-2 hafta sonra- Duygu..
"Bu daha ne kadar böyle sürecek Duygu?"
"Bilmiyorum Doğa.. Hiçbir fikrim yok. Sanırım Azra'nın direnci kırılıncaya kadar."
"Neden bu kadar dağıldı..? Neden bu kadar direnç gösteriyor iyileşmeye karşı?"
Doğa'nın sorusu üzerine derin bir nefes aldım. Birden çok faktör vardı..
"Çünkü onun süreci diğer herkesten daha zor oluyor. Çünkü kurtarıcısı-"
Burada dişlerimi sıktım.
"Diğerlerininkinden daha umursamaz! Çünkü.. iyileşmek istediğinden emin değilim.."
Doğa olanca kederi ve hüznü ile başını önüne eğmiş, düşüncelere dalmıştı tekrardan. Herkes aynı anda hastanedeydi bugün.
Aslında Azra öncesine göre çok daha iyiydi. Sakinleştiriciler kesildikten sonra, kafasını daha iyi toparlayabildiğinden bahsetti doktor. Aslında bu onun için iyi miydi kötü müydü bilmiyordum ancak doktorun yöntemleri biraz işe yarıyor gibiydi.
İlaçlar yerine onu soğuk odaya kapatarak, fizyolojik bir hareketsizliğe sürüklediler. En azından kendisine veya bir başkasına zarar veremiyordu. İçeriye karşı sürekli bir ses iletimi vardı, psikolog günde 1 kere 1 buçuk saat boyunca onunla konuşuyor, anlatmaya, eğitmeye ve kafasındaki soruları çözmeye çalışıyordu. Kimseyi yanına almıyorlardı. İlk günlerde oldukça saldırgandı ve asla sese tepki vermiyordu ancak 2 haftanın ardından, daha sakindi ve en azından dinliyor gibi görünüyordu.
Lâle bize bu kadar korkmasındaki asıl sebebin onu rahat bırakmayan, dünyaya sıkışıp kalmış ruhsal enerjiler olduğunu anlatmıştı bu süreçte. Bunun bir insanın kaldırabileceği bir şey olmadığını... Aslında Lale bu konuda artık oldukça deneyimliydi, onu Azra ile görüştürmeye çalıştık ancak doktor izin vermedi. Şu anda yalnızca psikolojik tedavi görmesi gerektiğini düşünüyordu.
Ayrıca onu ölümden geri döndüren kişinin zihni ve duyuları ile birleştiğini ve kendisi dışındaki bir insanın hislerini, duygularını, düşüncelerini algılıyor olmasının da üzerinde ciddi bir baskı oluşturacağını söyledi Lâle.. Bunu ancak tahmin edebilir fakat asla anlayamazdık.
~
-Bir 2 hafta sonra daha- Duygu..
Odamın kapısı çalınınca, yapmakta olduğum işi bırakıp kapıya doğru yürüdüm. Karşımda Doğa ve Damla'yı görünce hafifçe tebessüm ettim.
"İçeri gelin kızlar."
Kenara kayıp içeri girmeleri için yol verdim. Azra'nın durumundan dolayı hepimizin üzerinde bir ağırlık vardı.
Kapıyı kapatıp kızlara döndüğümde, ikisinin de Azra'nın yatağına oturduğunu ve sessizce bana baktıklarını gördüm. Sanırım özellikle belirli bir konuda konuşmak istiyorlardı ve konu ise barizdi.
Kendi yatağımın üzerine oturup bağdaş kurdum.
"Ne yapacağız Duygu?"
"Her zamanki şeyi. Hastaneye gideceğiz ve Azra'ya destek olacağız."
Doğa derin bir nefesi içine çekti ve iki elini birden kaldırarak yüzünün iki yanına koydu.
"Ya destek olacağız tabii ki. Bunu hepimiz çok istiyoruz. Ama Azra.. bilmiyorum. Tuhaf davranıyor-"
Dayanamayarak sözünü kestim.
"Tabii ki tuhaf davranacak Doğa, kız ölümden döndü farkında mısın?"
"Ondan bahsetmiyorum Duygu! Yani.. sanki kendine gelmek istemiyor gibi. Sanki iyi olmak istemiyor.."
