Good Girl Gone Bad (Askıda)

By lilacink

34.7K 1.4K 364

Ayağa kalkıp tam karşımda duran dolabın aynasında çıplak vücudumu gördüğüm anda soluksuz bir çığlık patlattım... More

Good Girl Gone Bad
Bölüm 1: Kurtarıcı Melek
Bölüm 2: Rezil
Bölüm 4: Hercai Menekşe
Bölüm 5: Geri Dönüş
Bölüm 6: Sorunlar
Bölüm 7: Beklenmeyen
Bölüm 8: Tesadüf
Bölüm 9: Araf
Bölüm 10: Gün Işığı
Bölüm 11: Cinderella
Bölüm 12: Kaos
Bölüm 13: Hastane
Bölüm 14: Cinnet
Bölüm 15: İlk
Bölüm 16: Ortak
Bölüm 17: Yolculuk
Bölüm 18: Zehir
Bölüm 19: Taşra Kızı
Bölüm 20: Sürtük
Bölüm 21: İyilik Avcısı
Bölüm 22: Kapalı Kutular
Bölüm 23: Acele
Bölüm 24: Son Damla
Bölüm 25: Telefon
Bölüm 26: Misafir
Bölüm 27: Ev

Bölüm 3: Oyun

1.8K 80 8
By lilacink

Bölüm şarkısı: Beyonce - Naughty Girl

Multimedia: Serena

***

Hiçbir zaman mücadeleci biri olmadım. Bir şeyi gerçekten istediğimde bile onun için savaşmazdım. Eğer olmuyorsa üstüne düşmemeyi tercih ederdim. Kalıp savaşmak yerine kaçıp gitmek her zaman daha kolayıma gelmiştir. Şansımı denerim ve başarısız olduysam direkt pes ederim. İnatçı bir kişiliğim yoktu. O yüzden, tüm hücrelerimle buradan gitmek istemiyor olmama rağmen kalmaya devam edemezdim. Benden rahatsız olduğuna dair bir hisse kapılmıştım bir kere. Kimseyle kötü olmaktan hoşlanmazdım. Kavga edip, tartışmayı sevmezdim. Ama son zamanlar da her şey üst üste gelince herkesle sorun yaşamıştım. Şimdi de hiç tanımadığım birinin evindeyim. Bu hiç tanımadığım birini tanımayı deli gibi istiyordum. Ancak o beni değil tanımak görmek bile istemiyordu. Eminim ki birazdan geri gelecek ve evinden gitmemi söyleyecek. Tanrım! Eğer benden gitmemi isterse ne yapacaktım? Daha onunla hiç öpü-ayy! Ne düşüyorum ben? Kesinlikle bunun sırası değildi. Şimdi ne yapmam gerektiğine odaklanmalıydım.

Gerçi burada daha nasıl kalabilirdim ki? Yani sonsuza kadar beni evlat edinmesini mi bekliyordum? Evlat edinmek mi? Bilemiyorum yanına yerleşebilmem için neyi olmam gerekiyor? Son olarak; ben daha ne kadar saçmalamayı planlıyorum?

Sanırım alkolün etkisi hala üzerimdeydi. Ya da bu Mathew etkisiydi...

Hayatım ucu görünmeyen bir uçurumdan farksızdı. Ne zaman ne yaşayacağım belli olmuyordu. Yani tabiki de kimse gelecekte neler olacağını tahmin edemez ama benimkisi bundan daha farklıydı. O kadar karmaşık ve akıl almaz şeylerle karşı karşıya geliyordum ki..

Mesela az sonra pencereden içeri Enrique Iglesias girse oturup burda beraber buzlu çay içsek...şaşırmazdım. Ciddiyim. Bundan bile daha anormal şeyler yaşamış biri olarak kesinlikle şaşırmazdım.

Artık bir son vermeliydim. Düşüncelerimi susturmalıydım. Düşündükçe daha fazla saçmalıyordum. Arada sıkışıp kalmıştım. Burada kalmam doğru değildi. Her ne kadar bana bir ara dost canlısı davranmış olsalar da bu doğru değildi.

