne güne duruyoruz burada?"

"Öyle mi diyorsun?"

"Öyle diyorum tabii!" deyince gülüp sıkıca kucakladı beni.

"Yirmi lira versene..."

"Ne?" Kollarını boynumdan çekmek için girişimde bulundum ama ahtapot gibi yapışınca bu hareketlilik yatağımın üstüne düşmemizle son buldu.

Gözlerim dehşetle açıldı. "Ben bu sahneyi biliyorum!" Üstümden kalkmayan Leyla hemen dibimdeki yüzünü buruşturdu. Onu itip ayağa tiksintiyle kalktım. "Lanetli gün."

"Ne homurdanıyorsun kendi kendine? Ben o filmi izledim hiç öyle bir sahne yok. Herkes birbirini kesiyor."

"O sonra oluyor!" diye boş bulunup konuşunca kaşını çattı. "Aynı filmden bahsettiğimize emin misin?" Mendili elime alıp tekrar aynaya döndüğümde ruju çıkartmıştım ama bu tahriş olan tenime mal olmuştu.

"Hem abinden iste. Abiler bu anlar için değil midir?"

"Abiler kavga içindir." dedi baygın baygın.

"Onunla küsüm, hem kontörüm de yok." dedi kedi miyavlaması gibi cılız bir sesle. "Vah canım, nakliyeye haber vereyim?"

"Niye?"

"Bunca yükü tek taşıyamazsın."

"Defne, komik değil."

"Komik olsun diye söylemedim zaten." Sandalyemin üstünde duran çantamı aldım. Dönüp elindeki ıslak mendil paketini parmakları arasından almaya çalıştım lakin vermiyordu. Biraz çekişme yoluyla da olsa alıp odamdan hole attım kendimi. O bana yalvarmayı sürdürürken niye evimde bittiğini şimdi anlıyordum.

Ceketimi alıp kapıyı açmaya çalışıyordum ama Leyla kapıya adeta bir Makbule edasında yapışmış, çıkmama müsaade etmiyordu. Bacaklarımı ayırıp onu buradan sökecek gücü zeminden alabilirdim ama bu sefer de elbisemin kumaşı esner diye korkuyordum. Hem savaşçı ruhum hem güzellik aynı anda olmuyordu. Anlaşılan bugün dezavantajlı günümdeydim.

Dirseklerime kadar sıvadığım triko elbisemin kollarını aşağıya indirmeden önce kalın kayışlı saatime baktım. Bu da Leyla'ya bana yalvarması için iki dakika kazandırdı; saatleri genelde süs amacıyla kullandığımdan ters olarak takmam bakmamı zorlaştırıyordu.

Elerimi bıkkınlıkla belime yerleştirdim. "Umarım oradan ayrılmayı düşünüyorsundur."

"Yoo hiç öyle bir niyetim, düşüncem yok."

"Leyla, Makbule Teyze'nin baklava tepsisi kadar geniş nesebim yok. Bak sinirlerim zaten saç dibimin sınırında."

"Hah, ben de onu diyorum!" boş bulunup bana yaklaştığında stratejik kimliğimi devreye sokarak kapıyı onun tüm itirazlarına rağmen açtığım gibi ilk önce onu sonra da kendimi dışarı atabildim.

"Ya aşk olsun Defne, sen ne zaman istedin de ben sana vermedim?" diye sitem etti.

Biraz düşündükten sonra karanlık apartmanda yüzünü zorlukla seçtiğim Leyla'ya döndüm. "İyi de ben hiç senden borç istemedim ki."

"Hım..." Dilini şaklattı. "Bana ne canım! O da senin problemin, isteseydin." Anahtarlarımı çantamın içine bıraktım.

"Leyla, ali cengiz oyunları oynayamayacak kadar yorgunum. Bana bir tane Ali'nin oyunları yetiyor. Hatta bak taştım, basenlerim çıkmış, orda taşıyorum dertleri."

"Senin espri kaliten erozyona uğramış."

"Ağaç dik o halde."

Merdivenleri gürültüyle inerken arkamdan çıkardığı garip ses, tespitinde ne kadar haklı olduğunun bir göstergesiydi aslında. Ardımdan sızlanarak peşim sıra sokağa çıkan Leyla'yı cam kuşu Makbule Teyze'nin bağırışı duraksattı.

"Kız kontör beyin!" Leyla içini geçirse de başını yukarı doğru kaldırıp "Efendim," diye seslenebilmişti.

"Gel biraz şöyle öne doğru." Leyla sallana sallana bir iki adım attı.

"Para atayım da bakkaldan bana ekmekle süt alıver. Hadi yavrum." demesiyle Leyla'nın gözleri parladı.

"20 kağıt verirsen giderim."

"Aaa, üstüme iyilik sağlık! Yeni yeni adetler mi çıkıyor bu mahallede? Yan kesici mi oldunuz kız başımıza?"

"Ya yok, o ne çirkin bir ithamdır. Ben hizmet adı altında alacağım parayı."

"Nitelikli dolandırıcı seni! Al hadi, al... Başımın gözümün sadakası." diye sutyeninin içinden çıkartıp kafasında gezdirdiği elli lirayı mandala takıp aşağı attı. O da Leyla'nın başından sekip avucunun içine düştü.