"Ne olursa olsun ona destek olmalıyız. Ona, onu ne kadar sevdiğimizi anlatmalıyız. Ona eski Azra'yı hatırlatmalıyız kızlar."
Beklentiyle yüzlerine baktım. Doğa düşünceli bir surat ifadesiyle bana bakarken, Damla hafif hafif başını sallayarak beni onaylıyordu.
"Mete.."
Bir an boğazı düğümlenmişçesine sessiz kaldı. Ancak kendisini toplamaya çalışarak devam etti.
"O aramızdan ayrıldığında Azra'nın yaptıklarını, desteğini unutamam. Elbette o benim canım, arkadaşım. Elbette ona yine de yardımcı olurdum, her daim desteğimi sunarım ancak Mete'nin ardından benim için yaptıkları, desteği, söyledikleri.. Hepinize teşekkür ediyorum bunun için ancak Azra neredeyse bir anne diyemeyeceğim ancak baba edasıyla yaklaşmıştı bana."
Bunu deyince bir an durdu ve gülümsedi.
"Biliyorsunuz onun o agresif ve sinirli ancak korumacı tavırları ancak bir babaya ait olabilir. Grubumuzun annesi daha çok sensin Duygu."
Damla'ya içtenlikle gülümsedim. O da konuşmaya devam etti.
"O nedenle ne yaparsa yapsın, ne isterse veya istemezse istemesin yine de ona, onu hatırlatmalıyız."
Bu kez Doğa dolu dolu gözlerle, "Haklısın.." diyerek başını salladı.
"Peki ne yapabiliriz sizce? Hadi muhteşem dörtlünün üçlüsünü bir araya getirip çalıştıralım şu saksıları," deyince Doğa ve Damla da benim gibi bağdaş kurup yatağa iyice kuruldular ve hemen düşünme pozisyonu aldılar.
"Öncelikle Azra'yı bir an önce hastaneden çıkarmaya çalışmalıyız. Orası da ona hiç iyi gelmiyor. Hem biliyorsunuz, zaten Azra hastaneleri hiç sevmez," dedim kızlara bastıra bastıra. Doğa da beni desteklercesine, "Kesinlikle. Ardından sürekli en azından birimizden biri yanında olalım. Kafasını dağıtmaya çalışalım," diye belirtti.
Damla ise farklı bir görüş attı ortaya. "Ben Lâle'den daha fazla destek alalım derim."
"Ben de öyle düşünüyorum. Lâle çok sessiz ve içine kapanık ancak şu anda belki de Azra'yı anlayabilecek en iyi kişi," derken onu nasıl ikna edebileceğimizi düşünüyordum bir yandan da.
"Ayrıca o ego yığını Ruhcuyla da konuşup Azra'ya biraz daha fazla 'özen' göstermesini söyleyebiliriz."
Bunu söylerken Doğa kaşlarını çatmış, kafasının içerisinde muhtemelen en bilimsel işkence yöntemlerinin listesine göz atıyordu.
"Evet ancak pek umursayacağını sanmam. Ayrıca Azra bunu öğrenirse bizi mahveder."
"Sen de haklısın. Salak ama ya, şu çocuğa bakın, resmen ben hayata döndürdüm, daha da kılımı kıpırdatmam moduna girdi."
Doğa sinirle kollarını birbirine doladı.
"Sakin ol Doğa'cım. Sen böyle agresif bir insan değilsin hayatım, ne oldu sana böyle?"
"Kusura bakmayın kızlar, son zamanlardaki durumlar beni biraz kötü etkiledi. Azra'nın böyle olmasına dayanamıyorum.."
Damla usulca, "Seni anlayabiliyoruz ancak bizim Azra'ya tam destek olabilmemiz için önce kendimizi iyi hissedebilmemiz lazım," dediğinde Doğa da başını sallayarak üzgün gözlerle onu onayladı, "Haklısın.."