Evime geri dönmeliydim. Tabi bir evim kaldıysa. Kendime geldikçe zihnimdeki görüntülerde canlanıyordu. Annemle yaptığımız sarsıntılı tartışmayı yavaş yavaş anımsıyordum. Ama bu yetmez. Yani sadece annemle tartıştık diye bu hale gelmiş olamazdım. Hah tabi bir de şey vardı..şey.. Damon. Damon'un benden nasıl ayrıldığını da hatırlıyordum. Malesef hatırlıyordum. Niye hatırlıyordum ki? Birçok şeyi unutmuşken bunu niye hatırlıyordum? Gerçi neden ayrıldığımıza dair hiçbir fikrim yoktu sadece beni terk edip kalbimi ezdiği o acı dolu saniyeler vardı zihnimde. Belki de zihnim değil kalbimdeydi tüm yaşananlar. Kalbim gerçekten kırılmış olmalı ki istediğim halde unutamamıştım. Nasıl bir uğursuzluk çemberine girdiysem tüm sorunlar art arda gelmişti. Lakin henüz hatırlamadığım ama varlığına emin olduğum başka sorunlarda vardı.

Ağırdan da olsa harekete geçme vaktim gelmişti. Bu felaketler kasırgasında daha fazla savrulmaya devam edersem benden geriye eser kalmayacaktı. Çözüm odaklı düşünmeye çalıştım.

Telefonum! Gidip bulsam iyi olacaktı. Birilerine haber vermeliydim. Annem... Aramalı mıydım? Ya da beni aramış mıdır? Acaba hiç aklının kenarından geçtim mi diye merak ediyordum. Sorumsuz değildi ama nankördü. Affı yoktu. Kızdığı zaman geri dönülmez tünellere girerdi. Yine de o benim annemdi. Sırf Julia'yla daha fazla ilgilenmesini söylediğim için beni evlatlıktan reddetmiş olamazdı. Tamam sadece o yüzden kavga etmemiştik ama tüm çatışma bu sebepten dolayı doğmuştu. Ah Julia! Onu aramalıydım. Bana yardım edeceğini hiç zannetmiyordum ama en azından ağzından laf alabilirdim.

Mutfaktan çıktım ve merdivenlere yöneldim. Sabah kendimi çıplak bir şekilde bastığım odaya gitmeliydim. Tahminen eşyalarım orada olmalıydı. O sersemlikle odaya çok göz gezdirememiştim. Merdivenlerden çıkıp koridorun sonundaki odaya yürüdüm. Kapıyı açtığımda karşıma çıkan manzarayla ağzım açık kalmıştı. Yanlış adrese gelmiştim. Burası küçücük yatağında acı çektiğim 'küçük kız' odası değildi. Bir erkek için haddinden fazla modern bir yatak odasıydı. Siyah saten yatak örtüleri sade şıklığıyla beni kendine çekmişti.

Her ne kadar kalıp keşfe çıkmak istesemde vakit kaybetmemeliydim. Kapıyı kendime doğru hızla çekip kapattım ve aynı hızla topuklarımın üstünde geriye döndüm. Dönmemle sert bir cisme toslamam bir oldu.

"Yolunu kaybettin sanırım." diye dalga geçti sert cisim.

"Üzgünüm küçük kızın odasını arıyordum." deyiverdim bir çırpıda. "Küçük kızın odası nerede?"

Attığı kahkahanın büyüsüne kapılmamaya çalıştım. Bu sırada Travis'in sakallarının altına saklanmış bir gamzesi olduğunu fark ettim. Aslında saklanamamış demek daha doğru olurdu. Çünkü tüm sempatikliğiyle orada kıvrılıyordu. Düşündüm de her zaman gülümsemesi gerekirdi. Zaten somurtkan bir tip değildi ama gülmenin en çok yakıştığı insanlardan biri olmalıydı. Tamam anlaşamadım, sevemedim ancak yiğidi öldürüp hakkını vermemek bana yakışmazdı. Doğruya doğru gülüşü beni etkilemişti.

"Küçük kızın odasını mı arıyordun küçük kız." aynı benim gibi söylemişti hatta benden daha iyi 'ben' olmuştu.