"Sakız da alayım mı?"

"Al hadi al. Kenafir gözlü seni. Bana da çilekli al."

"Sen de seviyor musun, sövüyor musun belli değil!" diye Makbule Teyze'ye bağırdığımda bakışları beni merkeze aldı. Ben niye öyle bir gaflete düşüp ağzımı açtım ki?

"Yakamdan düştüğü mü var, ne yapayım? Ben Erkan'a bir kilo tatlı aldırıp ödeşirim."

"Vaaay, çakallık! O zaman bu bana borç olmuyor gibisine." diyen Leyla'nın şakağına dayadığı işaret parmağından kurşun yağmasını temenni ettim.

"Kız ayaklı tuvalet, sen niye bizim Necmi Abi'nin süslü baldızı gibi takıp takıştırmışsın?" Makbule Teyze'nin benzetmesiyle ağzım bir karış açıldı. Sabahtan beri soft bir güzellik yakalıyım diye çabalarken beni ilk gören biri sarhoş Nemci Abi'nin çatlak baldızına mı benzetmişti? Bunu benzetenin ileri derece miyop ya da astigmat olmasını isterdim ama bu dürbün gibi gözlere sahip Makbule Teyze olunca halim içler acısıydı.

"Leyla harbiden ona mı benzemişim?" Leyla bana bakmak yerine burnunun ucuna doğru bakıp havalı olduğunu düşündüğü bir şekilde dudak büktü. Dişlerimin arasından tısladım. "Aldın tabii parayı..."

Sinirle dönüp sokağı hızlı adımlarla terk ederken arkamdan kahkaha atan Makbule Teyze'ye kulak asmamaya çalıştım.

---

Otobüsten indikten sonra girdiğim üçüncü sokakta yürürken her adımımda biraz daha yukarı çıkan eteğimle sinir hücrelerim de ayaklanmıştı.

"Neyime giydiysem?"

Neredeydi bu ev! Yürüdükçe ısınmıyordum donuyordum. Tarife göre doğru gelmiş olmalıydım. Buradaki küçük müstakil evlerin hepsi birbirini andırıyordu.

Eteğimi sinirle çekiştirirken üstüme atlayan biriyle çığlık atıp çantamı gelişi güzel yapıştırdım.

"Ahay!" Kafasını ellerinin arsına alan Aliş'e tıpkı kafese kapatılmış kızgın bir kaplan gibi baktım. Doğrulmaya çalışırken acıyla inledi.

"Ne söyleniyorsun köyün delisi gibi..."

"Sen niye atlıyorsun üstüme köyün çomarı gibi! Adam gibi gelip merhaba desen ya..."

"Ali yürü!" diye peşi sıra gelen Ece onu itince üç kez aynı evin önünden geçtiğimi şimdi anlıyordum. Çiseleyen yağmur iyice bastırmadan evin bahçesine onlar önde ben arkada ilerledim.

Kapıyı Nehir'in açmasını bekliyordum ama bizi Tuğçe karşılamıştı. İçeri girdiğimizde ağzındaki kurbağa dilini ötüren Zeytin, başındaki huniyle etrafta kanguru gibi zıplayıp hopluyordu. Ta ki beni görüp devinim değişikliğine muhtaç olana kadar.

"Defne!"

Altındaki pembe kloş etek bu kadar hareketle nasıl açılmıyordu anlamıyordum. Üstüme atlayınca geriye doğru savruldum. Çok sevdiğim kıvırcık saçlarını eskisi gibi olmasa da alışkanlıkla karıştırdım.

Ecelerden uzak bir köşede bütün parti boyunca anıt gibi dikildim durmuştum. Hemen yanımdaki Recep'in elinde duran kasedeki çerezlerin çoğunu o, saf saf ağzını açıp sağa sola bakarken araklayıp vakit öldürmeye çalışıyordum. Aslında sandığım kadar kötü değildi.

"Biz de dans etsek ya." diye heyecanla bana bakan Recep'le ağzımdaki yiyeceğin tur sayısı saniyenin onda biri kadar yavaşladı.

"Olmaz."

"Niye?"

"Gözlüklerin!"

"Gölüklerim mi?" diye içini çekince çakma Potter'a inme indi sandım.

"Sen gözlük camlarını parlat, kirlenmiş bak." Recep'i sürekli yağlanıyor diyerek yakındığı zayıf noktasından, yani gözlüklerinden vurmuştum. O gözlüklerini temizlediği sırada kulağımın dibinde düdük ötüren Zeytin'e baygın baygın bakınca bu son öttürüşü olmuştu.

"Defne cenaze töreninde değiliz, ne bu yüzünün hali?" Ona bu sıralar engel olamayarak kötü davrandığımı bildiğim için diyecek mantıklı bir şey bulamadım.

"Süslenirken çok yoruldum." Yani kısmen bulamamıştım. Yüzüme alık alık bakan bir tek o değil, aynı zaman da Recep'ti.

"İşe yaramış..."

"Sağ ol canım."

"Bir şey değil. Canım!"