O gün tüm zamanımızı çözüm önerileri ve planlar kurarak geçirdikten sonra hep birlikte hastaneye gitmeye karar verdik. Hastane odasına vardığımızda Azra'nın babası Engin Amca'nın odanın kapısında, ayakta kaşları çatık ve elleri belinde bir vaziyette beklediğini gördük. Gerçi Engin Amca diyordum ama o kendisine öyle hitap etmemizden hoşlanmazdı. Engin Bey'i tercih ederdi. Tabii onun askerlerinden birisi değilseniz.
Odanın önüne vardığımızda selam verdikten sonra duraksadık.
"Merhaba Engin Amca, şey pardon, Engin Bey," diyen Doğa'nın hafifçe kızarmaya başladığını fark ettim.
Engin Bey önemli değil der gibi elini salladı.
"Azra nasıl, bilginiz var mı?"
Bir adım öne çıktım.
"Elbette var. Her gün buradayız, merak etmeyin, her zaman yanındayız biz. Her şeyiyle ilgileniyoruz, biz onun ailesiyiz."
Bu adamı sevemiyordum. Bunda Azra'nın düşüncelerinin de payı vardı muhakkak ancak o sert duruşu, işimden başka hiçbir şey önemli değil tarzı bakışı beni deli ediyordu.
Düşünceli bir şekilde başını salladı.
"Bu güzel. Hepinize.. bunun için teşekkür ederim."
İşte bu şaşırtıcıydı.
"Teşekkür etmenize gerek yok. Bizler onun en yakınıyız, elbette ona yardımcı olacağız."
Damla bana oranla daha yumuşak bir ses tonu kullanmıştı Engin Bey'e karşı. Tabii onlar benim kadar Azra'yla konuşup dertleşmemişlerdi bu konuları.
"Ben, ee, çok fazla buralarda olamıyorum. Sizlerin ona destek olması içimi rahatlattı."
"Merak etmeyin, gözünüz arkada kalmasın," diyerek hafiften iğneleyici bir tarzla cümlemi noktaladım ancak çok ileriye de gidemiyordum çünkü Engin Amca gerçekten sert mizacı ve keskin gözleriyle işinin hakkını veren tam bir askerdi. Ve bunu göstermelik değil, gerçek anlamda yapıyordu. Sanki asker olmak için doğmuştu. Sıfır duygu moduyla bir insanın yaşamasının nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyordum.
"Ben yine uğramaya çalışırım."
Bu sanırım 'gidiyorum' anlamına geliyordu. Hemen ileri atıldım:
"Engin Bey, bir içeri girip Azra'ya bakmak istemez misiniz? Soğuk Oda'dan daha yeni çıktı. Öncekine göre çok daha iyi ancak sizin desteğinize ihtiyaç duyacaktır."
Bir an hareketsiz kaldı, kabul etmeyeceğini anladığım an yine atıldım:
"Biliyorsunuz o.. ölümden döndü. Şu anda aramızda olmayabilirdi.."
Bunu söylediğim an başını kaldırıp tam gözlerimin içine baktı. Askerliğin getirmiş olduğu sertlik yüz hatlarına o kadar iyi oturmuştu ki yıllar içerisinde.. Bunu muhtemelen gülümserken bile koruyordu. Ancak orada başka bir şey daha görmüştüm. Ben bunu söylediğim anda oluşan.. bilemiyorum, üzüntü? Ya da bir gerçeğin idrak edilmesi, dışa vurumu..?
Hepsi mümkündü ancak n'olursa olsun ilk defa bir an sersemlediğini görmüştüm. O kısacık andan sonra hemen toparlandı ve boğazını temizledi.
"Evet, sanırım bir baksam iyi olacak."
Engin Bey sözü bittikten sonra yavaşça kapıyı açıp içeriye girdi ve yine yavaşça kapattı. Kızlara döndüm:
"Biz burada kalalım. Bakalım 'hangi noktada' patlak verecekler."
Tam o esnada Mert ve Yağız geldiler. Mert hemen yanıma gelip bana sarıldı ve başını eğip şakağıma bir öpücük kondurdu. Hafifçe sırtımı okşarken bir yandan da kulağıma doğru fısıldadı:
"Yorgun görünüyorsun."
Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım, "Yorgun değil, üzgünüm.."
"Atlatacağız, bunu da halledeceğiz ateş topum, merak etme."