Gülümsemesini soldurmadan bana doğru bir adım attı. İstem dışı bende geriye doğru bir adım attım. Şuan bu katta tek başımıza olmamız beni tedirgin etmişti. Nefes alış verişlerimde fark edilir cinsten bir düzensizlik oluşmuştu. Çok sık alıp veriyordum. Bu sırada Travis bir adım daha yaklaştı. Ne yalan söyleyeyim beni ürkütüyordu. Gözümde hormonlarının esiri olmuş bir erkek imajı çizmişti. Bu yüzden ondan ürküyordum.

"Şşş sakin ol." dediği lafın hakkını veren bir sakinlikle söyledi. "Korkma seni yemem." küçücük ve sessiz bir kıkırtı çıktı ağzından.

"Korktuğumu da nereden çıkarıyorsun?" derken bile tezat bir şekilde sesim titriyordu.

"Bilmem..." biraz durdu ve devam etti "Boncuk boncuk terlemenden mesela."

Her zaman olduğu gibi kendimi ele vermiştim. Lanet olsun. Kendimi kontrol edemediğim zamanlardan nefret ediyordum.

"Bir sorun mu var?" dizlerimin bağının çözülür gibi olmasından anlaşıldığı üzere öteden gelen bu sesin sahibi Mathew'di.

Travis'in biraz geriye çekilmesini fırsat bilip onu kenara ittim ve önünden çekildim. Mathew'e doğru yürümeye başladım. Travis arkamda kalmıştı.

"Sorun yok dostum." diye tısladı. "Bir sorun yok."

"Güzel." sesinde uyarıcı bir tını vardı. "Sevindim."

Mathew'i son bıraktığımda bana sinirlenmiş gibiydi yani şuan da ona nasıl yaklaşmam gerektiğini kestiremiyordum. Derin bir nefes aldım.

"Kusura bakma ortalığı karıştırmak istememiştim." diye lafa girdim "Ben eşyalarımı arıyordum da. Yani telefonum...telefonum nerede?"

"Bilmiyorum salonda olabilir." o mu soğuk davranıyordu ben mi paranoyaktım?

"Pekala teşekkür ederim." ses tonum alçaktı "Tekrardan kusura bakma."

"Mühim değil." dediğinde içime sıkışıp kalan taşlar bir an da dökülüp beni rahat bırakmıştı sanki. Öylesine basit bir cümleydi ama diğerine oranla daha hoş bir şekilde söylediği için az da olsa rahatlamış hissediyordum.

Başımı eğip seri adımlarla merdivenlere gittim ve hızla seke seke aşağıya indim. Sola dönüp koridoru bitirdiğimde salona giriş yaptım. Aidan hala temizlik yapıyordu.

"Kolay gelsin. Acaba çantama veya bana ait herhangi bir şeye rastladın mı?" Kaşlarım havada göz kapaklarım normale göre daha açıktı. Heyecanla vereceği cevabı bekliyordum. Elindeki büyük çöp poşetini kenara bıraktı ve arka taraftaki müzik sisteminin yanına gitti. Konsolun üstünde çantamdaki her şeyin düzenli bir şekilde sıralandığını gördüm.

Rujum, güneş gözlüğüm, telefonum, diş fırçam, parfümüm, anahtarlarım, pedim, saç tokam, bir dakika! Pedim mi? Olamaz! Gerçekten yeter artık. Özel alanıma girmişler. Aslında onları ben sokmuşta olabilirim ancak sarhoş bir bayan olarak yapılan bütün suçlamaları reddediyorum! Bu işkence ne zaman sona erecek? Tanrım lütfen kurtar beni artık.

Gördüğüm kareyle beraber dün geceye ait bir sahne gözümde canlandı..

~ ~ ~DÜN GECE~ ~ ~

"Hadi ama sıkıcı olmaya başladınız siz!" diye cırladım. "Şimdi gidicem he ona göre."

"Tamam, tamam sinirlenme hemen." sarı çocuk ellerini öne uzatıp aşağı yukarı hareket ettirdi. "Yeni bir oyun oynayalım o halde?" sunduğu teklifle ellerimi çırptım.