Arkamdaki sesin sahibinin Keskin olduğunu idrak eder etmez yüzümdeki mutlu ifade soldu. İyi ki yüzümü ona dönmeden bu iltifatı kabul etmiştim. Ne zamandan beri arkamda duruyordu bu? Sanırım yiyeceklerle samimiyeti ilerlettiğim zamanlara tekabül ediyordu.

"Şu dudaklarını yemeyi bırakır mısın?" diyen Zeytin, düdüğü tekrar ağzına takınca yanından uzaklaşıp eve gitmek için çıkışa yöneldim.

Bunu ona söylemeyi hiç mi hiç istememiştim. Nehir'in yüzüne bakarsak Çağlar geldiği için çok mutlu olmuştu, kutlama boyunca sürekli onların çevresinde durmasından belli oluyordu.

Gideceğimi ona söylemek isterdim ama onun yerine Tuğçe'ye eşyalarımı getirip getiremeyeceğini sordum. Evin dışına çıktım. Onu beklerken havanın iyi olduğunu bildiğim için kapıyı açık bırakmıştım. Göğsümde kavuşturduğum kollarımı birilerinin eve yaklaşmasıyla gevşetmiştim.

"Merhaba..." Gelen birkaç kişiyi sima olarak tanıyor gibiydim. Sanırım Nehir'in arkadaşıydılar. Sosyal medyada karşılaşmam olasıydı.

"Defne?"

"Buradayım!"

Eşyalarımı getiren Tuğçe'ye teşekkür ederken ceketimi ve çantamı ondan aldım.

"Pasta kesildi mi, yetişemedik herhalde." diyen kıza gülümsedim.

"Yok, ben biraz rahatsızım da erken ayrılıyorum..." Verandanın üstündeki ahşap korkuluklara oturup sigarası neredeyse bitmek üzere olan çocuk külü bir köşeye döktü.

Tuğçe ayaküstü bizi tanıştırırken birkaçı içeri girdiği sırada sigarasını bitirmek üzere olan çocuk ve arkadaşıyla biraz lafladık. Sigara içenlere karşı ister istemez irite oluyordum.

Eve hiçbir şey yapmamış olmama rağmen yorgun bir vaziyette vardığımı söylemeliydim. Bu kadar hazırlık boşa gitmiş gibi hissedebilirdim ama bunu biraz da kendim için yapmıştım. Bu beni iyi hissettirmiş miydi? Belki biraz.

Ertesi gün dinlenmiş olmamın verdiği dinçlikle daha sağlıklı hissediyordum kendimi. Dersin sonuna kadar çözmemiz gereken soru sayısını, teneffüse sarkıtmış olmamın dışında her şey iyi görünüyordu. Bir de tepemde doğum günü boyunca yeni tanıştığı çocuğu anlatıp duran Zeytin olmasaydı daha iyi olabilirdi. Kalemi masaya gürültüyle bıraktım.

"Zeytin telefonun nerede?" Hararetli konuşması bıçak gibi kesilmişti. "Bilmem, çantamdadır herhalde." Duraksamamla birlikte "Ne oldu?" dedi. Aşk hayatını bu denli saçma bir soruyla baltalamamı garipsemiş duruyordu. Haksız da sayılmazdı. "Defne..."

"Titriyoruz sandım da."

"Öyle mi?" diye yeşil gözlerini saflıkla irileştirip elini çantasına daldırınca ben de saçlarıma daldırdım.

"Haklısın, indirim günü mesajı." Kocaman gülümsedi. "Bunlarda olmasa annemin telefonundan kendimi arayıp sosyalleşeceğim."

Ona dik dik baktığımı fark edince "Tamam o kadar da asosyal değilim." dedi. Kaşlarımı kaldırınca homurdandı. "Tamam, aslında hiç değilim. Çok sosyalim ama hala yalnız olduğum gerçeği değişmiyor."

"Hani birini bulmuştun?"

"Daha çok ben konuştum o dinledi gibi bir şey oldu. Acaba fazla mı sıktım? Yok, bence sıkılmadı. Hem şu moda dergilerinin dediğine göre zıt kutuplar birbirini çeker teorisi şu sıralar güçleniyor."

"Bunu neye bağlıyorlar peki?" Önümde duran soru çözerken sesim de en ufak bir merak kırıntısı yoktu.

"Sanırım gezegenlerin yıl içindeki hareketlerine." Cevaba karşılık bünyem hı ile hah arası bir tepki de sıkışıp kalmıştı.

"Ne bileyim bütün bu şeylerin suçunu gezegenlere atarlar ya hep, bu da ona dayanarak yapılan bir açıklamadır diye düşündüm."

"Zeytin, o dergilerdeki her şey yalan!"

"Burçlar da mı?" diye sordu hayal kırıklığına uğramış gibi.

"Burçlar da..."

"Peki erkekleri etkilemenin 1001 yolu?"

"Sen kaçını denedin?"

"Sanırım 1000'ini de." sesi tereddütlü çıkmıştı. Cevap vermemem karşısında boğazını temizledi.

"Çok mu umutsuz görünüyorum sanki?"

Diğer sayfayı çevirdim. "1001'ciyi denemeden bilemezsin." İçini çekip dudak büktü.