O kadar rahatlamıştım ki, uzun bir iç çekme eşliğinde beline sarılıp bir süre orada dinleneyim diye düşündüm. Bana hep 'ateş topum' derdi; elementim ateş olduğundan dolayı. Ancak beni rahatlatan yalnızca bu değildi, durumlar kötü veya karmaşık olduğunda, bunu birlikte atlatacağınızı, yanınızda olduğunu söyleyen birisinin varlığı, dünyanın en güzel duygularından biriydi..
Hafifçe geriye çekildiğimde Yağız'ın da Doğa'ya sarılmış ve hafiften sallanıyor olduklarını gördüm. Teselli edercesine.. Ancak Damla ortalarda yoktu. İçime çöküveren hüznü engelleyemedim. Ne zaman Mert veya Yağız ortamda olup bize bu şekilde yaklaşsalar, Damla hep bir şekilde ortadan kayboluyordu. Muhtemelen aklına Mete geliyordu.. Onun üzülmesini istemediğimiz için genelde bu konuda çok dikkatli davranıyorduk, yan yanayken pek sarmaş dolaş olmamaya özen gösteriyorduk ancak bu aralar bizlerin de ihtiyacı vardı ve her zaman bu kadar dikkatli olamıyorduk.
Kendi içimde düşüncelere dalmışken, birden içeriden gelen cam kırığı sesiyle yerimde sıçradım. İkinci bir patırtının ardından Mert'e ve diğerlerine döndüm hızlıca:
"Ne yapsak?"
Doğa endişeyle, "Beklesek mi?" diye tereddütle beklerken, Yağız da "Bence içeriye girmeliyiz. Baksanıza-" dediğinde sözünü bitiremeden aniden bir patırtı daha duyuldu. Kapıyı hızlıca çalıp dördümüz birden içeriye daldık. Manzara korkunçtu. Azra yatakta dizlerinin üzerine çökmüş etraftan bulduğu ne varsa Engin Bey'e fırlatıyordu. Bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
"Şimdi mi aklına geldim, ha? Zaten ben kimim ki? Seni terk edip giden kadının arkasında bıraktığı, istenilmeyen çocuğum ben! Hayatta olmam ya da olmamam ne zaman önemli oldu ki senin için!"
Yatağın yanındaki komodinde duran cam bardağı alıp fırlattı. Engin Bey bir adım sağa kayarak bardaktan kurtulurken bardak hızla duvara yapışıp parçalara ayrıldı.
"Azra Egeli!!! Kendine gel!"
Azra bir an durup, boş boş baktı babasına. Sonra deli gibi gülmeye başladı. O kadar çok kahkaha atıyordu ki, bir an durup yalnızca tuhaf bir şekilde birbirimize bakmaya başladık. Fakat ardından Azra ani bir şekilde, adeta bir bıçak gibi gülmeyi kesti.
"Bana bir bak! Ben senin emir erin gibi mi duruyorum!? Senin dediklerini yapmak zorunda mıyım ben? Bana bile, bana ya, çocuğuna ismiyle, soy ismiyle hitap ediyorsun! Ne soymuş ama, hah!"
Ardından hızlıca atacak başka bir şey bulmak için etrafını taradı gözleri. O gözler hani derler ya, fel fecir okuyordu adeta.. Delirmiş gibiydi. Bir şey bulamayınca, serumun takılı olduğu demiri yerinden oynatıp havaya kaldırmaya çalışında serumdan uzanan ve ucu kolundaki damara bağlı olan iğne fırladı birden. Ancak o kadar gözü dönmüştü ki, umurunda bile değildi. O anda birden donduğumu fark ettim ancak hızlıca bu ruh halinden çıkıp Azra'ya doğru atıldım ve elindeki demiri tutup çektim.
"Bırak Duygu!" Evet, artık beni tanıyabiliyordu.
"Sen bırak Azra! Şu anda kafan yerinde değil, bırak lütfen."
Azra neredeyse cadı gibi diye nitelendirebileceğim bir kahkaha attı.
"Öyle mi Duygu Hanım? Hiç de bile!!! Asıl şimdi aklım yerinde benim! Yıllarca bekledim ben, onu bekledim. Ama o ne yaptı? Kızı kim ki o güzelim pırıl pırıl askerlerinin yanında!"