"Bayılırım...oyunlar-ra bayılrım." Kelimeler ağzımdan kayarak çıkıyordu.

Sarı gidip mutfaktan başka içkiler ve bardaklar getirdi. Vodka vardı ve galiba birazda viski. Her ne boksa işte içinde alkol barındırsında yeter.

"Anca bunları bulabildim."diye başladı. "Şimdi bizler ağzına kadar dolu bir bardak içicez ve sende çantandan bize özel bir şeyler çıkaracaksın. İçemezsek eğer sende istediğin bir ceza verirsin. Anlaştık mı?"

"Özel bir şeyim yok ki. Ama anlaştık."

"Hadi başlıyoruz o zaman toplanın." hepsi yere oturup bir daire oluşturdu.

Vodka şişesini açıp su bardağına doldurdu ve içlerinden birine uzattı.

"Sek mi içicem?" diye karşı geldi diğeri.

"Tabi ki sek içeceksin."

"Böylesine saçma bir şey yüzünden yarın sabah başımın ağrısıyla uğraşamam. Sek mek içemem abicim."

"Git s*kimin suyunu iç o zaman." tartışmaya başladıklarını düşündüm.

"Eeh! Sizle mi uğraşıcam be!" neden yaptığımı bilmiyorum ama güçlü bir nida koparıverdim. "Gidiyorum ben." Ayağa kalktığımda biri elimden çekip beni tekrar yere oturttu ve başta karşı gelmiş olan sarının elindeki bardağı alıp kafasına dikti.

"Dökül bakalım aşifte."

"Kıçımı ye sen benim." ses tonum hep normalden yüksek çıkıyordu. Çantama uzandım ve içinden bir saç tokası çıkardım.

"Bu ne şimdi?" diye mızmızlandı bardağı deviren.

"Özelim yok dedim ama ben." ardından saçma bir kahkaha patlattım.

"Neyse ne şansına küs oğlum." bu sarı çok konuşuyor.

"Bari iki üç şey daha çıkarsın abi bu nedir ya?" hala mızmılanıyordu. Tekrar elimi çantama attım ve iyice karıştırdıktan sonra günlük pedlerimden birini çıkardım.

"Al şunu sana sus payı." pedi ona doğru uzattım. Eline aldı ve cebinden çıkardığı kalemle üstüne bir şeyler yazdı.

"Ne yazdın?" diye sordum "Ne yazdın?" tekrarladım.

"Oyunun sonunda görürsün tatlım." Elindeki tokayı ve pedimi gidip müzik konsolunun üstüne koydu.

Sarı tekrar bardağı doldururdu ve hiç vakit kaybetmeden tek seferde içti.

"Beni öyle boklu bezlerle oyalayamazsın bilmiş ol." dedi ve göz kırptı.

"Ay azmış bu!" dedikten sonra sesli düşündüğümü fark edip hızla elimi ağzıma götürdüm. Birkaç saniye sonra tekrar gülmeye başladım.

"Hah! Çok mu belli oluyor?" sanırım bunun gibi bir şey dedi tam anlayamadım çünkü sesler kulağıma uğultulu geliyordu. Tekrar çantamı karıştırdım ve birbirine çarpınca ses çıkaran metal şeye uzandım. Çantamdan çıkarıp havaya kaldırınca anahtarım olduğunu anladım. Karşımda oturan sarıya fırlattım. Anahtarları yakalamak yerine başını yere gömdü. Kolunu başına siper etti.

"Çıldırdın mı sen?" diye gürledi "Canıma kastın mı var senin?"

"Ayy kıyamam ya belki tırnağın kırılırdı değil mi balım?" diye alay ettim. "Üzgünüm affet beni." dudaklarımı aşağı doğru sarkıttım.

"Yok kız iyice gitti." dedi içlerinden bir tanesi.

"Ayrıca bu salak şey de ne adam akıllı bir şey çıkarsana." sesinde emretmekten çok teklif sunar gibi bir hal vardı.

"A-ah! Ondan daha özel ne olabilir ki? Evimin anahtarını verdim daha ne vereyim? Kapıda kalıcam senin yüzünden."