"1001. de işe yaramayacak. Olasılık hesaplarım aşk hayatımdan daha iyi maalesef. Ama yine de okuması zevkli."

"Zeytin!" diye bezgince inlediğimde kedi gibi sırnaşıp o yumak kafasını gömleğimin koluna sürdü. Telefonu çalınca sırnaşmayı kesip ekrana baktı. Olduğu yerde üstüne sıcak su atılmış gibi zıplamaya başlayınca "Ne oluyor?" dedim.

Telefon ekranını bana çevirdi. "1001. yöntemin hakkını yemişiz!" Olduğu yerde dönüp sınıf kapısına ilerlerken kızgınca söyleniyordu.

"Niye en başa koymamışlar ki!"

Kaybolan senelerin hesabını yaparken 1001'incinin etkisini yitirmeseydi bari.

---

Eşyalarımı alıp laboratuar için üst kata çıkarken koridordaki kalabalıkta Turuncu Kafa'yı görünce panikle topuklarımın üstünde tam tur döndüm. Yani kaçmaktan saliseler içinde vazgeçmiştim. Bir yarım tur, bir yarım tur daha. Tüm otoritemi kitaplardan alırcasına göğsüme bastırıp aldığım nefesle göğsümü kabartırken emin adımlarla- emin adımlarım her zaman için felaket bir catwalka dönüşüp çarpık çarpık birbirine girerken- onu görmezden gelip, alt kata göre kesinlikle daha sakin olan koridora girdim. O yürüyüşle çevredekiler beni tuhaf tuhaf süzerken onun beni görmezden gelmesi olası değildi.

"Ay bileğim acıdı. Neredeyse kıracaktım. O kadar da endişe etmemeliymişim."

İçeri girdiğimde henüz kimsenin gelmemiş olduğunu fark ettim. Bu aralar yağmurlu olan havanın boğukluğu ve diğer sınıflara göre daha az gün ışığı alan laboratuarın havalanması için pencere kenarına gittim.

Okulun arka tarafına bakan pencereyi açmamla birlikte tenimi yalayan serin havayla tüylerim ürpermişti. Başımı temiz olduğundan emin olduğum pervaza yaslarken bir ömür burada tek kalabilmeyi diledim. Bir koli film, roman ve rahat bir koltukla battaniye benim cennetim olabilirdi.

Ben bunu dilerken bana verilen gerçekler ise önüne kattığı Recep'i tekmeleye tekmeleye laboratuardan içeri sokan Aliş olurdu. En azından öğlen arasında olduğum bu on-on beş dakikanın kıymetini bilmem gerekirdi.

Araladığım gözlerim aşağıda volta atan çocuğa takılı kalmıştı. Bir yukarı bir aşağı yürümesinin uykumu getirdiğini bile söyleyebilirdim. Üstüme çöken miskinlik onu tanımamla dağılmıştı.

Bu Nehir'in doğum gününde karşılaştığım çocuklardandı. İçtiği sigarayla zihnimde yer edinmesi zor olmamıştı ki, onu hemen tanıyabilmiştim. Etrafta kimseyi göremeyince tam ağzımı açıp ona bir şey söyleyecektim ki arkasına bakarak sinirli bir şekilde yürüyen Keskin'in ona doğru ilerlediğini gördüm.

Derse gelmeyecek miydi?

Yürüyüşündeki asabiyetten gelir gelmez Keskin'in çocukla tartışmaya girmesine şaşırmamıştım. Keskin çocuğu elinin tersiyle hafifçe itince tartıştıklarına emin olmuştum. Çocuğun sabırlı tutumuna rağmen Keskin hiç de dost canlısı olmayan bir tavırla onu itince sendeleyip yere düşmüştü.

Bu kendini ne sanıyordu?

Kızgınlıkla onlara bağırdığımda boş bulunup korkudan olduğu yerde sıçrayan çocukla zihnimin en kuytularında yer edinmiş anılarımın su yüzüne çıkması kaçınılmaz olmuştu.

Bu, o çocuktu!

O gece bir olup bıçakladıkları çocuk...

Ağzım şaşkınlıktan bir açılıp bir kapanırken konuşma yetimi kaybetmiş gibiydim. Keskin bana doğru bakarken titreyen elimi soğuk granitin yüzeyine dayayıp destek alırken boğazımı güçlükle temizledim.

"Siz niye tartışıyorsunuz?"

Hadi ama! Bu muydu yani?

Hiç değilse sesim tekdüze çıkmıştı. Bazen ne söylediğin değil, nasıl söylediğin önemlidir önermesinden kendimi telkin etmeye başlamam zaman almamıştı.

Keskin cevap vermek yerine bir an için bile gözünü kırpmadan bana bakmayı sürdürünce kaslarımın seğirmesi olasıydı. En azından pencerenin altında kalan ayağımı stres ve uğradığım şokla duvara vura vura çürüttüğümü görmüyordu.

Gözlerim kısa bir anlığına diğer çocuğa kaymasına rağmen Keskin hiddetle bakmayı sürdürüyordu. Çocuğun gözleri resmen dart atıyordu. Biri şuna dik dik bakmaması gerektiğini öğretmeliydi. Tabii öncelikle bana; yoksa başımı bu kadar belaya nasıl sokabilirdim?