Tekrar öfkeyle Engin Bey'e döndü.
"Azra, lütfen sakin ol artık. Kimseyi kimseye tercih ettiğim yok. Seninle hepsini konuştuk."
"KONUŞMAK FİLAN İS-TE-Mİ-YO-RUM! Anlamıyor musun? Ben tek başıma büyüdüm! Neden şimdi geldin ki!!"
Doğa'la birlikte Azra'yı tutup sakinleştirmeye -en azından denetim altına almaya- çalışırken, Yağız ve Mert Engin Bey'e yaklaşıp bir şeyler fısıldadılar. Engin Bey Azra'ya tekrar bakıp, başını salladı yavaşça ve büyük adımlar eşliğinde odayı hızlıca terk etti. Gerçekten çok üzücü bir tabloydu..
"Azra, bebeğim lütfen sakin ol biraz. Bak, bu sen değilsin, göremiyorsun şu anda."
"Gayet görebiliyorum. Siz de hepiniz bırakın beni!" diyerek bizi üzerinden adeta silkeledi. Doğa'yla kısa bir an bakıştık, ardından hemen ondan ve yataktan küçük bir adım uzaklaştık ve ellerimizi havaya kaldırdık.
"Tamam, bıraktık. Sakin ol şimdi. Baban da gitti. Yerine otur, hemşireyi çağıralım, koluna bir baksın."
Daha ben söylediğim zaman hatırlamış gibi koluna kaydı gözleri. İğnenin olması gereken yer bomboştu, yalnızca pamuk ve bant yerli yerinde duruyordu ve bileğine doğru ince bir kan akıyordu bandın altından.
Doktor bunların olabileceğini, tahammül sınırlarının yerle bir olduğunu ve ona uygun yaklaşmamız gerektiğini bize söylemişti. Bu yüzden anlayabiliyorduk ve hazırlıklıydık bu gibi durumlara karşı.
Birden fişi çekilmiş bir makine gibi olduğu yere yığıldı. Öylece duruyordu. Bomboş bakıyordu yatağa. Mert'e hemşireyi çağırmasını işaret eden bir bakış attım. Hemen odadan çıktı.
Yavaşça Azra'ya yaklaştım ve elimi koluna koydum.
"İyi misin tatlım?"
Kolunu silkerek elimi uzaklaştırdı.
"Dokunmayın bana! Kimse dokunmasın."
Derin bir nefes alıp, geriye çekildim. Herkes durmuş Azra'ya bakıyordu. Azra birden sol tarafındaki boşluğa hızlıca bir yumruk savurdu.
"Dokunmayın dedim!"
Ancak orada hiç kimse yoktu.
"Gidin başımdan! Gidin! Ben size ait değilim!! Şunu söylemeyi kesin artık!! Bıktım sizlerden. Hepinizden!"
Doğa yaşlı gözlerle, "Azra, kendine gel n'olursun. Orada kimse yok!" dediğinde Azra gözlerinde keskin bir nefretle Doğa'ya döndü.
"Sen öyle san!" derken içeriye Damla ve Mert, bir hemşire ve doktor birlikte girdiler.
"Neler oluyor bakalım?"
Doktor gülümsüyordu ancak durumu kontrol altına almaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. Hemşire derhal Azra'nın koluyla ilgilenmeye başladı.
"Yalnızca kolunuza bakacağım. Başka hiçbir şey yok," dedi öncelikle iki elini teslim oluyormuş gibi havaya kaldırarak.
"Bir şey olduğu yok! Beni rahat bırakın, hepiniz! Kimseyi istemiyorum, kimseyi!"
"Tamam küçük hanım, sakin olun bakalım. Hepimiz size çok değer verdiğimiz için buradayız. Arkadaşlarınız size destek olmak için gelmişler."
"Arkadaşlarım mı?"
Azra gözlerini kısarak bir an bizlere baktı. Sonradan yüzünde anlamlı bir ifade oluştu. Ne yani, tekrar bizi tanımakta güçlük mü çekiyordu şimdi?
"Yine de kimseyi istemiyorum! Zaten yeterince kalabalığım içimde!"