"Bu sayılmaz başka bir şey çıkar hadi, hadi." sabırsızlandığını belli ediyordu. Yine çantama elimi attım ve elime gelen ilk şeyi çıkardım. Parfümüm.

"İster misin?" dedim ve ona doğru uzattım.

"Madem çıkardın kullanmamak olmaz."

"Çok haklısın!" dedim ve kapağını açıp sarının üstüne bir iki fıs sıktım. Eliyle uçuşan parfümü savurmaya çalıştı ve bir yandan da öksürdü.

"Kızım bana ne sıkıyorsun? Kendine sıksana." diye çıkıştı. "Kendine sık ve bende kokuyu üzerinde koklayacağım." Bileğime sıkıp kolumu ona doğru uzattım.

"Al, kokla." dedim.

"Çocuk mu kandırıyorsun sen?" derken göğüslerime baktığını fark ettim.

"Ha baştan söylesene." Bu sefer parfümü boynuma sıktım. Sarı yavaş yavaş emekleyerek yanıma yaklaştı. Başını ağır ağır boynuma doğru eğdi. Burnu boynuma değiyordu ve dudaklarıda gerdanıma hafifçe sürtüşüyordu. Birkaç saniye kokumu içine çekti ve o sırada biri sarıyı pantolonun belinden yakalayıp geriye çekti. Kafası kalkınca gördüm ki gözleri hala kapalıydı ve nefesini hala tutuyordu. Nefesini serbest bırakırken ağzından 'ohh' diye bir ses çıktı.

"Tamam bokunu çıkarmayın." dedi pantolonundan yakalayan çocuk.

Oyun boyunca genel olarak sessiz kalmıştı ama sarının yaptığı son hareketten sonra suskunluğuna bir son vermişti. Başka bir şey söylemeden sarının önündeki henüz dokunulmamış viski şişesini aldı ve kafasına dikti. Şişenin içinde zaten çok fazla viski yoktu ama bir bardaktan fazla olduğu barizdi. Kalan tüm viskiyi içti. Ne yalan söyleyeyim böyle bir şey beklemiyordum. Hala son birkaç damlayı yudumluyordu ve sarı engel olmaya çalıştı.

"Hop hop! Bu ne asabiyet? Bize de bırak cimri yengeç." adeta cırlamıştı. Alkolün tesirinden dolayı sesinde biraz incelme vardı.

Diktiği viski şişesini indirdi ve elinin tersiyle ağzını sildi. Gözlerini sıkıca yumdu. Sanırım birden bu kadar içince başı dönmüştü. Bir süre öylece durdu.

"Sıra sende." bir eliyle beni göstererek. Bende anında harekete geçtim çantamdan başka bir şey çıkardım. Elimdekini ona uzattım.

"Diş fırçası mı?" dedi "Dalga mı geçiyorsun?"

"Kusura bakma ama çantamın içinde evimi taşımıyorum ben. Bunlar kaldı işte ne yapabilirim." dedikten sonra bazıları gülmeye başladı ve gülenlerden biri "İyiki taşımıyormuşsun evini." dedi imalı bir şekilde. Homurdanıp tekrar çantamın içinde gezintiye çıktım. Bir yandan da 'size de hiçbir şey beğendirilmiyor' diye söyleniyordum. Tam o sırada telefonum elime geldi.

"Aslında bunu paylaşmak istemezdim ama..." cümlenin gerisi getirmedim ve elimdeki telefonu viskiciye uzattım.

"İstemiyorsan alabilirsin." diye teklif sunduğu sırada diğerleri sesli sesli küfür edip bağırmaya hatta böğürmeye başladı.

"Ulan bu herif harbi dallama ya"

"Yok abi ilişkimi kesicem artık olmuyor böyle"

"Al içkinde senin olsun evinde senin olsun al a*koyayım nalet olsun senin gibi arkadaşa."

Her kafadan bir ses çıkmıştı. Söyledikleri lafların hiçbirine aldırış etmedi ama telefonumu da geri vermedi. Açıp içini karıştırmaya başladı. Hafifçe başımı uzatıp ne yaptığına bakmaya çalıştım. Kamerayı açtığını gördüm ve açar açmaz ön kameraya çevirdi. Telefonu havaya kaldırdı.

