Şehrin göbeğine koca bir darağacı kurulmuş. Meraklı bir kalabalık etrafına yayılmış, bir uğultudur beynimde yankılanıyor. Mahkûm kim ki acaba?
" O haksızdı "
"Hayır haklıydı"
İkiye ayrılmış kalabalık. Darağacı önemli biri için kurulmuş sanırım. Merak ettim doğrusu, kalabalığın arasında ilerlemeye başladım. İdam masası kurulmuş olmasına karşın, cellât ortada yoktu. Darağacının gerisinde büyük bir kafes duruyordu, kapısında da iri yarı iki adam. Birinin elinde infazdan hemen önce okunacak bildiri...
"O vakit kafesteki mahkûm olmalı"
Merakla kalabalığı yararak kafese doğru ilerlemeye koyuldum. Koca vücutlu adamların yanına geldiğimde meraklı gözlerle baktım. Biraz çekinerek:
"Mahkûm kim acaba?" diye sordum. Lakin ağızlarını bıçak açmıyordu. Sesimi biraz daha yükselterek tekrar sordum:
"Mahkûm kim?"
Yine cevap yok...
Söylene söylene kalabalığın arasına geri döndüm. Yaşlı bir amca buğulanmış gözleriyle darağacına bakıyordu. Usulca ona doğru yaklaştım:
" Merhaba"
Adam herhangi bir tepki vermedi. Öyle ki yüzüme bile bakmaya tenezzül etmemişti. Tam arkamı dönüp başkasına soracakken, yaşlı amca konuştu:
"Yazık oldu hakkını yiyorlar"
"Adı ne? Kim bu? Ne yaptı?" art arda soru sormaya başladım adamcağıza. Fakat benimle ilgilenmiyordu. Kendi kendine konuşuyor. İnfaz edilecek kişiye içerleniyordu. İyice sinirlenmiştim. Hayır, bana neden cevap vermiyordu ki? Sert adımlarla bir başkasına doğru ilerledim ve bu kez aynı soruları ona sordum.
Delirmek üzereyim...
Neden kimse bana cevap vermiyor? Kızgınlığım, öfkem gittikçe artıyordu. Hayatım boyunca hep bunu yaşamıştım. Kimse benimle ilgilenmiyor, hatta görmüyordu. Kimse benimle takılmak istemiyor, yanlarına almıyorlardı. Hayatım hep yalnızlıklarla boğuşarak geçmişti. Şimdi bu koca kalabalık beni görmezden gelirken nasıl sakin olabilirdim? Önüme gelen herkese kendimi fark ettirmeye, sesimi duyurmaya çalışıyordum. Ama benimle ilgilenmeyişlerine devam ediyorlardı.
"Hey! Bana bir cevap verir misiniz artık, lütfen" dedim çaresizce. Fakat nafile... Kimse beni görmüyordu.
Derken uğultuları ve düşüncelerimi, yerde sürünen prangaların sesi kesti. Mahkûm darağacına doğru yürüyordu. Cellât hala yok! Yavaş yavaş merdivenleri tırmanmaya başladı. Gerçekten genç biriydi. Henüz yüzünü görememiştim ama yapısı yaşını belli ediyordu. Suçu neydi acaba? Kısa bir süre darağacını izledi. Sonra gökyüzüne son kez bakıp, derin bir nefes aldı. Yüzünü kalabalığa doğru çevirdiğinde, bedenim olduğu yere çivilendi. Nefesim boğazımda düğümlendi. Yutkunamadım.
Ayağında prangalar olan mahkûm birçok siluete sahipti!
Koca vücutlu adam hızlı adımlarla merdiveni çıkıp, prangaları çözdü.
Mahkûm çıktı sandalyeye.
"Son sözün?" dedi bir adam, sert ve oldukça tok çıkan bir sesle. Mahkûm, gözlerini gezdirmeye başladı ve o kalabalık arasında gözlerini bana kenetledi.
"Haklısın özgür olması gereken bir dünyada, yaşamını kısıtladık. Seni sen yapan şeylerden mahrum bıraktık. Kimliğini hor gördük. Ama bilemezdik ki sen bir insansın. Çünkü biz bir toplumduk ve sen bizim gibi olmalıydın, kadın ya da erkek. Bizim için başka seçenek yoktu. Kendin olamazdın. Şimdi burada bizi yargılayıp mahkûm ettin ve birazdan altımızdaki sandalyeye küçük bir tekme atacaksın. Ne diyelim haklısın. Ama biz yine böyle olmaya devam edeceğiz ve seni hep dışlayacağız. Ne söylersek söyleyelim, dünya özgür bir yer değil ve asla farklı olanları kabul etmeyeceğiz..."
Başına geçirildi kalın bir ip. Baktı bir kez daha sonsuz mavi gökyüzüne ve derin bir nefes alıp, çektim altından küçük sandalyeyi. Bedeni darağacında titreye titreye sallanmaya başlarken, yaşlar gözlerimden umutsuzca aktı. Cellât da yargıç da bendim, benim düşüncelerimdi. Koca kalabalık meydanı terk etmeye başlarken, kendi kendime koca bir söz verdim:
" Kimliğinden vazgeçmeyeceğim, asla sizler gibi olmayacağım!"