Bunu söyler söylemez kendini yatağa attı ve hepimize arkasını döndü. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Doktor bize dönerek, "İzninizle, konuşmamız gerekiyor," dediğinde sessizce odadan çıktık hepimiz.
Kendisi oldukça deneyimli bir psikiyatr olduğu için, okul müdürümüz Gencer Bey onu özellikle okul hastanesine getirtmişti. O nedenle iyi geleceğinden emin olarak çıktık hepimiz dışarıya.
~
-3 hafta sonra- Duygu..
Nihayet artık oldukça uzun uğraşlar sonucunda Azra'yı hastaneden çıkabilecek kıvama getirebilmiştik. Bunda elbette doktorların, hemşirelerin, arkadaşları olarak bizlerin ve birkaç öğretmenimizin payı vardı. Kızlarla birlikte yapmış olduğumuz planların hepsini gerçekleştiriyor, gerçekten de günün her saati Azra'nın yanında, ona tam destek veriyor, kafasını dağıtıyor ve eğlendirmeye çalışıyorduk. Gerçi Azra hâlâ o eski Azra değildi, sanki neşesini kaybetmiş, umutsuzluk diyarında kaybolmuş gibiydi. Ancak neyse ki önceki gibi krizlere girmiyor ve etrafında gördüğü herkese saldırmıyordu. Bazen, gerçekten hiç mi hiç iyi olmadığı günlerde, patladığı zamanlar oluyordu ancak o kadarı da normaldi artık bu durumda.
Doktor hepimizle konuşmak istediğini söylediği için, Doğa, Damla, Mert, Yağız ve ben doktorun odasında toplanmıştık. Her birimiz boş bulduğu sandalye ve muayene için konulan sedye üzerine hafifçe, neredeyse her an kalkıp gidecek gibi oturmuş, doktorun konuşmaya başlamasını bekliyorduk.
"Hepiniz hoş geldiniz gençler. Birlikte çok uzun bir süreçten geçtik. Ancak sizleri arkadaşınıza karşı gösterdiğiniz bu sabır ve emek için tebrik ediyorum. Bu onun ruh sağlığı açısından oldukça önemliydi."
Yağız söze girerek, "Hiç gerek yok, yapmamız gerekeni yaptık biz," dediğinde doktor babacan bir ifadeyle sözüne devam etti.
"Böyle şeyler gerektiği için değil, yürekten gelerek yapılır genç adam."
Doktor cümlesini bitirdikten sonra, cümlenin sonuna eklediği tebessüm ile bunu nezaket amaçlı söylediğini belirtti.
"O nedenle bu yalnızca hastanenin veya sağlık ekibinin başarısı değil, sizlerin de başarısı. Ancak bundan sonra da yapmamız gerekenler azalmıyor, hatta belki de daha fazla artıyor."
Kısa bir sessizlik oldu, hepimiz doktorun söyleyeceklerini bekliyorduk. Konuşmadığımızı gören doktor devam etti.
"Biliyorsunuz ki öncesine göre şu anda kendi üzerindeki kontrolü daha fazla ve çevre bilinci biraz daha oluşturuldu. En azından artık eski hafızası %80 oranında tekrar yerine geldi sayılır, bilincine daha fazla hakim, diğer dünyada değil de bu dünyada olduğunun bilincinde. Ancak diğer dünyayla olan bağlantısı birçok kişide olduğundan daha kuvvetliydi.. Bunun çok çeşitli sebepleri olabilir, bilemiyorum ancak yine de onu getirdiğimiz seviye eskisine nazaran oldukça önemli. Şu anda neyin gerçek olup neyin olmadığına dair bilgisi ve bakış açısı daha çok gelişmiş durumda. Farkındalığını artırmayı başardık."
Damla, "Evet, bu da bir şeydir," dediğinde ben de onu onayladım, "Hiç yoktan iyidir."
"Tıbbi durumu zaman içerisinde sürekli değişecek. Herhangi bir aksilikte beni bilgilendirmelisiniz. Onun dışında ise şunu belirtmek isterim; onun yanında olup, eski Azra'yı bulmasına yardım etmelisiniz çocuklar. Destek olabilecek herkesi buna ikna etmelisiniz. Aslında bu noktada onun yanında olması gereken ilk kişi onu ölümden geri döndüren kişidir. Ancak Azra hastaneye geldikten sonra yalnızca kısa bir süreliğine onu burada gördüm. Onun dışında onu buralarda hiç göremedim."