"Toplanın." der demez hepsi üzerime çullandı. Üst üste birkaç resim çekti ve sonra diğerleri üstümden kalktı. Galeriden çektiğimiz resimlere baktı. Sarı, resmi görünce bağırmaya başladı.

"Hani kafam nerede lan benim?" diye bağırdı ama sinirli değildi. "Sil bunu bensiz olmaz."

O resim direkt çöp kutusunu boyladı ve diğer resme geçti. Bu daha netti ve herkes görnüyordu. Diğerine bakmaya gerek duymadı ve galeriden çıkıp rehbere girdi.

"Vay be adam olacaksın sen." dedi içlerinden biri. Sonra uzanıp omzuna yumruk attı.

Bir numara girdi ama daha sonra ne yaptığını göremedim çünkü ekranı görmememiz için elleriyle telefonun etrafını çevrelemişti. Tüm bakışlar hala onun üzerinde olduğu için sonunda konuşma gereksiniminde bulunmuştu.

"Meraklanmayın hepinizi kaydettim." hala telefonda bir şeyler yapıyordu.

Zaman kavramım şuanda tuzla buz olmuştu ama tahminimce yarım saattir telefonla ilgileniyordu. Daha sonra telefonu tam karşısında oturan çocuğa fırlattı ve o da havada yakaladı. Gidip telefonumu da müzik ünitesinin oraya diğerlerinin yanına koydu.

"İçmeyen kaldı mı?" dedi sarı. Küçük bir sessizliğin ardından; "Ben varım." dedi bir başkası.

Kaç kişiler? Sayamıyordum. Hepsi bana aynı kişi gibi geliyordu. Birtek sarıyı ayırt edebiliyordum. Yani belki yirmi kişi vardı belki de iki kişi. Hiç bilmiyorum, saymaya çalışırken hep karıştırıyordum. Ama en az iki kişi olduklarına eminim. Yoksa bu sarı kendi kendine konuşan bir şizofren olmalıydı. Belki de gerçek şizofren bendim. İçimden çok düşününce başım ağrıyordu ve kendimi yalnız hissediyordum. O yüzden bu hissin verdiği cesaretle derinlerden, diyaframdan bir nida attım. Uzun bir 'off ' çektim.

"Al işte ya." diyene doğru elime gelen bir şey fırlattım. Ne olduğunu görmedim ama acı vermeyecek bir şey olduğunu biliyordum. Zaten isabette etmemişti.

"Hadi bitirin artık bu oyunu sıkılmaya başladım." dedikten sonra sona kalan çocuk bir bardak vodkayı içmeye koyuldu. Ben daha içip içmediğine bakmadan çantamı karıştırmaya başlamıştım bile. Çantam neredeyse bomboştu. Her şeyi boşaltmıştık, geriye son birkaç şey kalmıştı. Mızmızlanacaklarını bile bile mecbur olarak güneş gözlüğümü çıkardım ve bir şey demelerine fırsat vermeden açıklama yaptım.

"Hiçbir şeyim kalmadı yapacak bir şeyim yok. Mecbur bununla idare edeceksiniz. Hem o kadar da kötü değil ki gözlerinizi güneşten korur." diyip gülümsemeye çalıştım.

"İyi bak mutlaka bir şeyler vardır." dedi soğuk ve uzak bir ses tonuyla. Gözlüğü yere bırakıp tekrar karıştırdım. Her yerini incik cincik etmeme rağmen bir şey bulamamıştım.

"Bakın yok işte kendi gözünüzle görün." çaresizce çantayı ters çevirip aşağı doğru sirkeledim. "Gördünüz mü?" dememle beraber beni yalancı durumuna düşüren rujum çantadan aşağıya düştü.

"Ön bölmede kalmış sanırım." diye çok sessiz bir şekilde mırıldandım.

"İşte bu çok iyi oldu." sanırım bir şeyler düşünüyordu. "Ruju bana süreceksin." Sunduğu saçma fikirle beraber kahkahalara boğuldum ve yalnız da değildim. Çocuklarda benimle beraber gülüyordu.