Bir şeyler söylemek için can atıyordum ama saçmalayacağımı bilerek onlardan bir yanıt gelmesini bekledim ama bunun yerine Keskin olduğu yerde dikilmeyi kesip hışımla dönüp okula doğru yürüyünce tutuğum nefesi güçlükle soludum.

"Hey sen bekle!" diye bağırınca onun aksine gitmek için hareketlenen çocuk dönüp bana baktı. Ona bağırarak geri kışkırtmamın bir yararı yoktu.

Kendimden beklenmeyecek bir kibarlıkla "Acaba seninle konuşabilir miyim?" dedim.

Acaba o benim onu tanıdığımı anlamış mıydı? Biraz düşünse de başını hafifçe salladı. Teklifi mi kabul edeceği aklımın ucundan geçmezdi. Bu nedenle bocalasam da onunla ne zaman konuşmak istediğimi bildirdim.

Buna rağmen dönüp sokağı terk etmeden önce "Sana yeri mesaj atarım." dedi.

"Hey dursana!" diye elimi gelecekmiş gibi sallayıp, olduğum yerde debelenmemin bir manası yoktu. Daha numaramı bilmiyordu.

Yorgunca inledim. Soğuk soğuk terlemeye başlayan ellerimi kan dolaşımının hızlanmasıyla iyice ısınan yanaklarıma bastırdım.

"Sen sürekli beni mi takip ediyorsun?!" Laboratuara hışımla girip kapıyı büyük bir gürültüyle kapatan Keskin'in sert bağırışıyla geriye doğru sendeleyip neredeyse dibinde olduğum açık pencereye korkuyla yapıştım.

Büyük adımlarla üstüme doğru yürümeye başlayınca elimi mesafeyi korumak amacıyla panikle kaldırdım. Ama bu bana daha fazla yaklaşması için ona engel değildi. Göğsünün üstünde olan elimin kuvvetli baskısı olmasına rağmen yenik bir durumdaydım. Nasıl olmayayım ki! Pencereye yapışmış bir vaziyetteydim ve Keskin her an beni boğabilecek gibi bakıyordu. Kısa bir an için aşağıya bakıp güçlükle yutkundum; beni buradan atsa kesin ölürdüm...

"Sana söylüyorum, konuşsana!" diye kulak zarımı deşecek bir güçle bağırdı. Korkudan gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmaktan başka bir şey yapamıyordum. Bir de şu titremeyi kessem her şey daha iyi olabilirdi.

Dışarıda uğuldayan rüzgâr onun siniri kadar şiddetlenmişken açık da olan saçlarımı uçuşturup onun yüzüne doğru savurunca sinirle yüzünü çevirdi.

"Çek şunları!"

"Sen kendin çekilirsen ben de saçlarımı çekerim. Gerçi sen çekilince saçlarımdan da otomatikman kurtulmuş oluyorsun."

Ben çekmeyince saçlarımı yüzünü ekşitip geriye doğru iterken hırsla güldü. "Ne saçma bir anlaşma o."

Suni bir öksürüğe rağmen sesim cılız çıkmıştı. "En kısa sürede o geldi aklıma." diyerek saçımı gergin olduğum zamanlardaki gibi kulağımın arkasına onun aksine nazikçe ittim.

Derin bir nefes aldığını duyacak kadar ona yakındım. "Sana tek bir kere soracağım."

"Nasılsa hiçbirini cevaplamayacağım. İstediğin kadar sorma hakkına sahipsin."

Samimiyetten oldukça uzak alay dolu bir ifadeyle gülümsedi.

"Ama sen cevap vermeme hakkına sahip değilsin. O halde onunla dün hiç konuştun mu?"

"Hah."

Ne diyeceğim şimdi ben? Bu kadar dibimdeyken ihtisas alanım olmasına rağmen yalan söylemek çok zor geliyordu. Bir şey bul, bir şey bul Defne! "Aa..." İşaret parmağım yüzüne yönelince "Ne?" dedi. Sesi biraz olsun bile yumuşamamıştı.

"Renk değiştiren gözler, güzelmiş. Benimkilerin hiçbir numarası yok, düz kahve. Seninki yanarlı dönerli, ne kadar şanslısın, bu konu hakkında bir fikrin var mı? Hadi bunun hakkında konuşalım." Mevzu bahis olan gözlerini sabır dilenircesine kapatırken hala havada duran işaret parmağımı sıkıca tutunca nefesim boğazıma tıkandı. Hala göğsünde duran elimin baskısını uyarıcı bir şekilde arttırdım.

"Ayrıca belim kırılacak, biraz ileriye gider misin? Bu tacize giriyor!"

"Senin yaptığın gibi..."

Gözlerim irice açılırken "İkisi aynı şey değil!" diye kendimi savundum. Ela gözlerine yerleşen sinirin izleri perçinlenirken, onu son kez üstümden bağırarak itince sendeleyip geriye gitti. Bu sırada sınıfa giren birkaç kişinin bizi bu halde görmesiyle ders boyunca göz hapsine maruz kalmamız kaçınılmaz olmuştu.