Kendimi durduramadan sesime öfke karışmıştı bile, "Ona ihtiyacımız yok. O kendini beğenmiş bir ukaladan başka bir şey değil maalesef."
Doktor bir an yalnızca bana baktı, bir şeyi ölçer gibi. Ardından bir nefes çekerek, "Peki, o halde elimizdekine odaklanalım. Ona sakinleştirici vermek durumunu kötüleştirir. Bu yalnızca tedavinin ilk aşamalarında yararlanabileceğimiz bir tedavi şekliydi. Şu anda artık bilincinin açık olmasına ihtiyacımız var," diyerek gözlerimize bakmaya başladı tek tek.
"Ama Azra gördüğü şeyleri gerçeklerden her zaman ayırmakta o kadar iyi olamayabiliyor. Bilinci açık olduğunda, bazen boş boş bakıp, bir şeylerle konuştuğunu görüyorum. Bu ona hiç iyi gelmiyor." Mert'in sözleri üzerine doktor derin bir nefes çekerken parmaklarını birbirine geçirdi.
"Gelmek zorunda. Gerekirse daha farklı, alternatif tedavi yöntemleri bulmaya çalışmalıyız."
"Peki o zaman. Bu konuda aklınıza gelen herhangi bir şey var mı?" diye atıldım.
"Şu anda çok emin değilim ancak ben New Jersey'deyken bir takım şeyler duymuştum."
Bilgi mevzu bahis olduğu için Doğa hemen atıldı, "Ne gibi?"
Doktor bir an pozisyonunu değiştirip, daha dik bir konuma geldi ve boğazını temizledi.
"Bu size biraz şaşırtıcı gelebilir. Bu konuda biraz açık fikirli olmalısınız."
"Doktor Bey, benim arkadaşım ölümden döndü, daha ne kadar şaşırabiliriz?" dediğimde doktor söylediklerimden sonra bana dikti gözlerini, doğru aslında dercesine.
"Peki, tamam. Eskiden çalıştığım yerde, bu durumdaki insanlar için, bazı kişiler, ımmm, cadılardan yardım alıyorlardı."
Odada bir sessizlik oluştu. Hepimiz sessizce ve yüzlerimizde tuhaf bir ifadeyle doktora bakıyorduk.
Şok içerisinde, "Cadılar mı?" diyerek kaşlarımı kaldırdım.
"Evet, cadılar."
Mert de benden farklı olmayan bir ifadeyle, "İyi de, neden?" diye sorduğunda Doğa atıldı, "Biz bir çözüm yolu bulamıyor muyuz?"
Yağız da onu desteklercesine,"Ya da ne bileyim.. Yani, cadılar bu konuda iş birliği yaparlar mı? Aramızda öyle bir birlik yok biliyorsunuz ki," diyerek devam etti.
"Öncelikle sakin olun. Ben bildiklerimi sizlere aktarayım. Bunlar benim yalnızca duyduklarım, kesin bir şey diyemem ancak New Jersey'de bu konuda cadıların ve büyücülerin yardımını aldığını duyduğum birkaç vampir tanıdığım vardı. Ancak içeriğini bilmiyorum, birebir tanıdığım kişiler değillerdi. Bizim bir çözüm yolumuz yok, daha henüz bu ölümden döndürme olayını bile tam olarak bilemiyoruz. Mekanizma nasıl işliyor çözebilmiş değiliz. Bu deneyimi yaşamış olan kişilerin çok ağır yaşadığı bir süreç bu. Bir süre sonra psikolojik ve bedensel anlamda daha iyi hissedebildikleri için, dünya ile bağları kuvvetlendikçe diğer tarafa karşı beyinlerinde blokaj oluşturmaları kolaylaşıyor. Söyledikleri hep bu yönde ancak o aşamaya gelene kadar, birçoğu ya alkol ya da maalesef daha farklı maddeler veya antidepresanlar kullanıyorlar. Bu noktada cadılar devreye giriyor. Birkaçının cadı ve büyücülerin iksirlerinden veya tılsımlı bir şeylerinden faydalandıklarını duymuştum. Ben de çok iyi bilmiyorum, belki sizler araştırırsanız, daha iyi sonuçlara ulaşabilirsiniz."