"İyi misin oğlum vodka mı çarptı?" dedi bir tanesi kahkahasının arasından. Gülerken karnını tutuyordu. Gülüşüme bir son verip rujun kapağını açtım.

"Sen nasıl istersen benim için bir sorun yok." dedim neşeli sesimle. Tam uzanıp sürecektim ki bileğimi tuttu.

"Bu şekilde değil tabiki de aptal." dedi ve ruju elimden alıp benim dudaklarıma sürdü. "Şimdi bana sürebilirsin." dedikten sonra ruju omzunun arkasından geriye fırlattı. Şaşkınlıktan gözlerim pörtlemişti. Anladığım şeyi mi ima ediyordu? Neyse ne işte sonuç olarak bu bir oyundu.

"Hala bir sorun yok." dediğimde gözlerinde bir ışık belirdi. Üzerine doğru eğildim.

"Meydan okuyorsun he? Etkilendim." dedi ve dudaklarıma uzandı. Dudaklarımız birbirne değdiğinde öpmek yerine sadece dudağımı sürttüm. Elimle dudaklarımızı kapadığım için onlar ne yaptığımı göremiyordu. Ruj onun dudaklarına bulaşınca geri çekiliyordum ve birinin sesini duydum.

"Vay şanslı piç." ardından da tezahurat ve alkışlar.