O kişilerden birinin Ali olması ve ciddiyetle bana bakmasından rahatsızlık duyduğum için yer değiştirmeyi bile düşünmüştüm. Ders boyunca tutulduğum duygu selinin gözyaşlarıma dökülmemesi için zor bir mücadele verdim. Bazen bu kadar kırılgan olduğum için kendimden nefret ediyordum. Umarım ergenliğin vermiş olduğu yan etkilerden yalnızca bir kaçı olmalıydı bu. Bana kötü davranan birinden hoşlanıyor olmam gibi. Ben ne zaman sağlıklı bir yetişkin olacağımı düşünürken bahçeye çıkmıştım bile. Omzuma çarparak yanımdan geçen Keskin'e karşı bakışlarım nefretle kısıldı.

Biraz oturup temiz hava almaya ihtiyacım olduğunu fark ettim. Tek başıma banka otururken sıkıca kucakladığım sırt çantamı duraksayıp sınıfa bırakmamış olmama sevindim.

Keskin'in alev gibi parlayan sinirine bakarsak çocuğu tanıdığımı tahmin etmiş olmalıydı. Yorgunlukla kapadım gözlerimi. Hiç anlaşılacak bir tarafı yoktu; her gün daha geriye sarıyordu. Bir an için nasıl olduysa güldüm. Çocuğunu düşünen bir anne gibi davrandığımı fark edince gülüşüm kahkahalara bıraktı kendini. Etrafımdakilerin kaçamak ama tuhaf bakışlarına bakarsak bana dik dik bakmamak için gayret gösteriyorlardı. Susamadığımı fark edince elimi ağzıma kapadım, sanki gülüşümü yakalayabilecekmişim gibi. Bu sırada çalan zille birlikte herkes okula giderken derin bir nefes almaya çalıştım ama onu da beceremeyip kendimi öksürüğe boğarken yumruk yaptığım elimi göğsüme vurdum.

"Defne?"

Işın hoca tepemde dikilirken aynı anda hem öksürüp hem güldüğüm hem kendimi dövdüğüm için endişelenmişe benziyordu. Garipsemiş de olabilir. Son öksürükle birlikte aldığım nefesler iki katı hızına çıkarken bir problem olmadığını söyledim.

Bana pek inanmış gibi durmasa da bir şeyler homurdanıp o topuklu ayakkabılarına rağmen hızla okula gidip gözden kaybolmuştu.

Sarsıcı öksürükler yüzünden mideme giren kramplardan o kadar çok kasıldığımı fark ettim ki, toparlanıp ayağa kalkmam zamanımı almıştı. Yüzüme düşen damlalarla ve gök gürültüsüyle yağmurun başlayacağını anlayıp hareketlendim. Yine de bu kısa sürede nasibimi almıştım. Giriş katın merdivenlerini çıkarken bacaklarım isyan ediyordu. Koridorun diğer tarafındaki Keskin'i görmemle yorgunluğumu bahane edip mola verdim. Nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

Duvara yaslanmış ne düşünüyordu böyle?

Yanına gitmek için hazırlanırken duvarın gerisine göz ucuyla bakıp bir iki saniye sonra döndüğünü fark edince bekledim. Sınıfa çıkmak yerine beni duymasını umursamayarak koridorun sonunda ki köşeye doğru koştuğumda arkası dönük olarak oturan iki kişiye doğru elindeki kalemi döndürerek yürüdüğünü gördüm. Bir adım yana kaydığımda uyuyan kişinin cüssesinden ve turuncu saç renginden ayırt etmem ben de panik etkisi yarattı.

Okulda bıçak kullanacak hali yoktu ya!

Her şey çok hızlı cereyan etmişti. Çantamın elimden düştükten sonra koridor boyunca çığlık çığlığa bağırmaya başlamamdan hemen önce Keskin'in bana dönmesi, teker teker açılan sınıf kapılarından akın eden insanların etrafımı çevrelemesi, meraklı gözlerin esiri olmam...

Serin bir tenin beni çekip havada titreyen elimi indirmesinden sonra bu kişinin sınıflardan çıkan öğretmenlerden biri olduğunu fark ettim.

"Sakin olur musun?" Şaşkınlıkla panik arasında çıkardığım tuhaf sesi duymamın ardından kalabalığın daha da arttığını gördüm.

"Şimdi bana ne olduğunu sakince söyleyebilir misin?"

"O... o..onu öldürecek! zaten hiç normal davranmıyordu bugün! Yani bugün değil o genelde iyi davranmaz."

"Kimsenin birine zarar verdiği yok. İlk önce sen bir sakin ol." Nereden geldiğini bilmediğim su şişesini uzattı. "Şu suyu iç." dedi otoriter bir sesle.

Şu an dersinde olmam gereken hocam kalabalığı yarıp karşımda dikilmeye başladığı an art arda bana sorular sıralarken olduğum yere çivilenmiş gibiydim.

Az önceki bağırışlarım şimdiki sessizliğime karşı kulaklarımda uğuldarken Çağlar'ın meraklı kalabalık arasında bulduğu yerden ilgiyle beni süzmesi, bakışlarımı ona sabitlememe neden olmuştu. Yanındaki Ece'nin kızıl perçemini geriye iterken göz ucuyla uyarıcı bir şekilde ona bakmasını fark edecek kadar onları iyi tanıyordum.