Hepimizin kafası allak bullak olmuştu. Doktorun söylediklerinde mantığa uyan kısımlar vardı ancak geri planda düşünülmesi gereken çok nokta vardı.
"Neyse, şu andaki önceliğimiz Azra'yı bir noktaya kadar hayata tekrar bağlayabilmek," diyerek noktaladım.
Doktor da, "Evet ve bu konuda anlaşabildiğimizi umuyorum," diyerek gözlerini bizlerin üzerinde gezdirip iki elini birleştirdi.
"Zaten sorumluluk sahibi çocuklarsınız. Bu belli oluyor."
"İnanın bize, Azra bu noktaya gelmeden önce hiç de öyle değildik.. Bizi hep o toparlardı."
"Demek ki iş başa düşmüş artık."
Doktorun tebessümüne karşı gülümsemeye çalıştım ama ne kadar başarılıydım, bilemiyorum.
"Evet, artık Azra'yı çıkarabiliriz."
Bu cümle hepimizi harekete geçirdi. Ben kendi adıma oldukça heyecanlıydım. Bundan sonraki sürece dair büyük umutlarım vardı.
Hepimiz hemen hemen tek sıra halinde Azra'nın kaldığı odaya gittik. İçeriye girdiğimizde iki hemşirenin son kontrolleri yaptıklarını gördük. Bütün işlemler bittikten sonra Damla, Doğa ve ben Azra'nın yanına doğru ilerledik. Azra yatakta oturmuş ayaklarını yataktan aşağıya sarkıtmış yere bakıyordu. Yanına gidince elini tuttum. Neyse ki artık asgari düzeyde ona dokunmamıza izin veriyordu.
"Hazır mısın canım?"
Başını kaldırıp yorgun gözlerini bana dikti. Evet, Azra artık hep yorgun ve bitik bakıyordu ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Ancak kararlıydım, onu eski haline çevirecektim.
"Hı-hı."
Bu kısa onaylama cümlesinden sonra, daha önceden hazırlamış olduğumuz minicik çantayı da beraberimizde alarak hep birlikte, Azra ortamızda olacak şekilde çıkışa doğru ilerledik.
"Be-ben, kimseye görünmek istemiyorum," dedi kısık, neredeyse fısıltı gibi bir sesle.
"Peki tatlım. Biz de sapa yollardan gitmeye çalışırız o zaman," diyerek sesimi gizemli bir havaya sokmaya çalıştım ve gülümsedim.
Doga canlı bir ses tonuyla, "Hem şu renksiz hayatımıza biraz renk katmış oluruz," diye şakıdığında Damla da "Gerçekten de sen yokken her şey öyle sıkıcı ki Azra," diyerek onu neşelendirmek istercesine bir ifadeyle, koluna girip başını omzuna yasladı.
Yağız da "Gözlerimiz hep seni aradı.." dedikten sonra Azra'nın yanağından bir makas aldı. Azra hafifçe başını sallayıp başını yere eğdi.
Hastanenin çıkış kapısına geldiğimizde bir an hep birlikte kapıda durakladık. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Ardından ise derin bir nefes çekip Azra'ya döndüm ve o da başını kaldırıp bana baktı. Umut vaad eden bir gülümsemeyle baktım ona. Başaracağız, dermişçesine.
Ve 2 aydır ilk defa, Azra'nın yüz ifadesi değişmese bile, gözlerinde güven duygusunu gördüğümü düşündüm. Hislerim nadiren yanılırdı, kesinlikle öyleydi.
Artık her şey çok farklı olacaktı.
*

Merhabalar!
Umarım beğenmişsinizdir bölümü. :) Düşüncelerinizi çok merak ediyorum Azra'nın durumuyla ilgili.
En kısa zamanda görüşmek üzere, kendinize iyi bakın! :* (NOT: Vote ve yorumlarınızı unutmayınız :)) ).