Tanrım! Kız görmemiş gibi davranıyorlar..

~~~

"Olamaz!" diye tüm gücümle bağırdım. "Nasıl ya? Hayır. Hayır. Yani nasıl? Ben...ben." panikle elimi dudaklarıma götürmüştüm.

Dün geceyle ilgili bazı şeyleri hatırlamak hiçte iyi olmamıştı. Dehşet içindeydim. Neler yapmıştım böyle? O kız kesinlikle ben değildim. Buna imkan yok, benim böyle biri olmama imkan yoktu. Ben tekbir erkekle konuşurken dahi heyecanlanırdım. Eğer bir erkek ortamındaysam sesimi çıkarmazdım. Ne kadar sarhoş olursam olayım bunları yapmış olamam. Küfürler, çığlıklar, argo ağızlar gırla... Travis! Bana yakınlaşmasına izin vermiştim. Ve... Dilim varmıyor ama birini öpmüştüm. Bunu zaten sabah Mathew söylediğinden biliyordum fakat acı gerçek suratıma bir tokat gibi çarpana dek buna inanmamayı seçmiştim. Hala daha dün gece olduğu gibi kaç kişi olduklarını anımsamıyordum. Yalnızca Travis'le ilgili anılara dair bir fikrim vardı. Travis'i öpmemiştim. Sabah Mathew 'içlerinden biri' dediğine göre öptüğüm Mathew da değildi. Ne yazık!

"Hatırlıyor musun?" diye sordu Aidan. Yoksa? Yani...Aidan. Aidan'la mı öpüşmüştüm? Olamaz ben ne yaptım. Aslında gerçek bir öpücük değildi. En azından benim hatırladığıma göre değildi.

Surat ifademden şokta olduğumu anlamış olsa gerek.

"Ne hatırlıyorsun?"

"Neyi hatırlamalıyım?" diye sordum dehşet içinde. Kıkırdadı.

"Bana pedini verdiğini hatırlıyor musun mesela?" adeta yere çivilenmiş gibi hissettim. Başımdan aşağı kaynar sular boşalmıştı. Bir de pedimi mi verdim? O da mı sendin Aidan?

"Lütfen beni mahçup etme." diye mırıldandım. Sesimin tonunu yüksek tutmaya dahi utanıyordum. "Aidan. Eee. Şey. Ben. Seni. Şey. Yani. Öhö. Ben. Şey." O kadar utanıyordum ki sormaya cesaret edemiyordum.

Pırlanta gibi dişlerinin 32'sini birden göstererek şen bir kahkaha attı.

"Hayır beni öpmedin Serena." dediği anda sırtımdan büyük bir yük kalktı. Hiç vakit kaybetmeden yerine daha ağır bir yük bindi. Bir saniye! Travis değilse, Mathew değilse, Aidan değilse... Kimdi? TANRIM! Hala beni kurtarmanı beklediğimi biliyorsun değil mi?

"Bulabildin mi?" gelen ses sanki yukarıdan vahiy iniyormuş hissine kapılmamı sağladı ve yerimde sıçradım. Sıkışıp kaldığım her an da Mathew beliriyordu. Düşünce okuyabilme gibi bir özel gücü olma ihtimali yüzde kaçtı? Yüzde sıfır salak Serena...

"Bulmaz olaydım." duymamaları için son derece sessiz söylemiştim. Burada bir saniye daha kalamazdım. Keşke sabah giderken beni bırakmamalarına izin vermeseydim. Burda durmam baştan beri büyük bir hataydı.

"Gitmeliyim.." dedim ve gözüme ilişen yerde sefil gibi uzanan krem rengi deri çantamın yanına gittim. Elime alır almaz içinin bomboş olmasına rağmen neden bu kadar ağır olduğunu anlamaya çalıştım. Göz ucuyla çocuklara baktığımda hepsi suratını ekşitmişti. Çantanın fermuarını çeker çekmez burnuma ilişen kusmuk kokusu midemi alt üst etmişti.

"Şey... Dün miden biraz iyi değildi." dediklerinde öğürdüm. Gözlerimi yumdum ve tiksintiyle fermuarı tekrar kapamaya çalıştım. Çantayı kapatıp yere bıraktığımda hala öğürüyordum.

Müzik ünitesinin yanına gidip eşyalarımı toplamaya çalıştım.

Şuanda üçü aynı noktada dikilip beni izliyordu ve bende deli danalar gibi koşturuyordum.

Kolonun üstündeki her şeyi kucağıma doldurduğumda bu fikrin saçma bir fikir olduğuna kanaat getirdim. Hepsini geri bıraktım. Ne yapacağımı şaşırıyordum o yüzden elimi kolumu koyacak yer bulamıyordum.

Bu sefer sadece telefonumu aldım. Gözlüğümü alıp saçlarımdan geçirdim. Kusura bakmayın beyler ben bu gözlüğe maaşımın yarısını ödedim, size hediye edemeyeceğim..

Elim rujuma uzandı. Burnuma yaklaştırıp kokladım. Gözlerinin üzerimde olduğunu biliyordum. Hepsi dikkatle beni inceliyordu. Kesinlikle bu ruju almayacaktım. Başımı sağa sola salladım ve rujuda bıraktım.

Son olarak anahtarlarımı aldım. Onları bırakmam büyük aptallık olurdu..

Hiçbirinin yüzüne bakmadan salondan çıktım. Sadece yanlarından geçerken sessizce 'Hoşçakalın' diyebilmiştim.

O kadar hızlı yürüyordum ki adeta koşuyordum. Dönüp geliyorlar mı diye bakmadım. Bakmamalıydım. Dönersem gidemezdim. Kapının kolunu indirdim ve dışarı çıktım.

İşte yine baş başa kaldık Serena Laurent.. Şimdi ne olacaktı?

***

Okuduğunuz için teşekkürler. Diğerlerine göre daha uzun bir bölüm. Okuyan herkes değerlendirme yaparsa çok sevinirim. En azından oy verebilir ya da kısaca yorum yapabilirsiniz.

Continue Reading

You'll Also Like

76.8K 4.9K 16
*Gerçek Aile klasiğidir, aşiret hikayesidir.* Reklam yapmayın siliyorum. ° Valeriya... Rusya'da yaşayan 16 yaşında küçük bir kızdı. Türk bir annenin...
56.7K 6.6K 22
•Efsunlu Bir Köy Rüzgarı•
50.3K 2K 23
*Tamamlandı* Duru İstanbul'da bir devlet hastanesinde görev yapan bir doktordur. Yıllar sonra bir ailesi olduğunu öğrenir. Ailesiyle mutlu olacağını...
89.3K 3.6K 32
Melin; Kaç kez diyeceğim seninle davete gelmeyeceğim diye, hediye yollayıp durma! Ekin Soner; Kabul edene kadar yollayacağım. Melin; Desene o zaman p...