"Defne?"

Karşımda duran herkesin benden bir şeyler söylememi beklediği aşikârdı. Hocam bezgin ifadesiyle bana bakarken devam etmemi bekledi. "Evet, Keskin? Nedir bu Keskin muhabbeti?"

"Ben mi?"

Öne çıkan Keskin'in kalabalığın arasında kendine yer edinecek kadar rahat davranması beni deli etmişti. Tüm gücümle onu işaret ettim.

"Bu, Gofretli Çocuğu öldürmeye çalışıyor! Her seferinde bunu yapmaya çalışıyor sonra da bilmiyormuş gibi davranıyor. Aynı şimdi yaptığı gib-!"

"Bir dakika, bir dakika! Gofret... Ne?" diye garipseyerek gülen kalabalığa karşı daha baskın bir ses duyuldu.

"Benden bahsediyor!"

Sesin sahibiyle hücrelerim saniyeler içinde yenilenmişti sanki. Döndüğüm gibi çocuğun koluna yapışmış onu biraz daha öne çekmiştim.

"Evet işte bu. Bu çocuğa zarar verecekti! Bahsettiğim çocuk bu." Herkes meraklı gözlerle beklerken çocuğa döndüm.

"Desene hani daha önce de bilmediğim birileri benim kafama vurdular, ben bayıldım, beni taşıdılar daha sonra okulda uyandım diye. Geçen dönem Keskinler yaptı hani. Basket maçında."

"Neden bahsediyorsun?"

Çocuğun ciddi tavrı bende adeta tokat yemişim etkisi yaratırken istemsizce güldüm ama kalın bileğini saran iki elim de gevşememişti.

"Liste!" Gözündeki alay dolu parıldamalarla bana bakmayı sürdürünce başımı kaldırıp mantıklı bir açıklama bekleyen hocalara baktım. O kadar zor durumdaydım ki, tekrar ona dönüp medet ummuştum.

"Kara listen var böyle, isim yazıyorsun. Konuşsana be, korkuyor musun bu cüsseyle?!" diye bağırdım gözlerim çaresizlikle dolarken. Ciğerlerim art arda aldığım titrek nefesleri karşılamakta gecikmedi. Tekrar kalabalığa döndüm.

"Evet, aynen öyle yapıyor. Birbirlerini sevmediklerini biliyorum, işte bu yü-"

"Sanırım pek iyi değil. Derse girmeden önce sizden izin almıştım, arkadaşımı görünce derbi hakkında biraz sohbet ettik. Aynı takımı tutmamamız düşman olduğumuzu kanıtlamaz değil mi?" diye alayla kaşlarını kaldıran Keskin'e hırladım.

"Sen var ya..."

Yüzüme kibirli bir ifadeyle bakıp "Sanırım dikkat çekmeye çalışıyor," demesi bendeki şalterleri artırmış, kızgınlığım onun yüzüne tüm koridorda yankılanacak bir tokat şeklinde inmişti. Başı yediği kuvvetli tokadın etkisiyle diğer tarafa doğru savrulurken akıllanmamış olacak ki, kafasını kaldırıp gözümün içine baka baka gülünce onun üstüne doğru atılmam da bir olmuştu.

Sonrasında araya giren hocaların bağırışı ve itip kakmasıyla kendimi idare katında, el pençe kapının önünde buldum. Annem yarım saat içinde burnundan soluyarak gelmiş bana bekle sen bakışını atıp odaya girmişti. Yaklaşık kırk dakikadır aynı benim gibi karşı duvarda duran Keskin'in tavana sabitlenen bakışları birden yere yığılmasıyla ayrılmıştı.

Başımı sallayıp hayretle güldüm. "Ne şimdi bu, yeni oyunun mu?" Muhtemelen birkaç dakika boyunca yerdeki tozları solumaya devam edecek kadar umutsuz bir tablo çizmeye çalışıyordu karşımda. Sırtımı dayadığım duvardan ayırıp ona doğru ilerleyip tepesinde dikildim.

"Bu kadar zavallı olmana gerek yok." Göz kapakları yetmezmiş gibi elalara ikinci perdeyi perçemi çekmişti.

"Hey, sana diyorum!" Siyah botlarım elini itmek suretiyle onu yoklamakta geç kalmamıştı.

"Yalancı çoban sana söylüyorum. Şşt, uyansana!" Ellerimi yorgunlukla belime yerleştiğimde gerçek bir hırsla solumuştum. Ayağımın baskısını canının acısını umursamadan artırdığımda tekrar tekrar bağırmıştım. "Hey sana söylüyorum adi insan! Bırak bu hasta ayaklarını!"

"Defne!"

"Hocam..." Açılan kapıdan hocalar koşarak gelip beni geriye doğru iterken Keskin'in başına eğildiler.

"Şimdi de Keskin'i mi dövüyorsun?!"

"Ne?" diye dehşetle güldüm maruz kaldığım sorunun dengesizliği karşısında.

"Defne."

"Ya yok öyle bir şey! Hala bu yalancıya inanıyor musunuz? Numara yaptığına eminim. Hey uyansana!" diye ayağımla tekrar ona vurma kalkışmamı, annemin dirseğimi beni kendime getirecek bir kuvvetle çekmesiyle bırakmak zorunda kalmıştım.

Hocalar Keskin'i ayıltmaya çabalarken Işın Hoca'nın "Defne bunu nasıl yaparsın? Sana inanamıyorum." diye ciddi ve kati bir şekilde sormasıyla kan beynime sıçramış, hocaya karşı sesimi yükseltmem bir gereklilik olmuştu.

"Aklınızı mı kaçırdınız, ben nasıl Keskin'i dövebilirim!" Bağırmaktan artık boynumdaki damarlar çıkmıştı.

"Defne yeter artık!" diyen annem beni Keskin'in başından uzaklaştırırken bu sefer idare odasına birkaç hocayla birlikte girmek durumunda kaldım. Kendine gelen Keskin'i dinlenmesi ve kendini toparlaması için beni kast ederek daha sakin bir yere almışlardı.

"Pamukları iyi sarıldı mı bari?"

"Bir şey mi dedin Defneciğim?" diyen Işın hocanın da dâhil olmak üzere oda da bulunan herkesin beni işittiğini her bir hareketim de tansiyonu iyice yükselip, domates gibi kızaran annemin suretinden kolaylıkla anlayabiliyordum.

Odaya giren Turuncu Kafa'lı çocukla müdür yardımcısı deri koltuğuna oturup gözlüğünü titizlikle geriye iterken "Gel Necati gel,"dedi.

"O da kim, senin bir adın var mıydı?" diye şaşkınlıkla ona döndüğümde başını her zamanki özgüveniyle ağırca bana döndürdü.

"İnanır mısın, bir kimliğim bile var."

"Muhabbetiniz bitti mi? İzninizle devam edebilir miyiz?"

Başımı hafifçe eğdim. "Özür dilerim..."

Masasının üstündeki bardaktan bir yudum içti. "Ortada bağırış çağırıştan başka elle tutulacak bir şey yok. Çocuklar bir sorun olmadığını ilettiği için bu seferlik herhangi bir ceza vermemeye karar verdik. Bunu bir uyarı olarak algılaman konusunda fikir birliğindeyiz. Bu sözüm yalnızca sana değil. Keskin'e karşın senin derse bahanesiz bir şekilde girmediğin konusu da göz önüne alınırsa, kendini şanslı saymalısın."

"Keskin gibi haber vererek gelmiyor ağrılarım, ondandır belki."

"Defne!" diyen annemin fal taşı gibi açılan gözleriyle çenemi kapadım.

En büyük ceza annemi okula çağırmaları değil miydi zaten? Burnumdan soluya soluya gülmek bugün adetim olmuşken, karşımdaki hocaların uyarıcı bakışları üstümde hükümsüzdü.

"Çıkabilir miyim?" Karşılık olarak gösterilen kapıdan çıkmaya oldukça hevesliydim. Peşimden gelen annem bakışlarıyla beni lime lime etmeye başlamadan bahçede durup onu bekledim. Herkes dersteydi. Şemsiyesini açıp beni yanına çekti. Çıkmak için direnince beklediğim gibi söylendi.

"Hasta olursan yine ben bakmak zorunda kalacağım nereye gidiyorsun artist artist kendi başına."

"Senin yapman gerekeni yapıyorum."

"Neymiş benim yapmam gereken?"

Elimi havada geçiştirircesine salladım. "Şu an hiçbir şey duymak istemiyorum deyip önden önden gitmen gerekiyordu." Annem indirdiği şemsiyeyi bacağıma yapıştırınca olduğum yerde acıyla sıçradım.

"Kapatacağım tüm iletişim ağlarını, gör bakayım dizi-film izliyor musun bir daha. Bana bak Defne, sorun falan istemiyorum. Bu zamana kadar nasıl sorunsuz gittin aynen öyle eşek gibi gidip bu okulu bitireceksin, anladın mı beni?" Cevap vermeyince ikinci kez kalçama indirdiği şemsiyeyi vurmasıyla konuşmuştum. "Anladık herhalde."

"İyi, yürü!" diye kolumdan çekip beni kendine yapıştırırken söyleniyordu. "Önden önden gitmem gerekiyormuş. Amerikalı Olga'yım ya ben!"

"Olga Rus."

"Rus mus sen sus!"

"Peki."

Ben bu ara pek iyi değilim. Siz iyi olun olur mu? Kendinize iyi bakın, sizi seviyorum...

Continue Reading

You'll Also Like

18.1K 1.4K 22
(BİTTİ BİLE!) hikaye isminin anlamı yok. karakterimi kafamda kurarken nedense "ayas bu" kelimesi aklıma gelince kitabın ismini öyle koymak istedim. F...
10.8K 936 37
Savaş'ın Galatasaray'ın şampiyonluk kutlamalarında bankın birinde oturmuş Fenerbahçe'li kadının yanına oturmasıyla başlar her şey. Argo ve küfür içe...
535K 10K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
4.4K 595 13
O saha artık bizim😏